SAYI 21 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 28 Jun 2021 09:13:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Kasaları Doldurmak İçin Yaşamı Boschaltan Teknoloji” – Alp Temiz https://meydan1.org/2015/02/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kasalari-doldurmak-icin-yasami-boschaltan-teknoloji-alp-temiz/ https://meydan1.org/2015/02/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kasalari-doldurmak-icin-yasami-boschaltan-teknoloji-alp-temiz/#respond Tue, 10 Feb 2015 19:00:48 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kasalari-doldurmak-icin-yasami-boschaltan-teknoloji-alp-temiz/ Robert Bosch Gmbh, şu anda 60 ülkede, 350 yan kuruluşuyla faaliyet gösteriyor; şirketin bünyesinde 306 bin kişi çalışıyor. 150 ülkeye satış yapıyor ve yılda ortalama 60 milyar dolara yakın gelir elde ediyor. Eğer R. Bosch ve devamcıları, kapitalist sistem içerisinde ödemeleri para ile değil “güvenle” almış olsalardı; sizce 1886 yılında, Stuttgart’da Robert Bosch tarafından kurulan […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Kasaları Doldurmak İçin Yaşamı Boschaltan Teknoloji” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Robert Bosch Gmbh, şu anda 60 ülkede, 350 yan kuruluşuyla faaliyet gösteriyor; şirketin bünyesinde 306 bin kişi çalışıyor. 150 ülkeye satış yapıyor ve yılda ortalama 60 milyar dolara yakın gelir elde ediyor. Eğer R. Bosch ve devamcıları, kapitalist sistem içerisinde ödemeleri para ile değil “güvenle” almış olsalardı; sizce 1886 yılında, Stuttgart’da Robert Bosch tarafından kurulan küçük atölye bu denli büyüyebilir miydi? Bu sorunun cevabını bulmak için, bugünkü “sosyal sorumluluklu kapitalizm” in yaratıcılarından olan, nam-ı diğer “hayırsever iş adamı” hatta kimileri tarafından “kızıl Bosch” olarak anılan R. Bosch’un yaşamına ve yaptıklarına bir bakmak gerekiyor.

Evet, R. Bosch’un fabrikalarında çalışan işçiler, Almanya’da 1918’te yasalaşan, “8 saatlik iş günü” hakkını 1906’da almışlardır. Fakat yine aynı Bosch’tur ki, “1913’te sonu gelmeyen grevlerle baş edemeyince o güne kadar girmeyi reddettiği söylenen işverenler birliğine katılıverip, sınıf ortaklarıyla beraber işçileri nasıl dize getirebileceklerinin hesabını tutmuşlardır. Ne hikmetse, I. Dünya Savaşı’ndan sonra savaş için yaptığı üretimlerle, şirket biraz daha büyümüştür. Nazi karşıtlığı dillere destan olan şirketin fabrikalarında zorla çalıştırılan, Naziler tarafından tutsak edilen 20.000 köleden pek kimse bahsetmemektedir”.

bosch

Az Enerji, Bol Kazanç!

Son dönemdeki ”tüketici” eğilimlerini iyi hesaplayan, hatta yaptığı kimi kampanyalarla bunları yönlendiren Bosch epey uzun bir süreden bu yana, “kapitalist” pazarın yeşil kısmına oynuyor! Az enerji tüketen beyaz eşyalar, küçük ev aletleri gibi ürünleri satın alarak, her geçen gün biraz daha yıkıma sürüklenen dünyayı, kapitalist yaşam biçimini değiştirmeden kurtarabileceğine inanan insanları yakalamaya çalışıyor. Yerel ekoloji mücadelelerini baltalamak konusunda bir hayli deneyimli olan ve katil şirketlerle iş ortaklığı yaptığı aşikar olan TEMA Vakfı’yla (Bknz. “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf, Meydan Gazetesi 21. sayı) beraber gerçekleştirdiği projelerden biri aslında buna iyi bir örnek: Bosch’tan alınan her bir yoğuşmalı kombi karşılığında TEMA da müşteri adına dokuz ağaç dikiyor. Aslında şirket bu yolla hem insanların, kapitalizmi karşısına almadan ekolojik meseleleri çözdüğünü sanmasını sağlarken, hem de bir ürün çeşitlendirmesi yaparak “ekolojik ürün” paketleriyle servetine servet katıyor! Belki de, az enerji tüketen yoğuşmalı kombi alarak, küresel ısınmayı durdurabileceğini düşünen “kahramanlar”ın şu soruları sorması, meseleyi, biraz daha berraklaştırır: Bu ekolojik ürünler üretilirken ne kadar enerji harcanıyor; harcanan enerji hangi HES’ten hangi RES’ten ya da hangi nükleerden geliyor? Asya’da, Avrupa’da ve Amerika’da, bu ekolojik ürünleri üretirken kaç işçi sömürülüyor; işçilerden kaçı fazla mesailerde ömür tüketiyor? Bu ekolojik ürünlerde kullanılan madenler için kaç Afrikalı, yerinden yurdundan ediliyor; kaç kişi madenlerde ya da yaratılan suni savaşlarda sakatlanıyor ya da yaşamını yitiriyor? Ve en önemlisi, bütün bu geçici önlemlerle ve suni yeşil çözümlerle, var olan yaşamsal krizin ne kadar önüne geçilebileceği düşünülüyor?

Nükleer Dışarı, Rüzgar İçeri!

Kapitalizm için enerjinin önemi yadsınamaz. Devasa endüstriler, yine devasa enerji kaynakları olmadığı sürece işlemez, işleyemez. Kapitalistlere göre “insanların sınırsız ihtiyaçları vardır” ve bunlar ancak “sınırsız enerji” ile karşılanabilir. Fakat doğada “sınırsız” hiçbir şey yoktur. Bu yüzden kapitalistler ve onların Truva atları STK’lar “sınırsız” yerine “sürdürülebilir” ve “yenilenebilir” diyerek, asıl amaçlarını gizlemeye çalışırlar!

Şirketler, nükleer ve termik santrallerin yerini alabilecek olan güneş panellerinin ve rüzgar tribünlerinin sorunu ortadan kaldıracağını söylerken, aslında örtük olarak da kapitalizmin tüketim makinesinin önündeki sınırları kaldıracağını anlatırlar. Madem sınırsız ihtiyaçlar, sınırsız enerji ile karşılanabilir; peki o zaman, kurulan, kurulması planlanan ve yapımı halen devam eden bu enerji santrallerinin “sınırı” nedir? Kilometrelerce uzanan devasa güneş panelleri, dev rüzgar tribünlerinden oluşan enerji tarlaları, HES’ten ya da nükleerden ne derece daha zararsızdır? (Ayrıntılı bilgi için Bknz. “Rüzgar da Güneş de Kapitalizme Yetmez”- Patika Ekokoloji Dergisi 1. sayı) Bu santraller nerelerde kurulmuş, ne gibi sonuçlar doğurmuştur? (bknz. İzmir – Karaburun)

Tabii ki, böylesine karlı ve yeşil projeler bu kadar revaçtayken, Bosch da bu fırsatı kaçırmadı ve yeni “enerji sektörü”nde yerini almaya başladı bile. Şirket, National Geographic ile beraber yaptığı küresel iklim değişikliği çalışmalarının reklamlarında nükleeri kötüleyip, yerine rüzgar enerjisini koydu. Ama tabi ki “hayırsever”, “kızıl”, “yeşil” ve “güvenilir” olan Bosch’un yaptığı yalnızca bu reklamlar değildi; Bursa’daki BoschRexroth fabrikasıyla şirket, “rüzgar tribünleri” için elektronik ve metal aksam üretimine çoktan girişmişti bile.

Doğayı “Savunmak”tan, “Savunma” Sanayisine

Doğayı savunmak konusunda, bir hayli “güvenilir” görünen Bosch, sadece bu konuda değil dünyadaki devletlerin savunulmasında da oldukça “güvenilir” olsa gerek ki, savunma sanayi içinde üretim yapıyor. Defence Manufacturers Association (Savunma Sanayi İmalatçıları Birliği) üyesi olan Bosch, anlaşılan I. Dünya Savaşı’nda ve Hitler Almanya’sında kazandığı deneyimi, bugün ezilen halklar üzerinde kullanan orduların hizmetine sunuyor. Bosch, savunma sanayi için misyonunu tariflerken “Üreticiler, Savunma Sanayi Bakımcıları, tedarikçileri ve askeri tesisler için servis endüstrisinde küresel ölçekte tercih edilen olmak” diyor ve bu sanayiye özel araçlar ve tamir servisleri, bakım servisleri, araç tasarımı ve mühendislik, GPS ve yön bulma, askeri standartlarda paketleme gibi mal ve hizmetleri üretiyor. Bununla da kalmıyor adeta bir “güven” timsali olan Bosch, yaşamlarımızı daha “güven” içerisinde geçirelim diye, okulları, iş yerlerini, hapishaneleri sokakları yani neredeyse tüm alanlarımızı MOBESE sistemleri ile kuşatan devletlere ve kapitalistlere CCTV (kapalı devre kamera sistemleri) üretiyor.

“Kızıl” da Olsa, Patron Patrondur!

Sözüm ona “Kızıl Bosch”un işçi meselesi hakkındaki, kabahatleri de azımsanmayacak ölçüde kabarık. 2006 yılında Berlin’de bulunan Bosch-Siemens bulaşık makinesi fabrikasında, ücretlerinde, kesinti yapılmak istenen yüzlerce işçi greve çıkmış, bunun üzerine fabrikanın belirli bölümlerinde üretimi durduran şirket, işçileri fabrikayı kapatmakla tehdit etmişti. İşçilerin kararlı direnişi sonrasında geri adım atan şirket, talepleri kabul etmek zorunda kalmıştı.

Yine geçtiğimiz sene benzer bir olay Hindistan’da yaşandı. 350’si taşeron, toplam 2600 işçi daha iyi koşullar, sosyal haklar ve ücret artışı talepleri ile greve gitmişti. Bosch yönetimi grevi tanımayarak, yapılanın yasa dışı olduğu duyurup, polisleri grevcilerin üzerine salarak birçok sendikacıyı ve işçiyi tutuklatmıştı. Görüldüğü üzere, yoksul bölgelerde daha gaddar bir tutum sergileyen Bosch, bu topraklarda da Bursa’da faaliyet yürüten, BoschRexroth şirketinde çalışan işçilere de farklı davranmadı; Türk-Metal’den ayrılıp, Birleşik Metal-İş Sendikası’na katılmak isteyen birçok işçiyi tehdit eden şirket yönetimi, sonrasında Birleşik Metal’e üye oldukları gerekçesi ile de birçok işçiyi sudan sebeplerle işten çıkarmıştı.

