SAYI 12 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 08 Sep 2013 14:34:02 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Ayağın Kabıyla Dinmez Ağrısı” – Serhat Yaşar https://meydan1.org/2013/09/08/ayagin-kabiyla-dinmez-agrisi-serhat-yasar/ https://meydan1.org/2013/09/08/ayagin-kabiyla-dinmez-agrisi-serhat-yasar/#respond Sun, 08 Sep 2013 14:34:02 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/ayagin-kabiyla-dinmez-agrisi-serhat-yasar/ Eğer bir postacı ya da bir anketör ya da kapı kapı gezen bir pazarlamacı, bir mağazada satış sorumlusu, markette stant elemanı, takside şoför, restoranda garson, bar kapısında bodyguard, bir otelde bellboy iseniz mutlaka ayak ağrısı çekiyorsunuzdur. Bu işlerin gereği olarak akşam eve döndüğünüzde ilk olarak akla gelen şey ayağınızdaki ayakkabıyı bir önce ayağınızdan çıkarmalı ve […]

The post “Ayağın Kabıyla Dinmez Ağrısı” – Serhat Yaşar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Eğer bir postacı ya da bir anketör ya da kapı kapı gezen bir pazarlamacı, bir mağazada satış sorumlusu, markette stant elemanı, takside şoför, restoranda garson, bar kapısında bodyguard, bir otelde bellboy iseniz mutlaka ayak ağrısı çekiyorsunuzdur. Bu işlerin gereği olarak akşam eve döndüğünüzde ilk olarak akla gelen şey ayağınızdaki ayakkabıyı bir önce ayağınızdan çıkarmalı ve koltuğa yatarak kısa bir süre dinlenmelisinizdir. Çünkü ayak tabanınızdan başlayan ve bacaklarınızdan yukarıya, belinize kadar vuran derin bir sızı hissedersiniz. Tüm gün tabana kuvvet çalışmanın yorgunluğuyla düzenli hale gelen ağrılar, artık çekilmez bir noktaya geldiğinde ise acilen bir doktora başvurmanız kaçınılmaz hale gelir. Ağrıların bir nedeni iş hayatınızdır, ancak ağrıyı tetikleyen başka nedenler de vardır.

Ot tabandan, apartman topuklu ayakkabıya…

Bunlardan belki de en önemlisi giydiğimiz ayakkabıdır. Bilindiği üzere ayakkabının icadı da diğer tüm icatlar gibi insanlığın yararına yönelik düşünülmüştür. Dağda, taşta, bayırda yalınayak dolaşmanın zorluğuna karşın insan, düzleştirilmiş otları veya deriyi iplerle ayaklarına bağlayarak var olduğunu sandığı bu zorlu çileden kurtulmuş olduğunu sanmıştır. İlkel dönemin ilkel yöntemiyle ayakları sarmalayan ayakkabı, Mısır’da sandalete, Mezopotamya’da çizmeye ve bota, Eski Yunan’da altın boncuklarla süslenen potine, 16.yüzyılda Türk takunyası olarak bilinen Chopin’e, 16. yüzyıl sonlarına doğru ise yüksek ökçeli muleye bürünerek günümüze kadar gelmiştir. Tarihsel olarak ayakkabı, yoksulun da zenginin de, köylünün de, işçinin de, kadının, çocuğun, erkeğin de, kimliğine, yaşına, işine, bütçesine ve zevkine uygun çeşitlerde üretilmiş ve tüm bu kesimler tarafından kullanılmıştır.

Ayakkabı günümüz teknolojisiyle sevdiğimiz renge ve beğendiğimiz tasarıma uygun seçeneklerde, giyilmesi zorunlu bir ihtiyaca dönüşmüşse bile aynı zamanda çekilmesi zorlu ağrılara da sebebiyet veren bir çiledir. Özellikle Leonardo Da Vinci‘nin Floransa’da aristokrat kızı Catherina’ya göre tasarladığı topuklu ayakkabıyla birlikte, bu ağrının çilesi kendini ikiye katlamıştır. Topuklu çilesi kısa zamanda asaletin, cazibenin ve gösterişin bir simgesi olduğu iddiasıyla kadınlar tarafından hızla kabul görmüş, günümüz modern hayatının da hızıyla moda serüveninde yerini sağlamlaştırmış, apartman topuklar, iğne topuklar, platform topuklar derken ağrılı ayak hastalıklarını da beraberinde getirmiştir.

Nasırlaşmış ayaklar

Ayakkabıya bağlı olarak görülen ayak hastalıklarının başında nasırlar gelir. Nasır, ayakkabının kemikleri zıt yönde itmesi ve basınç yapmasından kaynaklanan sertleşmedir. Sertleşen deri, altındaki dokuları tahriş ederek yapılaşır. Eğer ayakkabınız çok darsa, ayağınızı artan bir basınçla sıkıştırır. Çok bolsa, bu kez de ayağınız ayakkabının içinde kayar ve ayakkabıya sürtünür. Nasır acılı ve ağrılı olmakla birlikte, aynı yerde defalarca nüksedebilir.

Batık tırnak

Tırnak batması da ayakkabıya bağlı olarak en çok karşılaşılan ayak hastalığıdır. Ayağa uymayan sivri burunlu ve dar ayakkabılar tırnak yatağında bozulmaya, tırnağın doğal yapısının ve uzama şeklinin kaybına, dolayısıyla da batığa neden olur.

Mantar

Mantar en iyi karanlık, nemli ve ılık ortamlarda büyür yani ayakkabının içinde. Genellikle soyulma, kepeklenme, çatlama, ayak tabanında ve parmak aralarında kızarıklık, su toplayan yaralar şeklinde görülür. Ayak dışında tırnakta da görülen mantar, tırnakta kalınlaşma, ufalanma, renk değişikliği ve hatta tırnağın düşmesine neden olmaktadır.

Hallux valgus, topuk dikeni, topuk siğili gibi adını sayamadığımız birçok ayak hastalığı da giydiğimiz ayakkabıya bağlı olarak oluşur ve ayak ağrısını şiddetle arttırır.

Hastalık geliyorum demez

Ayakkabının icadı ve gelişen günümüz teknolojisiyle kimin aklına gelirdi ki giydiğimiz ayakkabı bir gün çileye dönüşecek, türlü hastalıklara sebebiyet verecek. Tabi ki bu öngörü tahmin edilemezdi. Çünkü ayakkabı zaten ayakları güvence altına almak adına düşünülmüştü. Oysaki şimdi giydiğimiz ayakkabı ayağımızı ne toprağı işlerken batan dikenlerden, ne de bastığımız zeminin sıcağından ya da soğuğundan korunmak adına tasarlanıp, üretiliyor. Artık bir çift ayakkabı, moda denilen ve bize ne giymemiz gerektiğini söyleyen etiket ve şıklık yarışında iki ayak daha fazla olsun diye tasarlanıyor ve üretiliyor. Gelişmeye devam eden sonsuz teknoloji, tüketim endüstrisi ve moda ayaklarımız için yeni ayakkabılar tasarlamayı ve üretmeyi sürdürdükçe bizler de ağrıları çekmeyi sürdüreceğiz. Bu öngörü kaçınılmaz!

Ağrılara karşı yalınayaklar

Ayak ağrılarından kurtulmanın belirli yöntemleri var. Ancak görüyoruz ki ağrıyı tetikleyen nedenlerin en başında giydiğimiz ayakkabı geliyor. Günümüzde tasarımıyla, fonksiyonuyla ve fiyatıyla olağanüstü hale getirilmiş bir ayakkabı, pazarlama gücüyle de ayaklarımıza kolayca sahip olabiliyor. Ancak bu ayakkabı ister air-jordan, ister gore-tex, ister ortopedik olsun, en pahalısı olsun, ayaklarımzı ağrılardan ve sayısız hastalıklardan kurtaramıyor. “Sağlıklı ayaklar için kaliteli ve pahalı ayakkabı giymek gerekir” yalanını üretenler de, pazarlama gücünün etkisi düşünülürse, bizleri tabiri caizse “ayaküstü kandırıyorlar”. Sözün özü; bir ayakkabının içine sokulmuş ve sağlıklı kalmış hiçbir ayak yoksa ki yoktur, ağrılardan kurtulmanın yöntemi betonlaşan ayakların çıplakça toprağa değmesiyle, ayağı kabından tamamen kurtarmak olmasın. Ne dersiniz?

 

Serhat Yaşar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Ayağın Kabıyla Dinmez Ağrısı” – Serhat Yaşar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/ayagin-kabiyla-dinmez-agrisi-serhat-yasar/feed/ 0
Yalınayak : Taksim Gezi Direnişi Tutsaklarına Özgürlük https://meydan1.org/2013/09/08/yalinayak-taksim-gezi-direnisi-tutsaklarina-ozgurluk/ https://meydan1.org/2013/09/08/yalinayak-taksim-gezi-direnisi-tutsaklarina-ozgurluk/#respond Sun, 08 Sep 2013 14:20:25 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/yalinayak-taksim-gezi-direnisi-tutsaklarina-ozgurluk/ Geçtiğimiz Mayıs ayı sonunda kapitalist sömürüye, devlet terörüne ve polis şiddetine karşı başlayan isyan süresince milyonlarca ezilen sokaklara dökülmüş; iktidarın yıllardır arttırarak sürdürdüğü baskı politikalarına karşı hep birlikte haykırmıştı ekmek, adalet ve özgürlük için. Devlet, İstanbul’da başlayan ve ardından coğrafyanın dört bir yanına yayılan direniş sonrasında paniklemiş, kolluk kuvvetleriyle uyguladığı şiddetle bu direnişi sönümlendirebileceği yanılgısına […]

The post Yalınayak : Taksim Gezi Direnişi Tutsaklarına Özgürlük appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz Mayıs ayı sonunda kapitalist sömürüye, devlet terörüne ve polis şiddetine karşı başlayan isyan süresince milyonlarca ezilen sokaklara dökülmüş; iktidarın yıllardır arttırarak sürdürdüğü baskı politikalarına karşı hep birlikte haykırmıştı ekmek, adalet ve özgürlük için.

Devlet, İstanbul’da başlayan ve ardından coğrafyanın dört bir yanına yayılan direniş sonrasında paniklemiş, kolluk kuvvetleriyle uyguladığı şiddetle bu direnişi sönümlendirebileceği yanılgısına kapılmıştı. Ancak bu süreçte polis kurşunuyla, biber gazıyla katledilenlerimizin, yaralanan binlercemizin öfkesi, sokaklardaki öfkeyi daha da perçinlemişti. Direnişi bastırmayı defalarca deneyen ancak özgürlük için haykıranları sokaklardan uzaklaştırmayı başaramayan devlet, Haziran ayından bu yana ise estirdiği tutuklama terörü ile artmakta olan politizasyonu bastırma çabasını sürdürüyor.

