örgütlü mücadele – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 13 Dec 2015 14:57:28 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun https://meydan1.org/2015/12/13/bizi-yok-sayanlar-bizden-korksun/ https://meydan1.org/2015/12/13/bizi-yok-sayanlar-bizden-korksun/#respond Sun, 13 Dec 2015 14:57:28 +0000 https://test.meydan.org/2015/12/13/bizi-yok-sayanlar-bizden-korksun/   25 Kasım’ın Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmesinin tarihinde olan Mirabel Kardeşler’in katledilmelerinden bu yana 55 yıl geçti. Bir 25 Kasım’ı daha geride bırakmışken, o günden bugüne nelerin değiştiğini ya da nelerin değişmeden kaldığını söyleyebiliriz? Mirabel Kardeşler, Dominik Cumhuriyeti’nde cunta faşizmine karşı mücadele ettikleri, korkmadıkları ve tüm kadınları korkmamaya çağırdıkları için […]

The post Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun

 

Kadına yönelik şiddet artarak sürerken, kadınların kıstırılmak istendikleri şiddet sarmalına karşı mücadelesi de devam ediyor. Geride bıraktığımız 25 Kasım’da, Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde, “tacizciler, tecavüzcüler, çeteler ve devlet Bizden Korksun” diyerek sokaklara çıkan Anarşist Kadınlar ile, kadına yönelik şiddeti, bu şiddete karşı mücadeleyi ve “erk”in egemenliğine karşı sürdürdükleri mücadelelerini konuştuk.

25 Kasım’ın Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmesinin tarihinde olan Mirabel Kardeşler’in katledilmelerinden bu yana 55 yıl geçti. Bir 25 Kasım’ı daha geride bırakmışken, o günden bugüne nelerin değiştiğini ya da nelerin değişmeden kaldığını söyleyebiliriz?

Mirabel Kardeşler, Dominik Cumhuriyeti’nde cunta faşizmine karşı mücadele ettikleri, korkmadıkları ve tüm kadınları korkmamaya çağırdıkları için katledilmişlerdi. Görüyoruz ki, 55 yıldan bu yana dünyanın neresinde olursa olsun faşist iktidarlar kadına yönelik saldırılarını aynı şekilde devam ettiriyorlar. Kadınlar, yaşadığımız toprakların da bir parçası olduğu Ortadoğu coğrafyasının birçok noktasında, savaşlarda katlediliyor, tecavüzlere maruz kalıyor, köle olarak pazarlanıyor. T.C. Devleti de, kadına yönelik bu sistematik şiddetin örgütleyicisi ve körükleyicisi pozisyonuyla; kontra gerilla birlikleriyle, çeteleriyle ve doğrudan kendi kolluklarıyla kadınları katlediyor. Katledilen kadınların cenazeleri, devletin bir “güç göstergesi” olarak çırılçıplak teşhir ediliyor, sokaklarda sürükleniyor. Devletin kadına yönelik uyguladığı sistematik şiddet politikası, elbette ki savaş ortamının dışında da, erkek egemen kültürün var olduğu hemen her alanda yeniden ve kesintisiz biçimde tezahür ediyor. Militarizm, “sivil” hayatta da, hemen her yerde kadına yönelik şiddetin sürekli olarak açığa çıkmasına sebep oluyor.

Kadınlar, bahaneleri farklı olan birçok erkek, babaları, abileri, sevgilileri, eşleri ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından katlediliyor. Yalnızca geride bıraktığımız Kasım ayı içerinde, 25 kadın kardeşimiz, erkekler tarafından katledildi. Neden ya da ne şekilde olduğu fark etmeksizin, bu saldırıların ve cinayetlerin tümü, devletin ve onun militarist kültürünün sürdürücüsü ve aynı zamanda da erk’in koruyucusu olan hukuk sisteminin bir sonucudur.

Aslında, Mirabel Kardeşler’in katledilmesinden bu yana kadına yönelik şiddetin uygulayıcısında da, bu şiddetin meşrulaştırıcısında da bir değişiklik olmadı. Ama kadınlar, on yıllar öncesinde de olduğu gibi, tacizlere, tecavüzlere, cinayetlere ve şiddetin türlü biçimlerine karşı direnmeyi sürdürdü.

