Reyhanlı katliamı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 09 Mar 2016 12:56:56 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kadınların Vicdanı Reddediyor Savaşı https://meydan1.org/2016/03/09/kadinlarin-vicdani-reddediyor-savasi/ https://meydan1.org/2016/03/09/kadinlarin-vicdani-reddediyor-savasi/#respond Wed, 09 Mar 2016 12:56:56 +0000 https://test.meydan.org/2016/03/09/kadinlarin-vicdani-reddediyor-savasi/ Yaşadığımız topraklarda aylardan bu yana sürmekte olan savaş, sayısız kız kardeşimizi zorla yerinden etti, bir evin bodrumuna hapsetti; kimi zaman da katlettiklerinin bedenini paramparça edip, sokak ortalarında çırılçıplak teşhir etti. Savaş, bu satırları yazdığımız sırada tüm şiddetiyle sürerken; direnişse giderek büyüdü. Beyaz tülbentlerini bayrak edinen anneler sokaklarda “artık yeter” diye haykırdı; coğrafyanın dört bir yanından […]

The post Kadınların Vicdanı Reddediyor Savaşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşadığımız topraklarda aylardan bu yana sürmekte olan savaş, sayısız kız kardeşimizi zorla yerinden etti, bir evin bodrumuna hapsetti; kimi zaman da katlettiklerinin bedenini paramparça edip, sokak ortalarında çırılçıplak teşhir etti.

Savaş, bu satırları yazdığımız sırada tüm şiddetiyle sürerken; direnişse giderek büyüdü. Beyaz tülbentlerini bayrak edinen anneler sokaklarda “artık yeter” diye haykırdı; coğrafyanın dört bir yanından kadınlar bu savaş dursun diye reddetti askerliği, orduyu, militarizmi. Savaş en güleçlerimizi alırken aramızdan; kadınların savaşa karşı direnişi hiç durmadı.

Savaş Amed’de Suriçi’nde; Cizre’de Bostancı Sokak’taki 23 numaralı binanın bodrumunda, Suruç’ta Amara’nın bahçesinde paramparça ederken bedenlerimizi, savaşsız bir dünyanın hayali giderek büyüdü. Vicdani retçi kadınlar, bu hayali elden ele taşıdı…

Aşağıda, coğrafyanın dört bir yanından vicdani retçi kadınların gazetemize yolladığı savaş karşıtı mesajları sizlerle paylaşırken; kadınların savaşsız bir dünyaya dair umudunu da büyütüyoruz. Savaşa karşı direnen kadınların kendi mücadelelerini anlattığı bu satırları, “Bu savaş sadece erkekleri değil kadınları da katletmektedir. Bu sebeple vicdani reddimi açıklıyorum” dedikten üç yıl sonra, aynı savaş politikalarının Amara’nın bahçesine saldığı canlı bombayla katledilen Polen Ünlü’ye ithaf ediyor; Polen’in hayalini kurduğu savaşsız dünyayı hep birlikte kurabilmek için tüm kadınları vicdani ret açıklamaya çağırıyoruz.

ferda-ulker

Ferda Ülker 14 Mayıs 2005

“Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp, günlük hayatın içine de yedirilen “militer” bir dünya kurgular. Ki bu kurguda; kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır.“

“Zor” kelimesinin yetersiz kaldığı günlerden geçiyoruz. Kişisel ve toplumsal yasın üst üste geldiği bu günlerde olan bitene tanık olmak ve bu tanıklıkla birlikte nefes almaya çalışmanın kendisi bile bir güç gerektiriyor. Gözümüzün önünde işlenen insanlık suçlarına rağmen halen ayakta durabiliyorsak, bu farklı bir mücadele alanı gibi geliyor bana artık. İnadına ayakta durmak!

Vicdani ret savaşın insan kaynağını ortadan kaldırmayı hedef alan, antimilitarist bir harekettir. Kasıt sadece askere gitmemek değildir. Militarizme doğrudan ve dolaylı bütün desteğin kesilmesi söz konusudur. Bu bir yanıyla ve gerektiğinde, bazıları için silahaltına alınmayı reddetmekse, diğer yanıyla günlük hayatın militarizasyonuna karşı durmaktır.