Boyunduruğu altında sindiremediklerini, kendisine itaat etmeyenleri, adalet ve özgürlük için mücadele edenleri tarih boyunca tutsak ederek terbiye etmeye çalışan devlet, şimdi de Gezi direnişçilerini tutuklayarak yıldırmaya çalışıyor. Sabahın kör karanlığında kapılarına dayanan polisler tarafından gözaltına alınanlar, “adını bilmedikleri bir örgütten yargılananlar” ise kapatıldıkları duvarlar ardından haykırmaya devam ediyorlar: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”

“Gezi Operasyonarı” ile bir korku politikası yürüten iktidara kaşı, tutsaklar demir parmaklıkların ardından mücadeleye devam ederken; cezaevlerinden gelen dayak, taciz, işkence haberleri ise ardı ardına sıralanıyor.

İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde, kendilerine getirilen temiz çamaşırları koğuşlara alınmayan Gezi direnişçileri, koğuşlarına bir de kamera sistemi takılacağını öğrendikten sonra gerçekleştirdikleri eylem sebebiyle 20 gün boyunca “tek kişilik hücrede kalma cezası”na çarptırıldı. Cezaevlerinden hasta tutsakların ölüm haberleri gelmeye devam ederken “%52 engelli” raporu olan Burcu Koçlu, Şakran Cezaevi’ne kapatıldı; doktora giderken takılmak istenen kelepçeyi reddettiği için, doktora çıkarılmadı. Ailesi dışına kimseyle görüşmesine izin verilmeyen, (daha önce geçirdiği ameliyatlar sonrasında) göğsüne alacağı bir darbe sonucu ölüm risk olan Koçlu, keyfi uygulamalarla tecrit ediliyor.

Gözaltına alınan Gezi direnişçilerinin maruz kaldığı taciz vakaları halen hafızalarımızdayken, şimdi de cezaevlerine kapatılmış Gezi direnişçisi kadınlara yönelik taciz haberleri geliyor. Şakran Cezaevi’nde 14 gardiyanın tacizine uğrayan, kendisine dayatılan çıplak aramayı reddeden ve buna direnen Elif Kaya, bir aylık görüş cezasına çarptırılarak yıldırılmak isteniyor.

Amcası ’80 Darbesi sonrasında işkencede katledilmiş Hasan Tunç “Akıllı olmazsan amcanın başına gelenler gelir” denilerek tehdit edilirken; tutsakların arkadaşlarının yolladığı melisa yaprakları “riskli” bulunduğu için tutsaklara iletilmiyor.

Farklı birçok cezaevinde sabaha kadar İstiklal Marşı okutulan, türlü dayağa maruz kalan, gardiyanlar ve cezaevi yönetimlerince tahrik edilerek cezalandırılmaya çalışılan Gezi direnişçileri, her şeye rağmen direnmeye devam ediyorlar. Hem fiziksel hem de psiklojik baskılarla yıldırılmaya çalışılan tutsaklar bir yandan zindanlarda dayatılan tecrit politikalarına direnirken, bir yandan da sürmekte olan direnişi cezaevi içerisine büyütüyorlar.

“Gezi Operasyonları” dahilinde çocukları tutsak edilen aileler her hafta Galatasaray Meydanı’nda buluşup, “Gezi Parkı Tutsaklarına Özgürlük” diye haykırırken, Kırklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutsak olan Sercan Üstündaş’ın yolladığı bir mektupta yazdıkları ise iktidarın baskısına karşı örgütlenen bu mücadelenin, ne sokakta ne de zindanda, bastırılabileceğinin özeti niteliğinde:

“Tak bakalım, tak bakalım/Kelepçeyi tak bakalım/Hakime çıkar, zindana kapat/Hangimiz özgür bakalım”

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yalınayak : Taksim Gezi Direnişi Tutsaklarına Özgürlük appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/yalinayak-taksim-gezi-direnisi-tutsaklarina-ozgurluk/feed/ 0
Kullan at Kılavuz : Ev Baskınlarına Karşı https://meydan1.org/2013/09/08/kullan-at-kilavuz-ev-baskinlarina-karsi/ https://meydan1.org/2013/09/08/kullan-at-kilavuz-ev-baskinlarina-karsi/#respond Sun, 08 Sep 2013 14:12:50 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/kullan-at-kilavuz-ev-baskinlarina-karsi/ Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… İçinde bulunduğumuz süreçte polisin ev baskınları yoğunluk kazanmış durumda. Herhangi bir sebepten ötürü hiç beklemediğiniz bir anda sabaha karşı kapınızda neşeyle gülümseyen “emniyet” görevlileri ile karşılaştığınızda kapıdan içeri adım attıkları andan itibaren evden ayrılana kadar geçen sürede neler […]

The post Kullan at Kılavuz : Ev Baskınlarına Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

İçinde bulunduğumuz süreçte polisin ev baskınları yoğunluk kazanmış durumda. Herhangi bir sebepten ötürü hiç beklemediğiniz bir anda sabaha karşı kapınızda neşeyle gülümseyen “emniyet” görevlileri ile karşılaştığınızda kapıdan içeri adım attıkları andan itibaren evden ayrılana kadar geçen sürede neler yapmamız ve nelere karşı uyanık olmamız gerekiyor bu sayıda bu konuda birkaç tüyo vermek yararlı olabilir. Konuya ilişkin ana mevzuat 25832 sayılı Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği ve CMK’dır.

Arama denilen hadise iki çeşittir. Önleme araması ve adli arama. Önleme araması, acil, suçüstü v.s. hallerde yapılır Sokakta polisin insanları kolundan tutup huzur vererek araması ve kimlik kontrolü yapmasının yasal dayanağını da bu oluşturur. Kural olarak “evde önleme araması yapılamaz”. Bunun anlamı şu, evde sadece adli arama yapılabilir. Polis kapınızı çaldığında elinde bir mahkeme kararı olmalı ve aramanın nedenini oluşturan suç, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı yerler (adresleri belirtilmiş olacak) aranan eşyaların neler olduğu ve arama kararının geçerlilik süresi yazılmış olmalıdır.

Arama sadece gündüz vakti yapılır. Ancak kanunda gece, güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden süreyi tanımladığı için bu kural pratikte bir anlam ifade etmiyor. Ancak polis tutup gece 2’de kapınızı çalıyorsa bunu tutanağa geçirtmekte fayda var.

Arama sırasında olaya tanıklık edecek sivil bir kişinin hazır bulunması gerekir. Bu kişi akrabanız veya komşunuz olabilir. Tanık olmadan arama yapılamaz aksi durumu mutlaka tutanağa geçirtin. Polislerin tutum ve davranışlarına karşı itiraz için bu tanık kritik. Ama polis yanında kendi tanığını da getirebiliyor, sabah 5’te gözlerini ovuşturarak size bakan o kişi muhtemelen muhtar veya ihtiyar heyetinden bir vatandaş olacaktır. Ayrıca aramada kişinin avukatının hazır bulunmasına polis engel olmaz.

Arama esnasında polis size bir takım sorular da yöneltecektir. Bu gizli sorguya karşı uyanık olun. Gereksiz sohbetlerden kaçının. Uyanık olmanız gereken başka bir hususta “bu aramada ürün yerleştirme yapılmaktadır” uyarısının size yapılmayacağıdır. Evinizin dört bir yanına dağılmış etrafı karıştıran polislerin bu faaliyetlerine avukatınızla beraber, hazır bulunan tanıktan da yardım isteyerek nezaret etmeye çalışın. Size ait olmadığını düşündüğünüz bir eşyanın bulunması halinde itirazınız ile birlikte tutanağa geçirtin.

Bilgisayarlar üzerinde arama yapılabilmesi için hâkim bu hususu özellikle karara yazmış olmalıdır. Bilgisayar veya harddisklere el koyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. Yedeği alınmış tüm bu verilerin bir kopyasını bir tutanak ile birlikte mutlaka isteyin.

Aramanın sonunda soruşturma veya kovuşturma konusu fiilin niteliğini belirten bir belge ve el konulan eşyaların listesini içeren bir defter bir belge verilir. Bu belge de el konulan eşyalarınız ile ilgili itirazlarınıza da yer vermek zorundalar.

Sonuç olarak bir şafak vakti evinize polisler geldiğinde bir dakika izin isteyip Meydan Gazetesi’nin 12. Sayısını bulmaya çalışmayın. 1- Arama kararını sorun, okuyun, 2- Arama tanığı isteyin, 3- Bilgisayar üzerinde arama yetkileri var mı kontrol edin, 4- Arama tutanağına el konulan tüm eşyaları çok

dikkatli bir şekilde inceleyerek geçirtin 5- Gereksiz diyaloglara girmeyin, 6- Eğer varsa, ulaşabileceğiniz bir avukatı arayın, 7- Maruz kaldığınız devlet terörüne, polis şiddetine karşı yılmayacağınızı göstermek için slogan atın!

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan at Kılavuz : Ev Baskınlarına Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/kullan-at-kilavuz-ev-baskinlarina-karsi/feed/ 0
Doğanın Kolektif Ekolojik Uyumu : Karşılıklı Yardımlaşma https://meydan1.org/2013/09/08/doganin-kolektif-ekolojik-uyumu-karsilikli-yardimlasma/ https://meydan1.org/2013/09/08/doganin-kolektif-ekolojik-uyumu-karsilikli-yardimlasma/#respond Sun, 08 Sep 2013 14:09:24 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/doganin-kolektif-ekolojik-uyumu-karsilikli-yardimlasma/ “Aynı yuvaya ya da aynı yuvalar kolonisine ait iki karınca birbirlerine yaklaşır, antenleriyle birkaç saniye birbirlerine selam verirler ve “eğer bir tanesi aç ya da susuz ise ve özellikle diğerinin kursağı doluysa hemen yiyecek ister.” Kendisinden böyle bir ricada bulunulan birey bunu asla reddetmez; alt çenesini ayırır, uygun bir konum alır ve aç karıncanın yemesi […]

The post Doğanın Kolektif Ekolojik Uyumu : Karşılıklı Yardımlaşma appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Aynı yuvaya ya da aynı yuvalar kolonisine ait iki karınca birbirlerine yaklaşır, antenleriyle birkaç saniye birbirlerine selam verirler ve “eğer bir tanesi aç ya da susuz ise ve özellikle diğerinin kursağı doluysa hemen yiyecek ister.” Kendisinden böyle bir ricada bulunulan birey bunu asla reddetmez; alt çenesini ayırır, uygun bir konum alır ve aç karıncanın yemesi için bir damla şeffaf sıvıyı midesinden ağzına getirir… Eğer kursağı dolu olan bir karınca bir yoldaşını beslemeyi reddedecek kadar bencillik ederse ona bir düşman ya da daha kötü bir şey gibi davranılır… Ve eğer bir karınca düşman bir türe ait bir karıncayı beslemeyi reddetmemişse o karıncanın akrabaları tarafından bir dost olarak görülür.”

Evrimin bir faktörü olarak türler arasında karşılıklı yardımlaşmayı esas alan Pyotr Kropotkin 1902 yılında yazdığı kitabında birçok tür hakkında ayrıntılı gözlem ve incelemelere yer vermiştir. Kropotkin kitaptaki örneklerde türlerin evriminde mücadelenin rolünü reddetmemiş, fakat türlerin evrimi için karşılıklı yardımlaşmanın, rekabetten çok daha önemli ve geçerli olduğunu vurgulamıştı.