Peki, geride bıraktığımız 25 Kasım’da neler oldu?

Var olan çok yönlü ve sistematik şiddetin karşısında, elbette ki çok yönlü ve örgütlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Biz de bu süreçte yaşamlarımıza her alanda saldıran devlete; onun kolluk kuvvetlerine; namus-töre-ahlak gibi, kadını her daim yok olmaya mahkum eden tüm kavramlara “bizden korksun” diyerek çıktık yola. Bu sloganla birlikte, kadın kadına hazırladığımız ve “Bizden Korksun” ismini verdiğimiz bir kadın neşriyatı çıkardık. Devlet baskısının böylesine yoğunlaştığı bir süreçte, sokaklara çıkarak kendi düşüncelerimizi somutlaştırmayı ve diğer kadınlarla paylaşmayı önemsedik. Bu sebeple, Kadıköy’de, Kartal’da, Taksim’de ve İstanbul’un birçok farklı noktasında sokaklara çıkarak, Bizden Korksun’u birçok kadına ulaştırdık. Evlerinde iş yerlerinde ya da yaşamlarının farklı alanlarında erk’in şiddetiyle baskılanmak isteyen kadınlara ulaşarak, hep birlikte mücadele çağrımızı yükselttik.

Aynı zamanda, özellike son süreçte üniversitelerde yaşanan tacizlere karşı, “özel güvenlik, rektör, tacizci bizden korksun” diyerek, aralarında İstanbul ve Boğaziçi’nin de bulunduğu üniversitelerde stantlar açtık. Üniversitelerde yaşanan tacizlere karşı Boğaziçi Üniversitesi’nden kadınlarla, üniversitenin bulunduğu Hisarüstü Mahallesi’nde düzenlenen bir yürüyüşe katıldık, İstanbul Üniversitesi’nden kadınlarla bir gece yürüyüşü düzenledik.

Bu yoğun sürecin son gününde yani 25 Kasım’da ise Anarşist Kadınlar olarak, Taksim’de düzenlenen gece yürüyüşüne katılım gösterdik. Tünel’den başlayarak Galatasaray Meydanı’na kadar süren bu yürüyüşte, “Namus, Devlet, Tacizci, Çeteler… Bizden Korksun” diyerek, bütün kadınları mücadeleye çağırdık.

Sistematik bir saldırı ve bunun karşısında örgütlü mücadele dediniz. Bunu biraz daha detaylandırır mısınız?

Erkek egemen kültürün kadına yönelik saldırısı çoğu zaman taciz, tecavüz ve cinayetlerle medyada yer buluyor ve şiddet yalnızca bu şekilde “görünür oluyor”. Oysa kadına yönelik şiddet, bazen mobbing, bazen ev içi emeğin hiçleştirilmesi, bazen kimliğinin annelik rolüne sıkıştırılması, bazen toplumdan dışlanma yada zorla evlendirilme, azarlanma, aşağılanma, yani kısacası hayatın her alanında ezilme olarak açığa çıkıyor.

Bizden Korksun neşriyatında, “bizler ezilenleriz, iş yerinde patrondan, okulda müdürden, evde babadan, abiden kocadan, sokakta devletten, polisten, askerden kısacası yaşamın her alanında erk(ek)ten şiddet gören, hiçleştirilenleriz.” demiştik. Bahsettiğimiz bu saldırıların tamamı, kaçınılmaz olarak çok yönlü bir direnişi gerektiriyor. Bizler de mücadelemizi her gün, her an, yaşamın her alanında görünür kılmalıyız. Bu nedenle, hazırladığımız neşriyatta da direnişin birçok yöntemine, birçok farklı başlıkta değindik. Karşılaşabileceğimiz fiziksel saldırılara karşı “Erkeğe Karşı Korkutan Yöntemler” başlığı altında biber gazı, eletroşok cihazı, çimdik, yumruk tekme gibi şiddete karşı pratik yöntemlere yer verirken; diğer bir yazımızda da hayatlarımıza saldıran militarizmin kadın düşmanlığını gün be gün nasıl ürettiğini yazdık. Kadınları savaşın karşısında, yaşamı savunmaya çağırdık. Ve elbette dayanışmanın, örgütlülüğünün, “benlerden biz olma”nın ve yan yana durmanın aslında hepimiz ve her birimiz için özgürlük olduğunu vurguladık. Çünkü Bizden Korksun’da da vurguladığımız gibi; “Bizi biz yapan, bizleri birer birer sindiren; sindiremedikçe katleden bu sisteme karşı, sürekli körüklenen öfkemiz ve isyanımızdır. Bizler; bu toprakların kadınları, kimi zaman aynı dili konuşmasa da her zaman birbirinin dilinden anlayan kadınlar, bizler biliyoruz ki biz bir araya geldiğimizde, korkulacak olanlarız. Ve bizler bir araya geldiğimizde hiç bir güç karşımızda duramayacak.”

