Osmanlı Devleti – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 21 May 2017 20:45:29 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anmaları Gerçekleştirildi https://meydan1.org/2017/05/21/cerkes-surgunu-soykirimi-anmalari-gerceklestirildi/ https://meydan1.org/2017/05/21/cerkes-surgunu-soykirimi-anmalari-gerceklestirildi/#respond Sun, 21 May 2017 20:45:29 +0000 https://seninmedyan.org/?p=6471 Çerkes Sürgünü ve Soykırımı 153. yıldönümünde, çeşitli kentlerde gerçekleştirilen eylemlerle anıldı. Galatasaray Meydanı’nda akşam saatlerinde toplanan eylemciler Çerkes bayrakları ve sloganlarla Çarlık Rusya’sının gerçekleştirdiği katliam ve zprunlu göçü protesto etti. Eskişehir ve Kayseri’de de Çerkes Sürgünü ve Soykırımı için eylemler gerçekleştirildi. Eskişehir Kayseri Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı Devleti arasında 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada […]

The post Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anmaları Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Çerkes Sürgünü ve Soykırımı 153. yıldönümünde, çeşitli kentlerde gerçekleştirilen eylemlerle anıldı.

Galatasaray Meydanı’nda akşam saatlerinde toplanan eylemciler Çerkes bayrakları ve sloganlarla Çarlık Rusya’sının gerçekleştirdiği katliam ve zprunlu göçü protesto etti.

Eskişehir ve Kayseri’de de Çerkes Sürgünü ve Soykırımı için eylemler gerçekleştirildi.

Eskişehir

Kayseri

Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı Devleti arasında 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada Vadisi’ndeki savaşın, Çarlık Rusyası’nın galibiyetiyle sonuçlanmasının ardından başlayan sürgünde resmi olmayan rakamlara göre 1,5 milyona yakın Çerkes zorla göç ettirildi. Bu sürgün sırasında ise 400 ila 500 bin kişi yaşamını yitirdi.Sürgün ve katliamdan kaçarak Osmanlı topraklarına sığınan yüz binlerce Çerkes ise ilerleyen yıllarda, önce Müslümanlaştırma,sonra da “ulus devlet” TC’nin kuruluşuyla Türkleştirme politikalarıyla karşı karşıya kaldı.

 

The post Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anmaları Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/21/cerkes-surgunu-soykirimi-anmalari-gerceklestirildi/feed/ 0
Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/ https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/#respond Tue, 17 Feb 2015 19:00:31 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/ Balkan halklarının, devletlerin (imparatorlukların) katliamlarına ve sömürü aygıtlarına karşı kendi koşullarında geliştirdiği mücadele yöntemlerini değerlendirirken yine aynı dönemde etkileşimde olduğu diğer coğrafyalardaki hareketlilikleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle Bakunin’in halkların özgürlük mücadelesi fikirlerinin ve Slavlara Çağrı metninin Bulgarcaya çevrilmesi ile Slav halklarında, yönetimi altında bulundukları imparatorluklara karşı bir hareketlenme başlamıştır. Bu hareketlenmenin en büyük […]

The post Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yazı dizimizin ikinci bölümünde, Osmanlı Devletin’in doğusunda ve batısındaki isyan hareketlerinde anarşizmin etkisini gözlemlemeye çalışıyoruz. Bulgar ve Ermeni anarşistlerinin bu isyan hareketlerindeki rolünün tartışıldığı yazıların ilkinde, on dokuzuncu yüzyılın son dönemlerinde oldukça olgun bir anarşizmle karşılaşıyoruz.

Aynı imparatorluğun farklı coğrafyalarındaki bu iki hareketin birbiriyle nasıl ilişkide olduğunu, dönemin ses getiren olayları Yıldız Suikastı, Osmanlı Bankası’nın Bombalanması, Selanik Bombalamaları gibi olayların çok da bilinmeyen yanlarını farklı bir açıdan ele almaya çalışıyoruz. Özellikle ilk yazıda yararlandığımız kaynakların başında yakın zamanda Tarih Vakfı Yayınları’ndan çıkmış İlkay Yılmaz’ın Serseri, Anarşist ve Fesadın Peşinde kitabı geliyor. Kitap, dönemi ve olayları oldukça devletçi bir üslupla ele alıyor olmasına rağmen, kitabın kaynakça kısmından ulaşabildiğimiz metinler, öte yandan kitap içerisinde yer verilen kişiler, mekanlar ve olaylar daha detaylı bir araştırma yapmak adına bir kılavuz niteliği taşıyor.

Bu bölümde yer verdiğimiz ikinci yazı, Bulgaristan Anarşist Federasyonu’ndan Zlatko F.’nin yazısı. Yaşadığımız coğrafyada köklerini aramaya giriştiğimiz anarşizmin enternasyonel karakterini anlamak adına önem taşıyan bu yazı, hareketin bütüncüllüğünü anlamak adına önem taşıyor. Osmanlıcılık-yeni osmanlıcılık tartışmaların gündemde giderek daha fazla yer ettiği, mevcut iktidarın imparatorluk mazisiyle taktis etmeye çalıştığı şu günlerde yazı dizimizin giderek daha anlamlı hale geldiğini düşünerek sizlerle paylaşıyoruz.

28 Nisan 1903'te Selanik Limanı'ndaki gemiler Selanik Olayları'nda katledilen Bulgar halkıyla dayanışmak için patlatıldı. 28 Nisan 1903’te Selanik Limanı’ndaki gemiler Selanik Olayları’nda katledilen Bulgar halkıyla dayanışmak için patlatıldı.

