sabancı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 17 Sep 2014 16:54:17 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Katliamın Sorumlusu Torunlar GYO ORTAKLARI -Fırat Binici https://meydan1.org/2014/09/17/katliamin-sorumlusu-torunlar-gyo-ortaklari-firat-binici/ https://meydan1.org/2014/09/17/katliamin-sorumlusu-torunlar-gyo-ortaklari-firat-binici/#respond Wed, 17 Sep 2014 16:54:17 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/17/katliamin-sorumlusu-torunlar-gyo-ortaklari-firat-binici/ TC’nin en büyük yerli sermayesi haline gelmiş Torunlar GYO’nun da tıpkı Sabancı, Koç gibi, özendirmelerle dolu, kapitalist piramidin en altından başlayan bir hikâyesi var. 1955 yılında İstanbul’da Osman Torun’un açtığı bir çay ocağı ile başlar hikâye. Büyük oğlu Aziz Torun ise 8 yaşında hem okul okumaya hem de babasına yardım etmeye İstanbul’a gelir. Birkaç yıl […]

The post Katliamın Sorumlusu Torunlar GYO ORTAKLARI -Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

TC’nin en büyük yerli sermayesi haline gelmiş Torunlar GYO’nun da tıpkı Sabancı, Koç gibi, özendirmelerle dolu, kapitalist piramidin en altından başlayan bir hikâyesi var. 1955 yılında İstanbul’da Osman Torun’un açtığı bir çay ocağı ile başlar hikâye. Büyük oğlu Aziz Torun ise 8 yaşında hem okul okumaya hem de babasına yardım etmeye İstanbul’a gelir. Birkaç yıl sonra ortak bir bakkal dükkânı açıp ardından “nasıl olmuşsa” dükkânın tek sahibi olmuş olan Torun ailesi, seksenli yıllarda gıda toptancılığı işine girmişler. Nasıl olduğu tam olarak bilinmese de, bu yıllarda bir de inşaat deneyimi elde eden aile 1986 yılında Torunlar Gıda A.Ş’yi kurarak büyük sermaye olma yolunda ilk adımı atmış olur.

1996 yılına kadar orta düzeyde bir şirket gibi hareket eden Torunlar, aynı yıl Toray İnşaat adlı bir şirket daha kurarak tabiri caizse çağ atlar. Aynı yıllar, 28 Şubat sonrası karşımıza tekrar çıkan “yeşil sermaye” olarak bilinen yeni büyük patronların da çağ atlama yıllarıdır. Çağ atlama yılları Torunlar için patlama yılları da olmuştur; Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük toptancısı olan Ankara’daki Ankamall ve Crowne Plaza Oteli’nin de sahibi GİMAT’a ortak olarak gıda sektöründe devleşme, beraberinde 1999 yılında Bursa’da Zafer Plaza adıyla ilk AVM, yine aynı yıl Ankara’nın en büyük AVM’si olan Ankamall, Torun ailesi için bu çağ atlama ve patlama yıllarının meyveleridir. Torun ailesinin işçi kanı emerek kurduğu ve ortaklarından olduğu bu AVM’ler o yıllarda sadece başlangıç seviyesinde. İşte günümüze gelene kadar kurulan, ortak olunan AVM’ler:

2004 yılında Antalya Deepo Outlet Center,

2007 yılında Bursa’da Korupark AVM,

2010 yılında İstanbul Esenyurt’ta Torium İstanbul,

2013 yılında İstanbul’da Mall of İstanbul.

Daha onlarca AVM, rezidans, plaza diken Torun ailesi aynı zamanda Marmaris’teki Netsel Marina’nın 2005 yılından beri %44,6 hissedarı; geçtiğimiz yıldan beri Başkent Doğalgaz’ın, 2012’den beri de Paşabahçe Tekel Fabrikası’nın arazisinin sahibi. Erzincanlı ailenin küçük oğlu Mehmet Torun geçtiğimiz yıl Forbes Dergisi’nde en zengin Türkler listesinde 580 milyon dolarlık servetiyle 78. sırada yer aldı.

Bütün bu mal varlığı elbette tek başına Torun ailesinin “örnek” hikâyesindeki “yatırımlar” ile sınırlı değil. Bu sermaye devinin çok sayıda ortaklıklar ve pazarlıklar sonucu bugünlere geldiği çok açıktır. Örneğin Aziz Torun’un yeşil sermaye ile ilişkisi İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde okuduğu yıllardan Tayyip Erdoğan ile kurduğu arkadaşlık ilişkisinin gelişmesiyle oldukça yakından ilgilidir. Bu arkadaşlığın kurulduğu yılları unutamayan Aziz Torun, aynı zamanda, imam hatip lisesinde okuyanlara burs veren Ensar Vakfı’nın da kurucularındandır. Aziz Torun ile beraber eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da kurucuları arasında olduğu Ensar Vakfı, şimdilerde ise, burs vermenin dışında, farklı alanlara da el atmış durumda. Mesela son zamanlarda Kürdistan coğrafyasında adını katliamlarla duyurmuş IŞİD çetesine doğrudan lojistik destek sağlıyor. Öte yandan iki dönem boyunca Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapmış olan Ali Coşkun’un Torunlar İnşaat’ta bir dönem Yönetim Kurulu Başkanvekilliği yapmış olması ve Aziz Yeniay gibi yıllarca belediye başkanlığı yapmış birinin şu an şirketin yönetim kurulunda olması, Torunlar GYO’nun devlet ile kurduğu ilişkinin bir başka örneğini yansıtıyor.

Son olarak Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadı’nın yıkılıp, yerine rezidans yapılması ihalesini TOKİ onayı ile alarak tüm güvenlik tedbirlerinden muaf olan Torunlar GYO, buradaki rezidans inşaatında taşeron inşaat işçileri Tahir Kara, Ferdi Kara, Murat Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Cengiz Tatoğlu ve Bilal Bal’ı kar hırsı uğruna iş cinayeti ile katletti. Katliamın olduğu 6 Eylül gününden bu yana katliamın sorumlusu olarak şirketin yönetim kurulundan insanlar da gözaltına alınmış, sonrasında bırakılmış olsa da çok açık ve nettir ki bu katliamın sorumlusu Torunlar İnşaat patronları ile beraber ortaklıklar kurduğu devletin kendisidir.