Bizden Korksun’u 25 Kasım öncesinde edinemeyen ancak ulaşmak isteyen kadınlar, neşriyatınıza nasıl ulaşabilir?

Bizden Korksun’a ulaşmak isteyen ancak İstanbul dışında yaşayan kadınlar, sosyal medya hesaplarımız üzerinden bizimle doğrudan iletişime geçebilir ve neşriyatı edinebilir. İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımız ise Kadıköy ve Taksim’de bulunan 26A Kafe’den Bizden Korksun’a ulaşabilir.

Kadınlar şiddete karşı mücadeleyi sürdürüyorken, bir yandan taciz, tecavüz, cinayet ve bütünüyle kadına yönelik şiddet de devam ediyor. Medya ise yaşanan kadın cinayetlerinin birçoğunu “namus” ya da “cinnet” gibi bahanelerle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Yaşanan bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

“Erk”in yanında duran erkek medya zaten her zaman kadına yönelik saldırgan bir dil takınmış, kadınları aşağılamış ve suçlamıştır. Hemen her gün okumak zorunda bırakıldığımız haberlerde “namus cinayeti”, “cinnet geçiren baba”, “tek başına yaşayan bir kadın” ya da “erkek arkadaşının evine giden genç kız” denilerek, erkeğin cinayeti normalleştirilmeye ve kadına yönelik uygulanan sistematik şiddet meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Medya bu cinayetleri normalleştirdikçe, kadınların üzerindeki baskı da artıyor. Bu baskı, kadınların herhangi bir saldırıya uğradıklarında korkarak, suçu önce kendilerinde aramaları gerektiğinin öğreticisi oluyor. Bu nedenle, özellikle tanıdıkları kimseler tarafından tacize ve tecavüze maruz kalan kadınlar, kendi çevrelerinde, suçlu ya da hatalı bulunmaktan korktuğu için, yaşadıklarını dillendiremiyor bile.

Bu saldırıların bir başka sürdürücüsü ise elbette erkek adalet. Kadınlar aşırı sevgi, mini etek giyme, eve geç gelme, erkek arkadaşıyla birlikte olma gibi bahanelerle katlediliyor; bir de suçlu olarak gösteriliyor. İşlenen bu cinayetlerin ardından, devletin hukuk mekanizması ve bu bağlamda tahrik indirimleri, katillerin iyi halleri, bu cinayetleri “normalmiş gibi” gösteriyor. Maruz kaldığımız saldırıların bütünü, “erk”ek algı tarafından örgütlü bir şekilde gerçekleştiriliyor. İşte bizim direnişimiz ve özgürlük mücadelemiz de, tam da bu yüzden, örgütlü olmaktan geçiyor.