Balkan halklarının, devletlerin (imparatorlukların) katliamlarına ve sömürü aygıtlarına karşı kendi koşullarında geliştirdiği mücadele yöntemlerini değerlendirirken yine aynı dönemde etkileşimde olduğu diğer coğrafyalardaki hareketlilikleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle Bakunin’in halkların özgürlük mücadelesi fikirlerinin ve Slavlara Çağrı metninin Bulgarcaya çevrilmesi ile Slav halklarında, yönetimi altında bulundukları imparatorluklara karşı bir hareketlenme başlamıştır. Bu hareketlenmenin en büyük yansımalarından biri olan İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO) 1893’te bağımsız bir Makedonya Federasyonu oluşturma amacıyla kurulmuş ve Bulgaristan, Sırbistan ve Trakya’dan da devrimcilerin içinde yer aldığı Cenevre grubu ile de çok yakın ilişki kurmuştur.

İlerleyen yıllarda Bakunin’in “eylemle propaganda” fikri ile ilgili metinlerin Bulgarcaya çevrildiği ve Balkan halklarının mücadelesinde oluşan yaratıcı yöntemlerin gelişmesinde anarşizmin önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu dönemde Paraskev Stoyanov isimli bir cerrahın, öğrencilik yıllarında anarşizme ilgi duymasıyla birlikte Pyotr Kropotkin ve Errico Malatesta gibi anarşistlerle tanışarak birçok metni ve bildiriyi Bulgarcaya çevirdiği, Balkanlarda ve IMRO’da aktif mücadele ettiği bilinmektedir. 1895 yılında gerçekleşen IMRO’nun örgütlediği Melnik Ayaklanması’nda Osmanlı Devletinin ayaklanmayı önceden öğrenip hazırlık yapması nedeniyle ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu gelişmelerin ardından örgüt isim değiştirerek Makedonya-Edirne Devrimci İç Örgütü adını alır. IMRO anarşist bir örgütlenme olan Selanikli Gemiciler ile toplantılar yaptığı ve birlikte gerçekleştirecekleri birçok eylemin kararı alır. Devletin yoğunlaşan saldırılarına karşı Selanik’te Gemiciler’le birlikte eylemler organize edilir. Nitekim 6 Mayıs 1904’de devlet tarafından ortaya atılan, Bulgarların camileri havaya uçurduğu söylentileri ile Bulgarlara yönelik bir kıyım başlar. Kıyıma karşı, Makedonya-Edirne Devrimci İç Örgütü 2 Ağustos 1903’te İlinden İsyanı’nı başlatır. Bu ayaklanma, Manastır’dan, Edirne ve Selanik’in bazı köylerine sıçrar ve Osmanlı devletinin isyanı bastırmasıyla 2.000 kişinin katledildiği bir başka kıyıma dönüşür. Ayrıca Osmanlı, ayaklanmayı bastırmak için çeşitli bölgelerden birlikler getirir ve özel yetkili mahkemeler oluşturur.

Osmanlı Bankası bombacıların peşinde

Balkanlardaki devrim hareketleri bu coğrafyadaki tek örnek değildi. Osmanlı devletinin ağır vergileri, baskı ve katliam politikaları Balkanlarda olduğu gibi coğrafyanın dört bir yanında da isyanlar ve ayaklanmalarla cevap bulmaktaydı. Balkanlarda bunlar yaşanırken Anadolu ve Kafkaslarda ise Ermeni halkı devlet zulmüne karşı örgütlenerek mücadele ettiğini görüyoruz. Bu dönemde maruz kaldıkları ağır sömürü politikaları sonucu Ermeniler, dönemin en ucuz iş güçlerinden biri haline dönüştüğünü ve yaşam alanlarını bırakıp İstanbul, Batum, Avrupa hatta Amerika gibi uzak coğrafyalara işçi olarak göç etmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz. Anarşizmin Avrupa’da büyük bir etkiye sahip olduğunu görebildiğimiz bu dönemde “eylemle propaganda”nın Ermeni hareketini ve örgütlerini de etkilediği düşünülmektedir. Anadolu’da anarşizmden ilk etkilenen ve kendilerini anarşist olarak adlandıran ilk örgütlenmenin ise Pavlusçular (Bağvikyanlar) olduğu söylenmektedir. Anadolu ve Kafkaslardaki anarşist mücadelelerden bahsederken, yaşamı boyunca verdiği aktif anarşist mücadele ve anarşizmin Ermeniler arasında yayılmasında büyük etki sahibi olduğu söylenen Alexander Atabekyan’dan bahsetmeden geçemeyiz. A. Atabekyan, anarşizm ile tıp eğitimi için taşındığı Cenevre’de tanıştığı bilinmektedir. Pyotr Kropotkinin 1885 yılında, Reclus tarafından derlenen ‘’bir asinin sözleri’’ adlı yayını 1890 yılında Atabekyan’ın eline geçmiş ve onun düşünsel dünyasını derinden etkilediği ve ilk tanıştığı anarşistler olan Errico Malatesta, Merlino, Galeani ve Ettore Molinar gibi isimler ile kurduğu ilişkilerin aktif bir mücadeleyi benimsemesini sağladığı söylenebilir. Aynı tarihte (1890) büyük Paris 1 Mayısı’ndan sonra Cenevre’de birçok anarşistle ilişkilenmiştir. Ayrıca uzun süre Kropotkin ile mektuplaştığından bu yolla P. Kropotkin’in, A. Atabekyan’ın anarşist kimliğinin gelişmesinde önemli isimlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Aynı dönemde Max Netlau ve P.Stoyanov gibi isimlerle ile mektuplaştığı da söylenmektedir. 1891 yıllarında anarşist yayınları Ermeniceye çevirerek, Ermeniler arasında yayınlamaya başlamış, yine aynı yıl Kropotkin ile ilk kez Londra’da buluşmuştur. Bu buluşmadan sonra ise Güney Rusya’da varlık göstermeye başlayan anarşist hareketlere gönderilecek Rusça bildirilerin basım ve ulaştırma faaliyetlerini de üstlendiği bilinmektedir. Bu yıllarda Ermenilere yönelik yaptığı çalışmaları da hızlanmıştır. Ermeni göçmenler arasında broşür ve bildiriler dağıtması, Anadolu halklarında ve Ermeni Devrimci Federasyonu içinde anarşizm konusunda büyük etki uyandırdığını düşündürmektedir. Bu dönemde Paris’ten sınır dışı edilen P. Stayanov’un Bulgaristan’a taşınmasıyla, gerek Atabekyan’ın çevirdiği yayınları Anadolu’ya ulaşması, gerek Bulgaristan’a gelen genç anarşistlerle çalışmalar yapması hasebiyle Ermeni anarşizminde dayanışma alanında pay sahibi bir isim olduğunu söylenmektedir.