İngiltere’de sürgündeyken kaleme aldığı Karşılıklı Yardımlaşma ilk kez Londra’da basıldığında, Darwin’in Türlerin Kökeni Üzerine çalışması, Avrupa’da karşılık bulmaya başlamış, doğal seleksiyon ya da yaşam mücadelesine ilişkin fikirleri Darwin’in bazı yorumcuları tarafından özellikle yükseltilen söylemler halini almıştı. Kropotkin, bu yorumculardan biri olan Thomas Huxley’in “Bir Doğa Yasası ve Var olma Mücadelesi” makalesine bir karşılık olarak bu araştırmayı kaleme almıştır. 7 yıl süren araştırmasında Kropotkin doğada birçok tür arasındaki ilişkileri incelemiş, birçok zoolog ve antropoloğun çalışmalarını araştırmış ve karşılıklı yardımlaşmayı örneklendirerek, canlılar arasındaki ekolojik ve kolektif uyumu anlatmıştır.

Kropotkin’e göre bireyin güçlü olmasından ziyade topluluk içindeki dayanışma ilişkilerinin güçlü olmasıydı esas olan. Evrimin Bir Faktörü Olarak Karşılıklı Yardımlaşma adlı çalışmasında, bencillik ve rekabetin karşısına koyduğu dayanışma gerçeğini, hayvanlar arası ilişkilerden ilkel topluluklara, Ortaçağ şehirlerinden lonca örgütlenmelerine kadar götürerek temellendirmiştir.

Günümüz kapitalizminde tek kişilik hayatlarına sıkıştırılan bireyler Kropotkin’in tarif ettiği kardeşliği yaşamaktan uzaklaştırılmıştır. Tam da bu noktada geçmişteki ve doğadaki örneklerden yola çıkarak, Kropotkin, “insan insanın kurdudur” diyerek kendi meşruluğunu sağlayan kapitalizm üzerindeki perdeyi kaldırır ve bize unutturulmaya çalışılan paylaşma ve dayanışmanın yaşamın özünde olduğunu ve ezenler karşısında ezilenlerin hayatta kalmak için dayanışmasının yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu açıklar.

Kitapta geçen Güneybatı Afrika kabilelerinden biri olan Hotantolara ilişkin verilen örneklerden bir tanesi hayli çarpıcıdır. “…Eğer bir Hotanto’ya bir şey verilirse onu hemen orada bulunan herkesle bölüşür… Tek başına yiyemez ve ne kadar aç olursa olsun yiyeceğini paylaşmak için oradan geçenleri çağırır.”

Bu örnek, kendi hayatlarında sıkıştırılmış, bencilleştirilmiş, tek başına çalışan, tek başına yemek yiyen, tek başına sevin(emey)en ve tek kişilik “bağımsız” hayatlarında gün geçtikçe yalnızlaşıp tutsaklaşan, kapitalizm içindeki insan için oldukça yabancı görünse de, aslında Kropotkin bizden bahsetmektedir. Bu yüzdendir ki, geçtiğimiz aylarda Taksim’de de gördüğümüz gibi insanlar kapitalizmin dayattığı bencillik algısını bir kenara atıp, refleksif olarak paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle örmekteler hayatlarını.

Karşılıklı Yardımlaşma, bize unutturulmaya çalışan bizi hatırlatmasıyla, yazıldıktan bir asır sonra da hala güncelliğini koruyan bir kitap.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Doğanın Kolektif Ekolojik Uyumu : Karşılıklı Yardımlaşma appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/doganin-kolektif-ekolojik-uyumu-karsilikli-yardimlasma/feed/ 0
Fanzin Sergisi https://meydan1.org/2013/09/08/fanzin-sergisi/ https://meydan1.org/2013/09/08/fanzin-sergisi/#respond Sun, 08 Sep 2013 13:57:17 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/fanzin-sergisi/ Meydan Gazetesi’nin her sayısında tanıttığımız fanzinler, bu defa bir sergide bir araya geldiler. 26A Kolektifi’nin Taksim’deki, Kadıköy’deki ve Kartal’daki mekanlarında gerçekleştirilen sergi, 26 Ağustos tarihine kadar sürecek. Biraz düşünce ve yaratıcılıkla, -imla hatası olsa da olur- daktilo, klavye ya da el yazısıyla, kes-yapıştır için makas-yapışkan ya da Ctrl X-Ctrl V ile; herkesin, her yerde, her […]

The post Fanzin Sergisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi’nin her sayısında tanıttığımız fanzinler, bu defa bir sergide bir araya geldiler. 26A Kolektifi’nin Taksim’deki, Kadıköy’deki ve Kartal’daki mekanlarında gerçekleştirilen sergi, 26 Ağustos tarihine kadar sürecek.

Biraz düşünce ve yaratıcılıkla, -imla hatası olsa da olur- daktilo, klavye ya da el yazısıyla, kes-yapıştır için makas-yapışkan ya da Ctrl X-Ctrl V ile; herkesin, her yerde, her an, yazamayacağı yazılarla, yapamayacağı grafiklerle dolu, ama her an, her yerde, herkesin okuyabileceği boyutlardadır fanzin. Bütünün gölgesinde kalmış parçayı önemser. Çoğunluğun hışmına uğramış azınlığı, cafcaflı bir caddedense köhne bir ara sokağı. 120 dakikalık vizyon filmini değil, çok şey anlatan 15 dakikalık kısa filmi. Modayı değil, demodeyi; popülerin altın yıldızını değil, paslanmış tenekeyi. Tüketimin hızını değil, yaratmanın ahesteliğini. Nobel Edebiyat Ödülü’nü değil, sahaf sahaf aranmayı önemser ve ne varsa bu yaşanmaz dünyaya uymayan, hepsini kapsar fanzin.

İşte böyle bir karşı koyuştur fanzin.

Karakteri karaktersizliği, geleneği geleneksizliğidir fanzinin. Periyodik çıkmaz. Yavaş yavaş sancılarla doğarken bir sayısında, tabakhaneye bok yetiştirir gibi çıkar bir diğer sayısı. Bazen on altı sayfa olur, bazen akıl almaz ama on yedi. Yaşama, kuşlar gibi gökyüzünden, bir karınca gibi topraktan, bazen bir böcek gibi çatlakların arasından bakar. Kimsenin inmeye cesaret edemediği derin lağımlara iner, aşağıya bakmaya korktuğu yüksek çatılara çıkar. İşte bu yüzden kimse bakamaz fanzin gibi dünyaya, o her yerden bakar bu dünyaya.

İktidarlar korkar, otoriteler sarsılır karşısında. Akıl yetmez, mantık işlemez sayfalarına. Bir fotokopi makinesinde yaşam buldukça sürecektir bu karşı koyuş sayfalarda.

Fanzin böyle bir şeydir. Ne çok anlamlı, ne çok anlamsız…

Şimdi 26A duvarlarını ayırdı fanzinlere, astı duvarlarına ipler ve mandallarla yüzlercesini. Üç yüz atmış beş gün raflarında tuttuğu fanzinleri, yirmi günlük seyre davet etti herkesi.

06-26 Agustos FANZİN SERGİSİ’ne gelip bakınmanın yanı sıra, kendinizle birlikte fanzinlerinizi de getirebilirsiniz.

26A Taksim : İstikal C / Tel S /26A / Katip Mustafa Çelebi M / Beyoğlu – İST

26A Kadıköy : Sakız S / No: 3-1 / Caferağa M / Kadıköy / İST

26A Kartal : Kordonboyu C/ 56B / Hürriyet M / Kartal / İST

The post Fanzin Sergisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/fanzin-sergisi/feed/ 0
Dakika 34: Yüklen – Furkan Çelik https://meydan1.org/2013/09/08/dakika-34-yuklen-furkan-celik/ https://meydan1.org/2013/09/08/dakika-34-yuklen-furkan-celik/#respond Sun, 08 Sep 2013 13:22:39 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/08/dakika-34-yuklen-furkan-celik/ Tribünlerde 90 dakika bağırma kültürü, daha çok 1980 sonrasında başlamıştır. 90 dakikalık maçta o kadar çok bağırırsın ki, maçın etkisi, sonraki birkaç gün boyunca birine selam verdiğinde bile anlaşılır bazen. Ama öyle dakikalar vardır ki, keskin bir viraj gibidir, kırılma noktasıdır. Takımının gol atması için tüm gücünle bağırırsın, ya takımın senden aldığı güçle atar golü […]

The post Dakika 34: Yüklen – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tribünlerde 90 dakika bağırma kültürü, daha çok 1980 sonrasında başlamıştır. 90 dakikalık maçta o kadar çok bağırırsın ki, maçın etkisi, sonraki birkaç gün boyunca birine selam verdiğinde bile anlaşılır bazen. Ama öyle dakikalar vardır ki, keskin bir viraj gibidir, kırılma noktasıdır. Takımının gol atması için tüm gücünle bağırırsın, ya takımın senden aldığı güçle atar golü ya da yaptığı ataklar sonrasında bir kontradan yer golü. İşte bu anda hep birlikte aynı sesi çıkarman gerekir ki, o golü takımın atsın. Bunun için hep bir ağızdan aynı anda “Yüklennn yüklenn” diye bir ses gelir, sonra en sertinden slogan patlatılır.

Yeni sezonla birlikte başka bir kritik dakika daha geldi önümüze. Taksim Direnişi’ni sembolize etmek için bütün tribünler 34. dakikada hep bir ağızdan yükleniyorlar, tıpkı direnişte barikatlara yüklendikleri gibi.

Taksim Direnişi süresince gerek İstanbul’da gerekse İzmir, Ankara, Adana, Antakya gibi birçok farklı şehirde, taraftar grupları devlet şiddetine karşı en önde, hep birlikte direniyorlardı. Bu direnişin ardından, lig başladığında tribünlerde de aynı seslerin yükseleceği zaten aşikardı.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da Antartika’da yaşamadığı için, tribünlerden devlet şiddetine karşı tepkilerin yükseleceğini tahmin etmiş olsa gerek ki, lig başlamadan tüm taraftarlara göz dağı vermeye çalıştı. Kamera ve elektronik bilet uygulamalarıyla “sizi gözetliyoruz” tehdidinden sonra “Kanunun uygulanacağını herkes bilecek. Temennim can yanmaması ama yanabilir. Uyarıyorum, Burası muz cumhuriyeti değil, yapanları buluruz.” diyor. Bakan Kılıç’ın tehditlerine rağmen daha ilk haftada tribünlerde protestoların başlaması, tribünlerin sesinin kontrol altına alınamayacağının en önemli göstergesi oldu.

Sezon başlamadan önce Beşiktaş’ın Alman ikinci lig takımı St.Pauli ile yaptığı maçta Alman taraftarların tribünlerde açtığı “Her yer Taksim Her yer Direniş” pankartı bizlere uzaklardan bir göz kırpmıştı. İlk olarak Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki süper kupa finalinde iki takımın taraftarları, Taksim direnişi sloganlarını hep bir ağızdan haykırmıştı.