25 Kasım’dan hemen sonra Özgecan Aslan davasının karar duruşması görüldü ve katiller ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldılar. Kararın ardından birçok kişi adaletin yerini bulduğunu iddia etti. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Bu zamana kadar yaşanan birçok kadın cinayetinin ardından aynı hukuk mekanizması, katilleri için iyi haller, tahrik indirimleri vermekten, katilleri aklamaktan ve cinayetleri meşrulaştırmaktan uzak durmadı. Özgecan Aslan davasının 3 Aralık tarihinde gerçekleşen karar duruşmasında katillerin ağırlaştırılmış müebbet alması bazı kesimlerin içini rahatlatan bir karar olarak görülse dahi, bu karar tam anlamıyla bir kazanım olarak değerlendirilmemelidir. Çoğu kadın cinayeti davasında katilleri serbest bırakmak bir yana her defasında katili aklayan devlet, neden şimdi böylesi bir karar verdi? Bu kararla birlikte aslında her defasında potansiyel katilleri cesaretlendiren hukuk uygulamaları, yeri geldiğinde sanki adaletin uygulayıcısıymış gibi gösterilmek istendi.

Özgecan, daha önce katledilen kimi kadın kardeşlerimiz gibi, hiç tanımadığı bir erkek tarafından katledilmişti ve “masum”du. Bu, devletin hukuk mekanizmalarına da böyle yansıdı ve sözde adalet yerini buldu.

Ancak bizler bugüne kadar birçok Özgecan’ı, birçok kadın kardeşimizi aynı şiddet sarmalında kaybettik. Özgecan kararını veren aynı devletin aynı hukuk mekanizması; bu cinayet davalarının çoğunda “kadının etek giymesini” tahrik saydı, katili akladı; “erkeklik gururunu” okşadı, katili iyi halle kurtardı. Sayamayacağımız kadar çok dava, sayamayacağımız kadar katil erkek, bizatihi “erk”in hukuk mekanizmalarınca korundu, kollandı. Adalet şimdi mi yerini buldu?

Şimdi bizler Özgecan’ın hemen ardından, –medyanın servis ettiği dille -“erkek arkadaşının arabasında” katledilen Hüsne’nin katilinin yargılanacağı; arabaya binmenin tahrik sayılacağı ve “erkeklik gururu”nun yeniden okşanacağı davaları merakla bekliyoruz.

Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz kadınlar, yaşamın neresinde baskıyla, şiddetle ve sömürüyle yüz yüze kalırsak, mücadelemizi de orada örgütleyeceğiz. Bütün kadınları yaşadığımız baskılara karşı, özgürlüğümüz ve yaşamlarımız için mücadeleye çağırıyor sizlere de teşekkür ediyoruz.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.

The post Bizi Yok Sayanlar Bizden Korksun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/12/13/bizi-yok-sayanlar-bizden-korksun/feed/ 0
” Bizimle Yaşayacaksınız ” – Halil Çelik https://meydan1.org/2015/10/26/bizimle-yasayacaksiniz-halil-celik/ https://meydan1.org/2015/10/26/bizimle-yasayacaksiniz-halil-celik/#respond Mon, 26 Oct 2015 16:56:43 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/26/bizimle-yasayacaksiniz-halil-celik/ “Yoldaşların hepsi öldü siperlerin başında! Yüzlerinde uzun sakal, gözlerinde kavga var! Ey işçiler birleşiniz yoksa dünya mahvolur!” Her eylemde, direnişte Tekin abimizin dilindeydi bu sözler. Kimin için söylediğini bilmezdik. Ama artık bizler Tekin abi, Serdar, İsmail Abi, Erol, Gazi Güray ve Tayfun Abi için söyleyeceğiz… İnşaat işçilerinin örgütlü gücü olmak için yola çıkan İnşaat İşçileri […]

The post ” Bizimle Yaşayacaksınız ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Bizimleyaşayacaksınız Halilçelik

“Yoldaşların hepsi öldü siperlerin başında! Yüzlerinde uzun sakal, gözlerinde kavga var! Ey işçiler birleşiniz yoksa dünya mahvolur!” Her eylemde, direnişte Tekin abimizin dilindeydi bu sözler. Kimin için söylediğini bilmezdik. Ama artık bizler Tekin abi, Serdar, İsmail Abi, Erol, Gazi Güray ve Tayfun Abi için söyleyeceğiz…