Özellikle Ermeni hareketleri arasında ön plana çıkan Ermeni Devrimci Federasyonu içinde anarşistler ve liberterlerin yer almasında yaptığı çeviriler ve dağıtımını üstlendiği bildirilerle etkili olan önemli isimlerden biri olarak karşımıza çıkan Atabekyansa, bir diğer isim ise federasyonun kurucularından olan Krisdopar Mikaelyan’dır. Kendini Bakunin yanlısı olarak nitelendiren, eylemle propaganda ve öz yönetim kavramlarını savunduğu açıkça anlaşılan Mikaelyan, 1905 yılında Yıldız Suikastı öncesinde, test edilirken patlayan bir bomba yüzünden hayatını kaybetmiştir ve bu kaza nedeniyle de ertesi gün gerçekleştirilen eylem başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Alexander_Atabekian Alexander Atabekian

Atabekyan, 1895 yılında çevirilerini yaptığı ve dağıttığı Rusça makalelerini yaymak için Hamanykh (komün) adlı yayını basmaya başladı. Dergide Rusçadan çevirdiği bildirilerin, Avrupa’daki anarşistlerin makalelerinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin Ermenilere yönelik uyguladığı katliam politikaları, Anadolu ve Kafkasya’daki Ermenilerin yaşadığı sorunlar ve Ermeni devrimci hareketleri hakkında yazıların olması nedeniyle Ermeni halkı arasında ciddi bir okuyucu kitlesine sahip olmuştur.

İsyanlar büyüdükçe Osmanlı Devleti de Ermeni hareketlerine ve anarşistlere karşı olan baskısını arttırdığı ve coğrafyanın sert bir hal aldığı bilinmektedir. Osmanlı isyanlara hem karşı güç kullanmış hem de Roma Konferansı’nın da etkisiyle Ermeni devrimci hareketlerine ve özellikle Ermeni anarşistlere karşı anti propaganda yapmıştır. Burjuva ve koltuk sahibi Ermenilerden oluşan bir Ermeni cemiyeti kurulup bu yolla Ermenilerin refah içinde ve isyandan uzak yaşadıkları yönünde propaganda yapıldığı bilinmektedir. Devrimci örgütlenmeler için ise İç Makedonya Devrimci Örgütü’ne yaptığı gibi fişleme çalışmaları yürütülmüştür. Bunların yanında anarşizm, şiddet ve düzensizlik ile özdeşleştirilip karalama devam etmiştir.

selanik'teki osmanlı Bankası Bombalamadan sonra Osmanlı Bankası (1903)

Bir yandan ise saldırılar devam etmiş ve 1893-1895 yılları arasında Ermenilere karşı Sason, Samsun, Zeytun gibi bölgelerde büyük katliamlar gerçekleştirmiş yani Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı tutunduğu katliam geleneği sürekli hale gelmiştir. Ermeni devrimci hareketlerinin ise bu zulme karşı büyük isyanlar ve eylemler organize ettiği ve hızlı bir dönem başlattığı bilinmektedir. İlk olarak Taşnaksutyun’un 1895‘te Sason’da katliama karşı silahlı direniş başlattığını, ilerleyen yıllarda ise katliamlara karşı direniş ve isyanların devam ettiğini söyleyebiliriz. Bir sene sonra da Van ayaklanmasını başlatması ile eylemlerin giderek büyüdüğü görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin halk isyanlarını bastırmak için yaptığı kanlı saldırılar Ermeni devrimcileri yıldıramamış, Rusya ve Osmanlı Devletine karşı isyan hareketleri giderek büyütmüştür. 1896’da ise 26 Ermeni eylemcinin İstanbul’da Osmanlı Merkez Bankası binasına gelerek güvenlikle çatışması sonucu bankayı işgal etmesi, sağ kalan 17 eylemcinin önce banka müdürünün yatıyla denize açılması ve daha sonra bir Fransız vapuru ile Marsilya’ya kaçması yönünde bilgiler bulunmaktadır. Taşnak gerillalarının 1893 yıllarından 1914’lü yıllara dek hız kesmeden devlet zulmüne karşı direndiği ve 1912 Van’ın Ermeni asıllı belediye başkanına yaptığı suikastı gibi birçok silahlı eylem daha gerçekleştirdiği, öte yandan Hınçakların ise Kumkapı İsyanı ve Bab-ı Ali İsyanı gibi isyanların örgütlenmelerinde rol aldığı bilinmektedir.

İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO) İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO)

Ermeni devrimci hareketleri coğrafyanın dört bir yanında olduğu gibi devletin imha ve sömürü politikalarına karşı büyük bir direniş göstermiştir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da devletin katliam ve sömürü geleneği sürekli var olmuştur. Her zaman olduğu gibi Balkanlardan Anadolu’ya bu topraklarda yaşayan halklar zulme karşı boyun eğmemiş ve tarih boyunca her zaman örgütlenmiş ve mücadele etmiştir. Bitmeyen halkın bitmeyen özgürlük mücadelesi, temel dayanak noktası “Halkların Özgürlük Mücadelesi” ve “Eylemle Propaganda” olan, anarşizmin doğrudan etkisiyle kendi coğrafyasında ve kendi özgül koşullarında tüm yaratıcılığıyla kendi geleneğini de bünyesinde barındırarak, örgütlü, devrimci ve iktidarın bütün yeni biçimlerine karşı kalıcı faaliyetlerde ve söylemlerde bulunarak anarşizmin en önemli özelliğini yansıtmıştır.

Kaynakça için www.meydan1.org’a bakınız.

Miraç Bilge & Okan Özduman

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/feed/ 0
Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/#respond Wed, 24 Dec 2014 19:25:33 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ Osmanlı’da Anarşizm Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir. Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin […]

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bu topraklar üzerinde yaşayan anarşizmi incelemek, üzerine yorum geliştirmek tabi ki kolay bir iş değil. Özellikle son dönemde dünya üzerinde yaşanan toplumsal hareketlerle beraber düşünüldüğünde, anarşizmin toplumsal hareketler üzerindeki etkisinin giderek artmakta olduğu söylenebilir. Bu artan etki, kendini sadece anarşizmin doğrudan etkisi olarak göstermemekte. Anarşizmin siyaset arenasına soktuğu ve tartıştırdığı meselelerin ve kavramların, toplumsal hareketler üzerinde bıraktığı etkisi, hareketlerin mücadele hattı, yöntemi ve mücadelenin dayanağını oluşturan noktaları bütünüyle değiştirerek kendini göstermektedir. Bu değişimi, bu coğrafya üzerindeki toplumsal hareketlerde de gözlemlemek mümkündür.

Tüm bu dolaylı etkilerin yanında, anarşizmin doğrudan toplumsal hareketlere etki eden yanını içinde bulunduğumuz on senelik süreçte yaşamaktayız. Anarşist bir mücadelenin gelenek haline geldiği topraklardaki deneyimler, mücadelenin kendini yeni göstermeye başladığı diğer coğrafyalar açısından yardımcı olma niteliği taşıyor. Öte yandan anarşizmin yerelliklere özgü mücadele anlayışını savunan doğasıyla, bu deneyimlerin farklı özgün koşullarda nasıl daha da farklılaştırılabileceğini gözler önüne seriyor.

Bu topraklardaki anarşizmin, belki de taşıması gereken en önemli özelliği bu. Kendi özgün koşullarında kendini yaratan, kendi coğrafyasındaki mücadelelerin geleneğini bünyesinde barındıran, daha örgütlü, devrimci ve iktidarın bütün yeni biçimlerine karşı yaratıcı ve kalıcı faaliyetler ve söylemler geliştirebilen bir anarşizm.

Tüm bu kaygıları barındıran bir bakış açısıyla, özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde faaliyet yürüten, yürüttükleri faaliyetlerle mevcut siyasete etki eden anarşist hareketleri, örgütlenmeleri ve anarşistleri Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla birlikte irdelemeye başlıyoruz. Bu bölümünde çok derine inmeden Osmanlı’daki anarşizme genel hatlarıyla değinerek bir giriş yapmaya çalıştık. Şu ana kadar, Osmanlı’nın son dönemlerinde anarşist harekete ilişkin yazılanların yetersizliğini göz önünde tutarak hazırlayacağımız bu yeni bölümle, aynı zamanda boşluk gördüğümüz bu literatüre katkı yapmayı umuyoruz. Yine aynı bölüm kapsamında, Dario Antonelli’nin Meydan Gazetesi için kaleme aldığı İtalyan İşçileri Birliği’yle ilgili köşe yazısını da yayınlıyoruz.

 

Osmanlı’da Anarşizm

Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir.

Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin en etkili olduğu yıllarda, Osmanlı Devleti’nde anarşizmin kök salmaya başlaması rastlantı olmasa gerek. Osmanlı Devleti içindeki farklı etnik unsurların (özellikle Ermenilerin), özgürlükleri için girişmiş olduğu bir dizi “eylemle propaganda” sadece yöntemsel bir tercih değildi. Anarşizm, Osmanlı Devleti içerisinde Ermenilerin bir dizi örgütlenmesinde ideolojik olarak da yer bulmuştu.

Aleksander Atabekyan Aleksander Atabekyan

Bu ideolojik örgütlenmede, Kropotkin’e yakın isimlerden biri olan Aleksandr Atabekyan’ın rolü büyüktür. 1891’e kadar birçok Batılı anarşistle iletişim halinde olan Atabekyan, dönemin tüm Ermeni devrimci hareketlerinde önemli bir kişiliktir. 1891’de, Londra’da aralarında Kropotkin’in de bulunduğu bir toplantıda Rusça makaleleri basmayı ve yaşadığı coğrafyaya ulaştırmayı üstlenir. Bu niyetle 1895’te Hamanykh’yi (komün) basar. Dergide sadece anarşizm ve Ermeni Devrimci Hareket’e ilişkin makaleler yoktur. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yürüttüğü Ermeni katliamı da derginin önem verdiği konular arasındadır.

Atabekyan, Ermeni Devrimci Federasyon’un içinde de önemli bir yere sahiptir. Bu federasyonun II. Abdülhamit’e girişeceği suikastler, bu eylem biçiminin Osmanlı Devleti’nde giderek artan bir siyasal ifade biçimi kazanmasına neden olacaktır.