Bugün tanığı olduğumuz ve yaşamak zorunda bırakıldığımız savaş durumu kadınlar için daha büyük yıkımlara yol açıyor. Devletin savaş politikası şekillenirken ilk elde kadınların doğurganlıkları ve doğuracakları çocuklar üzerinden yapılan pazarlık ve politikalara tanık oluyoruz. Yasal kazanımlar bir bir şekil değiştiriyor. Kadının adı hayattan olduğu gibi yasalardan da çıkarılıp yerine “kutsal aile ve onun korunması” geçiyor.

Kadınlar, savaşın göbeğinde olduğu gibi, sıcak çatışma olmayan yerlerde de sokak ortasında ölü bir beden olarak uzanıyor. Kadına yönelik şiddet hızla artıyor.

Bugün bir şey yapamazsak, yarın nefes almaya devam edeceğiz belki, ama sessiz kaldığımız her dakika yaşamakta olduğumuz travmayı kalıcı hale getirecek.

Kaybedecek zamanımız yok, “hayır” demek zorundayız!


 

atlas arslan

Atlas Arslan 15 Mayıs 2015

“Savaşı yaratanların önünü savaşa çağrılıp gitmeyenler tıkarken, savaşların nedenlerini sözde düşmanlar kaplar. Savaşa çağrılan erkekler gibi görünse de seslendikleri biz kadınlarız, o yüzden bizler savaşları kimlerin yarattığını da biliyoruz, nedenlerini de…”

Vicdani reddimi, 21 vicdani retçi kadınla yaptığım röportajlardan oluşan Kişer Pari Mama’nın ardından açıkladım. Kitap çalışması sırasında kadınların vicdani ret mücadelesinde ne kadar önemli bir ses olduğunu bir kez daha anladım. Önceleri bir gazeteci gözüyle dışarıdan baktığım vicdani ret mücadelesi, kitabımla birlikte beni de içine alan ve sorumluluk hissettiğim bir eylem oldu. ‘Eğer suç ise vicdani ret’ bu suça ortak olmak sorumluluğum oldu. Burada elbette kitapta da sıkça yer verdiğimiz “neden kadınlar reddeder” sorusuna da yeniden bir yanıttı ret deklarasyonum.

Savaşa, ölümlere karşı çıkmak için askere çağrılmak, bir şeylerden sorumlu tutulmak gerekmiyor. Bu ordu, sistem, zorunlu askerlik, dolaysız olarak en çok kadınları ilgilendiriyor. Çünkü kadın, orduya asker üreten bir kuluçka bu sistemde. ‘Kadın kahramanların Kurtuluş Savaşı’nda, savaş topunu sırtında taşımasını’ kutsayan destanlarla büyütüldük. Bu destanların öğrenilmişliği ile günümüze baktığımızda bugün Kürdistan’da süren katliam, batıdan, “devletin yazdığı destan” gibi görünüyor. Destan mitlerinde savaşı ve savaşanı kutsayan öğrenilmişliği ise militarist diliyle medya her gün yeniden üretiyor. Bu anlayışa, kutsanan öğretilere ve militarizme karşı barış için, yaşam için ses verirken kadınlar, ‘neden reddettikleri’ sorgulanadursun; kadınların retleri, vicdani ret mücadelesini büyütmeye devam ediyor.


 

inci ağlagül

İnci Ağlagül 15 Mayıs 2004

“Çünkü ben savaşsız, şiddetsiz, sınırsız, sınıfsız, otoritesiz bir dünyada özgür bir birey olarak yaşamak istiyorum.”

Bir kadın olarak vicdani ret hakkımı kullandım çünkü;

Sermayenin koruyucusu devletlerin kendi bekalarını sürdürmek için hep bir düşmana ihtiyacı vardır. Özellikle bizim gibi coğrafyalarda kahramanlık mitleri yaygın şekilde kullanılarak bireylerin aidiyet duyguları sömürülür.

Sürekli düşman paranoyası ile doldurulan erkek egemen düzenin en önemli kalesidir militarizm. Ya bizleri sürekli savaş tehdidi altında yaşamak zorunda bırakır ya da o savaşın doğrudan öznesi haline getirir.