Fırat Binici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Katliamın Sorumlusu Torunlar GYO ORTAKLARI -Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/17/katliamin-sorumlusu-torunlar-gyo-ortaklari-firat-binici/feed/ 0
DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/ https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/#respond Tue, 07 Jan 2014 11:03:18 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/ Abdülhamit’in nasıl bir istihbarat sistemi kurduğu, Osmanlı’daki siyaset geleneğiyle ilgilenenlerin bildiği bir durumdur. Abdülhamit’in bu istihbarat sistemi sayesinde, çevresindeki yolsuzlukların, rüşvetlerin, imtiyaz satışlarının farkında olduğu söylenir. Bunun, Abdülhamit’in iktidarını devam ettirmede bir politika olduğu açıktır. Siyasi iktidarlar, bu durumu teşvik ederek tahakküm politikalarının bir parçası olarak kullanır. Yolsuzluk ve rüşvet yoluyla siyaset sahnesindeki tüm oyuncular […]

The post DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Abdülhamit’in nasıl bir istihbarat sistemi kurduğu, Osmanlı’daki siyaset geleneğiyle ilgilenenlerin bildiği bir durumdur. Abdülhamit’in bu istihbarat sistemi sayesinde, çevresindeki yolsuzlukların, rüşvetlerin, imtiyaz satışlarının farkında olduğu söylenir. Bunun, Abdülhamit’in iktidarını devam ettirmede bir politika olduğu açıktır. Siyasi iktidarlar, bu durumu teşvik ederek tahakküm politikalarının bir parçası olarak kullanır. Yolsuzluk ve rüşvet yoluyla siyaset sahnesindeki tüm oyuncular kazanılmış olur. Yolsuzluk ve rüşvet, devlet içi siyasette bir denge politikasıdır.

 

TC’nin Yolsuzluğu

Kuruluş itibarıyla TC, zaten bir yolsuzluklar devleti olmuştur. Gayrimüslim halklara uygulanan politikalarla yolsuzluk “milli iç politika” haline gelmiştir. Peşkeş çekmenin, kayırmacılığın, patronajın ilk örnekleriyle zengin yetiştirmeciliğine başlamıştır TC. Sonrasında;

1930’larda Koçlara, Sabancılara teşvik primleri, krediler; 1950’lerde Menderes’in yolsuzlukları; 1970’lerde Demirel’in kardeşine Ziraat Bankası tarafından verilen usulsüz krediler, peşkeş çekilen TCDD arsaları, yeğenlerinin karıştığı hayali ihracatlar, vergi yolsuzlukları; 1980’ler ve 90’larda Özal döneminde servetlerine servet katan “dostlar”, tarikatlar, faşistler, patronlar, Engin Civanlar ve Selim Edeslerin isimlerinin geçtiği Civangate yolsuzluğu, ihracat teşvikleri; 1990’larda el konulan bankalar, kurtarılan bankalar (1993-97 arasında 130 trilyonluk batık banka kredisi), bankaları kurtarmak için halktan alınan vergiler, maaş kesintileri; DYP-SHP koalisyonunda aklanan İLKSAN yolsuzluğu, İSKİ yolsuzluğu, Anavatan-Doğruyol Koalisyonu döneminde örtülü ödenekler, Çiller’in gayrimenkulleri, TOFAŞ, TEDAŞ yolsuzlukları; Refah Partisi-Doğruyol Partisi koalisyonu döneminde Süleyman Mercümek Olayı, Karadeniz Otoyol İhalesi, GSM ihalesi, SEKA arazisinin bedelsiz tahsisi, malvarlığı soruşturmaları…

Aslında devletin yolsuzluk politikasına aşinayız hepimiz. Tüm bunları gerçekleştirmek için çıkarılan kanunlar, yönetmelikler… Devlet, yolsuzluk politikalarının merkezi kurumsallaşmasından başka bir şey olarak düşünülebilir mi?

Dünyanın Yolsuzluğu

Fransa;

Fransa’da yaşanan yolsuzluklar, üst düzey siyasetçiler ve şirket patronlarının aynı okullarda eğitim görmesi ile ilişkilendiriliyor. Bu yakın ilişki sayesinde bir patron siyaset sahnesinde kendine kolayca yer bulabilirken, aynı şekilde siyasetçiler de şirketlerin üst düzey yöneticisi olabiliyor. Bu yakın ilişki özellikle yabancı sermayenin şirketlere kapalı olma durumuna neden olurken, yapılacak yolsuzlukların gizli bir şekilde gerçekleşmesini sağlıyor.

Yakın bir zamanda, sosyalist hükümetin başında bulunan Cumhurbaşkanı Hollande’in adı yolsuzluk davasına karışmıştı. Telekom şirketinde yolsuzluğa karışan üç devlet yetkilisi ile ilgili soruşturma başlatmayan Hollande, ülkede krize neden olmuştu.

Şu an IMF’nin başında bulunan Christina Lagarde da, Maliye ve Ekonomi bakanıyken (2008 yılında), Adidas eski patronu Bernard Tapie’ye illegal ödemeyle 403 milyon Avro vermiş ve krize neden olmuştu.

Ancak Fransa’da yolsuzluk denince akla gelen ilk isim Nicolas Sarkozy’dir. 2002-2004 yılları arasında, usullere aykırı kaynağı belli olmayan parayı Emniyet Genel Müdürü’ne vermiş ve aslında çok daha kapsamlı bir yolsuzluk krizine yol açmıştı. Aynı yolsuzluk kapsamında, İç İşleri Bakanı’na açıktan yüksek miktarda para vermekle yargılanan Sarkozy’nin en büyük yolsuzluğu bunların hiçbirisi değildi. 2007 yılındaki seçim kampanyasında Sarkozy’ye 150 bin Avro aktaran L’oreal şirketinin karıştığı yolsuzluk ülke gündemini çok meşgul etmiş, Sarkozy’nin sonraki seçimlerde düşmesine neden olmuştu. Kozmetik devi L’oreal’in yöntemini uygulayan birçok şirket, kamulaştırma riskine karşı hükümetlere rüşvet vermeyi seçiyor.