Kapitalizmde, büyüyen ve her geçen gün daha büyük paraya ve güce sahip olan tüm şirketlerin tarihi kanla yazılmıştır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur nihayetinde kapitalizmin tarihi, katil şirketlerin tarihidir. Burada şaşırılması gereken bir şey varsa, nükleere “karşı”ymış gibi yapıp, enerji pazarına rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi ile girmeye çalışan; işçi haklarına saygılı olduğunu söyleyip, yaşadığımız topraklarda, Hindistan’da ve Almanya’da işçileri kapı önüne koymakta ve onların haklarını gasp etmekte bir sakınca görmeyen; doğa dostu ve barışçılığı diline pelesenk edip, savaş sanayine üretim yapan ve şehirleri devasa bir açık hava hapishanesine dönüştüren MOBESE sistemlerini üreten bir şirketin “güvenilir” olarak anılmasıdır. Fakat, bir bakıma bu doğrudur, Bosch kapitalizmin sürdürülebilirliğini sağlamak, işçilerin katledilmesi ve doğanın talan edilmesi işlerini “iki yüzlü” yöntemlerle yapmak konusunda güvenilirdir! Yani, yazının başında geçen R. Bosch’un sözü, aslında şu anlama gelmektedir: “İnsanların güvenini kaybedip para kaybetmektense, insanların güvenini kazanıp daha çok para kazanmayı yeğlerim. “

 

 

Kaynakça :

ttp://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Bosch_GmbH#Security_systems

http://www.dailymail.co.uk/news/article-2663635/Revealed-How-Nazis-helped-German-companies-Bosch-Mercedes-Deutsche-Bank-VW-VERY-rich-using-slave-labor.html

http://government.service-solutions.com/

http://nationaldefensemegadirectory.com/Listing/Company/Logistics_Transportation_and_Manufacturing/Welding_Supplies/407435

http://www.boschrexroth-us.com/country_units/america/united_states/sub_websites/brus_brh_i/en/industries_sm/land_systems_special_technology/index.jsp;jsessionid=abcgesbATss_mdk60Zfqu

https://libcom.org/history/interview-bosch-siemens-worker-2005

http://www.boschrexroth.com/tr/tr/industries_18/mobil_applications_87/windenergy_5/windenergy_3

http://www.encyclopedia.com/topic/drive.Robert_Bosch_GmbH.aspx

 

Alp Temiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Kasaları Doldurmak İçin Yaşamı Boschaltan Teknoloji” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kasalari-doldurmak-icin-yasami-boschaltan-teknoloji-alp-temiz/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (10) : İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme III – Deirdre Hogan https://meydan1.org/2014/10/11/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-10-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-iii-deirdre-hogan/ https://meydan1.org/2014/10/11/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-10-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-iii-deirdre-hogan/#respond Sat, 11 Oct 2014 11:03:11 +0000 https://test.meydan.org/2014/10/11/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-10-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-iii-deirdre-hogan/ İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme-III Deirdre Hogan Zorluklar ve Zayıf Yanlar Kapsam Kırsal bölgelerde süren devrim, endüstriyel alanlardaki kolektif ortaklıklardan daha ileri bir düzeydeydi. Tarımsal ortaklıkların birçoğu “herkesten kabiliyetine göre, herkese ihtiyacı kadar” şiarıyla bir anarşist komünizm kademesine ulaşmayı başardı. Hem tüketim hem üretim kolektifleştirildi. “Buralarda yaşam standardı ve gelir düzeyinde maddi bir farklılığa rastlanmıyordu, ayrık […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (10) : İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme III – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisinde, önceki sayılarımızda iki bölümünü yayınladığımız Deirdre Hogan’ın “İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme” yazısının son bölümüyle devam ediyoruz.
Yazının son bölümünde, İspanya Devrimi sürecinde kolektifleştirme sürecinde karşılaşılan zorluklar, kent ve kır ekonomilerinin dönüşümlerindeki farklılıklar, toplumsal muhalefetin anarşist olmayan kesimleriyle toplumsal devrim sürecinde karşılaşılan pratik sorunlar anlatılmaktadır.
Ayrıca bu sorunların devrim sürecineve özelde ekonomik dönüşüme olan etkileri üzerinde duruluyor.
Önceki iki bölümle beraber değerlendirmenin yer aldığı sonuç bölümüyle noktalanan yazı, toplumsal devrimin ekonomisinin ne olabileceği yönünde ayrıntılıbir çalışma olması adına önem taşıyor.

İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme-III

Deirdre Hogan

Zorluklar ve Zayıf Yanlar
Kapsam
Kırsal bölgelerde süren devrim, endüstriyel alanlardaki kolektif ortaklıklardan daha ileri bir düzeydeydi. Tarımsal ortaklıkların birçoğu “herkesten kabiliyetine göre, herkese ihtiyacı kadar” şiarıyla bir anarşist komünizm kademesine ulaşmayı başardı. Hem tüketim hem üretim kolektifleştirildi. “Buralarda yaşam standardı ve gelir düzeyinde maddi bir farklılığa rastlanmıyordu, ayrık grupların birbiriyle çatışan çıkarları yoktu.” [19] Şehir ve kasabalarda yapılan kolektifleştirme bu seviyede değildi.
Kapitalist para ekonomisinin unsurları, burjuvazinin önemli bir kısmı ile birlikte devlet kurumları ve geleneksel siyasi partiler varlıklarını sürdürüyordu. Kolektifleştirme, işçilerin işyerlerindeki öz-yönetimleri ile sınırlıydı. İşçiler fabrikaları işletiliyor, malları satıyor ve karı paylaşıyordu fakat bu işyerleri kapitalizm çerçevesinden bağımsız değildi.
Gaston Leval, endüstriyel kolektifleri bir çeşit “kapitalizm ve komünizm arasında sıkışmış bir öz-yönetim” olarak tanımlıyor ve “Devrim kendini tamamen sendikalarımızın vizyonu ile genişletseydi böyle kalmazdı.” diyordu. [20]
Ne oldu… ?
Sendika üyeleri fabrikalarda yönetimi ele geçirip kolektifleştirme yaparken bu kazanımlar politik olarak birleştirilemedi. Devrimin kendini genişletememesinin ana sebebi buydu. Devrim patlak verdiğinde sınıfsal işbirliği (antifaşist birlik) adıyla meşrulaştırılan devlet, varlığını devam ettirdi. Böylece, fabrikaların ve sokakların kontrolü işçilerde olmasına karşın, devletin devrime karşı hareket etme ve iktidarı geri alma kabiliyetine sahip olana kadar yavaş yavaş gücünü topladığı, ikili bir iktidar dönemi yaşandı. Devrimin ekonomik eksiklikleri: Finansal sistemin kolektifleştirilmemesi, kolektifleştirmelerde İberya genelinde bir birlik olmaması, endüstriyel kolektiflerin kendi koordinasyonlarının ötesine gitmemesi; ayrılmaz biçimde bu büyük politik hataya bağlıdır.
İhtiyaç temelli üretime, üretim araçlarının ve üretilenin ortak kullanımına dayalı anarşist komünizmi başarmak için kapitalist finans sisteminin tamamını değiştirmek ve onun yerine, tüm işgücünün federatif birliğine dayalı kolektif bir ekonomi ve bu ekonominin tümüne ilişkin kararların alınabileceği ve koordinasyonu sağlayacak federal bir yapının kurulması gerekiyordu. Hükümet ve kapitalist pazar ekonomisi yerine bu yeni ekonomik ve siyasi örgütlenmenin gelmesi gerekiyordu. Kropotkin’in söylediği gibi, “yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi, yeni bir siyasi yapılanma biçimine ihtiyaç duyar.” [21] Fakat kapitalist siyasi yapı –devlet gücü- durduğu sürece, yeni ekonomik örgütlenme gelişemedi ve ekonominin bütünsel koordinasyonuna girişilmedi.
Karşı Devrim
Farklı sosyal sınıflardan yayılan sosyal akımların yarattığı çelişkili unsurlar ve muhalefet, endüstriyel kolektiflerin tarımsal kolektiflerle aynı şekilde ilerlemesini engellendi.[22] Örneğin bir endüstri kenti olan Alcoy’da sendika istisnasız tüm endüstrileri anında kontrol altına aldı ve üretimi mükemmel bir şekilde örgütledi.
Fakat Leval’ın belirttiği gibi: “Diğer yerlerde de olduğu gibi, zayıf nokta dağıtımın örgütlenmesiydi. Tüccarlar ve siyasi partilerin hepsi tümüyle kolektifleştirilme tehdidi karşısında telaşa düştüler ve bu “fazla devrimci” programla savaştılar. Bu muhalefet olmasa daha iyisini yapmak mümkün olurdu… Çünkü sosyalist, cumhuriyetçi ve komünist politikacılar başarımızı engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Bunu eski düzeni geri getirmeye ya da ondan kalanı korumaya kadar vardırdılar.” [23] Karşı-devrimci güçler İberya’da yaşanan devrimci değişikliklere karşı birleştiler ve devletin gücünü kullanarak kolektiflere saldırdılar. Devlet başından beri altın rezervleri gibi bazı kaynakların kontrolünü ele geçirmişti. Cumhuriyetçi devlet, altın rezervleri ve kredi üzerindeki tekeli sayesinde ekonominin bazı unsurlarını işçi sınıfının kontrolünden çıkarabildi ve böylece devrimin ilerlemesini baltaladı.
Katalan Hükümeti Ekim 1936’da, kolektifleri kontrol altına almak, kapsamlarını daraltmak, işçi sınıfının ekonomik birliği sağlamak ve tüm ekonomiyi alttan yukarı düzenlemek için yaptığı hamlelere karşı koyabilmek için, Kolektifleştirme Kararnamesi’ni yayınladı. Kolektifleri “yasallaştıran” kararname, her bir atölyenin ve fabrikanın, ürettiklerini bağımsız olarak satmasını şart koşarak, anarşist komünizme doğru gelişmelerini engellemiştir.
Devlet kararname ile Ekonomi Bakanlığı’na bağlanan idare komiteleri üzerinden kolektifleri kontrol etmeye çalıştı. Ayrıca kararname, sadece 100 veya daha fazla işçisi olan fabrikaların kolektifleştirilmesine izin veriyordu.
Daha önce bahsi geçtiği gibi, C.N.T militanları işyerleri arasında daha iyi bir koordinasyon için uğraşırken bu sistemle savaştı. Yayınlarında, sendika ve kolektif toplantılarında yoldaşlarını kısmi kolektifleştirmenin tehlikelerine, üretimin kontrolünü tümüyle kendi ellerinde tutmalarının gerekliliğine ve Kolektifleştirme Kararnamesi’nin yaratmaya çalıştığı işçi bürokrasisini yok etmeye ikna etmeye çalışıyorlardı. Kısmen başarılı oldular ve endüstriyel kolektifler toplumsallaşmaya başladı. Fakat hammadde temin etmekte gittikçe artan sıkıntıların yanı sıra karşıdevrimcilerin saldırılarına maruz kaldılar. Bu saldırılar arasında kır-kent takaslarının kasti olarak engellenmesi, devlet kontrolüne girmeyi kabul etmeyen kolektiflerin, hatta savaş endüstrisinde olanların bile, sistematik olarak işletme sermayesi ve hammaddeden mahrum bırakılması vardır.
Daha sonra Mayıs 1937’te, hükümet birliklerinin Barselona’da telefon santralini kontrol eden CNT gibi kentsel kolektiflere karşı harekete geçmesiyle sokak çatışmaları patlak verdi. 1938 ağustosunda, savaşla ilgili tüm endüstriler tamamen hükümet kontrolüne girmişti.
“Kolektifleri zayıflatan her saldırıda, üretkenlik ve moral önemli ölçüde düştü: İspanyol Cumhuriyeti’nin 1939’da Franco güçlerine yenik düşmesinde bu da etkili olmuştur.” [24]
Sonuç
İberya’daki devrim, endüstri alanında sınırlı kalmasına rağmen, işçi sınıfının, patronlar ve yöneticiler olmadan fabrikaları, atölyeleri ve kamu hizmetlerini başarılı bir şekilde işletebileceğini açıkça göstermiştir. Kararların tabandan yukarı alındığı anarşist örgütlenme yöntemlerinin, birçok farklı şehir ve kasabada bulunan binlerce işçinin koordinasyonunu gerektiren büyük ölçekli sanayilerde etkin bir şekilde işleyebileceğini kanıtlamıştır. Devrim bize ayrıca şunu; sıradan insanların kendi hayatlarını kontrol etmeye başladıklarında kazandıkları yaratıcı ve yapıcı gücü göstermiştir. İberya işçi sınıfı savaş boyunca üretimi sürdürmekle kalmadı, aynı zamanda üretimi arttırdı. İşyerlerindeki çalışma koşullarını iyileştirdiler, yeni üretim teknikleri ve süreçler yarattılar. Faşizme karşı savaşı mümkün kılan bir savaş endüstrisini yoktan var ettiler. Devrim ayrıca kapitalizmin ürettiği rekabet ortamı olmadan, endüstrinin çok daha rasyonel bir şekilde çalışabileceğini gösterdi. Son olarak, örgütlenerek ilham almış bir işçi sınıfının toplumu dönüştürme gücünü kanıtlamıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (10) : İspanya Devrimi’nde Endüstriyel Kolektifleştirme III – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/10/11/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-10-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-iii-deirdre-hogan/feed/ 0
21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf TEMA” – Alp Temiz https://meydan1.org/2014/09/22/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-milyonlari-dozerle-goturen-vakif-tema-alp-temiz/ https://meydan1.org/2014/09/22/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-milyonlari-dozerle-goturen-vakif-tema-alp-temiz/#respond Mon, 22 Sep 2014 18:01:49 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/22/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-milyonlari-dozerle-goturen-vakif-tema-alp-temiz/   TEMA İzmir temsilciliğinin kapatılmasını konu alan haber ilk kez 26 Temmuz 2014 tarihinde Özer Akdemir tarafından kaleme alınarak yayınlandı. Haberde ağırlıklı olarak TEMA gönüllülerinin yaşadıkları hayal kırıklığı ve temsilciliğin kapatılmasına dek verdikleri emeğin boşa çıkmasından hayıflanmalarına yer verilmişti. Haber pek çok zeminde tartışılmış, birkaç gün sonra da TEMA tarafından bir açıklama yapılmasına sebep olmuştu. […]