Atabekyan’la hemen hemen aynı döneme denk düşen, anarşist yazının ilk eserini Kıbrısizade Osman Bey’in Fransızca yazdığı “Socialisme et Anarchie” oluşturur. Kitap, Sofya’da 1895’te basılmıştır. Bu kitap, anarşizm üzerine basılmış ilk kitaptır. Kitabın, anarşizm tarihinde çok sönük kalmış, ancak anarşist hareket açısından bir o kadar da zengin bir tarihe sahip Bulgaristan’da çıkması gayet anlamlıdır.

Bu dönemin politik zenginliğinin içinde, özellikle Ermenilerin ve Yahudilerin anarşist girişimleri dikkat çekmiştir. Osmanlı içindeki bu anarşist çevrelerin faaliyetleri, modernleşmeye çalışan Osmanlı içerisindeki, modern Batıya daha yakın (hem düşünsel, hem mekânsal) konumları olabilir. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta da, özellikle Batı dışı anarşizmlerin bu çevrelere etki edebileceği olasılığıdır. Nitekim bu girişimlerin Sofya ve Selanik menşeili girişimler olması dikkat çekicidir.

1910’da, yani Haydar Rıfat Beynelmilel İthal Fırkalar içindeki “Anarşist Fırkalar; Proudhon-Bakunin”e yer verdiği tarihte, bu coğrafyadaki birçok ideolojiye kaynaklık eden İştirak ilk sayısını çıkarttı.

İştirak’ta anarşizm ve anarko-sendikalizmle ilgili de birçok makale yayımlanmıştı. Sosyalist bir çizgiye daha yakın olan gazetede, bu makalelerin yayınlanmasında Baha Tevfik’in etkisi göze çarpmaktadır. Baha Tevfik, 1914’te ölene kadar, İştirak içinde, anarşizmin kendine yer bulmasını sağlamıştı. Materyalizm, Nietzsche, birey vb. konularda yazılarıyla Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Hüseyin Hilmi gibi önemli karakterlerin arasında kendine özgün bir yer edinebilmiştir. Yazdığı “Felsefei Ferd” kitabıyla, liberal olduğu tartışmalarına net bir cevap vermiştir.

İştirak içerisindeki “anarşist çevreler”in, Atabekyan ya da Selanik’te faaliyette olan “anarşist çevrelerle” ilişkisine dair hiçbir veri bulunmamasına rağmen, İştirak’ı hazırlayan düşünsel süreçlerde, özellikle Selanik’te faaliyette bulunanların etkisi göz ardı edilemez. Müslüman olmayan tebaada anarşizm, Osmanlı Devleti karşısında radikal bir tutuma bürünerek radikal eylemleri de içeren bir harekete dönüşmüş, modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan aydın çevre içerisinde anarşizm aynı zamanda entelektüel bir birikimin oluşmaya başladığı bir düşünce de olmuştur.

 

Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler : İtalyan İşçi Birliği

Ondokuzuncu yüzyılın 70’li ve 80’li yılları arası, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girdiği, hükümetin zayıfladığı, Mısır üzerindeki hâkimiyetin zayıfladığı, Balkanlar’da savaşların ve ayaklanmaların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu durum, Akdeniz’in doğu havzasının, enternasyonalistlerin ve devrimcilerin dikkatlerini yönelttiği bir coğrafya olmasına yol açmıştı.

Aynı dönemler, bahsi geçen bütün bu bölgelerde enternasyonalistlerin ve devrimcilerin, İtalyan göçmen işçiler ve sınırdışı edilen siyasi işçilerin oluşturduğu grupları örgütlediği dönemlerdi. 1870’de aralarında anarşistlerin de olduğu kalabalık İtalyan topluluklarının yaşadığı Mısır-İskenderiye’de ilk anarşist örgütlenmeler oluştu. Bu örgütlenmelerden biri, 1877’de Verviers’teki (Belçika) AIT kongresinde temsil edildi.

Aynı süreçte İstanbul’da, İtalyan İşçi Birliği (La Società Operaia Italiana di Mutuo Soccorso) 1863’ten beri faaliyet gösteriyordu. Bu birlik, sürgündeki 14 İtalyan işçi tarafından kurulmuştu. Radikal düşüncelerden etkilenen bu birliğe sadece işçiler üye olabiliyordu.

Osmanlı'da Anarşizm3

30 Nisan 1876’da, AIT’in İsviçre seksiyonunun çıkardığı “Jura Federasyonu Bülteni”nde bir makale, Türkiye’deki duruma adandı. “Türk hükümeti sıkıntıda… Hersek’teki savaş İstanbul’da bir devrime yol açabilir” başlığıyla verilen haberde, altı aydır ücretleri ödenmeyen tersane işçilerinin Donanma Bakanlığı’na gittiği, burada bakanın işçilerin delegesini yumrukladığı, sonrasında Veziriazam’a gittiğini, buradan da kötü bir şekilde kovulduğunu, son olarak da padişahla görüşmeye saraya gittikleri, ancak saraya girmeden iki birlik asker tarafından etraflarının sarıldığı yazıldı.

Selanikli Gemiciler Selanikli Gemiciler

1878 Eylül’ünde İtalyan anarşist Errico Malatesta İskenderiye’dedir. Kasım’da İtalyan Konsolosluğu’nun önünde gerçekleştirilen bir eyleme katılan diğer anarşist eylemcilerle beraber, Fransız gemisiyle doğrudan Suriye’ye sürgün edilir. 1881’de, Londra’da düzenlenen anarşist kongrede, hem Osmanlı hem de Mısır temsil edilmiştir. Errico Malatesta, sadece Mısır Federasyonu değil, aynı zamanda İstanbul’daki anarşist örgütlerin de delegesi konumundadır.