Görüyorum ki kadınlar tüm bu döngünün doğrudan merkezinde ve mağdurudurlar. Savaş; kayıp, acı, gözyaşı, ölüm, tecavüz, kölelik demektir kadınlar için. İşte bu yüzden bireysel bir eylem biçimi olarak vicdani ret, bu zulmün merkezinden bir itirazdır.

Tüm insanları, halkları çocukları düşündüğümde ve gerçekte hiç kimseyi öldürmeyi ya da hiç kimse için ölmeyi istemediğinden emin olduğum birçok kişiyi düşündüğümde, bu itirazı yapmanın önemli olduğuna karar verdim.

Savaş karşıtı mücadelenin sesini yükseltebilecek ve bizler gibi düşünen, hisseden tüm kadınlara, dahası zorunlu askerlik mağduru tüm erkeklere de yalnız olmadıklarını hatırlatacak bir itiraz. 2004 Mayısında vicdani ret eylemimle de ifade ettiğim gibi; bütün savaşlara, militarizme, şiddetin örgütlenerek kullanıldığı tüm yapılara, şiddete, silahlanmaya karşıyım reddediyorum. Ölümü değil; yaşamı ve umudu örmeyi istemek hakkımız.


 

ceylan doğaner 2

Ceylan Doğaner Ağustos 2014

“Kutsallaştırdığınız toprak uğruna öldürülen her kadın, her çocuk ve her erkek için reddediyorum.”

Savaşlar, insanlık tarihinden bugüne egemenlerin iktidarlarını güçlendirmek için kullandıkları bir araçtır. Militarizm bizlere çocukluğumuzdan beri erkeklerin asker olması gerektiğini, vatan, millet ve kadınların namusları için kendilerini feda etmeleri gerektiğini öğretir. Erkekliği ve erki yücelten militarizmi, içerisinde vicdani ret ve total ret ile çatlaklar açarak yok etmek zorundayız. Bugün içerisinde bulunduğumuz savaş koşullarında, çevremizdeki erkeklerin sırf cinsiyet kimliklerinden dolayı devletin mülkü olarak görülüp askere alınmasına; askere gitmenin bir erkeklik göstergesi olarak gösterilmesine; erkekliğin şovenizmle harmanlanıp asker karısı, kızı, annesi olmanın bir statü taşıdığı bu coğrafyada her birey savaşın bir parçası olmayı reddetmelidir.

Militarizm erkekler kadar kadınları da hedef aldığı için, kadınlar vicdani retçi olup bu meselede söz sahibi olmalıdır. Anarşist bir kadın olarak devletin tüm aygıtlarını reddettiğim için total retçi, özel olarak da militarizm ilişkisi bağlamında vicdani retçiyim. Kadınların, vicdani ret meselesinde yer alması; savaşa karşı tavrımızı net ifade ederek bu meselenin parçası olması ve vicdani reddi örgütlemesi gerektiğini düşünüyorum. Vicdani reddimde de belirttiğim gibi ”erki ve erilliği kutsayan erkek devlet ahlakınızın gölgesinde pasifize edilmiş ölü kadınlar yaratmamak için reddediyorum. Görmek istemediğiniz, susturduğunuz, taciz ettiğiniz, yok saydığınız KADINLIĞIMLA reddediyorum.”


 

IMG_6951

Nergis Şen 18 Mayıs 2013

“Ben militarizmi; evde annem ve babamdan; mahallede arkadaşlarımla oynadığım oyunlardan; okulda öğretmenlerimden; televizyonda dizilerden, filmlerden ve haberlerden öğrendim. Ve öğrendiğim şey şu ki; militarizm devlete piyon, kapitalizme köle olmamıza; erkeğin orduya, kadının eve kapatılmasına; ölmeye ve öldürmeye yani ona alışmamızı istiyor.”