İnşaat işçilerinin örgütlü gücü olmak için yola çıkan İnşaat İşçileri Sendikası’ndan 6 siper yoldaşımızı yitirdik. Herbiri arkadaşımız, dostumuz, ailemizdi. Mesela babamızdı Tayfun Abi. Yıllardır devrimci anarşist mücadelemizle dayanışma içerisinde, iki oğlunun da örgütlü olması sebebiyle anarşizm ile de gönül bağı kuran mücadele dostumuz, yoldaşımızdı. Lise yıllarından yoldaşı olan Mustafa Adnan Akyol’u yalnız bırakmamak başta olmak üzere işçi mücadelesinin büyümesinde yapabileceği ne varsa yapmak için uzun bir süre İnşaat İşçileri Sendika Girişimi olan yapının bir parçası olmuştu. Başta Mustafa Abi olmak üzere Serdar(Serdar Ben) ve Tekin Abi’nin (Tekin Arslan) yoldaşı, omuzdaşı olmuştu. Bir yandan sendikalaşmak için kağıt işlerine yoğunlaşırken, öte yandan fiili mücadelelerin içindeydi. Zorlu Center’ı inşa eden işçilerle eksi dördüncü katlarda, günlerce iş bırakma eylemine katıldı. Aylardan beri ücreti gasp edilen taşeron inşaat işçileri ile Astoria AVM önünü, direniş alanına dönüştürdü. Tabiki tek başına değil yitirdiğimiz yoldaşlarımız omuzdaşlarımız Tekin Abi, Serdar ve Erol ile beraber.

Torunlar Katliamı yaşandığında, kaybettiğimiz inşaat işçileri için, Erol ile yumruklarımızı beraber kaldırmıştık sömürüye karşı “Dünyayı biz inşa ediyoruz. Altında biz kalıyoruz! Artık Yeter” diyebilmek için. Erol, bir inşaat işçisiydi. Kobanê’nin yeniden inşasına, inşaat işçilerinin dahil olması için Kobanê’ye gitmişti. Erol, bir devrimciydi. Tıpkı Serdar gibi.

Dernek sürecinden beri inşaat işçilerinin örgütlenmesi için canını dişine takan Serdar, kısacık yaşamını konfeksiyonlarda, atölyelerde, tersanelerde geçirmişti. Erken başladığı devrimci işçi yaşamının detaylarını Serdar ile çok konuşurduk. “Diğer sektörlerin örgütlenmesinin yanında, inşaatta örgütlenmenin zorluğunu bilmeliyiz” derdi hiçbir yılgınlık belirtisi olmadan. Esenyurt Belediyesi Direnişi’nde polis saldırınca, kol kola omuz omuza direnmiştik düşmana. O gün hiç bırakmayacaktım seni Maviş! Bugün alamayacaklardı kollarımızdan! Tekin Abi orada başlamıştı “Ne istiyoruz? -Hakkımızı- Vermeyecekler! -Alacağız! “ sloganını attırmaya. Her eylemin, her direnişin sloganı olmuştu sonra. Gür sesiyle attığı ajitasyonlar hala kulaklarımızdadır: “Emekçi halkımız, bizler inşaat işçileri olarak…diz çöktüreceğiz burjuvaziye, diz çöktüreceğiz halk düşmanlarına!” Sadece ajitasyonda kalmadı elbette. Onlarca şirket patronunu dize getirdik hep beraber.

Yine öyle yapacağız Tekin abi.

Diz çöktüreceğiz halk düşmanlarına!

Diz çöktüreceğiz eli kanlı katillere!

And olsun! And olsun ki sizler gibi devrim olacağız!

Devrimi yaşayacağız!

Devrimde öleceğiz!