Afganistan;

Afganistan, Dünya Şeffaflık Örgütü verilerine göre dünyada en fazla yolsuzluğun yaşandığı devletlerin başında geliyor. 2010-2013 yılları arasında, Başkan Hamid Karzai ve çevresindeki isimlerin karıştığı Kabil Bankası’nda yaşanan finans yolsuzluğu, bu yolsuzlukların başında geliyor. Bu yolsuzluk kapsamında, Hamid Karzai ve çevresi bankanın 1 milyar dolarını kendi lüks çıkarları için kullandı.

Ülkenin kuzeyinde bulunan Balkh Eyaleti’nde sık rastlanan başka bir yolsuzluk, ordunun bu bölgedeki kişilerin topraklarına keyfi el koymasıdır. Ülkenin ABD güdümünde, kukla yöneticilerin elinde olması, bu yolsuzlukların oluşmasına daha fazla zemin hazırlıyor.

İtalya;

Siyasi yolsuzluk, İtalya’da, özellikle Calabria dahil olmak üzere Güney İtalya’da önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Bu noktada en yozlaşmış kurum olarak siyasi partiler gözükmektedir. Kamu görevlileri ve parlamento da yaşanan yolsuzluklar da en çok ön plana çıkanlar arasındadır. Organize suçların, özellikle İtalya’nın yolsuzluğun yoğunlaştığı bölgelerde rastlanması bir rastlantı değildir. İhale süreçleri, yol ve demiryolu projelerinde yapılan yolsuzluklar İtalya siyasetinde normal karşılanır durumlar haline gelmiştir. Neredeyse her hükümetin, yolsuzluklara karıştığı İtalya’da, Berlusconi başkanlığında gerçekleşen yolsuzluklar yakın dönemin en çok ses getiren ve siyasi dengeleri altüst eden yolsuzluklardandı.

Ermenistan;

Şeffaf olmayan vergi ve gümrük gelirleri, haksız ihaleler, tercihli muamele, üst düzey hükümet yetkilileriyle kapitalizmin hızla büyüdüğü bir ortamda iş sektörü arasındaki ilişkiler Ermenistan’da yaşanan politik yolsuzlukların başında geliyor. Bu yolsuzlukların başında, 2004 yılında Erivan’ın altyapısı için Dünya Bankasının Ermenistan’a verdiği 30 milyon dolarlık kredi ile ilgili yolsuzluk geliyor. Özellikle su ve kanalizasyon altyapısı için alınan kredinin, projeyi alan bürokratik yapılarca kişisel kullanım gerekçesiyle harcanması ülkede büyük bir krize yol açmıştı.

Afganistan’da olduğu gibi Ermenistan’da da arazi ve mülk kamulaştırmaları devlet içindeki yöneticilerin kişisel gelirleri için kullanılan bir yönteme dönmüştür. 2007 yılında Dünya Bankası, Ermenistan’daki vergi ve gümrük kurumlarının karıştığı birçok yolsuzluk sorunundan kaynaklı, Ermenistan devletine yaptırımda bulundu.

Kanada;

Sponsorgate Skandalı, 1993 ve 2004 arasında Kanada’da yaşanan bu yolsuzlukta adı geçen bir numaralı parti, dönemin hükümetini oluşturan Liberal Parti’ydi. Özellikle Quebec bölgesinde, bölgenin bağımsızlığını savunan Quebecois Parti’sinin etkisini kırmak amacıyla gerçekleştirilen bir politika sonucunda yaşanmıştır. Liberal Parti’nin Quebec’e yaptığı yatırımlar ve sanayi hamlelerinin farkındalığını arttırmak amacıyla, reklam şirketleriyle yapılan milyon dolarlık anlaşmalarda yapılan yolsuzlukları kapsar. 2004’e kadar, bu niyetle 14 milyon dolarlık yatırım yapılmış olmasına rağmen, ortaya bir iş konmamış, buraya aktarılan paralar şirket sahipleri ve bürokratik yapılanmalar arasında paylaşılmıştır. Skandal, Liberal Parti’nin hükümetten düşmesiyle sonlanmıştır.

Şili;

2005 yılında, Quillota eyaletinde vali Luis Mella’nın karıştığı yolsuzluk ülke gündeminde bomba etkisi yaratmıştı. İş geliştirme programı kapsamında, eyaletlere ayrılan ödeneklerin kendi partisinin seçim çalışmalarında kullanması, sadece Mella’nın başında bulunduğu yönetimin görevi bırakmasına neden olmadı. Şili’nin farklı eyaletlerinde de benzer durumların yaşanıyor olduğu gerçeği bu şekilde açığa çıktı.

Hindistan;

Hindistan’da yaşansan yolsuzluklar, Hindistan halkının ekonomik durumunu etkileyen önemli konulardandır. 2005 yılında Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yürütülen bir çalışmada, Hindistan halkının %62’sinin kamu dairelerindeki işlerini halletmek için rüşvet ödemek zorunda bırakıldı ortaya çıkmıştı. 2008 yılında yine aynı örgüt tarafından açıklanan bir raporda ise Hindistan halkının %40’ının rüşvet ödeyerek ya da kişisel bağlantılarını kullanarak (torpil yoluyla) kamu dairelerinde iş bulabildiği rapor edildi.

Hindistan’daki devlet hastanelerinde ilaç bulunamaması ya da var olan ilaçların sayısının arttırılması konusunda yaşanan yolsuzluklar oldukça yaygın. İhtiyaç duyulan ilaçlar konusunda doktorlarla görüşme, onay alma ve tanı hizmetleri servisinin sunulması, yolsuzluğun yaşandığı alanlardan. Hindistan’da büyük ölçekli yolsuzluk iddialarına konu olmuş programlardan biri, hükümetin sağlık konusundaki çalışması olan Ulusal Kırsal Sağlık Çalışması. 2005 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmeye başlanan bu sosyal harcama ve hak programının, Hindistan’ın kırsal bölgelerinde yaşayanların sağlık durumlarına ilişkin bir çalışma yürütmesi umuluyordu. 2004-2005 yılları içinde Hindistan hükümeti 277 rupilik harcamayı koruma altına aldı ve her sene bunu %1 oranında arttırdı. Ulusal Kırsal Sağlık Çalışması bunun ardından, büyük ölçekli bir yolsuzluk skandalıyla gölgelendi, birkaç üst düzey hükümet yetkilisi tutuklandı ve bazıları da cezaevinin “esrarengiz” koşullarında öldü. Yolsuzluğun sebep olduğu zararın, 2 milyar doları aşkın olduğu söylendi.