Vicdani reddimi açıklama kararı aldığımda henüz 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisi anarşist bir kadındım. Doğduğumuz anda verilen pembe kimlikle başlayan militarizasyon, toplumsal cinsiyet rollerinin getirisiyle, nasıl giyinmem gerektiğinden nasıl davranmam gerektiğini belirleyene kadar sürdürdü etkisini. İçine atıldığım eğitim sistemiyle, tamamen militarist işleyişin içerisinde, bir özne olmak zorunda bırakıldım. Belli bir kalıba sokulma, tektipleştirilme, kapatılma, aslında en çok da ‘Türkleştirme’yi yaşadım. Tüm bu yaşadıklarımdan ve hissettiklerimden kaynaklı olarak, vicdani reddimi açıklama kararı aldım. Ancak açıklamamı gerçekleştireceğim 15 Mayıs 2012’de, ailemin de bir parçası ve yürütücüsü olduğu otoritenin bir yansıması olarak, evden dışarı çıkmam engellendi ve açıklamamı gerçekleştirmeyi planladığım etkinliğe gidemedim. Bu sebeple vicdani reddimi ancak 15 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleşen vicdani ret etkinliklerin ardından yapılan vicdani ret açıklamalarında deklare edebildim. O yıl, Reyhanlı Katliamı henüz yaşanmış olduğundan, benimle aynı gün vicdani reddini açıklayan birçok arkadaşım gibi ben de, vicdani reddimi Reyhanlı’da katledilenlere ithaf etmiştim.

Militarizmin büyük oranda yaratıcısı ve sürdürücüsü olan devletin şiddeti, bugün yaşanan savaşla daha da görünür olmuşken; militarizmin kadının varoluşuna yönelik saldırısı da daha belirgin. Savaşın yaşandığı topraklarda, kadınlar katledilmekte, taciz ve tecavüze maruz kalmakta, kadının bedenine yönelik saldırılar şiddetini daha da artırmakta ve katledilen kadınların bedenleri teşhir edilmektedir. Bu gibi dönemlerde militarizmi reddetmek, yaratılan savaşın bir parçası olmamak ve bu savaşı reddetmek demektir. Ben anarşist bir kadın olarak, devleti, devletin her türlü baskısını, şiddetini ve sürdürücüsü olduğu militarizmi reddettim ve reddetmeyi sürdüreceğim.

Bütün kadınları, vicdani retlerini açıklayarak, yaşanmakta olan bu savaşın bir parçası olmamaya çağırıyorum.


 

Ece Uzun, 24 Mayıs 2014

“Ölmeyi, öldürmeyi, bu emir komuta zinciri içinde yer almayı ister özne ister nesne konumunda bulunmayı reddediyorum.”

Militarizmin bir politika olarak aşılandığı eğitim sistemine tabi tutulduğumdan, militarizme karşı koymam gerektiğini çok önceleri fark ettim. Sonra, askeri okulda okumuş, rütbeli bir subay olan abimin, devletin savaşının aktif bir parçası olduğunu ve özgürlük mücadelesi veren bir halkı yok etmek, susturmak, asimile etmek için devletin bir parçası olduğunu gördüğümde, vicdani reddimi açıklamaya karar verdim.

ece-birsen

Şu anda devletin tüm gücüyle yarattığı savaşta; her ne kadar kadın olarak devletin dilinde bu savaşın öznesi değilmişim gibi gösterilse de, yaşamımın her alanına sızmış militarizmi reddederek savaşın bir öznesi olmayı reddediyorum. Yaşamını yitirenlerin ardından “vatan sağolsun” demeyeceğim gibi, bu vatana feda olacak evlatlar da dünyaya getirmeyecek, devletin benden beklediği görevi yerine getirmeyeceğim.

Birsen Uzun, 15 Mayıs 2015

“57 Yaşında bir öğretmen olarak, çocuklarımızın ölmesine ve öldürülmesine, bu militarist sistemde yer almasına tüm vicdanımla karşı duruyorum.”

Vicdani retçiyim, çünkü bir anneyim. Devletin vatana feda etmemi beklediği çocuklarım var. Vicdani retçiyim, çünkü bir öğretmenim. Eğitimle, militarize edilmek istenen beyinler yetiştirmek görevim. Eğitimle ve askerlikle militarizmi normalleştiren devlet algısının karşısında bir kadın olarak duruyorum, durmaya devam edeceğim.