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Bizimle Yaşayacaksınız ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/26/bizimle-yasayacaksiniz-halil-celik/feed/ 0
Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/ https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/#respond Tue, 08 Oct 2013 12:14:39 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/   Onların mücadelesi özgürlük ve adalet için. Onların kavgası, katledilenlerin hesabını sormak için. Onların örgütlülüğü acıları paylaşarak azaltmak, katillere olan öfkeyi örgütlenerek büyütmek için. Onların mücadelesi Abdullah, Mehmet, Medeni, Ali İsmail, Ahmet ve Ethem için…   Canlarından bir parçayı, katil bir polisin sıktığı kurşunla kaybeden Sarısülük ailesinden Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ile acılarını, öfkelerini […]

The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Onların mücadelesi özgürlük ve adalet için. Onların kavgası, katledilenlerin hesabını sormak için. Onların örgütlülüğü acıları paylaşarak azaltmak, katillere olan öfkeyi örgütlenerek büyütmek için. Onların mücadelesi Abdullah, Mehmet, Medeni, Ali İsmail, Ahmet ve Ethem için…

 

Canlarından bir parçayı, katil bir polisin sıktığı kurşunla kaybeden Sarısülük ailesinden Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ile acılarını, öfkelerini ve mücadelelerini konuştuk.

Haziran ayında, coğrafyanın dört bir yanında alev alev yanıyordu sokaklar. Yıllar boyunca polis şiddetiyle, devlet terörüyle, kapitalist projelerle baskılananlar, yok sayılanlar isyan etmiş; özgürlüğe olan inançlarıyla milyonlar olmuş akıyordu sokaklara.

Devletse beklemediği bir anda karşılaştığı bu halk isyanını nasıl bastıracağının telaşına düşmüş, polisini salmıştı direnişçilerin üstüne; yıldırmak için, korkutmak için, katletmek için! Binlercemiz yaralandı, bazılarımız sakat kaldı… Polisin saldırısı, kardeşlerimizin bazılarını aldı aramızdan. Mehmet, Abdullah, Ali İsmail, Medeni, Ahmet…

Ethem de onlardan biriydi. 1 Haziran günü televizyonlara düşen görüntülerde rastladık O’na. Ethem Ankara’da, Kızılay’da direniyordu. Birçok kardeşi gibi, bizim gibi, özgürlük için çıkmıştı sokağa. Yaşamı boyunca hep karşısında olduğu adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için, özgür bir yaşamı kendi elleriyle örebilmek için dikilmişti polisin karşısına. Ama o gün devletin polisinin sıktığı kurşunla yaralandı Ethem, direnişçilerin yardımıyla hastaneye kaldırıldı. 14 gün boyunca direndiyse de özgürlük inancıyla çarpan kalbi, 14 Haziran günü sustu. Devletin katil polisi Ahmet Şahbaz’ın sıktığı kurşun, 14 Haziran günü aldı Ethem’i aramızdan.

Ölüm haberinin ardından da cenazesinde de sokaklar Ethem için doldu; Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de… Devletin polisi barikatların ardına hapsedip ailesinden, sevdiklerinden, dostlarından, yoldaşlarından uzak tutmak istese de Ethem’i, yapamadı. Ethem’in annesi seslendi onlara: “Çocuğumun önünden çekilin, bir resmini göreyim” Ve o gün, “Hepimiz Ethem’iz, öldürmekle bitmeyiz” sloganlarıyla toprağa verildi Ethem.

O’nun acısının ardından devlet susmalarını beklese de onlar susmadı; annesi, kardeşi, abisi, bütün Sarısülük ailesi… Onların acısı, kaybettikleri Ethem’lerinin ardından öfkeye döndü, katilin peşine düştü. Ne devletin baskısı korkuttu onları ne polisin tehdidi. Ethem’in annesi oğlunun ardından yas tutmadı, “Kavgasının arkasındayım, korkmuyorum” dedi, “Bin can daha veririm”diye meydan okudu katillere.

Çocukları katledilen diğer ailelerle bir oldular, birlik oldular, acılarını hep birlikte göğüslediler. Ali İsmail’in cenazesinde de, Mehmet’in cenazesinde de, barış istediği için katledilen Medeni’nin ailesinin yanında da onlar vardı. Çünkü biliyorlardı yüreklerini yakan acının aynı olduğunu, öfkenin aynı katillere olduğunu. Kardeşi İkrar “Ödediğimiz bedeller, kaybettiğimiz canlar bizi daha da güçlendirir” dedi, annesi Sayfı Sarısülük “Meydanlara inin, çocuklarınızın arkasında durun“ diye seslendi annelere.