Endonezya;

6 Mart 2012 tarihinde Jakarta Yolsuzluk Mahkemesi, Enerji ve Mineral Kaynaklar Bakanlığı’nda görevli Rıdwan Sanjaya’yı 2009 yılında bir güneş enerjisi sistemi projesinin ihalesine fesat karıştırmak sebebiyle altı yıl hapis cezasına çarptırdı.

Zimbabve;

Partnership Africa Canada(PAC) grubundan yapılan açıklamada, Zimbabve’de son dönemlerde gerçekleşen elmas hırsızlığının, “İngiliz sömürgesinin yaptığı talandan sonra en büyük soygunlar olduğu” belirtildi. PAC’ın raporunda, Marange’de yapılan soygunlarla Zimbabve hükümet yetkililerinin, uluslararası değerli taş tüccarlarının ve yerli işbirlikçilerinin zengin olduklarının altı çizildi. PAC’ın “Ne ekersen onu biçersin: Zimbabve Marange Elmas Madeni’ndeki Açgözlülük ve Yolsuzluk” adlı raporu, hükümetin Viktorya Şelalesi’nde düzenlediği “Elmas Ticareti Konferansı’na denk getirilmesi dikkatlerden kaçmadı. Öte yandan Zimbabveli resmi yetkililer, hırsızlık olayını yalanladılar. Elmasın kaynağını araştırarak, teröre finans akışının önüne geçmek için uluslararası elmas ticaretini gözleyen “Kimberley Süreci”, Zimbabve’nin değerli taş ticaretine yapılan ambargoyu 2011’de kaldırmıştı.

Kamu Sektöründe Yolsuzluk: Zimbabwe Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yaptırılan 2000 ankete göre, vatandaşlar ülkenin en yozlaşmış sektörü olarak kamu sektörünü kabul ediyor. Bu araştırmada katılımcıların tercihi; siyasi partiler, parlamento / yasama, kamu görevlileri / memur ve yargının ardından en yozlaşmış olarak polis. 2008 yılında, Uluslararası Şeffaflık yönetimi, Zimbabve’de her gün 5 milyon doların yolsuzlukla kaybedildiğini duyurdu.

Güney Afrika;

Travelgate skandalında, meclis üyesi 40 kişi, kişisel kullanım için 18 milyon dolarlık parlamento seyahat çeklerinden kullanmıştı. Eski Ulusal Polis Komiseri ve eski Interpol Başkanı; Jackie Selebi, çete lideri Glenn Agliotti’den en az 120 000 $ aldığı için Temmuz 2010 yılında yolsuzluk suçlamasıyla mahkum edildi.

Güney Afrika Devlet Başkanı Jacop Zuma ile eski lider Thabo Mbeki’ye uzanan milyar dolarlık savunma sanayi yolsuzluk soruşturması başladı.1999’da gerçekleşen silah satışı nedeniyle Zuma’nın ekonomi danışmanı Schabir Shaik, 2005’te rüşvet suçlamasıyla 15 yıla mahkum olmuştu. Zuma’nın davası ise 2009’da devlet başkanı seçilmesi sebebiyle düşmüştü.

Güney Afrika’da ırkçı rejimin ardından savunma sanayiini yenilemek için Almanya, İtalya, İsveç, İngiltere ve Fransa firmaları ile yerli üreticilere verilen siparişte fiyatların şişirildiği anlaşılmıştı. Piyasa değeri 3 milyar dolar olan tank, denizaltı, savaş gemisi ve helikoptere 7 milyar dolar ödenmişti.

İspanya;

İspanya’nın batık bankalarından olan ve kamulaştırılan Bankia ve BFA’nın (Tasarruf ve Finans Bankası) eski yöneticileri hakkında yolsuzluk iddiasıyla dava açıldı. Ulusal Mahkeme Hakimi Fernando Andreu, yolsuzlukla mücadele savcısı ile İlerici Birlik ve Demokrasi Partisi (UPyD) tarafından sunulan Bankia hakkındaki dava dilekçesini kabul etti. 33 sanık arasında, eski IMF başkanı (2004-2007) ve Ekonomi Bakanı (1996-2004) olan Rodrigo Rato; geçmiş Aznar hükümetinde İçişleri, Adalet ve Kamu Yönetimi Bakanı olan Angel Acebes; eski Bancaja Başkanı Jose Luis Olivas; eski Maliye Bakanlığı Müsteşarı Rodriguez Ponga; eski İspanya İşadamları Örgütleri Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Arturo Fernandez gibi önemli isimler de bulunuyor. 33 sanık, yıllık hesaplarda ve bilançolarda sahtekârlık, kötü ve hileli yönetim, gerçeği saptırmak ve haksız kazançla suçlanıyor.

Yunanistan;

Vergi kaçakçılığı ve siyasi yolsuzluklar, Yunanistan siyasetinde sık rastlanan durumlardandır. Hatta siyasetçiler eliyle gerçekleştirilen “vergi kaçırma”, medya tarafından ironik bir şekilde “ulusal spor” olarak adlandırılıyor. Vergi kaçırmada ulaşılan boyut senelik 30 milyar Avro. Fakelaki adı verilen küçük zarflarla kamu kurumlarında gerçekleşen rüşvet, daha iyi hizmet alabilmek adına vatandaşların başvurmak zorunda bırakıldığı yöntemlerden.

Girit Bankası’nda ve Yunanistan İstatistik Kurumu’da yaşanan yolsuzluklar son dönem Yunanistan’da yaşanan kriz dalgasıyla ilintili. Yunanistan’da yaşanan yolsuzluk durumları, sokaklardaki eylemlerin de en büyük nedenlerden biri.