Bu birkaç veri bile tarihin bu belirli kesitinin tam anlamıyla keşfedilmeye ve tekrar değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Özellikle Avrupa anarşizmi ve enternasyonalist hareketi ile genelinde Akdeniz havzasında, özelinde Türkiye’de anarşizmin ve işçi hareketlerinin arasındaki ilişkiye odaklanan çalışmaları devam ettirmeye daha fazla ihtiyacımız var.

İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Dario Antonelli

 

       

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.                            

 

 

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/feed/ 0
“İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/#respond Sat, 01 Mar 2014 15:46:20 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/ Osmanlı Devleti-Meşrutiyet Dönemi Yaşadığımız coğrafyada seçimlerin geçmişini Osmanlı Devleti’nin, Tanzimat Fermanı ile ilan ettiği I. Meşrutiyet Dönemi’ne dek tarihlendirmek mümkün. Osmanlı Devleti yöneticileri, yıkılmaya doğru yol alan devletin kurtuluşu için, halkın isteklerini göz önünde bulundurup değerlendiren bir yönetim anlayışına geçilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. Tanzimat Fermanı adı verilen, şimdilerin revaçta tabiriyle “açılım” 3 Kasım 1839’da bu […]

The post “İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Osmanlı Devleti-Meşrutiyet Dönemi
Yaşadığımız coğrafyada seçimlerin geçmişini Osmanlı Devleti’nin, Tanzimat Fermanı ile ilan ettiği I. Meşrutiyet Dönemi’ne dek tarihlendirmek mümkün. Osmanlı Devleti yöneticileri, yıkılmaya doğru yol alan devletin kurtuluşu için, halkın isteklerini göz önünde bulundurup değerlendiren bir yönetim anlayışına geçilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. Tanzimat Fermanı adı verilen, şimdilerin revaçta tabiriyle “açılım” 3 Kasım 1839’da bu amaçla ilan edilmişti. Yıkılmak üzere olan ve ekonomik olarak da büyük sıkıntıda olan devleti, halktan daha etkin bir şekilde toplanacak vergilerle ayakta tutmayı planlayan devlet yöneticileri bu amaçla taşralarda “Muhassıl Meclisleri” oluşturmaya başladılar. Bu meclislerde üyelerin yarısı atama, yarısı da seçimle işbaşına gelecekti. Üye adaylarında devlet tarafından aranan özellikler ise erkek ve mülk sahibi olmalarıydı. Az da olsa doğrudan demokrasi yöntemlerini anımsatan bu seçimde adaylar, seçmenlerin önüne teker teker çıkıyor, söz konusu adayın seçilmesini isteyenler bir tarafa, istemeyenler diğer bir tarafa geçiyordu. Ancak yöntem olarak seçimler her ne kadar böyle kurgulansa da uygulamada adayların, son söz ve yetki sahibi padişah tarafından atanmasıyla işbaşına getirildiği aşikardır.

Osmanlı Devleti döneminde 1876’da ilan edilen ilk anayasa (Kanun-i Esasi) sonrası ilk seçimler 1877’de yapıldı. Ancak aynı yıl çıkan Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek Padişah II. Abdülhamit tarafından meclis kapatılıp anayasa askıya alındı. Yaklaşık 31 yıl sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin faaliyetleri sonucu 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası aynı yılın Kasım-Aralık aylarında seçimler gerçekleştirildi ve onu 1912, 1914 ve 1919 yıllarında gerçekleşen seçimler izledi. Bu seçimlerde iktidardaki İttihat ve Terakki’nin karşısına muhalefet olarak önce Ahrar, daha sonra da Hürriyet ve İtilaf partileri çıktı. Ancak özellikle 1912 seçimleri, muhalif Hürriyet ve İtilaf partisine oy atmak isteyenlerin İttihat ve Terakki Partililer tarafından sopalarla dövülmesi nedeniyle “Sopalı Seçimler” olarak anıldı.