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf TEMA” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

TEMA İzmir temsilciliğinin kapatılmasını konu alan haber ilk kez 26 Temmuz 2014 tarihinde Özer Akdemir tarafından kaleme alınarak yayınlandı. Haberde ağırlıklı olarak TEMA gönüllülerinin yaşadıkları hayal kırıklığı ve temsilciliğin kapatılmasına dek verdikleri emeğin boşa çıkmasından hayıflanmalarına yer verilmişti. Haber pek çok zeminde tartışılmış, birkaç gün sonra da TEMA tarafından bir açıklama yapılmasına sebep olmuştu.

TEMA İzmir Temsilciliği Neden Kapatıldı?

İzmir’de 15 yıldır çalışma yürüten, ismi gizlenen bir TEMA gönüllüsü, temsilciliğin kapatılmasının yaptıkları bir protesto eyleminden kaynaklandığını şu sözlerle ifade ediyor:

“İki yıl önce Karaburun’daki RES bilgilendirme toplantısına İzmir TEMA’nın katılması için, şirketin araba göndereceğini bildirdiler bize. Biz kabul etmedik. Üstelik kendi imkânlarımızla bir minibüs tutup, gittik. Ve Yaylaköy’de halkın arasına karışarak şirkete bilgilendirmeyi yaptırmadık. Ve protesto ettik. Şirket sahibi Ersin Özince’ydi. TEMA Mütev3eğil, ilçe temsilciliklerinin de neden kapatıldığını açıklıyor:

“Urla’daki RES bilgilendirmeyi de Urla TEMA protesto etti. Şimdi Urla, Karaburun ve Cunda’daki RES Şirketleri Rona Yırcalı’ya ait. Rona Yırcalı, TEMA Mütevelli Heyeti Üyesi”

“TEMA’sının Avukatı”

Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santrale TEMA’nın çevreci sorumluluğu gereği karşı çıkacağını düşünen Gönüllü, TEMA’nın fedakâr avukatlarının da Akkuyu Nükleer Santrali’ni durdurmak için dava açması gerektiğini varsayıyor. TEMA’nın avukatı Ömer Aykul’a umutla “TEMA dava açtı mı?” diye soruyor. Avukatın verdiği cevabı aktaran Gönüllü, şaşkınlığını “Ömer Bey ‘Başvuru zamanını geçirdik’ diye cevap verdi. Akkuyu’nun ihalesine giren Türk şirketlerinden biri Tekfen Holding idi ve Tekfen Holding, TEMA’nın diğer kurucusu Nihat Gökyiğit’e ait” sözleriyle ifade ediyor.

Basında ve sosyal medyadaki haberlerden rahatsız olan TEMA, birkaç gün sonra, internet sitesi yoluyla bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ne var ki açıklamada yer alan “26 Temmuz 2014 tarihinde İzmir TEMA Temsilciliği’nin kapatılmasına yönelik çıkan habere ilişkin kamuoyunu doğru bilgilendirmek adına konuya açıklık getirmek isteriz.” sözleri ile TEMA, adeta söyleyeceği yalandan önce kendini ele vermiştir.

“TEMA Vakfı, toprak başta olmak üzere tüm doğal varlıklara sahip çıkarak ülke çapında yaygın savunuculuk çalışmaları yürütmektedir. Vakıf, doğal varlıklar üzerinde tehdit oluşturacak faaliyetlerin iptaline yönelik hukuki mücadelesine devam etmektedir.”1 sözleriyle güya Gönüllü’nün iddiasını yalanlamaya çalışan TEMA -çok zor değil, verdiği referans tıklandığında ulaşılan- “TEMA’nın müdahil olduğu davalar” sayfasında Gönüllünün iddiasını doğruluyor:

“Mersin’de Nükleer Enerji Santrali yapımını da içeren 1/100.000.lik Mersin-Karaman Çevre Düzeni Planı tadilatının kısmen iptali için yürütmeyi durdurma istemli olarak 30.09.2011 tarihinde dava açılmıştır. (Danıştay 6. Daire E.2011/8101) Davada süreaşımı nedeniyle ret kararı verilmiştir. Karar temyiz edildiğinden henüz kesinleşmemiştir.”2

Açıkça görüldüğü gibi “TEMA’sının avukatı”, mütevelli heyetindeki patronlarını korumak için dava açmayı “unutuvermiş”. Tabii TEMA’nın çevreciliğine de halel getirmemek lazım ki itiraz günü geçmesine rağmen göstermelik bir dava açıvermiş. Kendisine davanın gidişatına dair soru soran gönüllülerin nabzına uygun şerbet vermek için de “süreaşımı nedeniyle ret kararı”na rağmen göstermelik bir de temyiz başvurusu yapmış. Temyiz henüz karara bağlanmamış ancak sonucunun yine ret olacağı ortada. Sonuçta TEMA’nın avukatı, şişi de kebabı da yakmadan işi kotarmış.

Truva Atı TEMA

Vakıf, açıklamasının en büyük yalanını ise şu cümlelerle belirtmiştir:

“Hangi meslek grubundan olursa olsun hiç bir Mütevellimizin, Yönetim Kurulu üyemizin veya gönüllümüzün kendi çıkarlarına göre Vakfı yönlendirilmesi söz konusu dahi olamaz. Böyle bir teşebbüs de bugüne kadar yaşanmamıştır.”

Değil böyle teşebbüs, bire bir deneyimler dahi, TEMA’yı az çok tanıyan herkesin hafızasında halen tazeliğini korumaktadır.

TEMA bugüne dek mütevelli heyetinde yer alanlardan yalnız Nihat Gökyiğit’in Karaburun’daki RES’lerini örtbas etmeye çalışmamıştır. TEMA; Rahmi Koç’un Koç Üniversitesindeki orman katliamını, Orhan Yavuz’un Loç Vadisi’ndeki orman katliamını ve HES projesini, Asım Kocabıyık’ın Aksu Vadisi’ndeki dere katliamını ve HES projesini ve daha pek çok katliamı örtbas etmiştir. TEMA, aslında mütevelli heyetindeki patronların karşısına çıkacak muhalefeti öngörerek yaşam savunucularının mücadelesini yıpratmak, yönlendirmek ve etkisizleştirmek için kurulmuş bir Truva Atı STK’dır.

TEMA Gönüllüleri Yönetim Kurulundan Onay Almadan Hiçbir Şey Yapamazlar

TEMA’nın Yönetim Kurulu; Mütevelli Heyeti’nin taşeronudur. Yönetim Kurulu üyelerinin, Mütevelli Heyeti ile aile ilişkileri olması ya da şirketlerinin çalışanları olması tesadüfi değildir.

Dahası, Mütevelli Heyeti TEMA’nın sembolik bir kurucu heyeti değil, aynı zamanda işleyiş ve idaresini biçimlendiren ve yürüten asıl yapıdır.

Vakıf, yönetim kurulu onayı olmaksızın, üyelerinin ve gönüllülerinin herhangi bir açıklama, bilgilendirme veya etkinlik gerçekleştiremeyeceğini “Kurumsal Yönetim Beyanı” kitapçığında şöyle belirtmiştir:

“Vakıf tarafından yapılacak her tür kamu açıklaması ve verilecek her tür haber bir bilgilendirme politikası dâhilinde olur. Yönetim Kurulu bilgilendirme politikasının oluşturulması ve uygulanmasının sağlanması ile sorumludur.”3

TEMA Vakfının bu değişmez kurallarını örnek bir işleyişle anlatmak gerekirse:

“Bir TEMA gönüllüsü kendi yaşadığı bölgede herhangi bir doğa kıyımına karşı kamuoyunu bilgilendirme faaliyeti göstermek istediğinde bunu bölge temsilcisine bildirmek zorunda; temsilci de bunu yönetime bildirmeli ve ancak onaylanırsa bu bilgilendirme faaliyeti yapılabilmektedir.

Samimi ve doğayı seven herhangi bir TEMA gönüllüsü, bir doğa katliamına müdahil olmak istediğinde, yönetim izni olmadan bununla ilgili bir halk bilgilendirmesi bile yapamamaktadır.