Sonuç yerine

Varoluşu yolsuzluk olan devletin, normali anormali de yolsuzluktur. Şimdilerde yolsuzluk gündemi, anormal bir şeymiş gibi tartışılmakta. Halbuki bir iç çatırdama sonrasında, açığa çıkan bu gündem, devletin normal seyrinde de sürmekteydi. Kapitalist sistemin içinde yaşarken katlanmak zorunda bırakıldıklarımız, istemediklerimiz, isteyip de yapamadıklarımız yolsuzluk değil midir?

Bu yazıda her devletin farklı farklı dönemlerde farklı farklı iç ya da dış çatırdamalarından dolayı açığa çıkan yolsuzluklarını yazdık. Ancak hükümetlerin adı, devletlerin adı değişse de yolsuzluk onların varoluşlarında olduğu için kaçınılmazdır. Devletin “vatandaşıyla kurduğu” ilişki, her daim “vatandaşının” sömürüldüğü bir sistem üzerinedir. Ezilenlerin yaşamsal standardının karın tokluğuna geçim olduğu; zenginin yaşam standardının ise yemek, yedikçe doymamak olduğu bu sistemin kendisinin, sürekli yolsuzluk olduğunun bir göstergesi değil midir? Şu an yolsuzluk diye bahsedilen her şey her dönemde olduğu gibi şimdi de devlet güvencesine alınıp, yasal bir zemine oturtulup, yolsuzluk konumundan kurtulacaktır. TC devletinin kuruluşundan-devletlerin kuruluşundan bu yana kurumsallaşan ve yasa güvencesine alınan devletin yolsuzluklarıdır. Devlet bu yolsuzluklarıyla, ezenlerin politikalarını meşrulaştırmayı, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmayı ve ezilenleri baskı altında tutmayı hedeflemiştir. İşte bu yüzden devlet yolsuzluktur.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/feed/ 0
Mülkiyet Adaletsizliğin Temelidir https://meydan1.org/2013/01/18/mulkiyet-adaletsizligin-temelidir/ https://meydan1.org/2013/01/18/mulkiyet-adaletsizligin-temelidir/#respond Fri, 18 Jan 2013 09:21:36 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/18/mulkiyet-adaletsizligin-temelidir/ Her yeni senede, ilgili kurumlar bir önceki seneye ilişkin raporlarını yayınlar. Bu raporlar, bir önceki senenin değerlendirmesidir de. Örneğin, Ekonomi Bakanlığı 2012’nin verileri ışığında, TC’deki ekonominin ne kadar iyi gittiği yalanını atar. Gelecek senelere ilişkin toplumsal refah öngörülerinde bulunur. Eğitim Bakanı çıkar, kaç çocuğun sisteme entegre edildiğinin bilgisini verir, bu durumun devletin geleceği açısından önemini […]

The post Mülkiyet Adaletsizliğin Temelidir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Her yeni senede, ilgili kurumlar bir önceki seneye ilişkin raporlarını yayınlar. Bu raporlar, bir önceki senenin değerlendirmesidir de. Örneğin, Ekonomi Bakanlığı 2012’nin verileri ışığında, TC’deki ekonominin ne kadar iyi gittiği yalanını atar.
Gelecek senelere ilişkin toplumsal refah öngörülerinde bulunur. Eğitim Bakanı çıkar, kaç çocuğun sisteme entegre edildiğinin bilgisini verir, bu durumun devletin geleceği açısından önemini vurgular.

2013’ün ilk ayı itibarıyla, Adalet Bakanlığı da her zaman olduğu gibi istemeye istemeye verilerini açıklamaktan kaçamadı. Çünkü bakanlık için talihsiz bir durum vardır; onlar adaletsizliğin verilerini açıklamak zorunda kalır. 2012 verilerine göre cezaevlerinde toplamda 135 binden fazla tutuklu ve hükümlü var. Verileri yükselen Adalet Bakanlığı, bu durumun olumlu propagandasını tabi ki yapamıyor. Tıpkı cezaevlerindeki 2824 öğrencinin, 72 gazetecinin, 3558 KCK tutuklusunun hangi adaletin bir sonucu olarak orada olduklarını anlatamadıkları gibi.

Aynı adaletsizliği geciktirmeyip tez elden veren devlet görevlilerinin uygulamalarına ilişkin veriler, işkence sonucu ölümler, yargısız infazlar, faili meçhuller başlıkları altında sıralanıyor. 1990’dan bu yana yaşanan sadece faili meçhullerin sayısı iki bini geçiyor.

Güvenlik kurumlarıyla, kolluk kuvvetleriyle adaletin bekçisi olarak nitelenen devletin “doğrudan adalet” uygulamalarını deneyimleyemeyenler için dolaylı uygulamalar da mümkün. Doğalgaza, elektriğe, suya 2012 senesi boyunca zam üstüne yapılan zamların, nüfusun yaklaşık 15 milyonunun ekonomik durumunun yoksulluk sınırının altında olduğu düşünüldüğünde nasıl “adil” uygulamalar olduğu ortada. Bankalara borçlu 43,5 milyon kişiden, 2,2 milyonu hukuki takiple birlikte, devletin “doğrudan adaleti”ne maruz kalıyor.

Zenginlere özel vergi afları, özelleştirmeler, taşeron şirketleri koruyan yasalar, küresel şirketler için çıkmış güvenlik yasalarıyla devletin kime adalet sağladığı açık. Sadece 2012 yılı itibarıyla, kayıt altında yaklaşık 900 işçi ölümü yaşanmıştır. Yaşanan her işçi ölümü devletin“adaletinin” nasıl işlediğini defalarca gösterdi; patronlar devlet tarafından her zaman korundu. 2012 yılında milyonlarca ezileni evlerinden atanlar, “kentsel dönüşüm” kanunlarına dayandırdılar kendilerini. Uygulamaya geçirilen her adaletsizlik hukukuna uyduruldu. Yıkılan 10 milyon konutta oturanlarsa tahliye edildi, evsiz bırakıldı.