Şimdi Sarısülük ailesi, birçoğumuzun haykırdığı gibi “mücadeleye devam” ediyor. Ethemlerinin ardından daha da büyüyen öfkeleriyle dimdik duruyorlar katil polisin, devletin ve devletin adaletsizliğinin karşısında.

Meydan Gazetesi: Merhaba. Kardeşiniz Ethem, geçtiğimiz Haziran ayında polisin sıktığı kurşunla katledildi. Katilin tutuksuz yargılanması kararını veren hakim, “Meşru müdafaa var. Vicdanım rahat. Milyonların bir araya gelmesi vereceğim kararı etkilemez” dedi. Cinayet kamera kayıtlarıyla, otopsi raporuyla kanıtlansa da devlet katili aklamak, cinayeti meşrulaştırmak için elinden geleni yaptı, yapıyor. Bu süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?

Mustafa Sarısülük: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu topraklar Haziran Direnişi’yle birlikte çok önemli bir tarihsel süreçten geçmekte. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra başlatılan cadı avları, uzun dönem bu toplumun suskun kalmasına sebep oldu. 90’lı yılların getirdiği bahar havası, işçi sınıfının emek ve demokrasi mücadelesini tekrar yükseltmeye başlamasıyla birlikte, toplumsal muhalefet yeniden canlanmaya başladı. Bu tarihsel zamanlarda devlet tarafından gerçekleştirilen gerici ve faşist katliamlara tanık olduk. Küreselleşme ve neo-liberal politikaları ülkemizde hayata geçirmek için amade ve uşaklıkta sınır tanımayan AKP iktidarı, bu politikaları hayata geçirmeye başladı. Yaklaşık 10 yılı aşkın bir süredir devam eden bu politikaların bir sonucu olarak toplumun bir başkaldırı içine girmesi aslında son derece normal. Kardeşim Ethem Sarısülük, Gezi Parkı süreciyle başlayan bu halk isyanı sonucunda, 1 Haziran günü, demokratik eylemlerde kafasına sıkılan kurşunla katledildi.

Bilindiği üzere Ethem’in vefatından sonra egemenler ve devlet yetkilileri o bilindik ağızlarıyla tekrar saldırıya geçtiler, kendilerine bağlı medyaları Ethem’in ölümünü adeta meşru göstermek için büyük bir telaş içine girdiler. Ve bununla birlikte polisin katliamcı mantığını gizlemek için siyasal iktidar tarafından hedef saptırılmaya çalışılarak ve devam eden yargı sürecine müdahale ederek faşist zihniyetlerini ortaya koydular.

Ethem’in polis tarafından öldürülmesinin ardından medyada, kardeşinizle ilgili çokça haber yazıldı, yayımlandı. Karakol inşaatında çekilen görüntülerine “terör kampında eğitim gördü” denildi, katili aklamak için Ethem’in “arkadaşlarının attığı taş ile yaralandığı” iddia edildi. Ethem’in nasıl öldüğü, kurşunu kimin sıktığı, yani cinayetin nasıl işlendiği açıkça ortadayken, böyle bir aklama politikası karşısında sizler ne hissettiniz?

Mustafa Sarısülük: Sizin de belirttiğiniz gibi, ekmek parası için gittiği karakol inşaatını terör kampı gibi göstermeleri veya “arkadaşlarının taş atması sonrası yaralandığı”nı söyleyen bu gerici zihniyete karşı en anlamlı duruşu, halkımız evladını bağrına basarak cevap verdi. Bizlerin Ethem’in ailesi olarak halkımıza bu dayanışma ve sahip çıkma anlamında tek söyleyebileceğimiz, teşekkür etmektir.

Devlet, “meşru müdafaa var diyerek” katil polisi yasasıyla korumaya, cinayeti hukukuyla ört bas etmeye çalışırken, katilin yargılandığı davadan bir beklentiniz var mı?

Mustafa Sarısülük: Devlet organize bir şekilde katletmeye devam ediyor. Zaten bağımsız olmayan bu yargıya, siyasal iktidar tarafından gerekli emirler öncesinden verilmiştir. Esasında bu ve benzer davalardan bir beklentimiz yoktur. Ama bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz. Bundan asla kimsenin şüphesi olmasın.