Şu anda devam eden savaşta, hendekleri, silahları bahane ederek insanları evlerinden, yerlerinden, dillerinden etmek isteyen devletin politikalarına karşılık vicdani ret önem taşıyor. Tıpkı evlatlarını bu savaşta gün be gün yitiren Kürt anneler gibi, devlet tarafından her an katledilebilecek çocuklarım olduğu için, bu kirli savaşın parçası olmamak için, asla “vatan sağolsun” demeyeceğim. Bu yüzden tüm kadınları vicdani retlerini açıklamaya çağırıyorum.


 

IMG_6905

Buhara Doğan 6 Eylül 2015

“Anaların çığlıkları kulaklarımızda çınlarken, her geçen gün daha fazla kardeşimiz can veriyordu militarizme! Sonra diyorlardı ki; “vatan sağolsun”! Hayır; parası olmayanın öldüğü, parası olanın ölmediği vatan, sağolmasın.”

Devletin “kutsal” adı altında zorunlu kıldığı askerliği kadınlara “layık görmemesi” ve dayatmaması, benim vicdani reddimi açıklamama nedenim olamazdı. Çünkü yukarıdaki sözler her ne kadar bir erkeğe ait olsa da, o erkeğin yaşamında olan ya da olmayan, o erkeği dünyaya getiren ya da yeni erkekler doğurmak zorunda bırakılacak olan kadınlara ve bana da bir çağrıdır.

Devlet hükmetmeye doymayarak, yeni toprak parçalarını da işgal etmek ister. Bu işgali, ordunun “kutsallığı”yla, vatanın “namusu”yla, temelinde milliyetçilikle besler ve kendinden olmayanı “etkisiz hale getirmek” için savaşlara başvurur. Devlet, bizden çaldıklarının yanında bir de savaşmamız gerektiğini söylediğinde, bizim bu savaşı reddetmemiz gerekir.

Devlet, havan topuyla Ceylan Önkol’u, katil polisiyle Dilek Doğan’ı, askeriyle Ekin Van’ı katletti. Aynı devlet, bugün de türlü yollarla, militarizmin kan kusan yüzünü biz kadınlara dayatıyor ve aylardır sürdürdüğü savaşla ölmeye ya da ölüme seyirci kalmaya razı olmamızı dayatıyor.

Ancak biz kadınlar, tüm bu dayatmayı ve ölümü reddediyoruz. Çünkü biz ne ölmek, ne öldürmek ne de bu ölüm politikalarında bir araç haline dönüştürülmek istiyoruz. Yaklaşık altı ay önce, vicdani reddimi açıkladığım günden bu yana, biliyorum ki “Sebepsiz ölüme gitmeyi reddedenler, silahlarını, kendilerine katliam yapmaya zorlayan, katil iktidarlara doğru çevirdiklerinde, İşte o gün savaş ölmüş olacak”.


 

Zeynep Çiçek 8 Mart 2013

“Savaşın ölümler dağıtıp; devletin erkek kusup erkekçikler yaratması, kutsal toprak, toprağın fethinin ödülü olarak kadının fethini haklı kılar.”

Devlet insan yiyip açlık kusar; benim de kustuğum vicdanın reddi, rengiydi. Reddimi açıkladım; bu topraklarda “vatan sizin anneniz” denildi; toprak kutsaldır denilip, bir avuç toprak için canını feda eden insanlar yıllarca sinemaya yansıtılıp haklı bulundu. “Cennet anaların ayağının altındadır” denilip, öldürülen her gencin şehitliği anasının gözyaşında, annesinin cehennemi oldu. Kadınlığın kutsal yanı annelikle eş tutulup, kadınların erkek çocuk doğurması kutsallığının taçlandırıldığı an olarak belirlendi. Devlet hepimizi adlandırdı, ama erkekleri 20 yaşında askere çağırırken, biz kadınları istedikleri kutsal kadın olmadığımız anda yaftalayarak tekrar adlandırdı, savaş için de gözyaşlarımızı kullandı, savaşın onursuzluğunu kabul ederek bedenimize dokundu, tecavüz etti, göç ettirdi. Reddimi açıkladım; çünkü savaşın asıl öznelerinin kadınlar ve çocuklar olduğunu düşünüyorum. Reddimi açıkladım; çünkü devletin kutsal saydığı kadını reddedip, hiçbir sınır için çocuk doğurmayacağımı söyledim. Doğanın sahibi değil parçası olduğumu savunup, kanla çekilmiş sınırları reddedip, vicdanımın kanla değil, yaşamla beslendiğini savundum.