Yukarıdaki verilerin hepsi nasıl bir adaletsizliğin içinde yaşadığımızın, yaşamaya alıştığımızın göstergesinden başka bir şey değildir. Bu adaletsiz sosyal, ekonomik koşullar altında yaşamak zorunda bırakılanlar; bu koşullardan kaynaklı uyumsuzluklar yaşadıklarında da tüm adaletsizlikleri görüp ses çıkardıklarında da devletin doğrudan adaletsizliğine maruz kalıyorlar.

Aslında devlet zaten bu adaletsizliğin kurumsallaşmasından başka bir şey değildir. Devlet; çoğunluğun yani toplumun büyük bir kısmının; sosyal, siyasi, ekonomik iktidarları elinde bulunduran azınlıkların istediği gibi yaşamasıdır. Misal; asgari ücret alırken elektriği, suyu, doğalgazı, kirayı, kredi kartı borçlarını, yemenizi, içmenizi, çoluğunuza çocuğunuza bakmanızı aldığınız maaşla karşılamak zorunda bırakılmanız ya da işsizken, ortada bunları karşılayacak bir şey bulamıyorken mülk sahiplerinin refah içinde yaşaması ve bu durumun güvence altına alınmasıdır devlet. İnsanlar arası bu iktidarlı ilişkinin kurumsallaşması devletken, bunun pratikteki en büyük yansımalarından biri mülkiyettir.

Mülkiyet bir sahiplenme sorunudur. Toplumda birilerinin somut ve soyut tüm toplumsal değerlere sahip olması ve diğerlerine bu adaletsizliği dayatmalarıdır. Bu sahiplenme durumu, iktidarla sağlanır. Yani Ağaoğlu’nun arabalarının, villalarının, saatlerinin, oğlunun spor tekne tutkusunun, kızının lüks araba merakının koruyucusudur devlet. Bu kişilere ait mülkün korunmasının anlaşmasının adı hukuktur. Bu hukukla korunur Sabancıların, Koçların, Ülkerlerin, Boynerlerin paraları, pulları. Bu hukukla görünmez kılınır mülk üzerinden yapılan anlaşmalar. Bu anlaşmalar toplumda sosyal, siyasi, ekonomik iktidarı bulunan kişilerin kendi arasındaki anlaşmalarıdır. Halktan sadece bu anlaşmalara biat etmesi beklenir. Toplumda bireyler arası uyumu sağladığı söylenen bu hukukun kurumları olan mahkemeler, hakimler, savcılar, askerler, polisler aslında mülk üzerinden yapılmış gizli anlaşmaların koruyucusudurlar. Bu hukukla, toplumdaki temel adaletsizliği korurlar. Birilerinin zenginliğini, diğerlerinin bütün bu yaşanan adaletsizliklere boyun eğme durumlarını korurlar. Bu yüzdendir ki sözde adalet sağladıkları mahkemelerinin duvarlarında gözümüze sokarmışçasına “Adalet mülkün temelidir” yazar. Ancak ne adaletin temeli mülktür ne de adaleti sağlayan devletin hukukudur.

Adaleti yaratacak değerler, iktidar ilişkilerinin olmadığı, bu iktidar ilişkilerinin devlet ve onun hukukuyla korunmadığı, mülkiyetin insanlar arası bir ilişki biçimi olarak kendini dayatmadığı bir toplumda aranır ancak. İşte bu yüzden, mülkiyet adaletsizliğin temelidir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 7. sayısında yayımlanmıştır.

The post Mülkiyet Adaletsizliğin Temelidir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/18/mulkiyet-adaletsizligin-temelidir/feed/ 0
Kadın, erkek, çocuk “gelin” mücadele edelim- Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2012/10/20/kadin-erkek-cocuk-gelin-mucadele-edelim-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2012/10/20/kadin-erkek-cocuk-gelin-mucadele-edelim-zeynep-kocaman/#respond Sat, 20 Oct 2012 07:19:50 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/20/kadin-erkek-cocuk-gelin-mucadele-edelim-zeynep-kocaman/ Zehra, Kiraz, Minure ve Selda hepsinin aynı hikayesi…12 -13 yaşında zorla büyüdüler, daha kendileri büyümeden kucaklarına aldılar bebeklerini büyütmek için… Bir çoğu mutsuz ve hikayelerinin başı da sonu da hep umutsuz… Günümüzde toplum tarafından genç bir kadın için kurgulanan egemen yazgının dışında, kadınlar hayallerini gerçekleştirebilmekten çok uzaktalar. Genç bir kadın olmanın toplumsal yazgısıyla birlikte, “kadın […]

The post Kadın, erkek, çocuk “gelin” mücadele edelim- Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Zehra, Kiraz, Minure ve Selda hepsinin aynı hikayesi…12 -13 yaşında zorla büyüdüler, daha kendileri büyümeden kucaklarına aldılar bebeklerini büyütmek için… Bir çoğu mutsuz ve hikayelerinin başı da sonu da hep umutsuz…

Günümüzde toplum tarafından genç bir kadın için kurgulanan egemen yazgının dışında, kadınlar hayallerini gerçekleştirebilmekten çok uzaktalar. Genç bir kadın olmanın toplumsal yazgısıyla birlikte, “kadın olmak” toplumda dayatılmış rollere hazırlanmayı gerektiriyor çünkü. Bu hazırlık sürecinde, daha evlenmeden evliliğe alıştırılıyor genç kadınlar; küçük bir çocukken kollarda sallanan bebeklerle, çat pat söylenen ninnilerle alışıyorlar anneliğe. Erkek egemen toplum nezdinde kutsal sayılan evliliği, “mutlu bir yuva” olarak anlatırken; genç kadınların çeyiz sandıklarına ailenin diğer bütün kadınlarının el emeği göz nuru döktüğü danteller, oyalar işletilerek, evinin kadını olmayı; “yuvayı dişi kuş yapar” telkiniyle öğretiyorlar. Küçücükken başlıyor bu öğrenmeler, hepsi de genç kadınlar beyaz gelinlikler içinde “gelin” olup mutlu bir yuva kurabilsin diye.