Israrla anlatmaya çalıştığımız şey, TEMA içerisinde yaşamı savunan on binlerce gönüllünün, TEMA mütevelli heyeti başta olmak üzere yönetim kurulu ve alt organlarının onayı olmadan herhangi bir faaliyet gösteremediğidir.”4

TEMA Temsilciliklerinin İçgörüsü

Yerellerdeki TEMA etkinliklerini düzenleyen temsilciler ve gönüllülerin, içinde bulundukları örgütlenmenin amacını ve hedefini 15 yıl gibi uzun süreler boyunca fark edememesi şüphe konusudur. Söz konusu gizemli Gönüllü’nün ifadesi ise bunun en acı örneklerinden.

“İzmir TEMA’yı yeniden kuracaklar ama biz artık orada olmayacağız. Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, patronlar tarafından TEMA’nın başına oturttukları biri. TEMA, Hayrettin Karaca ile güzeldi. Şimdi o da artık hiçbir şeye karıştırılmıyor.”

Keskin biçimde görüldüğü üzere Gönüllü, eski TEMA’yı özlüyor. Yücelttiği Hayrettin Karaca’nın patronu olduğu fabrikaların atıkları ile katlettiği toprakları halen hafızalardan silinmemişken; TEMA’nın mahir temsilciliği İzmir’in bu deneyiminin daha nice TEMA gönüllüsünü etkilemesi dileğiyle.

Dipnotlar:

1) http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1342&target=categorial1&type=2&detail=single

2) http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/neuralnetwork.aspx?type=78

3) http://www3.tema.org.tr/Sayfalar/Hakkimizda/Pdf/KurumsalYonetimBeyani.pdf

4) http://anarsistfaaliyet.org/sokak/tema-vakfi-hesci-sirketlerin-truva-atidir/

TEMA Gönüllülerine Açık Çağrı

Yaşamı yok eden şirketlere ve devlet politikalarına karşı mücadele etmiş, mücadelesini TEMA vakfı bünyesinde sürdürmüş TEMA gönüllülerine çağrımızdır!

Çok sayıda TEMA gönüllüsünün, TEMA İzmir temsilciliğinin kapatılmasının ardından duydukları üzüntüyü anlayabiliyoruz. Bunca ekolojik yıkımın, yaşamı yok eden enerji tesislerinin, yakılan, katledilen ormanların, baraj suları altında kalan köylerin bulunduğu bir coğrafyada söz konusu adaletsizlikleri görmemek, buna karşı gelmemek elde değildir. Pek çoğumuz mevcut adaletsizliklere karşı mücadele etmeye meyilli iken ağaçları, doğayı koruduğunu söyleyen, çocuklarla ağaçlar diken kuruluşlara sempati duymamız da bu bakış açısıyla kaçınılmazdır.

Bu kuruluşların en popülerlerinden TEMA, çok büyük bir hata yapmış, kendi elleriyle İzmirli gönüllülerini; vakfın kendisini, varlığını ve amacını sorgulamaya itmiştir. Bu sayede İzmir ve ilçelerindeki pek çok yaşam savunucusu artık TEMA’nın; kurucu patronlarının sahibi olduğu RES’ler nedeniyle ağaçların kesilmesine karşı olmadığının farkına varmıştır.

Açıktır ki TEMA, yönetim kurulundaki, kurucu heyetindeki kişilerden; destek aldığı kurumlardan ve hizmet ettiği amaçlardan ötürü biz yaşam savunucularını etkisizleştirmeye çalışan çevreci görünümlü bir Truva atından başka bir şey değildir.

Dileriz ki TEMA’nın bugün bir kez daha ortaya çıkan gerçek yüzü Anadolu’nun tümünde mücadele veren yaşam savunucularına etkide bulunur, tüm TEMA temsilcilikleri gönüllüler tarafından birer birer kapatılır.

Çağrımız senelerdir omuz omuza mücadele verdiğimiz, yeri geldiğinde karlar altında şirket önlerinde oturduğumuz, yeri geldiğinde vadilerde kolluk kuvvetlerinden şiddet gördüğümüz, yeri geldiğinde iş makinelerinin önüne atladığımız, samimi arkadaşlarımızadır:

Bize temas eden tüm vakıf, dernek ve STK’ların kimler tarafından ne amaçla kurulduğuna, nerelerden destek aldığına, şirketlerden ve devlet kurumlarından fon alıp almadığına dikkat edelim. İlişkilendiğimiz örgütlenmelerin bugüne kadarki yaptıklarını ve yapmadıklarını yazdıklarını ve söylediklerini inceleyelim. Şirketlerle ve devlet yetkilileri ile asla masaya oturmayalım, ikna etmeye çalışmayalım. Bizi uzlaşmaya iten Truva atı kişi, vakıf, dernek ve STK’ları vadilerimizden, eylem alanlarımızdan uzak tutalım. Yaşam alanlarımızda şirketlere ve devletlere karşı mücadelemizi örgütlü bir biçimde sürdürelim!

 

Patika Ekoloji Kolektifi

Alp Temiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf TEMA” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/22/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-milyonlari-dozerle-goturen-vakif-tema-alp-temiz/feed/ 0
Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/ https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/#respond Mon, 22 Sep 2014 15:56:45 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/ 6 Eylül akşamı Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen stadının yerine yapılan Torun Center rezidansının inşaatında işçileri taşıyan asansör 32. katta raydan çıktı ve yere çakıldı.Tahir Kara, Ferdi Kara, Mustafa Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Cengiz Tatoğlu, Bilal Bal… 10 arkadaşımız, 10 kardeşimiz 10 inşaat işçisi burada iş cinayetine kurban edildi. […]

The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
6 Eylül akşamı Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen stadının yerine yapılan Torun Center rezidansının inşaatında işçileri taşıyan asansör 32. katta raydan çıktı ve yere çakıldı.Tahir Kara, Ferdi Kara, Mustafa Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Cengiz Tatoğlu, Bilal Bal… 10 arkadaşımız, 10 kardeşimiz 10 inşaat işçisi burada iş cinayetine kurban edildi. Saat 20.00 sularında meydana gelen bu katliam bir süre örtbas edilmeye çalışılsa da 23.00 sularında iyice duyuldu. Yan şantiyelerden işçiler, civar mahallelerden halk ve şehrin her bir tarafından sınıf dostları şantiye önüne akın etmeye başladı. Rezidans inşaatını yaptıran Torunlar İnşaat böylesi bir akına karşılık otobüsler dolusu çevik kuvvet ve TOMA’lar ile şantiye girişini kapatmış, prestijini böyle korumaya çalışıyordu.

İnşaat sahasına intikal eden İnşaat İşçileri Sendikası inşaatın içerisine girerek incelemelerde bulundu. Sendikanın incelemeleri devam ederken şantiye alanı işçiler de dahil olmak üzere polis zoruyla boşaltıldı. Katliama tepki göstermek üzere oraya gelenlerin karşısına polis barikatı kuruldu. İçerde arkadaşlarının cesedi olan işçiler dahi alana alınmadılar. Bu arada içerden teker teker ambulanslar cansız bedenleri çıkarıyordu. İlerleyen saatlerde gelen HDP milletvekilleri içeri girerek incelemelerde bulundu ve ölü sayısının basında verildiği gibi 4 veya 6 değil 10 olduğunu, asansörün 32. kattan düştüğünü açıkladılar.

Şantiye önündeki bekleyiş sabah saatlerine kadar sürdü. Aynı şekilde polis barikatı nedeniyle işçiler, destek için oraya gelenler ve polis arasındaki gerginlik de devam etti. Sabah saatlerine doğru polis bekleyenlerin sayısının düşmesini fırsat bilip biber gazı ile saldırdı.Sonraki gün saat 14:00’de yeniden şantiye önünde toplanıldı. Saat 14:00’de İnşaat İşçileri Sendikası, saat 16:00’da ise DİSK, KESK, TMMOB ve TTB basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasından sonra bekleyişi sürdürenlere yine biber gazlı polis saldırısı vardı sahnede.

Yakın zamanda çok sayıda işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa, Ostim-İvedik, Marmara Forum AVM gibi iş cinayetlerinde dökülen kan henüz kurumamışken, Soma’da katledilen 301 madencinin ailelerinin gözyaşı daha kurumamışken bu kez Torunlar grubunun inşaatında kardeşlerimizi yitirdik. Kapitalist sömürü düzeni, yerin yüzlerce metre altında ekmek kazanmaya çalışan maden işçilerine de, ekmeğini yerin yüzlerce metre üstünde inşaatlarda arayan inşaat işçilerine de ölümden başka bir şey sunmuyor.

İnşaat sektörü, can kaybından sakatlanmalara oldukça tehlikeli bir iş kolu olmasına karşın işçi güvenliğinin en az sağlandığı sektörlerden biri. Bu topraklardaki iş cinayetlerinin dörtte biri inşaat sektöründe yaşanıyor. Resmi rakamlara göre son 5 sene içerisinde 35.846 “iş kazası” yaşandı ve 1754 inşaat işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken 1940 işçi sakat kaldı. Bu sayı neredeyse her gün 1 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği anlamına geliyor. Sigortasız çalışmanın en yoğun olduğu sektörün inşaat sektörü olduğu göz önüne alındığında bu rakamların çok daha yüksek olduğunu söylemek hiç de zor değil.

İş cinayetleri, inşaat sektörünün neredeyse “normali” haline geldi, Erdoğan’ın deyimiyle ölüm artık bu işin fıtratı haline geldi. O kadar ki artık her gün yaşanan 1-2 işçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetleri basın için haber değeri dahi taşımıyor.

toruncenter4

Sektörünüz Batsın

Kazadan sonraki gün açıklama yapan Torunlar gayrimenkul yönetim kurulu başkanı Aziz TORUN asansörün bakımının yapılmadığı ve bu nedenle asansörün çöktüğü yönündeki iddiaları sert bir dille reddetti. “Bu olayda sorumsuzluğu ya da kazayı meydana getiren nedeni şirketimize mal etmelerine ya da şirketimizin bu anlamda bir leke almasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Aynen, insanlar radyasyonlu çaydan kanser olurken kameraların karşısına geçip çay içen bakan gibi “Bu asansörü biz de kullanıyoruz” dedi.

Peki asansörün bakımları yapılıyor, iş güvenliği tedbirleri sonuna kadar alınıyorsa ne oldu da bu asansör düştü ve 10 işçi öldü. Torun’un elbette buna da bir cevabı vardı. 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma katliamından sonra Erdoğan’ın söylediği “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var” cümlesini farklı kelimelerle tekrar etti: “Bu önlemlere rağmen bu tür kazaların yaşandığı sektörel bir vakı’a.”

Cinayetle ilgili 9 kişi gözaltına alındı. Her cinayette olduğu gibi şirketin patronlarından hiçbiri gözaltına alınmadı, sorgulanmadılar. Hatta kameraların karşısına geçip pişkin pişkin açıklamalar yaptılar ve neredeyse ölen işçileri suçladılar. Her iş cinayetinde olduğu gibi blok sorumlusu, asansör teknikerleri gibi birkaç çalışan veya şantiye şefi, proje sorumlusu gibi alt düzey yöneticilerin dahil olduğu birkaç kişi gözaltına alınıp ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Anlaşılan savcı ve hakimler de, 10 işçinin ölümünde sorguladıkları kimsenin “kusurunu” bulamamışlardı, onlara göre de bu “sektörel bir vakıa”ydı.