Şu an bu ülkede bir savaş var ve TC’nin Kürdistan’daki katliamlarına tanıklık yaparken, Ekin Van’ın öldürüldükten sonra soyulan bedenine şahit olduk. Savaşı yaratanlara karşı, biz kadınların ölü bedenlerini ödül ve ceza ikilimi içinde sunan bu devlete karşı, ben reddimi açıkladım ve bedenleri soyulan kadınların yoldaşlığı adına, kadınların açıkladığı her ret bu devlete atılan bir tokattır. Savaşı yaratan değil; bu savaşa karşı direnenleriz. Benim reddim, savaşı yaratanların karşısında direnenlerin elindeki taş içindir, her türlü direnişleri içindir.


 

Berivan Encü 28 Aralık 2013

“Bu coğrafyayı halklar mezarlığına çeviren bu cinsiyetçi yapının silahını almayı ret edin, eğer silahını almışsanız bir an önce bu yanlıştan dönün diyoruz.”

Kanla sulanmış bir coğrafyada, devletin askerleri tarafından 150 havan topu atılmış bir köyde dünyaya geldim. Doğar doğmaz köyümüzden sürgün edildik, yaşam alanlarımız mayınlarla kaplandı; yani devlet bütün yaşam alanımızı çember içine aldı, tıpkı bir açık cezaevi gibi. Burada, 28 Aralık 2011’de bir katliam oldu. Katliamın üzerinden dört yıl geçse de, adalet asla gelmedi.

Roboski Katliamı’nın ikinci yıldönümünde, askerler tarafından katledilen 34 akrabam için açıkladım vicdani reddimi çünkü görevi “bizi korumak” olduğu iddia edilen askerler, burada 34 insanımızı katletti. Aslında burada, askerler aracılığıyla, doğrudan devlet katletti. Bazen derler ya “nasıl olsa kadınlar askerlik yapmıyor, o yüzden kadınların vicdani ret açıklaması saçma” diye, tam da buna karşı kadınların vicdani ret açıklamalarının çok büyük bir önemi var. Eşlerini, çocuklarını, abilerini, akrabalarını askere göndermeye mecbur edilmek istenen kadınlar buna karşı çıkarsa eğer, bu, birçok insanı askerlik hizmetinden soğutabilir de.

Bugünlerde Silopi’de, Cizre’de, Nusaybin’de üç aylık bebeklere kurşun sıkılıyor, sokak ortasında bedenler çürümeye bırakılıyor ve en çirkini, katledilen kadınların bedenleri çırılçıplak soyuluyor. Savaş üzerinden kin ve intikam üretilirken, bu coğrafyada halklar asimile ediliyor ve düşmanlaştırılıyor. Bu savaşın en çok mağduru olan kadınlarsa, aynı zamanda barışın en büyük temsili haline geliyor.

Eğer biz istersek durdurabiliriz bu savaşı; eğer bir barış varsa, bunu yaratabiliriz. Kürt kadınlarıyla, bütün devrimci kadınlarla ve direnişçi kadınlarla… Eğer kadınlar olarak, tüm önyargılarımızdan arınıp bir araya gelirsek, savaşa karşı hep birlikte direnirsek, bunu başarabiliriz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kadınların Vicdanı Reddediyor Savaşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/03/09/kadinlarin-vicdani-reddediyor-savasi/feed/ 0
“Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/ https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/#respond Tue, 04 Mar 2014 11:11:21 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/ Değişik zamanlarda yaşıyoruz. Nereye baksak kafası karışık ve kaygı içinde insanlar… Herkes mağdur, herkes kırılgan, herkes yine de dünya hakkında bilinmesi gereken her şeyi yalamış, yutmuş ve hazmetmiş görünüyor. İçine gömüldüğümüz gündemler birbirini öyle hızlı takip ediyor ki gündemin içinden bakıp, resmin bütününü görmek pek olası değil sanki. Patladığı günden bu yana bir parçası kılındığımız […]

The post “Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Değişik zamanlarda yaşıyoruz. Nereye baksak kafası karışık ve kaygı içinde insanlar… Herkes mağdur, herkes kırılgan, herkes yine de dünya hakkında bilinmesi gereken her şeyi yalamış, yutmuş ve hazmetmiş görünüyor. İçine gömüldüğümüz gündemler birbirini öyle hızlı takip ediyor ki gündemin içinden bakıp, resmin bütününü görmek pek olası değil sanki.