Ligin başlamasıyla birlikte Beşiktaş, Olimpiyat Stadı’nda Trabzonspor ile oynadığı maçın 34. dakikasında “Her yer Taksim Her yer Direniş” sloganıyla birlikte “Sık Bakalım” marşını da söylemişti. Yayıncı kuruluşun bakanın söylediği tehditlere boyun eğmesiyle, televizyonlarda bu sloganların söylendiği dakikalarda sadece spikerin sesini duyabildik. Ardından Galatasaray ile Antepspor arasında oynan maçta, Arena Taksim slognalarıyla inledi; Fenerbahçe, Konyaspor deplasman otobüslerinden sonra, kendi stadında Arsenal ile oynadığı maçta sloganları haykırmıştı. Lig maçına istinaden Fenerbahçe-Arsenal maçını yayınlayan TV kuruluşu gelen tepkilerden çekinmiş olsa gerek ki, ses ayarına hiç dokunamamıştı.

Yayıncı kuruluşların, Spor Bakanlığı’nın, futbol kulüplerinin, kısacası endüstriyel futbol sektörünün istediği tribün gençliği, tribünlerde yer bulmuyor. Zaten Taksim direnişinde yer almayan, Kaz Dağları’nı, Hasankeyf’i görmeyip, Eto’ya yapılan ırkçılık sonrasında empati kurmayan, nerede olursa olsun depremi içinde hissedip acısı sokakların tavanı kadar olmayan taraftara da taraftar denmez, müşteridir o müşteri. Ya da bakanın yaşadığı antartikanın pengueni.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Dakika 34: Yüklen – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/08/dakika-34-yuklen-furkan-celik/feed/ 0
“Simsiyah Bir Bayrak : Kara Bayrak” – Emre Gündüz https://meydan1.org/2013/09/07/simsiyah-bir-bayrak-kara-bayrak-emre-gunduz-2/ https://meydan1.org/2013/09/07/simsiyah-bir-bayrak-kara-bayrak-emre-gunduz-2/#respond Sat, 07 Sep 2013 15:10:49 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/simsiyah-bir-bayrak-kara-bayrak-emre-gunduz-2/ Yaşadığımız coğrafyada 1990 sonrası görmeye başladığımız ve daha yakın zamanda 1 Mayıslarda, işçi direnişlerinde, kapitalizme ve devlete karşı Taksim direnişinde, meydanlarda ve sokaklarda sıkça gördüğümüz kara bayrağın kökeni aslında çok daha öncesine, 1880’lere dayanmaktadır. “Kara”ya Boyanan Avrupa 1881’de Londra’da I. Enternasyonal’den ayrılan anarşistler tarafından gerçekleştirilen Kara Enternasyonal’de, bayrağın rengini aldığı “kara” kelimesi ideolojik bir anlam […]

The post “Simsiyah Bir Bayrak : Kara Bayrak” – Emre Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yaşadığımız coğrafyada 1990 sonrası görmeye başladığımız ve daha yakın zamanda 1 Mayıslarda, işçi direnişlerinde, kapitalizme ve devlete karşı Taksim direnişinde, meydanlarda ve sokaklarda sıkça gördüğümüz kara bayrağın kökeni aslında çok daha öncesine, 1880’lere dayanmaktadır.

“Kara”ya Boyanan Avrupa

1881’de Londra’da I. Enternasyonal’den ayrılan anarşistler tarafından gerçekleştirilen Kara Enternasyonal’de, bayrağın rengini aldığı “kara” kelimesi ideolojik bir anlam yüklenerek kullanılmıştır. 1882 ve 1883 yıllarına gelindiğinde “kara” kelimesi Fransa ve İspanya’da anarşistler tarafından çeşitli örgütlenmeleri isimleri olarak kullanıldı. Özellikle İspanya’daki Mano Negra( Kara El)’nın 1936 İspanya Devrimi’nin yaratımında önemli bir payda olduğu söylenebilir. Yine bu dönemde, Fransa’da anarşistler tarafından “Kara Bayrak” isimli bir çıkarılmıştır. Artık ideolojik literatürde yerini alan “kara”nın bayrak olarak sembolize edildiği yer ise, devrim ateşinin yükseldiği ve yeni bir yaşamın tohumlarının yeşerdiği Paris Komünü‘dür.

Kara bayrak George Woodcock’un tanımlamasına göre ilk kez Paris’te, 1883’te gerçekleşen bir işçi ayaklanmasında, Paris Komünü’ne hayat veren anarşist kadın Louise Michel tarafından dalgalandırılmıştır. Louise Michel, Paris Komünü’nün bastırılmasından sonra tutuklu bulunduğu hapishanede yazdığı şiirinde kara bayrağın mücadelesindeki anlamını şu sözlerle anlatmıştır:

“Bütün yollardan geleceğiz

Ve karanlıklardan sıyrılan intikamcı hayaletler gibi gelirken

Yumruklarımızı sıkacağız

Bayrağı ölüm taşıyacak

Al kanlara boyanmış kara bayrağı

Ve alev alev göğün altında

Özgürleşen toprak

Mor çiçekler açacak”

Amerika’daki Kıvılcım

Paris Komünü ile beraber dünyanın birçok yerinde daha da yükselen işçi ayaklanmalarında anarşistler kara bayrak kullanmaya devam etmişlerdir. Bunun en önemli örneklerinden biri ise 27 Kasım 1884 yılında Chicago’da gerçekleşen işçi grevinde kara bayrağın kullanılmasıdır. Haymarket isyanında katledilen işçilerden August Spies, gerçekleşen işçi grevinde kara bayrağın kullanılmasının Amerika topraklarında bir ilk olduğunu özellikle belirtmiştir. Spies’ın da katledildiği 1 Mayıs 1886 ayaklanması, devletin komplosuyla, sekiz anarşist işçinin tutuklanması ve dördünün idam edilmesiyle bastırılmıştır. İdam edilen anarşist işçilerden Louis Lingg’in, 1886’da yaşananları şöyle özetlemiştir: “Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz” Bugünse, milyonlarca ezilenin sokaklara taştığı 1 Mayıslar, işte bu ateşin devamıdır.

“Otorite Varsa Özgürlük Yok”

1917’de Rusya’da, çarlığın yıkılmasıyla beraber gerçekleşen halk devriminde de dalgalanır kara bayrak. Bunun öncesinde “kara”nın ve aynı zamanda anarşizmin, daha sonrasında Rusya’nın birçok bölgesinde yayılacak olan temellerinin 1905’te Cherneo Zhania ( Kara Pankart) hareketiyle atıldığı

düşünülebilir. Rusya’da kara bayrak diğerlerinden farklı olarak sadece faşist güçlere ve kapitalizme karşı değil, halk devrimini gölgelemeye başlayan Sovyet iktidarına karşı, iktidarsız ve özgür bir yaşamın yaratıldığı Ukrayna’da Mahnovist hareketin örgütlülüğüyle beraber bölgedeki tüm işçi ve köylülerce dalgalandırılmıştır. Özellikle Mahnovist partizanlarca “Özgür Ukrayna” vurgusu yapmak amacıyla taşınmıştır. 13 Şubat 1921’de anarşist mücadelenin önemli ismi Pyotr Kropotkin’in cenazesi on binlerce insanın yoğun katılımıyla gerçekleşmiş, yoldaşları onu kara bayraklar ve iktidar karşıtı sloganlarla anmışlardır. Bu durum giderek diktatörleşen Bolşevik iktidarını korkutmuş ve bu korku, kara bayrağın Rusya’da yasaklamaya sebep olmuştur.

Neden Kara Bayrak?

Kara bayrak tarihi boyunca ezilen işçi ve köylüler tarafından, açlığa ve yoksulluğa karşı kullanılmıştır. Kara bayrağı diğerlerinden ayıran temel farklardan biri, bayrağın üstünde sembol olmamasıdır.

Bunun yanı sıra ezilenler için kara bayrağın teslim olma ve boğun eğmeyi sembolize eden beyaz bayrağa bir tepki olduğu da düşünülebilir. Beyaz bayrak genel literatürde kendinden daha büyük bir güce boyun eğmeyi simgelerken, kara bayrak bunun tam aksine bir başkaldırıyı sembolize eder.

Kara bayrak, sınıfla yönetilen topluma karşı öfkenin ve iktidarsızlığın bir simgesi olarak yedi denize yelken açmış özgür ruhlu insanların; patronlara karşı meydanları dolduran ve “Ekmek, Adalet, Özgürlük” diye haykıran işçilerin; ezenlere ve iktidarlara karşı toprak ve yaşam kavgası veren köylülerin yani tüm ezilenlerin mücadelesinin bir sembolü olmuştur.

Çünkü kara bayrak kendi tarihi boyunca ezenler ve kapitalizm için bir korku iken, ezilenler ve tüm ötekiler için özgür bir yaşamın umudu ve simgesidir.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısından yayımlanmıştır.

The post “Simsiyah Bir Bayrak : Kara Bayrak” – Emre Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/simsiyah-bir-bayrak-kara-bayrak-emre-gunduz-2/feed/ 0
Kaya Gazı Protestocularına Gözaltı https://meydan1.org/2013/09/07/kaya-gazi-protestocularina-gozalti/ https://meydan1.org/2013/09/07/kaya-gazi-protestocularina-gozalti/#respond Sat, 07 Sep 2013 14:56:55 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/kaya-gazi-protestocularina-gozalti/ İngiltere’de ‘enerjide dışa bağımlılığı azaltacağı, yeni iş alanları yaratacağı ve doğalgaz faturalarını düşüreceği’ gerekçesiyle Başbakan David Cameron tarafından ısrarla savunulan kaya gazına yönelik protesto eylemleri sürüyor. Kaya gazı şirketlerinden Cuadrilla’nın Batı Sussex’de çıkarmak istediği kaya gazına karşı çıkan eylemcilere polisin saldırısı da sert oldu. 30 kadar eylemci kamu düzenini bozmak, özel mülke zarar vermek gibi […]

The post Kaya Gazı Protestocularına Gözaltı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İngiltere’de ‘enerjide dışa bağımlılığı azaltacağı, yeni iş alanları yaratacağı ve doğalgaz faturalarını düşüreceği’ gerekçesiyle Başbakan David Cameron tarafından ısrarla savunulan kaya gazına yönelik protesto eylemleri sürüyor.

Kaya gazı şirketlerinden Cuadrilla’nın Batı Sussex’de çıkarmak istediği kaya gazına karşı çıkan eylemcilere polisin saldırısı da sert oldu. 30 kadar eylemci kamu düzenini bozmak, özel mülke zarar vermek gibi suçlamalarla gözaltına alındı. Ayrıca polis, Balcombe ve Cuckfield bölgelerinde toplanan yüzlerce eylemciye de engel olarak yaklaşılmasına izin vermedi.