Örgütsüzlük

Elbette her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de en önemli sorun örgütsüzlük. İnşaat sektöründe bu sorun diğer sektörlere nazaran daha büyük. Ocak 2014 verilerine göre inşaat iş kolunda çalışan işçi sayısı 1 milyon 562 bin. Buna karşın sendika üyesi işçi sayısı toplamda 42 bin civarında. Bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olması için tüm iş kolundaki işçilerin en az %10’unu üye kaydetmiş olması gerekiyor. Ancak bu sektörde sendikalı işçi oranı %3’ün bile altında. Bu nedenle tüm inşaat sektöründe toplu iş sözleşmesi yok. Örgütsüzlüğün nedenleri arasında taşeron çalışma şeklinin ve sigortasız işçi çalıştırmanın yaygın olması, inşaat işlerinin dönemsel olması ve bu nedenle işçilerin sık sık iş değiştirmesi.

“Biz daha sabah 6’ya kadar çalışacağız” diyen bir işçi bir taraftan “sendikalar nerde, neden bizim haklarımızı savunmuyorlar” derken bir taraftan da polislere karşı barikatı açmaları için “ben işçiyim, ben sendikalı da değilim partili de değilim” diyordu. Elbette çalışma arkadaşlarını kaybetmiş bir işçinin tepkili olması normaldi. Ancak burada on yıllardır bizzat sendikalar tarafından oluşturulan sendikacılık algısının da rolü büyük. İşçilerin bazılarında sanki sendika, ancak işçilerin varlığıyla var olabilecek birşey değilmiş gibi, sanki işçinin kendisi olmadan işçi sendikası var olabilirmiş gibi bir algı hakimdi. Yine sanki işçilerin kurtuluşu, işçilerin bizzat kendilerinin değil de onların dışında var olan bir örgüt olarak “sendika yöneticilerinin” mücadelesiyle olabilirmiş gibi…

Sendikalar elbette işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önemli araçlarından biridir. Ancak tüm ezilenlerin olduğu gibi işçi sınıfının da en önemli silahı örgütlülüktür. İster sendika altında ister sendikasız… Biz işçiler, ezilenler üzüntümüzü öfkemizin tohumu eyleyerek örgütlenmeli, katil patronlardan ve sömürü düzeni kapitalizmden yitirdiğimiz bütün kardeşlerimizin hesabını sormalıyız. Biz işçiler, ezilenler olarak bir daha yaşanan katliamların, cinayetlerin tekrarlanmaması için mücadele etmeliyiz. İşçilerin, ezilenlerin kurtuluşu ne bir partinin ne bir sendikanın eliyle gelecektir. Kurtuluş, ezilenlerin özörgütlü mücadelesindedir.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/feed/ 0
Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir https://meydan1.org/2014/09/20/fergusonda-her-yerde-butun-polisler-katildir/ https://meydan1.org/2014/09/20/fergusonda-her-yerde-butun-polisler-katildir/#respond Sat, 20 Sep 2014 18:07:13 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/20/fergusonda-her-yerde-butun-polisler-katildir/   Meydan: St. Louis ve Ferguson’da polis şiddeti genel olarak hangi düzeyde? Son zamanlarda bir artış oldu mu? Scott: Polis şiddeti burada ABD’deki birçok yerden daha fazla, ama herhangi bir orta-batı şehrinde durum farklı değil. Hayır, arttığını düşünmüyorum. Bence buna karşı tahammülsüzlük arttı. ABD’deki birçok yerde olduğu gibi, siyahileri taciz ederek, suçlu duruma düşürerek, katlederek, cezaevlerine […]

The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

9 Ağustos günü ABD’nin Ferguson şehrinde, siyahi bir genç, silahsız olduğu halde ve insanların gözü önünde polis kurşunuyla katledildi. Ferguson’da başlayan protestolar on gün süren bir isyana dönüştü ve ABD’nin bir çok yerine yayıldı. Bölgede isyana katılan anarşist örgütten Scott ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Bölgedeki yoldaşların diğer yazıları için http://antistatestl.noblogs.org/ ‘a bakabilirsiniz.

 

Protests in Ferguson

Meydan: St. Louis ve Ferguson’da polis şiddeti genel olarak hangi düzeyde? Son zamanlarda bir artış oldu mu?

Scott: Polis şiddeti burada ABD’deki birçok yerden daha fazla, ama herhangi bir orta-batı şehrinde durum farklı değil. Hayır, arttığını düşünmüyorum. Bence buna karşı tahammülsüzlük arttı. ABD’deki birçok yerde olduğu gibi, siyahileri taciz ederek, suçlu duruma düşürerek, katlederek, cezaevlerine hapsederek ya da belli mahallelerden sürekli uzak tutarak “hadlerini” bildirmek için ciddi bir çaba var.

Polis her yerde bir işgalci güç olarak var ve St. Louis’in siyahi gettolarında durum farklı değil. Polis orada sınıflı topluma karşı yaratılacak herhangi bir hareketi bastırmak için duruyor ve bunun bir parçası olarak ırklar arasındaki yapay ayrımları dayatıyor. Beyazların bölgesinde bir siyah olmak şüphelidir ve sizi durdurup sizinle bayağı uğraşırlar. Siyahların mahallesinde beyazsanız sizi durdururlar ve tehlikeli mahallede olduğunuz için azarlanırsınız. O mahallede yaşadığınızı söylediğinizde polis çoğu zaman “buralar beyazlar için tehlikeli” derler. Ne zaman siyahi biri bu uyarılara karşı gelse bir sürü polis bölgeye gönderilir.

Obama yönetimi iktidara geldikten sonra devlet politikasında bir değişim oldu mu? Başkanın rengi, Mike Brown’un katledilmesi karşısındaki davranışları etkiledi mi?

Tabii ki: Obama’nın seçilmesi birçok insan için tarihi bir andı, ama sadece renk-körlüğü ve demokrasi yalanını güçlendirmeye yaradı.

Bazı insanlarda seslerinin gittikçe daha çok duyulacağı ve politik sistem dahilinde çalışmanın daha mümkün olduğu algısı var. İsyanlar ve yağmalar sırasında bu tip insanlar sükunet çağrısı yapıyor ve sistemden umudu kesmememizi söylüyorlar, işyeri yağmalarını istemiyorlar. Ortalığı karıştıranların kökünü kazımak için polisle işbirliği yapıyorlardı. İsyanın bitmesini istiyorlardı çünkü normal, saygın, politik anlayışa sığmıyordu. Adalet sisteminin her ırktan insana hizmet edeceğine gerçekten inanıyorlar ve bu bence kısmen Obama yüzünden böyle.

Elbette gerçek şu ki, hala güce sahip olanlar ve olmayanlar var—ve gücü yeni elde edenler ümitsizce durumu değiştirmeye çalışıyor, ya da delicesine görmezden geliyor ve bilerek bu gerçeği gizliyor. Obama’yı iyiye doğru bir adım olarak görenler var, ama bizim gibi, ırkı ne olursa olsun, hayatları değişmediği için politik sisteme baştan beri inanmayan birçok insan var.

İsyanla birlikte toplumsal algıda değişimler oldu mu? İsyandan sonra (özellikle anti-kapitalist ve devlet karşıtı) toplumsal hareketler arttı mı?

Açıkça anti-kapitalist ya da devlet karşıtı hareketler olmadı. İsyanın içindeki birçok kişi eylemleri ve sözleriyle, çoğu zaman doğası gereği bu tavrı gösterdi. Polisle yüzleşmek, bulvarı dönüştürerek özgürleştirilmiş bir bölge yaratmak gibi.

Özel mülkiyete ya da polise saygı duyulmayacağını ve birlikte yaptıklarında bundan zarar görmeyeceklerini öğrenen birçok insan olduğunu düşünüyorum, ya da umuyorum. Umarım isyan, insanlara daha çok işgal, polisle ve onun tarafındakilerle daha çok kavga ile onları ezen düzeni yıkma cesaretini verir.

İsyana sürükleyen öfkeyi, ekonomik ve sınıf çelişkilerine bağlayabilir miyiz?

İdari para cezaları ve fiziksel cezalar (yenilenmemiş trafik sigortası, aşırı hız, bozuk sinyal lambası, vs.), stratejik ve ırkçı biçimde kullanılıyor ve bence bunun öfkeye katkısı büyük. Irkçı polislerin bireysel olarak siyahileri trafikte durdurması yüksek bir olasılıktır. Çoğu insan cezaları ödemekte zorlanıyor ve arama emri çıkartılıyor. St. Louis içinde 80 tane kasaba var ve çoğunun kendi polis gücü var. Dolayısıyla bir kişinin bölgede birbirinden bağımsız birçok tutuklama emri olabilir. Birisi yakalandığında, bir cezaevinde yatar, diğer transfer edilir, sonra bir başkasına ve böyle sürüp gider. İnsanların hayatları paramparça oluyor: İçeride kaldıkça iş bulamıyor, kirayı ya da temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, çocuklarına bakamıyor, vb. Böylece bir yandan güçsüzlük algısı, diğer yandan öfke birikiyor. Tüm bunlar, polis cinayeti, cevap olarak isyana dönüşen protestolar, hepsi anlaşılabiliyor. Hayret verici olan tek şey, bunun neden daha sık olmadığı.

Anladığımız kadarıyla bu tip polis cinayetleri ABD’de neredeyse olağan. Bu durumda Mike Brown’un öldürülmesi neden isyana sürükledi?

Söylemesi zor. İsyanın basit bir formülü yok. İsyanı ateşleyen şey Ferguson polisinin cinayeti ele alış biçimi olabilir. Belki de halkın Brown’u hevesli bir genç—üniversiteye gidip büyük işler yapacak biri— olarak görmesi, polisi kışkırtıp layığını bulan bir suçlu olarak görmemesi yüzündendir. Brown’un katledildiği mahallenin birbirine sıkı bağlı olması, birçok insanın birbirini tanıması ve bu yüzden öfkeyi beraber hissedebilmesi yüzünden de olmuş olabilir. Bir sürü insan vurulduğunu bizzat gördü. Cansız bedeni dört saat boyunca sokakta bırakıldığı için etrafında büyük bir kalabalık toplandı.

Anarşistler isyana hangi seviyede katıldı? İsyanın karakterini nasıl etkilediniz?

Anarşistler oradaydı, ama çoğumuz anarşist kimliğimizle orada değildik. Bayraklarımız yoktu. Bildiri dağıtmadık. Bazılarımız olaylar çerçevesinde sokaklarda grafiti yaptı. Bazılarımızın çatışma deneyimi daha fazlaydı ve bu becerilerimizin, biber gazına ve plastik mermilere karşı koyarken diğerlerine de faydalı olabileceğini düşündük. İlk başlarda çeşitli nedenlerle bu yaklaşıma karar verildi.