Biz bu davayı şu noktalardan önemsiyoruz. Katil devletin teşhiri için, hukukun olmadığını ve siyasal iktidarın pisliklerini teşhir etmek için çaba sarf edeceğiz. Zaten ilahi komedyanın ilk perdesi 23 Eylül’de görülmeye başlandı. Ve kamuoyu önünde devlet ve sözde adaletin el ele vererek, katil bir polisi nasıl aklandığına tanık olduk.

Yakın zamanda sözde “katilin yargılanması” için görülen duruşma da aslında devletin adaletsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Katil polis Ahmet Şahbaz’ın duruşma salonuna kılık değiştirilerek getirilmesi, mahkeme salonunun polis tarafından işgal edilmesi, polisin ve mahkeme heyetinin ailenize dönük baskısı duruşma salonunda yaşananların çok organize olduğunun göstergesiydi. Gerek duruşma öncesinde yaşanan gerginlikler, gerek duruşma salonunda katilin deşifre olmasıyla yaşanan gerginlik ve davanın kapalı görülmesine dair çıkan karar, mahkemenin “adalet” arayışından çok uzakta olduğunu gözler önüne serdi. Duruşma salonunda, kardeşinizin katili oradayken ve devletin polisiyle, savcısıyla, mahkemesiyle, yargısıyla korunurken sizler neler hissettiniz? 23 Eylül’de görülen duruşmadan kısaca bahsedebilir misiniz?

Mustafa Sarısülük: 23 Eylül’de gerçekleşemeyen mahkeme, aslında önceden bütün kurgusu yapılmış ve oynanmaya hazır bir tiyatro gösterisiydi. Salona ilk girdiğimizde 150-200 tane sivil giyimli, hepsi çocuk yaşta, polis ordusuyla karşılaştık. Mahkeme heyetinin haberinin olmadığını söylemesine rağmen, sonradan anlaşıldığı üzere polislerin Ankara Valiliği tarafından görevlendirildiğini söylediler. Hatta sanık avukatları, önceden heyetin huzurunda polislere nasıl davranmaları noktasında telkinlerde bulunmuş. O polisler oraya bilinçli şekilde getirilmişlerdi. Sanki onlara “Bakın ve izleyin, siz korkmayın. Siz yeter ki halkı ve halkın çocuklarını öldürün, işkence yapın. Bu mahkemelerde nasıl aklandığınızı kendi gözlerinizle göreceksiniz” denilmektedir. Mahkeme heyetinin mübaşiri, salonu ve davayı heyetten daha iyi göreceği kanısı daha ağır basıyor. Heyet tam anlamıyla, kendi gerici hukuklarını bile katlederek, davayla ilgili kapalılık kararı aldı. Sanığın tanınması için mahkeme salonuna normal bir şekilde getirilmesi gerekirken, katil peruk vb. şeylerle heyetten ve bizlerden gizlenmeye çalışılmıştır. Bu durum, daha önce örneği bile olmayan bir uygulamadır.

Peki kardeşinizi katleden devletin polisi, hakimi, savcısı, yargısı bu kadar organize ve planlı bir şekilde hareket ederken, sizler adaletin nasıl mümkün olabileceğini düşünüyorsunuz?

Mustafa Sarısülük: Bu dava, devletin ve gerici iktidarın geçmişten bugüne işlediği suçlardan aklanılması davasıdır. Bu dava ile bu ülkede biz ve bizim gibi insanlara adaletin olmadığı, bir kez daha ortaya çıktı. Halkımıza şunu söylemek istiyorum ki, bu ülkede adalet aramayın ve kendi adaletinizi ve hukukunuzu kendiniz yaratın. Zaten heyetin arkasında yazan “Adalet mülkün temelidir” söylemi de aslında her şeyi açıklıyor. Mülkün, mülkiyetin, egemenlerin, rantın, sermayenin ve hukukunun olduğu bir yerde, halka adalet çıkması beklenemez.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/08/orgutlu-bir-aile-sarisuluk-ailesi/feed/ 0