Eylemcilerden bazıları gözaltına alındıktan sonra kefaletle serbest bırakıldı. Daha sonrasında yapılan açıklamada ise şunlar dillendirildi: “Mesajımızı buradan çok güçlü bir şekilde ilettiğimizi düşünüyorum. Bilinmelidir ki, kaya gazına ne ihtiyacımız var, ne de istiyoruz”.

Cuadrilla şirketinin Londra’daki bürosuna yönelik daha önce de eylemler yapılmış, bir grup eylemci kendilerini büroya zincirlemişti. Ayrıca Balcombe’de bir haftalık bir kamp sonrası Cuadrilla şirketi çalışmalarına ara vermek zorunda kalmıştı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kaya Gazı Protestocularına Gözaltı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/kaya-gazi-protestocularina-gozalti/feed/ 0
“Bilimsel Sosyalizmden Ekososyalizm Çıkar mı?” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2013/09/07/bilimsel-sosyalizmden-ekososyalizm-cikar-mi-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2013/09/07/bilimsel-sosyalizmden-ekososyalizm-cikar-mi-huseyin-civan/#respond Sat, 07 Sep 2013 14:42:41 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/bilimsel-sosyalizmden-ekososyalizm-cikar-mi-huseyin-civan/ trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak! makinalaşmak istiyorum! beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum! tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor, damarlarımda kovalıyor oto-direzinler lokomotifleri! Nazım Hikmet RAN Dünyanın en büyük şirketleri bile doğaya uyumlu otomobiller, bulaşık makineleri, giyecekler üretti. Medya “yeşil”e bürünmüş, dünyanın içinde bulunduğu ekolojik krizle ilgili bilgilendirici programlar yapıyor. […]

The post “Bilimsel Sosyalizmden Ekososyalizm Çıkar mı?” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
1960’lı yıllarda SSCB Devleti’nin Kazakistan ve Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ndeki pamuk üretimini artırarak dünya pamuk pazarında kapitalist rakiplerine üstünlük sağlamak istedi. Sovyet bilim insanlarının, yapılacak müdahele sonrası Aral Gölü’nün kuruyacağını rapor etmesine rağmen, Politbüro Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin sularının, pamuk tarımı yapılacak arazilere yönlendirilmesini onayladı. Dünyanın en büyük 4. gölü olan Aral Gölü, kendine akan sulardan mahrum kalmasından dolayı 1960 yılından 1998 yılına dek %80 küçüldü.

trrrrum, trrrrum, trrrrum! trak tiki tak!

makinalaşmak istiyorum! beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum! tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor, damarlarımda kovalıyor oto-direzinler lokomotifleri!

Nazım Hikmet RAN

Dünyanın en büyük şirketleri bile doğaya uyumlu otomobiller, bulaşık makineleri, giyecekler üretti. Medya “yeşil”e bürünmüş, dünyanın içinde bulunduğu ekolojik krizle ilgili bilgilendirici programlar yapıyor. Eski ABD başkanı Bill Clinton, Uzakdoğu’dan Afrika’ya çevre ile ilgili bilinçlendirici seminerler veriyor. Çevre kahramanları Greenpeace aktivistleri, “bu gidişe bir dur demek için” neredeyse her sene kendilerini sarkıtacakları bir köprü buluyor. Organik pazarlar, organik yiyecekler, her şeyin doğalı… Ekoloji, dört bir yanımızı sarmış durumda!

1960’lardan bu yana siyaset sahnesinin önemli akımlarından biri yeşil hareket. Roma Kulübü Büyümenin Sınırları’nı yayınladığından bu yana, yeşil siyaset felsefesi de, hareketi de bir hayli yol katetti. Tabi ki bu tarz bir gelişmeye neden olan etmenlerden biri, kapitalizmin içinde bulunduğumuz zaman diliminde ulaştığı boyut. Gittikçe karmaşıklaşan, teknolojik açıdan büyüyen, küreselleşen, farklı iktidarlarla ilişkilenen kapitalizmin yarattığı ekolojik tahribat, artık herkesin kabul ettiği bir gerçek.

Ekolojik krize karşı önlemler farklı coğrafyalarda farklı aktörler tarafından yürütülüyor. Greenpeace, WWF gibi neredeyse tüm dünyada aktif olan birçok STK dışında, yeşil hareket somut anlamıyla siyaset arenasında. Yeşiller Partisi, özellikle Avrupa’daki devletler bünyesinde bir hayli aktif ve parlamentoda siyaset yürütüyor. Sol partilerin, ekoloji hareketiyle yakın teması Batı’da 1960’lara dayansa da, yaşadığımız coğrafyada yakın zamanda fark edilen ekoloji meselelerin toplumsal hareketlenmelerdeki etkisi, sol partilerin ekoloji meselelerine yönelmesine yol açtı.

Batı’da solun ekoloji ile teması, eko-sosyalizm gibi farklı hareketlerin ve düşüncelerin evrilmesine yol açtı. Bu durum, özellikle ekoloji meselesinin farklı bir düzlemden değerlendirilmesine neden oldu. Bu değerlendirme önemliydi. Çünkü, liberal bir çevreci duyarlılıktan çok daha fazlasıydı solun ekoloji ile buluşması. Bu buluşma sadece, sol açısından değil, ekolojik sorunlara karşı politikleşen insanlar için de önemliydi. Özellikle yaşam mücadelelerinde belirginleşen bu politik tutum, ekolojik mücadelelerin bu coğrafyada yakın bir zamanda neye evrileceğini görmemiz açısından da önem taşıyor.

Sosyalizmin ekoloji anlayışı

Önceleri, “çevre meseleleri” olarak görülen ve fazla önemsenmeyen ekoloji, kriz haline dönüştüğünden bu yana kimsenin kaçamayacağı doğal bir gerçek. Ekolojik kriz, modern uygarlığın enküçük zincirine dahi zarar verdiğinde, bu diğer zincirlere de etki edebiliyor. Dengelerin bu kadar iç içe geçtiği bir zeminde ekonomik dengeler de, siyasi dengeler de, sosyal dengeler de aniden bozulabilir bir durumda.

Yeni toplumsal mücadelelerde bir dinamo niteliği olarak görünen ekoloji hareketi, klasik toplumsal hareketlerin ilgisini çekmiş durumda. Bunda ekolojik tahribatların şirketler ve devletler eliyle yapılıyor olmasının ve buna karşı çıkış için insanların bir araya geliyor olmasının büyük bir payı var.

Yaşam alanlarının devlet ve şirketler eliyle katlediliyor olması, buna karşı bir örgütlenme dinamiği oluşturdu. Bergama köylülerinin “haklı” mücadelesi hepimizin aklında. Benzer yerel mücadelelerle beraber, kapitalizm ve devlete karşı yürütülen mücadeleler farklı bir yerden politik ve herkesin gözünde meşru bir anlam kazanmaya başlıyor.

Bu durum, solun bu yeni sorunlar karşısında eski tarz hareket etme mantığının gözden geçmesine neden oldu. Beslenilen kaynakların güncelliğini kaybettiği fark edildi. Birçok Marksist, çıkıp Marksizm’in güncellemeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Kapitalizmin sadece “sınıfsal” eleştirisinin yetersiz olduğu, kapitalizmin başka boyutlarının da olabileceği solun kaynaklarına geri dönmesine yol açtı.

Bu tarz bir yeniden değerlendirme, güncel parametrelerle beraber Marksist ideolojiyi “şimdi”yle uyumlu hale getirmeyi hedeflese bile insan ve doğa arasındaki ilişkinin kuruluşunu sorgulamak, bu ilişkinin sorgulanmasının elzem olduğu bugünlerde, Marksist felsefenin ekolojik sınırlarını göstermek açısından önem taşıyor.

İnsan-doğa karşıtlığı

İnsan ve doğa arasındaki ilişkiye, insanın doğayı dönüştürme girişimi olarak düşünülen “emek” süreciyle beraber varoluşsal bir mücadele atfettiğimizde; insanı, doğa dışında bir gerçeklik olarak ele almaya başlarız.

Bu emek süreci, insanın toplumsallaşmasıyla ilişkilidir Marksizm’de. İnsanın bilinçli faaliyetleri ile doğayı değiştirme sürecidir. Marksizm, insanın insan olma durumunu bu noktaya koyar, bilinçli bir şekilde doğayı dönüştürdüğü sürece özgürleşir insan. İnsanın kültürünü kurduğu bu aşama, doğaya bağlı olmaktan kurtarmıştır insanı.

Murray Bookchin’in ikinci doğa dediği bu kültür, zorunlu olarak doğayı değiştirecektir Marksizm’de. Bu tarz bir değişimin olumsuz bir yanı olmadığını savunan eko-sosyalizm, sorunu bu kültürel dünya içerisinde evrilen kapitalist üretim tarzına koyar. Ancak bu üretim aşaması bile, belli bir aşamaya kadar, insanın “doğadan özgürleşme” sürecinin bir parçasıdır. Yani son birkaç yüzyıllık dönem öncesine kadar, insanın doğayla kurduğu ilişki çok da sorun teşkil etmemektedir.

Bu tarz bir bakış açısı, bu üretim tarzının nasıl bir sürecin sonucunda oluştuğunun dışarıda bırakılmasına neden olur.

İnsan ve doğa arasındaki tahakkümlü ilişki biçimi, bu tarz bir üretim sisteminin sonucunda değil, bu kültürün (ikinci doğanın) kurulduğu aşamadan beri süregelir. Bu insanın doğayla mücadelesinden değil, iktidarlı toplumsal ilişki kurma biçimlerinden kaynaklanır.

Şunu hemen belirtmekte yarar var, bu bakış açısı insanın toplumsallaşması ya da kültürünü yaratmasının karşısında değildir. “Bir tarz” toplumsal örgütlenme biçiminin, ekolojik krizinin oluşmasına zemin hazırladığını söyler. Ekolojik kriz, kapitalist üretimin sonraki aşamalarında değil, iktidarlı ilişki biçimlerin toplumsalı kurmasıyla oluşmuştur.

Kapitalist ekonomi tek başına bu ekolojik krizi yaratmamıştır. Dolayısıyla bu krize karşı bakılacak yer sadece iktisat değildir. Toplumsal örgütlenmenin nasıl kurulduğu, bu kuruluştaki iktidar ilişkileri asıl bakılacak yerdir.

Marksizm insan doğa ilişkilerini düzenleyen ilk ideolojidir varsayımı

Eko-sosyalizmin büyük isimlerinden John Bellamy Foster,

“Marks’ı ekolojiye gereken ilgiyi göstermediği için kınamanın uzun bir geçmişi varsa da, tartışmalarla geçen on yılların sonunda, bu görüşün olgularla uyuşmadığı açık biçimde ortaya çıkmıştır. Tersine, İtalyan coğrafyacı Massimo Quaini’nin gözlemlediği gibi, “Marx… modern burjuva ekoloji bilincinin ortaya çıkmasından önce doğanın sömürülmesini kınamıştı.” diyerek Marksizm’e belki de, ilk ekolojik teorik temel olduğunu atfedilmektedir.