Oradaki birçok insanın polise olan öfkesi ve kini bizimki ile örtüşüyordu, hatta çoğu kez bizi aşıyordu. Anarşistler, liderlik derdindeki diğer bazı devrimci grupların aksine etkin bir şekilde polisle çatıştı, yağmaya, vb. yasadışı eylemlere katıldılar. Anarşistler ön saflarda etkin olan insanlarla buluşup onların yanında kavgaya girdiler ve onları sadece piyon olarak görmediler. Bu işe yaradı çünkü ırksal farklılıklar biraz olsun kalktı ve birçok insan için polis (beyaz ya da siyah) ortak düşman haline geldi.

Anarşistler insanların etkin bir şekilde yüzlerini polis ve medyanın dikizleyen gözlerinden saklamalarını sağladı ve bence böyle bir etkimiz olmuş olabilir çünkü bazı geceler bir çok insanın yüzü maskeliydi. Anarşistler ayrıca, önlem olarak (polisin tüm kayıtlarını izlediği) medyanın yasadışı faaliyetleri kaydetmesini engelledi. Medya çoğu zaman kulak asmadığı için daha ciddi önlemler alındı. Anlatılanlara göre anarşist olmayan bir yağmacı, bir yoldaşın yardımına koşup, çekimi durdurmayan kameramana bıçak çekmiş.

Kalabalığı kendi tarafına çekmeye çalışan bir avuç politik grup vardı ve çok ayrıcalıklı ve yabancılaşmış bir haldeydiler. Kalabalığın büyük kısmı, liderlik talep edenleri dinlemek istemiyordu. Yeni Kara Panter Partisi, Siyahi Mücadele Örgütü, Örgütlü Reform ve Güçlendirme için Missouri’liler, İslam Milleti, Scientology Kilisesi, Devrimci Komünist Parti, seçilmiş idareciler, vb., hepsi kitleleri yönlendirmek istiyordu: bazıları açıkça, bazıları daha gizliden. Karşıt gruplar, kalabalık onlarla ilgilenmezken kendi aralarında megafonlarıyla tartışmaya girerek birçok kez komik ve gereksiz görüntüler oluşturdular. Bu maskaraya anarşistler olarak dahil olmamız için hiçbir neden yoktu. Bu isyana aktif katılımcılar olarak girmek, insanlarla tanışmak ve beraber direnmeyi öğrenmek daha iyiydi.

İftira söz konusu olunca en çok anarşistler hedef olurlar. İktidarı istemediğimiz ve direnişlere liderlik etmek istemediğimiz için, iktidar isteyenler, başaramadıklarında bizi suçlarlar. İsyan sırasında diğer politik gruplar genelde bize iftira attılar çünkü kendi programları kitleler tarafından duyulmuyordu. Bazıları şüpheli anarşistlerin fotoğraflarını internette yayınlayacak kadar ileri gittiler. İsyan ve kontrol edilemeyen kalabalıklar için bizi suçladılar, sanki politik olmayan siyahi insanlar anarşistler olmadan kendilerini koruyamazmış ya da onları çevreleyen sistemi deviremezlermiş gibi. İşin garibi fotoğraflardaki şüphelilerin çoğu anarşist değil, RCP’li komünistlerdi.

Sizce isyan sırasında kalıcı ilişkiler kuruldu mu?

Daha çok yapmadığım için üzüldüğüm tek şey bu: yeni ilişkiler kurmak, ama belki de tamamen bizim hatamız değildir. İnsanlarla beraber militanca çatışmak garip bir şey ve bir kaç gün sonra bu isyan durumu ortadan kalkıyor. Bütün bu güzel, isyankar insanlar nereye gitti diye merakla bakınıyorsunuz. Olayın sıcaklığı içinde sokaklardakilerle anında arkadaş olduk. Mucizevi biçimde birbirimizin arkasını kolladık. Karşı koyarken günlük hayattan bahsettik, birbirimizi korumak için yollar düşündük. O kadar çok şey, o kadar coşku ve şimdi bir sessizlik var.

Orada birlikte çatıştığımız çoğu insan kolayca ulaşılabilir değiller. Ya çalışıyorlar, ya da yaşamak için suç işliyorlar, aile geçindiriyorlar.

Eklemek istediğiniz ya da Meydan okurlarıyla paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?

Bu röportaj çoğunlukla tek kişinin cevaplarıyla oluştu. Bu yüzden Ferguson’daki olaylarla ilgili kapsamlı bir perspektif veremez. Ferguson’da hiçbir zaman duyulmayacak bir sürü deneyim ve perspektif oluştu. Lütfen bunu dikkate alın çünkü bu deneyim hala sindiriliyor ve işleniyor. Ve bitmedi. Eğer mahkeme katilleri suçlu bulmazsa tekrar başlayabilir, hatta bu sefer daha yoğun bir şekilde.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/20/fergusonda-her-yerde-butun-polisler-katildir/feed/ 0
“Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/ https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/#respond Sat, 20 Sep 2014 14:13:25 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/ Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nin üçüncüsü bu sene 3-5 Eylül tarihleri arasında Aristoteles Üniversitesinde gerçekleşti. Festivalin ilk gününde Yunanistan’ın güney doğusunda altın madeni projelerine karşı mücadele veren Halkidiki halkı ve çalıştıkları fabrikayı işgal ederek öz-yönetimle işleten ve yeniden üretime geçen Vio.Me. işçileri konuştu. Panelde ana hatlarıyla mücadelelerin ortaklaştırılmasından ve dayanışmanın nasıl büyütülebileceğinden bahsedildi. “Sorunlarımız aynı, […]

The post “Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nin üçüncüsü bu sene 3-5 Eylül tarihleri arasında Aristoteles Üniversitesinde gerçekleşti.

Festivalin ilk gününde Yunanistan’ın güney doğusunda altın madeni projelerine karşı mücadele veren Halkidiki halkı ve çalıştıkları fabrikayı işgal ederek öz-yönetimle işleten ve yeniden üretime geçen Vio.Me. işçileri konuştu. Panelde ana hatlarıyla mücadelelerin ortaklaştırılmasından ve dayanışmanın nasıl büyütülebileceğinden bahsedildi. “Sorunlarımız aynı, düşmanlarımız ortak. Bu yüzden birliğimizi güçlendirmeliyiz.” mesajı verildi.

İkinci gün konuşmalarında Kanada, İtalya, Japonya ve Fransa’dan katılan anti-otoriter oluşumlar “commons” (kamusal ya da kolektif) kavramı üzerine bir tartışma gerçekleştirdiler.

Festivalin üçüncü ve son gününde gerçekleştirilen, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz’in de konuşmacı olarak katıldığı kapanış panelinde, Bosna’dan Minel Abaz, Saraybosna başta olmak üzere tüm Bosna’da yükselen faşizmin ve anti faşist hareketin gelişimini aktardı. Panelde Hollanda’dan RoarMag editörlerinden Jerome Roos “Ölmekte olan dünyanın yerine doğan yeni dünyada patlak veren isyanlar” başlığı altında gerçekleştirdiği konuşmasında son süreçte birbiri ardına gelişen toplumsal isyanların siyasi arka planını ve birbirine olan etkilerini yorumladı. Alp Temiz ise Devrimci Anarşist Faaliyet adına yaptığı konuşmasında “Taksim Gezi İsyanından Geriye Ne Kaldı?” başlığıyla bir sunum gerçekleştirdi. Bir önceki yıl yine Doğrudan Demokrasi Festivali’nde ayrıntılı olarak Taksim Gezi isyanından ve onun toplumsal etkilerinden, sonrasında gelişen mahalle forumlarından ve mahalle forumlarında doğrudan demokrasinin işleyip işlemediğinden bahseden Alp Temiz bu sunumda yalnızca Taksim Gezi İsyanından sonraki toplumsal politizasyonun değişimini inceledi.

Meydan Gazetesi- Yunanistan'da Yeniden Doğrudan Demokrasi- Furkan Çelik Didem Deniz Erbak1

Politik olarak gittikçe homojenleşen ve liberalleşen algılarda toplumsal muhalefetin örgütsüzleştirildiği, bireye indirgendiği bir dönemde Soma katliamı ile sonrası kapitalizme karşı verilen mücadelede örgütlülüğün şart olduğunun toplum nezdinde daha anlaşılır hale geldiğine değindi.

Öte yandan özellikle Taksim Gezi İsyanıyla birlikte artan toplumsal muhalefetin, AKP ve Erdoğan karşıtlığına indirgenerek etkisizleştirilmesine vurgu yaptı. AKP karşıtlığıyla seçimlerden medet uman siyasi partiler ve örgütlerin, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile üst üste yenilgiye ve hayal kırıklığına uğrayarak derin bir sessizliğe gömüldüğünden bahsetti.

 

Taksim Gezi İsyanının ve diğer toplumsal olayların yarattığı politizasyonu seçimlerde oy’a dönüştürmeye çalışan siyasi yapıların; mücadeleye yeni adım atmış olan bireylerin algılarında yeşeren umudu seçimlere kanalize ettiğinden ve seçimlerde gerçekleşen yenilgilerle de bu bireylerde umutsuzluğa ve devrime olan inancın yitmesine yol açtığından bahsetti. Tıpkı bugün, geçmişte yaşadığı yenilgilerin etkisiyle “Biz zamanında çok mücadele ettik olmadı, sen kendini kurtarmaya bak” propagandası yapan ebeveynler gibi bu yenilgiyi içselleştiren günümüz gençlerinin bir on sene sonra kendi çocuklarına aynı propagandayı yapan ebeveynlere dönüşebileceği örneğini verdi.

Festival süreci boyunca festivale katılan siyasi grupların yanı sıra suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele eden grupların, üretim ve tüketim kooperatiflerinin, çeşitli kitapevlerinin ve Vio.Me. işçilerinin ürettiği temizlik malzemelerinin tanıtımı ve ürün satışları yapıldı.

Patronlarla Devlet El Sıkışırken Selanik Halkı Sokaklardaydı
Üç gün süren festivalin ardından 6 Eylül günü Selanik’te kapitalist şirketlerle yunan devletinin yöneticilerinin pazarlık konferansına karşı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Aralarında Yunanistan başbakanı ve bakanlarının ve Yunanistan’daki en büyük holdinglerin patronlarının da olduğu konferansın katılımcılarını korumak için Atina dahil pek çok şehirden otuz binin üzerinde polis Selanik’e getirildi.

Aristoteles Üniversitesi önünde toplanan Doğrudan Demokrasi Bloğu pankartının arkasında Antiotoriter Hareket, Vio.Me. işçileri ve Halkidiki’de madenlere karşı mücadele veren köylüler ortaklaşa bir kortej oluşturdu.

Devrimci Anarşist Faaliyet de, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Doğrudan Demokrasi Bloğu içerisinde “Anarşist Devrime Faaliyetle” pankartıyla ve kara bayraklarıyla yürüyüşe katıldı.

Konferansı protesto etmek için sokaklara çıkan on binlerce kişi Selanik içerisinde uzun bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe katılımın fazla olması nedeniyle dükkanların büyük bir bölümü kepenk kapattı. Yürüyüş sırasında sık sık kapitalizme ve devlete karşı sloganlar atılırken yürüyüş kortejlerini sağlı sollu ablukaya alan polis, eylemcileri sürekli provoke etti.