1923 Sonrası Tek Parti Dönemi
Cumhuriyet dönemi sonrası ilk seçimler, Lozan Antlaşması görüşmeleri sürerken gerçekleşti. İsmet İnönü, Lozan’da görüşmeleri yürüten heyetin başındaydı. Meclis içinde “Birinci Grup” olarak adlandırılan Müdafaa-i Hukuk grubuna muhalif olan “İkinci Grup” Lozan Antlaşması’nın imzalanmasına karşı çıkıyordu. Bu durumda antlaşmanın imzalanması tehlikeye girebileceğinden Mustafa Kemal meclise, seçimlere gidilmesi yönünde karar aldırdı. 28 Haziran 1923’te yapılan seçimleri muhalif “İkinci Grup” boykot etti ve katılmadı. Seçime tek parti olarak katılan Müdafaa-i Hukuk grubu bu seçimde Halk Fırkası adını alarak (Sonra CHF, sonra da CHP) tek parti yönetimini fiilen başlatmış oldu. 1924 yılında CHF’ye alternatif olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulsa da kısa bir süre sonra bu parti Mustafa Kemal’in emriyle, ”dini siyasi çıkarlara alet ettiği” gerekçesiyle kapatıldı. Cumhuriyet döneminin bu ilk muhalif partisi aynı zamanda benzerlerini ilerleyen zamanlarda ve yakın tarihte de sıkça göreceğimiz, devlet tarafından kapatılan partilerin ilki olacaktı. Bundan 6 yıl sonra 1930’da Mustafa Kemal’in emriyle, ikinci defa çok partili sisteme geçiş deneyimi yaşandı. Türkiye o dönemde “1929 Buhranı” denen ekonomik krizden önemli ölçüde etkilenmişti. Krize çözüm bulmakta zorlanan Kemalist devlet, krizin yaratabileceği toplumsal muhalefeti yeni ve “muhalif” bir siyasi parti üzerinden parlamento çatısı altında eritmek istiyordu. Bunun sonucunda 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Partinin kurucuları ve kadrolarının Mustafa Kemal’in güvendiği kişilerden olmasına özen gösterildi – ki zaten birçoğu yakın bir zamanda bu partiye katılmak için CHP’den istifa etmişti. Partinin devlet tarafından kurgulanan bu “muhalif” yapısına karşın, tek parti uygulamalarından ve 1929 Buhranı’nın ekonomik sonuçlarından bunalan kitleler bu partiye büyük ilgi gösterdiler. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üye sayısı iki hafta içinde 15.000’e yaklaştı. 1930 yılı Ekim’inde yapılan yerel seçimlerde özellikle taşrada CHF’yi geride bırakan SCF, seçim sonuçlarına itiraz etti. Zira genel toplamda CHF seçimi kazanmış görünüyordu. CHF ve SCF yöneticileri birbirlerini seçimlere yolsuzluk ve usulsüzlük yapmakla suçladılar. Bir süre sonra 16 Kasım 1930’da SCF kendini feshetti. Yaklaşık 6 ay sonra 25 Nisan 1931’de yapılan seçimlerde CHF’nin karşısına bağımsız adaylar çıktı.1935 yılında yapılan seçimlere “partinin ebedi ve değişmez genel başkanı” sıfatıyla Mustafa Kemal’in belirlediği adaylarla ve isminde “fırka” ibaresini “parti” olarak değiştiren CHP tek başına katıldı. 1943 yılındaki seçimlere de tek parti olarak giren CHP’de, bir önceki seçimden farklı olarak adayları, 1938’de ölen Mustafa Kemal’in yerine cumhurbaşkanı olan “Milli Şef” İsmet İnönü atandı.

Türkiye’de tek partili dönem boyunca devlet tarafından, seçimlere siyasi kültürün önemli bir figürü olarak ayrı bir değer atfedilmiştir. Bunun göstergesi olarak başarısız çok partili sistem girişimleri de dahil olmak üzere, her seçim sonrası meydanlarda “Sandık Alayı” adı verilen törenler gerçekleştirilmiştir. Bu törenlerde oy sandıkları çiçekler ve bayraklarla meydanlarda dolaştırılırken, seçimlerle yaşanan bu “demokrasi bayramı” halka “kutlatılıyordu”. Ancak devletin tüm bu özendirme çalışmalarına rağmen, örneğin 1927 seçimlerine katılım %20 civarında kalmıştı.

Çok Partili Dönem
1945 yılında İkinci Paylaşım savaşının sona ermesiyle sıcak savaş yerini “Soğuk Savaş” dönemine bıraktı. TC devleti de bu soğuk savaş konjonktüründe çok partili “demokrasilerin” hüküm sürdüğü tarafta yer aldı. Siyasal yaşamını da işte bu çok partili “demokrasilere” uygun şekilde dizayn etmesi gerekiyordu. Bu dönem ilk siyasi parti 1945 yılında kurulan Milli Kalkınma Partisi idi. Bu partiyi daha önce CHP ile görüş ayrılığına düşen Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi isimlerin 1946 yılı Ocak ayında kurduğu Demokrat Parti takip etti. Aynı yıl yapılan ve “Hileli Seçim” olarak da adlandırılan seçimleri DP’lilerin tüm itirazlarına karşın CHP’nin kazandığı ilan edildi. Ancak DP sonrasında yapılan üç seçimi üst üste kazandı (1950-54-57). DP’nin bu seçim başarılarında ABD yanlısı politikalarının etkili olduğunu söylemek mümkün. 1945 sonrası ABD’nin NATO üyesi üçüncü dünya ülkelerine SSCB-Doğu Bloku tehdidine karşı dağıttığı “Marshall Yardımı” adındaki ekonomik teşvikler ve fiilen savaşa girmemiş olan TC devletinin hazinesinde biriken altın ve döviz rezervi sonucu oluşan nisbi ve göreceli ekonomik refahı da bu etkenlere ekleyebiliriz. Fakat bu “refah dönemi” uzun sürmedi. Baş gösteren ekonomik sıkıntı nedeniyle DP hükümeti 1958 yılında ilk kez İMF heyetini davet etti, aynı yıl ilk “İstikrar Paketi” hazırlandı. Ekonomik bunalım kısa bir süre sonra siyasal sorunları beraberinde getirdi ve 27 Mayıs 1960 tarihinde Cumhuriyet döneminin ilk askeri darbesi gerçekleşti. Darbe sonrası seçimler 15 Ekim 1961’de yapıldı. Bu seçime Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve CHP katıldı. Bu seçimleri dört yılda bir yapılan 1965, 69, 73 ve 1977 seçimleri izledi. 1965 seçimleri önce ilk siyasi partiler yasası çıkarıldı ve seçim sisteminde yapılan değişiklikle nispeten az oy alana partilerin de parlamentoda temsil edilmesi amaçlandı. Bunun sonucunda Türkiye İşçi Partisi (TİP) meclise 15 milletvekili soktu. Ancak 1969 seçimleri öncesi, iktidardaki AP’nin getirdiği baraj sistemi sonucu TİP, neredeyse 1965 seçimleriyle aynı oyu almasına karşın bu kez sadece 2 milletvekili çıkarabildi.