Ancak bazı gelinler sizin “mutluluk” dediğinize “ölüm” diyor, “Zorla, tehditle, satıldım.” diyor. “Bilmeden, anlamadan, üç kuruş uğruna bizden vazgeçildi.” diyorlar. “Korkuyla, telaşla, küçük yüreği çırpınan uçamayan kuş misaliyiz.” diyor. Mutlu yuva yani evlilik dendiğinde “Severek dokunmak, hissetmek, hayata gülümsemek bizim kaderimizde yokmuş” diyor. Küçük anneler olup, büyük sorunlar yaşıyor, sorunlar ağır geldiğinde ise taşıyamıyorlar. Kimi kaderrine razı oluyor, kimi kaderinin kurbanı. Kadere inanmaya mecbur bırakılmış, sevmediği, tanımadığı, istemediği bir başkasının ellerine teslim edilmiş, bedenleri satılmış, duyguları tutsak alınmış genç kadınlar, yani “çocuk gelinler” onlar.

Çocuk gelinlerin hayatlarına açılan pencerelerden bakabilmeyi ve yansıtmayı isterdim. Milyonlarca genç kadının bu kanalla dili olmayı; yaşadıklarını, dertlerini bu sayfalara taşımayı ve buluşturmayı isterdim. Çünkü o kadar çok hikaye var ki sadece bildiklerimiz; hepsi yaşlarından büyük sayfalar dolusu yer kaplar.

Çocuk gelin olmayı kendileri seçmeyen, sayıları milyonları bulan bu kadınlar; ötelendikleri, görmezden gelindikleri bir tecrit sürecine mahkum edilmiş yaşıyorlar. Belki en yakınınızdaki kadınlar onlar; anneniz, kız kardeşiniz. Aslında hepimiz neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor, izliyoruz; televizyon dizilerinden, reklamlardan, çevremizdeki sohbetlerden biliyoruz. Zorla, küçücükken gelin edilenleri. Ancak belki de bilmediğimiz ve bilmek istemediğimiz; bu genç kadınların ve bizlerin üzerinden yükselen başka hayatların olduğu ve bu başka hayatların bizlerin hayatlarını bir bir nasıl çaldığı.

Peki bir yandan “Çocuk gelinler olmasın” derken, öte yandan hayatlarımızı çalanları tanıyor muyuz?

Türkiye genelinde 181 bin 36, İstanbul’da ise 24 bin 934 çocuk gelin var. Günümüzde kadınlarda evlilik yaşı 12’ye kadar düşmüş durumda. Yasal anlamda, 18 yaş altı çocuk evlilik oranı ortalaması yüzde 30. Yasal düzenlemelere dayanarak, evlilik yaşını belirleyerek, kişinin kendi hayatını tayin etme hakkını istediği koşulda belirleyen devlet, kendi tahakküm halkasının bir parçası olan “çocuk gelinler” konusundaki yasal düzenlemelerine rağmen neden çözümsüz kalıyor?

Yaşadığımız coğrafyada adından sıkça söz ettiren ve tartışılan bu konuda, devlet odaklı sivil toplum kuruluşları tarafından örgütlenen sosyal sorumluluk projeleri kapsamında, “çocuk gelinler” adıyla bir dizi kampanya örgütlendi ve halen bu konuda yeni projeler oluşturulmaya çalışılıyor. Sözde amaçlanan şey; bu kampanyalarla küçük yaşlardaki genç kadınların eğitimlerinin sağlanması ve “hayata kazandırılması”. Eğitim konusu bu meselenin can damarı olarak lanse ediliyor. Bir diğer kampanya olan “Baba Beni Okula Gönder” de benzer projenin bir başka ayağı. Devlet odaklı bu projelerin içinde sadece duyarlı sivil toplum kuruluşları yok, Güler Sabancı gibi holding sahibi kadın patronlar, sosyal sorumluluk bilinci tavan yapmış kadın akademisyenler, kadın siyasetçiler ve birçok kadın kuruluşu da bu projelerin destekçileri arasında yer almakta.

Sosyal sorumluluk projelerine toplumsal, sosyal statü peşindeki kapitalistlerin yanı sıra, kadın örgütlerinin de alet ediliyor olması kadın mücadelesi adına büyük bir kayıp. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise “halkı bilinçlendirme” adına özellikle de medyayı kullanarak mevzuyu kamu spotlarıyla halka taşımayı misyon edinmiş gözüküyor. Sosyal tespitlerini ise “doğudaki genç kızlarımız” sorunun içinde diyerek bu açıdan göstermeye çalışan devlet ise, sosyal sorumluluklu bu ve benzeri projelerle “görevini yerine getirdiğini” kanıtlama derdinde. Ancak ne kadar kanıtlamaya çalışırsa çalışsın, tıpkı sosyal statüsünü yükseltme derdiyle dert çözme peşine düşmüş sorumlu kapitalist Güler Sabancı gibi, sorumlu devlet gibi görünmenin ötesine geçemeyecektir. Çocuk gelinler dışında, kadın cinayetlerini, tecavüzü, tacizi kadına yönelik her türlü şiddeti meşrulaştıran ve her türlü cinsel istismara rıza gösteren devlet çocuk gelinleri yaratan sorunların kendisidir.