Geçtiğimiz yıl kapatılan, ardından işsiz kalan işçilerinin binayı işgal etmesiyle bu sefer özyönetimle yeniden yayın yapmaya başlayan Yunanistan Devlet Radyosu ve Televizyonu’nun (ERT) önüne gelindiğinde Doğrudan Demokrasi Bloğu korteji ERT binasına dayanışma pankartı astı. Bu bekleme sırasında eylemcileri kalkanlarıyla itmeye başlayan polis, korteje biber gazı sıktı. Bu esnada ERT televizyonu penceresinden bir ERT işçisi de slogan atarak polisin saldırısını protesto etti. Eylemcilerin kol kola girerek sloganlar atmasıyla polis geri çekilmek zorunda kaldı ve Doğrudan Demokrasi Bloğu yürüyüşüne devam etti. Yürüyüşün başladığı noktaya gelindiğinde ise eylem sonlandırıldı.

Meydan Gazetesi- Yunanistan'da Yeniden Doğrudan Demokrasi- Furkan Çelik Didem Deniz Erbak2

Vio.Me. Dayanışması Toplantısı
Vio.Me. işçilerinin yanı sıra direnişteki metro işçilerinin, su ve kanalizasyon işçilerinin, Dayanışma Hastaneleri’nin gönüllüsü hekim ve hemşirelerin ve Anarko-sendikalist örgütlenmelerin de yer aldığı toplantıda endüstri işçileri sendikası kurulması önerisine karşılık Selanik yerelinde tüm sektörleri kapsayan ortak bir sendika kurulması önerisi tartışıldı. Tartışma sonrasında sendikal bir çalışma başlatılması noktasında ortaklaşıldı. Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz de toplantıda söz alarak Vio.Me. deneyiminin Anadolu topraklarındaki işçi mücadeleleri için de önemli bir örnek teşkil ettiğini vurguladı. Devletlere ve kapitalizme karşı verilen mücadelede işçilerin yanı sıra tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etti.

Atina Nosotros Sosyal Merkezi’nde Taksim Gezi İsyanı ve Sonrası Etkinliği
Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nde konuşmacı olarak davet edilen Devrimci Anarşist Faaliyet, festivalin sonlanmasının ardından, 11 Eylül günü, Atina’da gerçekleştirilen bir etkinlikte daha yer aldı.

2008 yılında Aleksis’in polis tarafından katledildiği Exarcheia Mahallesi’nde yer alan Nosotros Sosyal Merkezi’nde düzenlenen etkinlikte “Taksim Gezi İsyanı, Yeni Bir Siyasal Tarz Mı?” ve “Taksim Gezi İsyanı’ndan Geriye Ne Kaldı?” başlıklı iki sunum gerçekleştirildi. Birincisi isyan süresince gerçekleşen sosyal politik ve kültürel etkileşimler ve mahalle forumlarında doğrudan demokrasinin ne kadar uygulanabildiği incelendi. İkinci sunumda ise isyan sonrasındaki gelişmelerin siyasal etkileri incelendi. Özellikle Soma katliamının toplumsal muhalefet üzerindeki etkileri ve seçimlere yüklenen anlamın toplum üzerindeki etkileri tartışıldı.

Sunumun ardından soru cevaplar, tartışmalar ve değerlendirmelerle etkinlik son buldu.

Yunanistan Devletinden DAF’lılara Polis Baskısı
Doğrudan Demokrasi Festivali’ne konuşmacı olarak Yunanistan’a davet edilen DAF’lılar Selanik’e vardıkları ilk gün polis baskısıyla karşılaştı. Festival’in birinci günü gece saat 1 civarlarında Aristoteles Üniversitesi’nden ayrılıp konakladıkları yere doğru ilerleyen DAF’lılar XANΘ (Hant) meydanından geçerlerken 80 motosikletli polis (yerel adıyla Zeus) ve 3 polis aracıyla toplamda 90’dan fazla polis tarafından etrafları sarılarak durduruldu. “Yasadışı dokümanlar nerede?” “Neden Yunanistan’dasınız” gibi sorularla çantaları ve üstleri aranan DAF’lılar daha sonra Yunanistan’a giriş izinlerinin olup olmadığının kontrol edileceği gerekçesiyle kendilerinden istenen pasaportlarını polislere gösterdi.
Pasaport kontrolünün ardından polis tekrardan üst araması yapmak isterken çıkan gerilim sonucunda Devrimci Anarşist Faaliyet’ten Berk Rona çeşitli bahaneler gösterilerek göz altına alındı. Gözaltına alınarak karakola götürülen Berk Rona’yı diğer DAF’lılar, Selanik’te mücadele veren Antiotoriter Hareket’ten yoldaşları ve avukatlar sabah saatlerine kadar karakol önünde bekleyerek yalnız bırakmadı. Gözaltına alınan Berk Rona ertesi gün öğle saatlerinde çıktığı mahkeme sonrasında “suçsuz bulunarak” serbest bırakıldı.
7 Eylül günü ise Vio.Me. işçilerinin davetiyle işgal edilen fabrikada gerçekleşen Vio.Me. dayanışması toplantısına katılan ve burada bir dayanışma konuşması yapan DAF’lılar fabrikadan ayrıldıkları sırada yine 10 motosikletli polis (Zeus) tarafından arabaları durduruldu. Pasaportlarına el konan DAF’lılara araç içerisinde uzun süre bekletilerek fiili gözaltı işlemi gerçekleştirildi.
DAF’lıların dokümanlarına el koymak isteyen polis ile DAF’lılar arasında çıkan kısa süreli tartışmanın ardından DAF’lılar tüm dokümanlarını ve pasaportlarını geri alarak yollarına devam ettiler.

Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/feed/ 0
Yalınayak: “Griden Pembeye Cezaevi Politikası” – Vahap Güler https://meydan1.org/2014/09/20/yalinayak-griden-pembeye-cezaevi-politikasi-vahap-guler/ https://meydan1.org/2014/09/20/yalinayak-griden-pembeye-cezaevi-politikasi-vahap-guler/#respond Sat, 20 Sep 2014 10:59:16 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/20/yalinayak-griden-pembeye-cezaevi-politikasi-vahap-guler/ Devlet, geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği uygulamayla, uzun süreli tutukluluğu olan tutsakların eşleriyle dört ayda bir, “pembe oda” denilen bir odada, 24 saat gibi bir zaman diliminde vakit geçirmesinin önünü açmıştı. Uygulamanın, tutsaklara sözde bir ödül gibi sunulmasının ardından geçen süre bunun bir ödül değil, yeni bir cezalandırma olduğunu gösterdi. Adalet Bakanlığı, “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin […]

The post Yalınayak: “Griden Pembeye Cezaevi Politikası” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devlet, geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği uygulamayla, uzun süreli tutukluluğu olan tutsakların eşleriyle dört ayda bir, “pembe oda” denilen bir odada, 24 saat gibi bir zaman diliminde vakit geçirmesinin önünü açmıştı. Uygulamanın, tutsaklara sözde bir ödül gibi sunulmasının ardından geçen süre bunun bir ödül değil, yeni bir cezalandırma olduğunu gösterdi.

Adalet Bakanlığı, “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da tek maddelik bir değişikliğe giderek, evli olduğu tespit edilen tutsaklara, cezaevlerinde oluşturulacak “pembe oda”da eş ve çocuklarıyla birlikte 24 saat geçirebilme hakkını yasalaştırdı. Tutsakların bu haktan dört ayda bir kez faydalanması öngörülüyordu ama tabii ki bu kanun sadece disiplin cezası almayan tutsaklar için geçerli olacaktı. Bu sebepten dolayı zaten hiçbir siyasi tutsak “gri oda”dan “pembe oda”ya geçiş hakkına sahip değil.

Uygulamanın cezaevlerinde hayata geçirilmesiyle birlikte Dilber Erez “pembe oda”da hamile kaldı. 39 yaşında ve 3 çocuk annesi olan Dilber, “pembe oda”da hamile kalan ilk kadın tutsak oldu. Dilber, pembe oda uygulamasıyla çocuk sahibi olan ilk kadın tutsak olarak tarihe mi geçmeli, yoksa yaşamını demir parmaklıklar ardına koyan, üstelik hayatını bir de “pembe oda”yla mahveden devlete isyan mı etmeli?

Dilber hamile kaldığını fark ettiğinde, bebeğini cezaevi koşullarında doğurmamak için “yasal” süreç başlattı. Beş yaşındaki çocuğunu bile cezaevi koşullarında bakamadığından dolayı ailesinin yanına gönderen Dilber, her tutsak annenin isteyebileceği talepler doğrultusunda Adalet Bakanlığı’na başvurdu ve mücadele etmeye başladı. Bakanlığa temyiz başvurusundan feragat ettiğini bildirerek, içinde bulunduğu özel durumdan dolayı cezasının ertelenmesi talebinde bulundu. Ama Yargıtay’dan herhangi bir cevap gelmedi.

İnsan yaşamını dört duvara indirgeyen devlet, “pembe oda” uygulamasıyla cezaevlerinde doğacak yeni yaşamları da hiçe saydığını gösteriyor. Dilber, devlet uygulamasıyla, “pembe oda”nın ona ödül niyetine sunduğu yeni zorluklarla tutsaklığını sürdürürken, devlet grilerden pembelere, içeride dört duvar oyunlarını sürdürüyor.

 

Vahap Güler

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Yalınayak: “Griden Pembeye Cezaevi Politikası” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/20/yalinayak-griden-pembeye-cezaevi-politikasi-vahap-guler/feed/ 0
Yeni kabinenin Gerçek Yüzü https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/#respond Fri, 19 Sep 2014 18:04:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ Başbakan: Ahmet Davutoğlu Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını […]

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı Seçimleri’ni kazandıktan sonra, en çok tartışılan konulardan biri yeni başbakanın kim olacağıydı. AKP kurmayları heyecanla, yeni kabinede kimlerin yer alacağını, hangi bakanların değişeceğini öğrenmeyi bekliyordu! 29 Ağustos’ta kurulan yeni hükümette başbakanlık rolü Ahmet Davutoğlu’na verildiğinde, bu heyecanlı bekleyiş sona erdi. Davutoğlu’nun başbakanlığının, Tayyip Erdoğan’ın yarı-başkanlık benzeri modelinde çok da etkili olmayacağı, en fazla tartışılanlar arasında.
Yeni hükümetle ilgili tartışmaların kime ne ifade ettiği muğlak olsa da, ezilenler için bu durumun anlamı az çok belli. Yolsuzluk, sömürü ve katliamla özdeşleşmiş 61. hükümetin işlevi neyse, bakanlarıyla beraber yeni hükümetin bizim için aynı şeyi ifade edeceği baştan belli.
Yolsuzluk-sömürü-katliam politikalarından yeni hükümet döneminde de vazgeçilmeyeceği, eski dönemden kalan kilit pozisyondaki bakanlarla bir kez daha gözler önünde. 62. TC hükümeti, yeni cumhurbaşkanıyla beraber aynı stratejiyle, yeni mağdur edilecek kesimlere yoğunlaşırken; yeni kabinedeki bakanların çok da bilinmeyen ya da unutulmaması gereken yüzlerini deşifre ettik. 

Başbakan: Ahmet Davutoğlu

ahmet davutoğlu 2

Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını şimdiden gözler önüne seriyor.