Marks’ta bu tarz bir bağ kuranlar, doğa ve insan arasındaki kopmaz bağlara, bu bağlardan kaynaklı uyarılara dikkat çekseler de; bu temel felsefenin doğa üzerinde egemenlik kuran, bütün dünyayı insanın emek dolayımıyla oluşmuş bir yere çevirmeyi (belki büyük bir üretim tesisine dönüştürmeyi) arzulayan düşünceleri görmezden gelirler.

Foster gibi düşünürlerin, Marks’ın düşüncelerinin bağlamını değiştiren Marks yorumlarıyla, ideolojiye güncel bir ayar çekilmeye çalışılır. Bu tarz çabalar, Marksizm’in ilerlemeci varlığını değiştirmekte yetersizdir.

Bu tarz bir ilerlemecilik, kapitalizmin üretimcilik zihniyetinden kopamayışı gösterir. Üretimsel değişimin olabilmesi için, kapitalizm aşaması gereklidir. Hatta bu gereklilik, onun yarattığı teknik olanaklar sayesinde doğaya fazla yük bindirilmemesine neden olacaktır.

Bu ilerlemeci anlayışın kutsadığı çalışma fikri, kökenini Protestan ahlakının çalışmayı yüceltmesinden, bunu insanın özü olarak görmesinden alır. Çalışma meselesine ilişkin temel itirazlar, Marksistler tarafından emek-iş ayrımı yapılarak da ortaya konmuştur.

Emek doğayla bütünleşmeyi gerektiren tüm faaliyetlerin adıysa, tüm kapitalist süreç boyunca insanın doğayla “emek” dolayımıyla ilişki kurduğu iddiasının altı boştur. Kapitalist süreç, tamamıyla doğadan kopuşa neden oluyorsa, kapitalist ilişkilerin ortaya çıktığı bir ortamda emek ortaya çıkamaz.

Ekolojik Krizin Nedeni

İnsanın bilinçli bir şekilde doğayı dönüştürme faaliyeti, her üretim tarzında farklı sonuçlara neden olabilir. Ekolojik krizin kökenini iktidarlı toplumsal ilişkilerde arama, kapitalizmin bu krizde etkisi olmadığını göstermez. Aksine kapitalizmin ideolojisinin artan bir şekilde içselleştirilmesi, şirketlerin sınırsız kar hırsı için oluşturduğu sonsuz üretim-sonsuz tüketim sarmalı ekolojik uyuma en çok zarar veren durumlar haline gelmiştir.

İçinde bulunduğumuz çağda, doğadan iyice yabancılaşan insan, aynı zamanda kendi yarattığı kültüre de yabancılaşmıştır. Doğanın anlamı, bu üretim ve tüketim sarmalında hammadde sağlayacak bir depo haline gelmiştir.

Ekolojik krizi anlamamız için sadece üretimin nasıl yapıldığını görmek yeterli değildir. Bunun nasıl toplumsallaştığının da ortaya koyulması gereklidir. Ekolojik kriz basit bir anlamda çevrenin kirletilmesi değildir. Toplumsal yaşamın kurulma sorunudur. Sorunu bu şekilde belirlemek, ilerleme, uygarlık, kalkınma, ekonomi, teknoloji vb. birçok kavramı da sorgulamayı gerektirir.

Ekolojiyi içermekteki ısrar

Ekoloji tabanlı bir bakış açısı yakalamakta önemli meselelerden biri, doğanın nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgilidir. İnsanı merkeze koyan, ekolojik yıkımın sonunda insanı ve onun etkinliklerini de etkileyeceğinden dolayı yakınan algı, ekoloji mücadelesinde çevreci olarak adlandırılır. Burada temel mesele, insan dolayımından arındırılmış bir şekilde, doğa ve içerisindekilerin varlık olarak görülmesidir. Çevreci bakış açısı, varlıkları insan etkinlikleriyle ilişkilendirip kaynak olarak görmek de ısrarcıdır. Bu faydacı bir bakış açısıdır. Bu faydacı bakış açısı, iktidarlı ilişkilerin kurulmasındaki temel nedenlerden biridir. Dolayısıyla, ekolojik krize neden olan bir bakış açısıyla çözüm ortaya konamaz.

Bu çevreci bakış açısı, yeşil harekette sık karşılaşılan bir tutumdur. Özellikle doğa korumacı etkinlikler içine girmiş birçok STK, bu tutumun sergileyicisi konumunda, ekoloji konusunu manipüle etmek dışında hiçbir şey yapmazlar. Greenpeace, WWF, TEMA benzeri kuruluşlar buna en büyük örneklerdendir. Halihazırda ekolojik yıkıma neden olan büyük şirketlere ve devletlere çevreye duyarlı sertifikası vermek, beraber kampanyalar düzenlemek dışında, üyelerinden bağış toplamak hariç bir şey yapmazlar.

Bu bakış açısının, siyasal alandaki ifadesi konumunda olan Yeşiller Parti’leri farklı devletlerin parlamentolarında, temsili demokraside temsilcilik rolü oynamaktan öteye gidemezler. Devletlerin kalkınmacı modellerinde “çevre”yi temel alan yaklaşımlarıyla, bir yandan ekonomik fayda gözetirken öte yandan “çimlere basmayalım” çevreciliği yapmaktan öteye gidemezler.

Radikal bir tutumla yola çıkmış, ekolojik hareketin felsefi temeli iddiasında olan eko-sosyalizm, varlık-kaynak tartışmasında, kaynak ekonomisi dilinden konuşur. Kaynak ekonomisinin, literatüre liberal ekonominin meşhur sınırlı kaynaklar-sınırsız ihtiyaçlar denkleminden girmiş olduğu düşünülürse, eko-sosyalizmin ekolojik mücadeleye felsefi kaynak olma iddiası bir yana, liberal kökenlerini sorgulamaya başlaması şarttır.

Her şekilde “mülk edinilecek” doğa, özel mülkiyetin olmaktan çıkacak, ama kamu mülkü haline gelecektir.

Bütün bunlara rağmen, ekolojiye yönelik bu ısrar, toplumsal hareketlenmelerden uzak kalmamak, eski hareketlenmeyi devam ettirici dinamolar bulmak, yeni ve yerel örgütlenmeler yaratmak amacından öteye gidemeyecektir. Çünkü, ekoloji meselesini basite indirgeyen çevreci yaklaşımlar, bazen gerçek ekoloji mücadelelerin önündeki en büyük engel konumuna dönüşebilir.

 Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Bilimsel Sosyalizmden Ekososyalizm Çıkar mı?” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/bilimsel-sosyalizmden-ekososyalizm-cikar-mi-huseyin-civan/feed/ 0
” Devasa Projeler Devasa Talan” Emrah Tekin https://meydan1.org/2013/09/07/devasa-projeler-devasa-talan-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2013/09/07/devasa-projeler-devasa-talan-emrah-tekin/#respond Sat, 07 Sep 2013 13:27:57 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/devasa-projeler-devasa-talan-emrah-tekin/ Toplumun temiz su, hava ve ortak kullanım alanlarının gasp edilmesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu “dev projeler”, bizzat iktidar partisince üretilen yapay kamusal ihtiyaçlara dayandırılıyor. Bunların bilgileri, proje aşamasındayken topluma hizmet olarak kamuoyuyla paylaşılıyor, ardından toplumsal muhalefetten gelen tüm karşı çıkışlara kulak tıkanıyor. İleri aşamada ise, bu itirazları dillendirenler, hizmeti engellemek isteyen bozguncular olarak yaftalanıyor. AKP, 3 […]

The post ” Devasa Projeler Devasa Talan” Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Toplumun temiz su, hava ve ortak kullanım alanlarının gasp edilmesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu “dev projeler”, bizzat iktidar partisince üretilen yapay kamusal ihtiyaçlara dayandırılıyor. Bunların bilgileri, proje aşamasındayken topluma hizmet olarak kamuoyuyla paylaşılıyor, ardından toplumsal muhalefetten gelen tüm karşı çıkışlara kulak tıkanıyor. İleri aşamada ise, bu itirazları dillendirenler, hizmeti engellemek isteyen bozguncular olarak yaftalanıyor.

AKP, 3 Kasım 2002 seçimlerini kazandıktan bu yana kesintisiz iktidarını yaklaşık 11 yıldır sürdürüyor. 2011 seçimleri sonrası ortaya koymuş olduğu “dev” projelerini hayata geçirme konusunda da toplumla adeta inatlaşan bir kararlılık gösteriyor. İsminde bulunan “kalkınma” ibaresine de atfen, kamusal ihtiyacın çok dışında, ihtiyaç olmayan ölçüde “dev projeler” geliştiriyor ve bu projeleri toplumsal muhalefetin tüm haklı itirazlarına rağmen gerçekleştirme konusunda dayatmacı bir tutum sergiliyor.

Halkın kullandığı ortak alanları kendi ölçütlerine göre düzenlemenin dışında, kapitalistlerin rant sağlama amacını da taşıyan bu “dev projelerin” ortak özelliği, dünyadaki benzerleriyle yarışacak kadar “devasa” olmaları ve iktidarın yapay olarak ürettiği “kamusal ihtiyaçlar” üzerinden var edilmeleridir. Bu projelerin, özellikle son dönemde de kamuoyunda tartışılanlarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Miting Alanları Projesi: Yenikapı ve Maltepe

Tayyip Erdoğan, Taksim ve Kadıköy gibi meydanların eylem ve mitinglere kapatılacağını açıklamış, protestolar için yeni yapılacak Yenikapı ve Maltepe meydanlarını adres göstermişti. Kamuoyundan yoğun bir tepki çeken bu açıklamanın ardından meydan projelerinin sürmekte olan inşaat çalışmalarına hız verildi ve şu anda çalışmalar büyük ölçüde tamamlandı. Her iki meydan projesinin birer milyon kişilik olduğu ve bu özellikleriyle dünyadaki benzerleriyle yarışacak düzeyde büyük olduğu belirtiliyor. Söz konusu meydanlarda, mitinglerin yanı sıra, konser, festival, spor aktivitelerinin yapılması da planlanıyor. Toplumsal muhalefetin yapacağı eylemler için bu alan dayatmasını kabul edip etmeme olasılığının gerçekliği bir tarafa, denizin doldurulmasıyla gerçekleştirilen bu projeler, özellikle bu bölgelerdeki ekosistem için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu bu konuya ilişkin yapmış olduğu açıklamada, “Denize ait olmayan beton yığınını oraya yerleştirerek dolgu yapmak, denizi kirletmek anlamına gelir. Bu, tıpkı denize çöp poşeti atmak gibi bir şeydir. Yani deniz doldurularak, hem inşaat kaynaklı bir kirlilik oluşacak, hem de ekosistem bozulacak.” dedi. Bozoğlu, dolgu sisteminin yaratacağı deprem riskine de dikkat çekerek, “Bunun en yakın örneğini Karadeniz Sahil Yolu’nda gördük. Düzce Deprem’inde genellikle dolgu yapılan bölgeler çöktü. Doğaya bu kadar müdahale etmemek gerekiyor, çünkü doğa hakkını geri alıyor.” diye konuştu.

Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi

Geçtiğimiz Mayıs ayı sonunda temeli atılan proje, aslında önceleri daha çok, yapılması düşünülen yeni köprüye verilecek isim ile kamuoyunda tartışıldı. Köprüye, Alevi katliamlarıyla bilinen Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in adının verilecek olması, İstanbul’un böyle bir köprüye ihtiyacının olup olmadığını, trafik sorununun böyle bir köprü-otoyol projesiyle çözülemeyeceğini ve bu proje sonucu, şehrin kalan son ormanlık alanının yok olacağı gerçekliğini bir anlamda gölgede bıraktı.

Köprü yapımı aleyhine çeşitli STK’ların açmış oldukları birçok dava var ve bu davalardan birinde, geçtiğimiz günlerde medyaya da yansıyan “bilirkişi raporu” oldukça ilginç bilgiler içermekte. Raporda, “Köprü etrafında eğer yerleşim yerleri oluşmazsa çevreye abartıldığı kadar zarar vermez. Köprü

yapılmazsa daha büyük çevre kirliliği olur.” denilerek, başlatılan talan projesi meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Hükümetin 2023 yılı hedeflerine de vurgu yapılan bilirkişi raporunda “Tuzla ve Gebze’deki sanayi faaliyetleri yereldeki ekolojiyi ve çevreyi tahrip ederken ülkenin ekonomik yönden büyümesinde ve ülke sanayisinin rekabet gücünü sürdürerek hayatiyetini devam ettirmesinde önemli bir fonksiyona sahip” iddialarına yer verildi.

Toplumun bu projeye talebi ve ekolojik etkileri tartışılmadan gündeme getirilen bu söz konusu köprü-otoyol inşaatı sonucu, 1.5 milyon dolayında ağacın kesileceği tahmin ediliyor.

Üçüncü Havalimanı Projesi

Yukarıda sözünü ettiğimiz Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu ile şehre bağlanacak üçüncü havalimanının, 150 milyonluk yolcu kapasitesi ile Avrupa’nın en büyük havalimanı olması düşünülüyor. Tıpkı köprü ve otoyol projesi gibi bu “dev projede de” yüzbinlerce ağaç kesilerek ciddi anlamda bir ekolojik tahribat oluşacak. Yeni havalimanı projesi, ihale rakamları anlamında da devasalık arz ediyor. Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle Cumhuriyet tarihinin rakamsal anlamdaki bu en büyük ihalesini (22 milyar 152 milyon Euro), Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kalyon konsorsiyumu kazandı. AKP hükümetinin “İstanbul’umuzu Avrupa’nın en devasa havalimanına kavuşturacağız” içerikli ve yapay ihtiyaç üretme amaçlı propagandası karşısında ise eski THY Genel Müdürü Cengiz Karlıtekin mevcut havalimanlarına pist takviyesi yapılarak yolcu kapasitesinin 150 milyona çıkarmanın mümkün olduğunu belirtti.

“Çılgın Proje”: Kanalistanbul

Bu devasa projelerin belki de en popüleri, bizzat Erdoğan tarafından kamuoyuna “Çılgın Proje” olarak tanıtılan Kanalistanbul Projesi. Tayyip Erdoğan’ın 2011 genel seçimleri öncesi, seçim vaadi olarak da ortaya attığı Kanalistanbul Projesi, gerçekleşmesi durumunda belki de, tam bir ekolojik felakete yol açacak. Okyanus bilimi uzmanı Prof. Dr. Cemal Saydam’a göre Kanalistanbul Projesi sonrası, Karadeniz’de tuzlanma artacak. Ayrıca Marmara’nın alt sularının oksijensiz kalması ve buna bağlı olarak hidrojen sülfür konsantrasyonun artması nedeniyle tüm İstanbul’u adeta bir çürük yumurta kokusu kaplayacak. Kanalistanbul’un açılmasıyla oluşacak adanın doğal kaynak suları, deniz suyuyla karışacak.

Kentsel Dönüşüm Projesi: Yıkımlar

Tayyip Erdoğan’ın “İktidarıma mal olsa bile mutlaka gerçekleştireceğim” diye nitelediği kentsel dönüşüm projesi, geçtiğimiz yıl Ekim ayında yapılan dinamitli yıkımlarla resmen başlatılmıştı.

İstanbul, Ankara, İzmir, İzmit, Adana, Diyarbakır başta olmak üzere birçok ilde gerçekleştirilmesi düşünülen proje kapsamında devlet ve inşaat şirketleri önemli bir rant sağlayacaktır. Bu projeyle insanların evleri yok pahasına satılacak, ardından ya ev sahipleri “ikna edilerek” ya da zorla evler yıkılacak. Yıkım ücreti de kişinin kendisinden tahsil edilerek, kişi TOKİ’ye borçlandırılacak. Evi elinden alınan insanlar şehrin dışından, banka kredisiyle uzun yılar ödemesi gereken bir borç yükünün altına sokulacak. Kentsel dönüşüm projesi şu anda İstanbul dışında, özellikle Ankara Dikmen ve Mamak’ta hızla uygulanmaya başlandı.

Geçtiğimiz günlerde söz konusu kentsel dönüşümün, Tayyip Erdoğan ve devlet erkanının da katıldığı üçüncü etabı, toplam 46 merkezde eşzamanlı olarak başlatıldı. Böylece “deprem riski” taşıdığı iddia edilen toplam 335 kamu binası ve 90 bin konutun yıkım işlemi gerçekleştirilecek.

Çamlıca Camii Projesi

Tayyip Erdoğan’ın kamusal bir ihtiyaç talebi ortaya koymaya bile gerek duymadığı ve bu anlamda salt bir “gösteriş arzusu” ile açıklanabilecek bu devasa cami projesiyle Çamlıca tepesindeki ağaçlık bölgeler yok edilecek. Yaklaşık 50 bin kişinin namaz kılabileceği ve 15 bin metrekarelik bir alana yapılacağı duyurularak tanıtılan cami projesi, 111 milyon 500 bin TL ihale bedeliyle de cami ihaleleri arasındaki rekorun sahibi.

“Asrın Projesi”: Marmaray

AKP tarafından dünyanın en önemli projelerinden biri olarak sunulan Marmaray Projesi, İstanbul Boğazı’nı denizin altından bir tüp geçitle birbirine bağlayacak bir raylı sistem çalışması. 2004 yılında temeli atılan hükümetin bu “dev projesinin” ihale bedeli, 2.5 milyar dolar. Proje inşaatının yer yüzeyinde devam ettiği dönemlerde Sirkeci ve Yenikapı inşaat bölgelerinde özellikle Bizans dönemine ilgili STK’larla projeye karşı çıkanlar Tayyip Erdoğan tarafından “Üç beş tane çanak çömlek, çatal kaşık bulundu diye bu dev hizmeti 4 yıl geciktiren kişiler” olarak lanse edilmişti.

AKP’nin bu “dev projesi” son olarak binlerce kişinin ölümüne neden olabilecek bir teknik hatanın yapıldığı konusuyla yine gündeme geldi. Gazeteci Necati Doğru’nun iddiasına göre, proje ihalesini kazanan Japon Taisei ve Türkiyeli şirketler Gama-Nurol ikilisi, tüp geçit inşaatında büyük bir hata yapmıştı. Tamamı 11 tünel olan projede, 11. tünelden başlamak üzere 7. tünele kadar proje yürütüldüğü, 7. tünelde yapıcı firma mühendislerinin 15 santimlik bir düşey sapma tespit ettiği ileri sürüldü. Söz konusu hatanın Ulaştırma Bakanlığı’nın İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne bildirildiği ve sorunun giderilmesi için hatanın meydana geldiği 7. tünelin tamamen sökülmesi gerektiği tespit edildi. Bunun maliyetini fazla bulan yüklenici şirket yetkililerinin sorunu dolgu yöntemiyle giderme yoluna gittiği belirtildi.

Mücadeleye Devam

Toplumun temiz su, hava ve ortak kullanım alanlarının gasp edilmesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu “dev projeler”, bizzat iktidar partisince üretilen yapay kamusal ihtiyaçlara dayandırılıyor. Bunların bilgileri, proje aşamasındayken topluma hizmet olarak kamuoyuyla paylaşılıyor, ardından toplumsal muhalefetten gelen tüm karşı çıkışlara kulak tıkanıyor. İleri aşamada ise, bu itirazları dillendirenler, hizmeti engellemek isteyen bozguncular olarak yaftalanıyor.

Geçtiğimiz Haziran ayında yaşanan Taksim Direnişi’nde verilen mücadele sonucu, Taksim Gezi Parkı’nın rant adına şirketlere talan ettirilmesi engellenmişti. Ancak AKP hükümetinin irili ufaklı daha birçok projesi bulunuyor ve bunların neredeyse tamamı, aleyhlerinde açılan davalarla da gündemde. Fakat bu talan politikalarının açılan davaların sonucu gelmesi umulan “adaletin” ötesinde, Taksim Gezi Parkı’nda olduğu gibi kararlılıkla yenilgiye uğratılacağı açıktır.

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Devasa Projeler Devasa Talan” Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/devasa-projeler-devasa-talan-emrah-tekin/feed/ 0
“Su : Devlet için Politika Kapitalizm için Fırsat,Halk için Yaşam” – Didem Erbak https://meydan1.org/2013/09/07/su-devlet-icin-politika-kapitalizm-icin-firsathalk-icin-yasam-didem-erbak/ https://meydan1.org/2013/09/07/su-devlet-icin-politika-kapitalizm-icin-firsathalk-icin-yasam-didem-erbak/#respond Sat, 07 Sep 2013 12:18:25 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/su-devlet-icin-politika-kapitalizm-icin-firsathalk-icin-yasam-didem-erbak/ Yaşadığımız coğrafyanın birçok bölgesinde devlet ve şirketler tarafından birçok santral projesi yapılmakta ve planlanmaktadır. Yaşamı yok eden enerjiye ve şirketlerin talanına karşı direnen halkın isyanını, mücadelesini, özellikle son yıllarda coğrafyanın birçok yerinde gördük, görmekteyiz. Kırsalda yaşayan bir insanın deresini almak, onun ağacını kesmek, havasını karartmak yani kısaca yaşamını elinden almaktır. Toprağı elinden alınan insanlar, yaşamanın […]

The post “Su : Devlet için Politika Kapitalizm için Fırsat,Halk için Yaşam” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yaşadığımız coğrafyanın birçok bölgesinde devlet ve şirketler tarafından birçok santral projesi yapılmakta ve planlanmaktadır. Yaşamı yok eden enerjiye ve şirketlerin talanına karşı direnen halkın isyanını, mücadelesini, özellikle son yıllarda coğrafyanın birçok yerinde gördük, görmekteyiz.

Kırsalda yaşayan bir insanın deresini almak, onun ağacını kesmek, havasını karartmak yani kısaca yaşamını elinden almaktır. Toprağı elinden alınan insanlar, yaşamanın oldukça zor olduğu şehirlere göç etmek zorunda bırakılırlar.