1960 sonrasının Türkiye siyasi yaşamındaki bir diğer değişiklik ise TBMM ve Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşan çift meclisli sistemdi. 12 Eylül 1980 darbesine kadar süren bu sistemde Cumhuriyet Senatosu adı verilen meclis üyelerinin seçilme şartlarından birinin “üniversite mezunu olmak” olması nedeniyle halk arasında “Okumuşlar Meclisi” olarak da anılıyordu. TBMM’nin aldığı kararları denetleyen bir üst kurul gibi de işleyen Cumhuriyet Senatosu’nun 15 üyesi de cumhurbaşkanınca atanıyordu.

12 Eylül 1980 Darbesi Sonrası
Askeri darbe yönetiminin işbaşına gelmesiyle birlikte siyasi partiler kapatıldı ve siyasi faaliyetler yasaklandı. 1983 yılı Nisan ayından itibaren ise, ancak darbecilerin sakıncasız bulduğu ve veto etmediği partilerin kurulmasına ve siyaset yapmalarına izin verildi. 1983 Kasım ayında yapılan seçimlere “zararsız ve sakıncasız” partilerden sembolik olarak bir merkez sağ-liberal (Anavatan Partisi-ANAP), bir sosyal demokrat-sol Halkçı Parti(HP), bir de darbecilerin açıktan desteklediği milliyetçi ve devletçi (Milliyetçi Demokrasi Partisi-MDP) olmak üzere üç partinin katılmasına izin verildi. Bu seçimi 1991 yılındaki seçimlere kadar 8 yıl tek başına iktidarda kalacak olan ANAP kazandı. Ancak bu seçimlerden bir yıl sonra 1984 yılında yapılan yerel seçimler, darbecilerin kurguladığı icazetli “siyasal faaliyet alanını” deşifre etti. Çünkü bu seçimde bir önceki seçime veto edilerek alınmayan iki parti Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ve DYP ikinci ve üçüncü parti oldu. Eğer bu bir genel seçim olsaydı darbecilerin desteklediği HP ve MDP barajı bile geçemeyecekti.

Koalisyon-İttifak-Cephe Dönemleri
1991 yılı Ekim ayında gerçekleşen ve DYP-SHP koalisyon hükümetini iktidara getiren seçimlerle birlikte 2002 Kasım ayında AKP’nin tek başına iktidar olmasına kadar yapılan seçimlerden, ikili ya da üçlü koalisyon hükümetlerinin kurulduğu sonuçlar çıktı. Bu koalisyon iktidarlarından yakın tarihte akılda kalanları 28 Şubat döneminde generallerin müdahalesiyle bozulan Refah-Yol (Refah Partisi-DYP) hükümeti ve bu müdahale sonrası kurulan ANASOL-D(ANAP-DSP, Demokrat Türkiye Partisi) koalisyon hükümetleriydi.

Şu anda iktidarı elinde bulunduran AKP’nin de, geçmişte dört siyasi eğilimi birleştiren ANAP ile benzer olarak ancak ilan edilmemiş bir çıkarlar ittifakı olduğunu söylemek mümkün. 1983 seçimlerine gidilirken ANAP lideri Turgut Özal, partisinde dört farklı siyasal eğilimi (sosyal demokrat-sol, liberal, milliyetçi, İslamcı-sağ) birleştirdiğini söyleyerek bu anlamda bir ittifaklar bütünü olduğunu fiilen ilan etmişti. İçinden geçtiğimiz bu süreçte alenileşen AKP-Cemaat çatışmasıyla ortaya çıkan durum da mevcut AKP iktidarının yekpare ve heterojen bir yapıya sahip olmadığını ortaya koyuyor.

Yaşadığımız topraklarda devleti yönetenler iktidarlarını, ezilenler üzerinde çeşitli koalisyon, ittifak ya da cephe formülasyonlarıyla hayata geçirdi. Toplumsal muhalefetin ve politizasyonun çok yüksek olduğu 1970’li yıların ortalarından itibaren kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri bu formülasyonun yükselen işçi sınıfı mücadelesi ve sokak muhalefetine karşı kurulmuş olanlarıydı. 1975 yılında AP, MSP, MHP ve CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi)’nin koalisyonuyla kurulan 1.MC hükümeti 1977 Haziran seçimlerine dek iktidarda kaldı. 1977 Haziran seçimlerinde CHP hükümet kuracak yeterlilikte milletvekili sayısına sahip olamadığından, Temmuz 1977’ye dek iktidarda kalacak olan 2.MC hükümeti AP, MSP ve MHP’nin koalisyonuyla kuruldu ve Ocak 1978 tarihine kadar iktidarda kaldı. Aslen tek başına bir AP hükümeti olan ama dışarıdan MSP ve MHP’nin desteklediği 3.MC hükümeti Kasım 1979’dan darbenin gerçekleştiği 12 Eylül 1980’e kadar iktidardaydı.

Söz konusu MC hükümetlerinin işbaşında olduğu tarihsel döneme baktığımızda 34 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977 ve 7 devrimcinin yaşamını yitirdiği 16 Mart 1978 katliamlarını hatırlarsak, adı geçen “cephelerin” kimlere karşı ve ne amaçla kurulmuş olduğunu da anlayabiliriz. MC hükümetleri döneminde sivil-faşistlere askeri eğitimlerin verildiği “Komando Kampları”nın fiilen kurumsallaştığı gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda aynı tarih kesiti içinde gerçekleşen devlet destekli başka katliamları gerçekleştiren devletin gayrı-resmi örgütlenmesi olan “kontr-gerillanın” temellerinin de bu dönemde atıldığı gerçeğini görmek mümkün.

 

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post “İmparatorluktan Cumhuriyete Kimi Kim Seçti ?”- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/01/imparatorluktan-cumhuriyete-kimi-kim-secti-emrah-tekin/feed/ 0