Uçan Süpürge (Kadın İletişim ve Araştırma Derneği) tarafından, Güler Sabancı’nın kanatları altında yürütülen “Çocuk Gelinler” isimli proje, 2006 yılından bu yana çalışmalarını sürdürmekte olduğunu belirtiyor. Projenin amacı “zorla erken yaşta evlendirildiği için sosyal yaşamdan, eğitimden ve istihdam olanaklarından mahrum bırakılan bu kadınlar için yasa koyucuların, kadın, çocuk ve insan hakları örgütlerinin, üniversitelerin, uluslararası toplumun, eğitim, sağlık ve iş dünyasının, kamu politikalarına yön veren tüm yapıların özgün biçimlerde işbirliğini sağlamaya aracılık etmek” şeklinde ifade ediliyor. Sabancı Vakfı’nın, toplumsal gelişime hibe programından alınan ödeneklerle ayakta durabilen, kısa film ve benzeri sosyal aktivitelerle görünür kılınmaya çalışılan bu proje, çocuk gelinlerin hayatlarını değiştirmekten oldukça uzak. Bu anlayışla yol alan projeye, samimiyet çerçevesinde, katkı sunmak adına eklemlenen başka bireyler ve kadın örgütleri de kendilerini bu oyunun bir parçası olarak görmeliler. Çünkü kadınların hayatları üzerinden yükselen iktidarların, kapitalistlerin çocuk gelinler mevzusunda da kendi çıkarlarını “sorumluluk almak” şeklinde belirginleştirmeleri, aslında bu projelerin kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramadığını gösteriyor. Devlet odaklı, 54 ilde 15 bin kişiye ulaştığı iddia edilen proje kapsamında, kadınlara, çocuklara, kamu, sivil toplum kuruluşlarına ve toplumun her kesimine “çocuk gelinler olmasın” mesajının verilip, 54 bin imza toplanarak TBMM’ye sunulması hedeflenmiş. Yani her zaman olduğu gibi sorunun kendisi olan devlet, kendi mercilerinde çözüm aramaya yönelik bir karşı muhalefeti, yine kendi içinden çıkarmaktadır.

Çocuk gelinler konusunda sorunlu bir başka yaklaşım da yaşanılan sorunun doğu-batı denilerek ayrıştırılması ve buna uygun bir politika izlenmesi. Bu bakış açısı toplumun ve iktidar odaklarının cinsiyetçi, ataerkil bakışının çocuk gelinler konusunda da sorunun kaynağını görme gerçeğinin üstünü örtecektir. Güler Sabancı’nın ve bir çok kadın kuruluşunun her meselede olduğu gibi “doğudaki yoksul ailelerin ekonomik imkansızlıklarla eğitilemeyen çocuklarını topluma kazandırmak” adına düşünülen bu sorumluluklu projeler bizleri, batıda sanki benzer durumlar yaşanmıyormuş gibi bir yanılgıya düşürmemelidir. Yaşadığımız coğrafyada büyük şehirlerde de para karşılığında tek günlük “eş”lerin, yani 12-13 yaşındaki kadınların pazarlandığı, 13-14 yaşında tecavüze uğrayan genç kadınların tecavüzcüleriyle evlendirildiği, kürtaj yasağı ile birlikte zorla erken evliliğine meyil hazırlayan bir hükümet hüküm sürerken, doğu-batı şeklindeki bölgesel ayrıştırmalarla yapılmak istenen, sosyal sorumluluk kılıfına sokulmuş bir yanılsamadır. Bu sorun yalnızca Türkiye’nin doğusunda ve batısında değil, dünyanın her yerinde kadına yönelik gerçekleşen ataerkil zihniyetin bir sömürü geleneğidir.

Yaşadığımız coğrafyaya ilişkin çocuk gelinler konusunda ısrarla yinelemek gerekirse; bu sadece doğuda yaşam süren genç kadınların sorunu değildir. Batıda da zorla erken evlendirilen binlerce genç kadın ve binlerce çocuk gelin vardır. “Toplumun kanayan yarası” denilerek lanse edilmeye çalışılan bu konuda devlet güdümlü başka planlar gözetilmektedir. Ve bu planlardan palazlanan yeni bir mücadele anlayışı karşımıza dikilmektedir.

Nasıl bir karşı muhalefet?

Birleşmiş Milletler, Türkiye’nin girişimiyle 11 Ekim tarihini “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak ilan etti. İktidarlar “kadınlara ait” olan günler artsın istiyor. Böyle günlerle birlikte çocuk gelinler de meşrulaşsın ki, bizler bu duruma yavaş yavaş alışalım istiyorlar. Kadın cinayetleri, tecavüz, taciz ve şiddet karşıtı eylemlere ve mitinglere bir de bu gün eklensin istiyorlar. Devlet kendine karşıt muhalefetini de böylece yaratmış oluyor. Kadınlar da çözüm arayışlarını devletin kanallarında aramayı sürdürmeye devam ettikçe ne sorunlar çözülüyor, ne ölümler bitiyor ne de çocuk gelinler gelin olmayacakları bir hayata tutunabiliyor. Devletten eşitlik, adalet ve özgürlük talep etmek sadece kadınların hayatları üzerinden yükselen kapitalistlerin ve kısacası devletin işine yaramaktan bir adım öteye geçmiyor. Kadınların etrafında dolanan bu sorunlar ataerkil zihniyet ve anlayış yıkılmadıkça da çözülemeyecektir. Çünkü egemen anlayışın erkekleştiği bu dünyada, mevcut her şeyin erkekleşmesi yani iktidarlaşması kaçınılmaz hale gelmektedir.

İktidarın hiyerarşik yapısı gereği erkek egemen toplum, kadının üzerinde kaçınılmaz bir tahakküm oluşturur. Çocuk gelini “gelin” eden baba, babanın otoritesine boyun eğmek zorunda bırakılan anne bunun sürdürücüsüdür. Erkek egemen toplumda ailenin kutsallığı; dolayısıyla bu kutsallığın örf, adet, gelenek, namus vb. kavramlarla bezenerek bunun koruyucusu olan devlet, toplumsal normlar çerçevesinde sınırlandırılmış bir hayatı yaşamaya mecbur bırakılan kadınlara, erkeklere, çocuklara tüm topluma, varlığını ekonomik ve sosyal anlamda yasalarıyla eşitşiz ve adaletsizce dayatmaktan başka bir sorumluluk yüklenmemiştir. Çocuk gelinler gibi, hayattan tecrit edilen kadınların hayatları üzerinden yükselenler ve buna alet olanlar da ,bu sorumluluğa paydaştır. “Çocuk gelinler olmasın” diyebilmek için, kapitalistlerle işbirliğinden uzak durmak, devlet odaklı ve devlet içi talepkar söylemlerin dışında samimi, doğrudan bir mücadele hattını oluşturmaktır artık kaçınılmaz olan.

Kadın, erkek, çocuk “gelin” mücadele edelim.

Zeynep Kocaman
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kadın, erkek, çocuk “gelin” mücadele edelim- Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/20/kadin-erkek-cocuk-gelin-mucadele-edelim-zeynep-kocaman/feed/ 0