Bu yüzdendir yaşamları için direnen yaşlı kadınların HES’çi şirket önündeki nöbetleri, bu yüzdendir şirket görevlilerini kovalayan eli sopalı çocuklar. T.C devletinin yıllardır halkların kardeşliğine karşı yürüttüğü politikalar, bu yaşam mücadelesinin ortaklaşmasını engelleyemedi. Birbirine “düşman”mış gibi anlatılan Karadeniz halkı ve Kürt halkı, yaşam mücadelesinde şirketlere ve devlete karşı omuz omuza birlikte direndi.

Suyun Ötesi

Suyun berisinde talan projeleriyle yaşamlarımızı talan eden şirketler, suyun öte tarafında Yunanistan’da da talan projeleriyle yaşama yönelik saldırılarını sürdürüyorlar.

Yunanistan’ın Halkidiki bölgesinde devam etmekte olan, Kanadalı Eldorado şirketine ait altın madeni çalışmaları, yöre halkının mücadelesi ile karşı karşıya. Madenin kapatılmasını isteyen halk sokaklara döküldüğüne, şirketlerin koruyucusu devletin kolluk kuvvetinin saldırısına maruz kalmıştır. Halkidiki halkının yaşamına göz diken Eldorado şirketi aslında bize oldukça tanıdık geliyor. Çünkü aynı şirket Anadolu coğrafyasının batısında bulunan Kaz Dağları’na göz dikmiş ve çalışmalarına da başlamıştır. Yunanistan’ın, Avrupa’nın en fakir bölgesi olan Epirus bölgesinde bulunan, Arnavutluk’a kadar uzanan ve özellikle bölgedeki Vovousa köyünün yaşamı kaynağı olan Aoos Nehri’ne Terna–PPCR tarafından hidro elektrik santral yapılmak istenmektedir. Proje yapılırsa Arnavutluk’a akan nehrin yönü değiştirilerek Atina’ya doğru akması sağlanacak. Aslında bu bakımından proje sadece Yunanistan sınırları içerisinde olan yaşayanların değil, sınırın öbür tarafında olanları da oldukça etkileyecek. Bu projenin gerçekleşmesi her iki halkın da yaşamlarını etkileyecek ve belki de bu talan yine büyük şehirlere göçlerle sonuçlanacak.

Su Özgürse Yaşam Özgürdür

Halk için yaşamın kendisi olan su, devlet ve kapitalizm içinse politikadır. Aoos Nehri’nin yönünün değiştirilmesinin sözde halkın “yararına” olan taraflarını açıklayan Yunanistan devleti, “Su bizim suyumuz, kaynağı bizde, Arnavutluk’a niye aksın.” diyor. Devletin bu açıklamalarının nedeninin şirketlerle sürdürdüğü bir politika olduğu, görmezden gelinemeyecek bir gerçektir.

Bu politikanın bir başka örneğini T.C devletinin Suriye devleti ile işlettiği politikasında da görebiliriz. Suriye ile siyasi ilişkilerin iyi olmadığı bir evrede, T.C devleti barajların kapaklarını kapatarak Suriye topraklarına suyun gidişini engellemişti. T.C devleti, Suriye devletine “ders” niteliğindeki bu politikayı gerçekleştirirken, bu durumun asıl mağdurları bölgede yaşayan susuz kalan halk oluyor.

Şirketler de devletlerin bu politikasını bir fırsata dönüştürerek, “enerjiye ihtiyacımız var” bahanesiyle, bulduğu en küçük dereye bile enerji santrali yapmaya girişmekte, bunun için binlerce ağacın kesilmesine, bölge halkını göçe zorlayıp büyük kentlerde ucuz işgücü potansiyeli haline getirilmesine, bütününde ekolojik yaşamın geri dönülmez bir biçimde tahribata uğramasına neden olmaktadır.

Devletin bu alandaki politikaları zaman zaman şirketlerin çıkarlarıyla çelişiyor gibi görülse de, yeri geldiğinde medyayı, yeri geldiğinde yargıyı ve kolluk kuvvetlerini emirleri altında tutan bu güçler,

yaptıkları bu tahribata karşı çıkan yaşam savunucularını “terörist” olarak niteleyip susturmaya çalışıyorlar.

Oysa yalnızca halklar için değil tüm varlıklar için su, yaşamın kendisidir. Anadolu’dan Yunanistan’a, dünyanın her yerinde halkların yaşam için direnmesi ve mücadele etmesi kaçınılmazdır.

Yaşamlarımıza örgütlü bir şekilde saldıran devletlere ve kapitalizme karşı, bu mücadelenin ve direnişin deneyimlerini paylaşmaktan, daha da örgütlü mücadele yürütmekten başka şansımız yoktur.

 

Didem Erbak

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12.sayısında yayımlanmıştır.

The post “Su : Devlet için Politika Kapitalizm için Fırsat,Halk için Yaşam” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/su-devlet-icin-politika-kapitalizm-icin-firsathalk-icin-yasam-didem-erbak/feed/ 0
“Zındıktan Çapulcuya, Kemirgene : Efendinin Yaftaladıkları” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2013/09/07/zindiktan-capulcuya-kemirgene-efendinin-yaftaladiklari-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2013/09/07/zindiktan-capulcuya-kemirgene-efendinin-yaftaladiklari-ozlem-arkun/#respond Sat, 07 Sep 2013 10:40:17 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/zindiktan-capulcuya-kemirgene-efendinin-yaftaladiklari-ozlem-arkun/ Önce karşısındakine “Sus bre zındık!” diye bağırır padişah. Sonra döner vezirlere, der ki; “Tez kellesi alına!” Tanıdık geldi bu film sahnesi, değil mi? Padişahın tarafında olmadıkları için kellesi alınan zındıklar, filmlerdeki karakterlerden ibaret değiller elbette. Yüzyıllardır bu topraklarda, efendinin tarafında olmayanlar, zındık olmakla suçlanıp ötelendiler, hatta çoğu zaman öldürüldüler. Peki kimlerdi bu zındıklar, zındıklık da […]

The post “Zındıktan Çapulcuya, Kemirgene : Efendinin Yaftaladıkları” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Önce karşısındakine “Sus bre zındık!” diye bağırır padişah. Sonra döner vezirlere, der ki; “Tez kellesi alına!” Tanıdık geldi bu film sahnesi, değil mi?

Padişahın tarafında olmadıkları için kellesi alınan zındıklar, filmlerdeki karakterlerden ibaret değiller elbette. Yüzyıllardır bu topraklarda, efendinin tarafında olmayanlar, zındık olmakla suçlanıp ötelendiler, hatta çoğu zaman öldürüldüler.

Peki kimlerdi bu zındıklar, zındıklık da neydi?

Günümüzde sapkın ve dinsiz anlamında kullanılan “zındık” kelimesi, Zerdüşt ve Mani ile alakalı olarak ortaya çıkmıştı. Mani, Zerdüştîliğin kutsal kitabı Avesta’ya yazdığı yorumları içeren kitabına, Zend (Farsça: Yorum) adını vermişti. Araplar, Zend-Avesta (Avesta’nın Yorumu) da denilen Zend’e inanan anlamındaki “Zendî” kelimesini telaffuzlarına uydurarak, “zendîk” kelimesini türetmiştir. M.S. 260 civarında, resmen Mazdekizm’i benimseyen Sasani İmparatorluğu merkez yönetimi, bütün coğrafyanın inancını tepetaklak eden Maniheistleri, sapkın ve dinsiz ilan etmişti.

8. ve 9. yüzyıllardaki dini hareketleri araştıranlar, önce Maniheistlerin, sonra da Mazdekîlerin “zendîk” diye anıldığını vurgular. İslam ortaçağında, İslam dışındaki dinleri, dini akımları ve yandaşlarını (Maniheistler, Mazdekîler, Deysanîler, Marikalar, Zerdüştîler…) niteleyen bu kelime, 10. ve 11. yüzyıllardan itibaren İslam’da ortaya çıkan Sünnilik dışı bütün mezhepleri kapsayacak şekilde kullanılmıştır.

Sünnilik dışı her türlü “şüpheli” inancı; aslında inanç, devlet ve toplum düzeni için tehlikeli olduğuna inanılan her türlü fikri ve dini eğilimi anlatan bir terim olmuştur. Türkçe’ye “zındık” olarak geçmiştir.

Emevilerden Sasanilere, Selçuklulardan Osmanlılara kadar, zındıklıkla yaftalananlar incelendiğinde, ortaya çıkar ki mesele her zaman din, inanç değildir, politik ya da başka sebeplerle de zındık denilerek yaftalanmıştır insanlar.

Efendilerin tarzı bu!

Evet, aslında efendilerin geleneksel tarzı budur. Kendinden olmayan herkesi, tek potada eriterek yaftalamak.

Son 30 yılın yaftaları denince, akla en başta “Allahsız gomunis”, “moskof”, “moskof uşağı” gelir. Bu yaftaları dillendiren efendiler için, karşısındakinin Allahsız, Moskova’lı ya da uşak olması değildir mesele. Uşak olmayı reddedenleri, yeni bir “zındıklık” konumuna düşürerek -geleneklerinden gelen deneyimle- kısa yoldan ötelemektir. Sonrasında –yine geleneklerinden gelen deneyimle- cezalandırmak elbette…

Günümüze gelecek olursak, şimdiki efendiler daha yaratıcı olsa gerek; ayda bir yeni yafta buluyorlar. Terörist, radikal, tinerci, eşkıya, marjinal, çapulcu, kemirgen ve daha neler neler… 1 Mayıs 2013’te sokağa çıkanlar marjinal, Taksim’de başlayıp dört bir yana yayılan isyan hareketinin parçası olanlar çapulcu, mahalle forumlarında şirketlere boykot kampanyaları örgütleyenler ise -kutsal devlet gemisini ekonomik anlamda batırmak amacıyla kemirdikleri iddiasıyla- kemirgen olmakla yaftalandı.

Genelde efendilerin, karşısındakileri toplum gözünde itibarsızlaştırmaya yönelik kullandıkları bu yaftalar, son zamanlarda sahipleniliyor karşısındakiler tarafından. Kelime, anlamıyla olmasa da, kazandığı anlamla sahipleniliyor. Kimi zaman eşkıya oluyoruz, kimi zaman çapulcu. Toplumun tarif edilen kısmı eşkıyaysa, çapulcuysa, çıkıp “Hepimiz eşkıyayız!” sloganları atmaktan çekinmiyoruz.

Ancak, ısrarla belirtmek gerekir ki; efendiler, önümüzdeki günlerde, kendinden olmayanlara lafın gelişi “sandalye” dediğinde, “Hepimiz Sandalyeyiz!” yazılı dövizlerle, “Sandalyeni Kap Gel!” kampanyası örgütleyecek olanları da tanımayız etmeyiz.

Özlem Arkun

 [email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır. 

The post “Zındıktan Çapulcuya, Kemirgene : Efendinin Yaftaladıkları” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/zindiktan-capulcuya-kemirgene-efendinin-yaftaladiklari-ozlem-arkun/feed/ 0