Patladığı günden bu yana bir parçası kılındığımız Suriye İç Savaşı mı dersiniz, Büyük Ortadoğu Projesi mi, Reyhanlı Katliamı mı? Avrupa’yı sarsan ekonomik krizin gölgesinde AB ilişkileri mi yoksa… Ergenekon operasyonları, KCK operasyonları, “barış” süreci… Devletin el değiştirmesi, cemaat – AKP savaşı, CHP’de kaynayan kazanlar, Taraf’tan ayrılanlar, orduda boy gösteren kadro sıkıntısı… Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi, İsrail’le ilişkiler… Yeniden çizilen sınırlar, küreselleşme, güç gösterileri… Dünyanın dört bir yanında kazanlar kaynarken Türkiye’de kurutulan dereler, Hidroelektrik Santraller, iki milyon ağaç pahasına yapılacak olan İstanbul’daki 3. Köprü ve Havaalanı projeleri, Taksim’in yayalaştırılması ama gösteri yürüyüşlerine kapatılması, dört bir yandan fışkıran AVM’ler, alkol yasağı, ertesi gün haplarının reçeteye bağlanması, internetin kontrol altında tutulması, hapishane kompleksleri, “iki ayyaş”lar, “en az üç çocuk”lar, dört artı dört artı dörtler…

Tüm bunları nefes almadan sıralarken OECD yaşam endeksinde Türkiye’nin sonuncu olmasını filan da es geçmeyelim. Hiçbir gündemin hatırı kalmasın… Bunca şey nefes nefese yaşanırken kimi vatanı korumak peşinde, kimi imanını, kimiyse yaşam tarzını… Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, neyi isteyip neyi istemediğimizi unutturan bir hırgürün içinde, yaşam gailesindeyiz… O halde korkularımızın motorunu durdurup bir nefes almanın tam zamanı…

Algımızı durultmanın, gerçeklikle ilişkimizdeki temassızlıkları gidermenin, Mevlana’nın filine ışıkları açıp bir de öyle bakmanın tam zamanı… “Kardeşim Esad”ın bir günde nasıl “kan emici Esed”e dönüştüğünü anlamanın mesela… Tıpkı yıllar öncesinde kırk yıllık “tedhiş”in bir gecede “terör”e dönüşmesi gibi… Birbiriyle kopuk ve ilişkisiz görünen her şeyin aslında nasıl da birbirine göbekten bağlı olduğunu, hayatın ve hegemonya stratejilerinin boşluk tanımadığını da anlamanın yolu belki bu dil oyunlarını görebilmekten geçmektedir kim bilir…

İki kere iki dört; dilinizi, gündeminizi ve korkularınızı yönetmeyi başaran kişiler algınızı ve davranışlarınızı da yönetebilirler. İşte tekleşmiş bir toplum distopyasına giden yolun köşe taşları… Algınızın iplerini elinizde tutamıyorsanız hayatınızı nasıl savunabilirsiniz ki? Yaşam alanlarınızı ve çocuklarınızı mesela…

O zaman bütün bu muhabbetlerin rotasını kısaca çizmek gerekir: Algı manipülasyonunun ilk adımı bildiklerini unutturmaktır. Buyurun size enformasyon bombardımanı… Gerçeklerle harmanlanmış yalanlar. Arzulara bulanmış kaygılar… Havuç ve sopa… Şeyler arasındaki bağıntıları takip etme yetimizin elimizden alınması izler bunu. Akışı takip etme yeteneğimizin güdükleştirilmesi. Bağlam ile algımız arasına çekilen perdeler… Gerçeklikle aramızda örülen duvarlar…

Masa başında oluşturulan bir dille malul olmak… Tedhiş, dehşetten gelir mesela. Sizi dehşete düşürerek, korku salarak algınızı ya da davranışlarınızı yönlendiren her hareket bir tedhiş hareketidir. Dehşet yoksa tedhiş yoktur. “Üniversite Harçları Kaldırılsın” diyen 17’lik çocuğu tedhiş suçlamasıyla hapislerde süründüremezsiniz mesela… Bağlam ortadadır… Devletin işkencesinin, gözaltında kayıpların, infazların tedhişle ilişkisini gözlerden gizlemeniz de olası değildir. Zira dehşet saçarak algınıza ve davranışlarınıza yapılan bir müdahaledir söz konusu olan… Ama terör dediğinizde her şey değişiverir. Kavramın aslında aynı köke erişmesinin bir önemi yoktur bu noktada. O kökü kimse algılayamamaktadır çünkü. Ve böylece “silahsız terör örgütü” gibi kavramlar bile icat etmeniz mümkündür artık. Sonra kaos ve anarşi vardır. Mutlaka çok “kötü” şeylerdir böyle ama ne olduklarını kim bilebilir ki… Şeyler bağlamlarından tek tek kopartılıp kavramlar yeniden içeriklendirilirken, birbiriyle alakasız her şeyi birbiriyle ilişkilendirebilmek de mümkün olur… Kaos eşittir anarşi, anarşi eşittir terör. E tedhiş ne oldu? Suya düştü… Su ne oldu? Paralel devlet içti… Gerisi oldu da bitti maşallah. “Operasyon”un adı eskiden “ameliyat”mış kimin umurunda? Ne yaptık? Devletin düzenine karşı kargaşa çıkartmaya terör denir… Peki ya kargaşa? “Emek Sineması yıkılmasın” dersin. Polis gelir gaz sıkar. Kargaşa olur. Çocuklarımız ölmesin dersin. Polis gelir cop çeker, kargaşa olur. Ve kargaşa her zaman devletin düzenine karşı girişilmiş bir eylem olduğu içindir ki polis seni dövüyorsa bir bildiği vardır mutlaka. Ve bildiği o şey de senin bir terörist olduğundur… Tenis seyircisinden de, tiyatrocudan da, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’dan da terörist çıkarmanın formülü budur işte. Kuşkusuz postmodern zamanlarda simya, sosyal bilimlerin en mühimidir.

Bağlamları kopar, dün bildiğini bugün unuttur, kavramları yeniden içeriklendir, şeyleri nasıl algılatmak istiyorsan öyle ilişkilendir. Sözde soykırım, sözde vatandaş, sözde muhalefet… Dersim bir kararnameyle böyle Tunceli olur. 1 Mayıs Mahallesi, Mustafa Kemal… Kart-Kurt işte güzel kardeşim. Çaktınız köfteyi… Sonra bir sabah kalkmışsınız “Esad Kardeş” olmuş, “kan emici Esed…” Hani böyle şeyleri pek merak edenlerden değilseniz boşluğu doldurmak yine benim işim olsun: Ondan sonra 11 Mayıs… Ne güzel kasabamızdın sen Reyhanlı.

Sonra gelsin dindar nesil, gitsin Taksim. Gitsin kürtaj, gelsin üç çocuk… Neyin yenilip neyin içileceği, neyin giyilip neyin çıkarılacağı, kaç çocuk yapılacağı, nasıl yapılacağı, kime ne denilip ne denilmeyeceği, neye itiraz edilip neye edilmeyeceği, nerede toplanılıp nerede dağılınacağı filan artık “usta”nın bileceği iştir ve fakat neyin özel hayata ve yaşam tarzlarına müdahale olup olmadığını da o bilecektir elbette… Burada başbakan konuşuyorken, onun lafı üstüne laf söylemek ne haddimize…

Ve ondan sonra aslına bakarsanız on iki gelir… Algımızın ipleri “usta”ların elinde olduktan sonra apoletliymiş apoletsizmiş ne fark eder… Ve her gün 12 olduktan sonra Mart’mış Eylül’müş beyhude…

 

Erdinç Yücel

 

Bu yazı Meydan Gazetes’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/feed/ 0