Hakkında çıkan tapelerde Suriye’ye ajan gönderip füze attırma planları yapanlar arasında olduğu söylenen Davutoğlu’nun Wikileaks belgelerinde adı “çok tehlikeli ve deli” olarak geçiyor.

Merkezi Chicago’da olan ALPAYTAC isimli lobi şirketiyle geçtiğimiz hükümet döneminde 1,5 milyon dolara anlaştığı ortaya çıkan Davutoğlu’nun İsrail’le bozulan ilişkilerini düzeltmek için, altı lobi şirketine milyonlarca dolar ödediği biliniyor. Ayrıca 17 Aralık’ta adı yolsuzluğa karışan şirketlerden biri olan Yıldız Holding’in sahibi Sabri Ülker ile de dünür olan Ahmet Davutoğlu’nun, tüm yolsuzlukların üzerini örtmek için Erdoğan tarafından başbakan olarak atandığı söyleniyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehdi Eker

mehdi3

“Biz köylülüğü çiftçilik zannediyoruz. Hâlbuki çiftçilik sanattır. Biz tarımda reform yapacağız, verimi arttıracağız.” diyerek tarım arazilerini toplulaştırıp, kartellere, ağalara, Cargill’lere, Monsanto’lara satacağını açıktan söylemekten imtina etmeyen bir zat olmasının yanı sıra; Mart 2009’da Bitlis’te soru sormaya çalışan halkı “Artislik yapma, sesini yükseltme!” diye azarlamaktan ve korumaları aracılığıyla tartaklayıp uzaklaştırmaktan çekinmemesiyle hafızalarımızda.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi zamanından Recep Tayyip Erdoğan’la nasıl bir vefa ilişkisi varsa; sansasyonel açıklamalarına ve seçildiği Diyarbakır’da bile sevilmemesine rağmen hala kabinede.

Zehirli, bozuk okul sütü tartışmaları sırasında canlı yayında iddiaları yalanlayıp süt içerek yaptığı şovdan da hatırlarız Mehdi Eker’i.

2013’te Mersin Limanı’nda GDO’lu pirinç yakalanınca “Dünyada GDO’lu pirinç üretilmedi henüz” diyen Mehdi Eker’in; gıda, tarım ve hayvancılığa dair ilgilendiği tek şey atlar. Ki bunu da bakanlığın 100-150 bin Euro’su karşılığında, Hollanda’dan getirtip Bakanlığın Botanik Bahçesi’nde özel bir bölüm yaptırdığı ve seyisinin maaşını bile bakanlığın karşıladığı atların gündem olmasıyla anladık.

Maliye Bakanı: Mehmet Şimşek

Maliye Bakanı Şimşek

Bank of America Merrill Lynch’in Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi Sorumluluğu’ndan Maliye Bakanlığı’na transfer olan Mehmet Şimşek halen, merkezi Almanya’da bulunan Global Ekonomik Sempozyum’un Danışma Kurulu Üyesi olup ayrıca 2007-2009 yılları arasında IMF & Dünya Bankası Türkiye Guvernörlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Üyeliği görevlerini yürütmüştür.

17 Aralık Operasyonu’nun ardından, bir yakını yolsuzluğa karıştıysa istifa edeceğini beyan eden Mehmet Şimşek’in, ağabeyi Selahattin Şimşek’in adı da liman yolsuzluğundan çıktı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yargıya müdahale ederek kapatmaya çalışmasıyla, müsteşarının başsavcıyı tehdit etmesiyle bilinen yolsuzlukta adı geçenlerin, Şimşek’e “dayı” diye hitap ettikleri ve Şimşek’ten kamu ihalelerinde yardımcı olmasını istedikleri, Şimşek’in de bu taleplere olumlu yanıt verdiği ve adının “liman yolsuzluğu” dosyasına girdiği öğrenildi.

Gündemden düştüğünü fark ettiğinde 18,8 milyar liralık bütçe açığını 150 milyon liraya mal olan zehirli sütlere bağlar, “Emekliler çok fazla maaş alıyor” gibi açıklamalar yapar.

İçişleri Bakanı: Efkan Ala

e2
Eski JİTEM’ci, sonra Diyarbakır eski valisi ve emniyetteki “paralel yapı operasyonları”nda önemli isimlerden biri olan Efkan Ala, bu topraklarda “fişleme” denilince akla gelen ilk isimlerden biri. “Kodlama” denilen fişlemelerle ilgili 1999’dan bu yana uygulamaya konulan MERNİS(Merkezi Nüfus İdare Sistemi) projesi kapsamında, sadece azınlık bilgilerinin değil, tüm nüfus olay bilgilerinin kodlarla tanımlı hale geldiğini itiraf etmişti. Bakanlığın YÖK aracılığıyla, yurtlarda kalan öğrencilerin isim ve kimlik bilgilerini topladığını da doğrulamış, ancak “fişleme olmadığını” beyan etmişti.

Ala da, her İçişleri Bakanı gibi halkı gaza boğar, 2014 1 Mayıs’ı başta olmak üzere polis saldırılarında hiç sektirmeden “orantısız güç kullanılmadı” beyanatları vermişti.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan hemen sonra kaydedildiği öne sürülen telefon konuşmalarına ilişkin ilk tapede dönemin başbakanlık müsteşarı olan Efkan Ala İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, internette kurduğu sitede, devletin gizli kodlu belgelerini yayınlayan Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun “gözaltına alınması” talimatını “Kapısını kırın, alın o adamı” sözleriyle vermişti. Bir başka tapede ise, rüşvet olarak çocuğunun okul taksitini ödettiği ortaya çıkmıştı.

25 Aralık Operasyonu sırasında Efkan Ala tarafından Bilal Erdoğan’ın korumalarına verilen talimatı ise zaten unutamayız; “Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak isteyenleri vurun!”

 

Kalkınma Bakanı: Cevdet Yılmaz

c1
Kalkınma Bakanlığı’nın bakanlık odası için, 2 milyon lira tutarında tadilat yapıldığının ortaya çıkmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Üstelik söz konusu tadilatın ihalesi de, tadilat yapıldıktan bir ay sonra gerçekleşmişti.

Ayrıca bir yılda 71 bin lirayı “temsil ve ağırlama gideri” olarak gösterip etli ekmeğe yatıran Cevdet Yılmaz, kalkınmadan pek anlamasa da yolsuzluk uzmanıdır.

Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekçi

Nihat Zeybekci

Nihat Zeybekçi, yakın zamanda, İngiltere South London College’de ekonomi eğitimi aldığını özgeçmişine yazmış, daha sonra bunun gerçek olmadığı anlaşılınca, özgeçmişinden çıkartmıştı. Astay İnşaat tarafından Zeytinburnu sahiline inşa edilen, Danıştay’ın ise tarihi yarımadanın siluetini bozduğu gerekçesiyle “tıraşlama” (fazla katların yıkımı) kararı verdiği kulelerde iki dairesi bulunan Zeybekçi, bu kararın ardından dairelerini sattığına dair yazılı açıklama yaparak suç ortaklığından yırtmaya çalıştı.

Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu “Moody’s”i “ülke olarak kaale almadıklarını” söyleyecek kadar özgüveni olan Nihat Zeybekçi’nin, “Biz istesek dahi Türkiye’de ekonomik kriz çıkaramayız, o kadar sağlam” açıklaması yaptığı hafta itibariyle doların 2.33, Euro’nun 3.20 lira olduğu gözlerden kaçmadı.

Enerji Bakanı: Taner Yıldız

taner

Yeni kabinede görevine devam eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da, hem satan hem alanlardan. Kayseri Elektrik Üretim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Üyesi olmasının yanı sıra, Kayseri ve Civarı Elektrik TAŞ Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak görev yaptı.

Sıkı bir HES savunucusu olarak doğanın ve yaşamın katlini vacip gören Taner Yıldız; Soma Katliamı’nda işçilerin öleceğini bildiklerini itiraf etmesinin ardından “Soma’da kirli gömlek giydim, simit yedim” yalakalıklarıyla kabahatini unutturmaya çalıştı.

Sağlık Bakanı: Mehmet Müezzinoğlu

ISTIHBARAT HIRSIZ

İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın sınıf arkadaşıydı. İstanbul Avcılar’da 3 özel hastanenin (Avcılar Hospital, Medicana ve Doğuş) patronu olan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun ismi, daha önce Avcılar Cihangir Mahallesi’ne yapılan devlet hastanesinin yapımının durdurularak, inşaatın hükümet konağı haline getirilmesinde geçmişti.

Gündem kürtaj iken; elbette AKP’nin kadın düşmanı politikaları doğrultusunda, kadınların “Benim bedenim, benim kararım” söylemini eleştirmiş; kürtaj kararının annenin hakkı olmadığını söylemişti.

Gündem Wikileaks belgeleri iken; ismi, yolsuzluğa en çok karışan AKP’liler listesinin ön sıralarındaydı.

Bir de Taksim-Gezi Direnişi’ndeki direnişçiler için sarf ettiği sözleri unutmayalım; “Hem polise, devlete karşı geleceksin, hem de ambulans bekleyeceksin”. Ve şimdi sağlığımızı güvenle Müezzinoğlu’na emanet edelim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Faruk Çelik

Devlet-Bakanı-Faruk-Çelik

İkinci kez kabinede yer alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i, Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden katliamının meydana geldiği ocakta daha önce incelemelerde bulunan ve olumlu rapor veren 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermemesiyle hatırlayabiliriz.

Taşeronu yaygınlaştıran ve sendikal mücadelenin önüne geçen yasal düzenlemeler yapan Faruk Çelik’in bakanlığı döneminde iş cinayetleri sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı 5 bine yaklaşıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı: İdris Güllüce

ido

Tuzla belediye başkanlığı görevini yürüttüğü 12 yıl boyunca Yaşamkent, Onur Kent, Cancan Sitesi, Hayat Sitesi, Billurkent ve Has Sitesi gibi kaçak sitelere göz yumduğu ortaya çıkmış; Güllüce döneminde belediye-uyanık müteahhit iş birliğiyle yapılan sitelerle Tuzla, “Kaçak Kooperatifler Cenneti” olarak anılır hale gelmişti.

KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım ile 26 Aralık 2012’de yaptığı telefon konuşmasını içeren tapede, denetimin artmasını “kendi ayağına kurşun sıkmak” olarak nitelemesiyle; büyükşehir belediyeleri ile ilgili bir yasanın Bakanlar Kurulu’ndan nasıl çıkarıldığını gözler önüne sermişti.

Mecidiyeköy’deki Torun Center’da 10 işçiyi katleden Torunlar İnşaat’ın sahibi ve GYODER Başkanı Aziz Torun’la yaptığı ortak toplantılarda; “deprem ülkesinde yaşadığımızı, dolayısıyla kentsel dönüşümün hızlıca yapılması gerektiğini” vurgulayan İdris Güllüce, kentsel dönüşümün partisi olmadığını ifade ediyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu

veyso

Veysel Eroğlu’nu; yabancı sermaye ortaklı toplu konut yapan şirket KİPTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan biliriz öncelikle.

Geçen yıl yayınlanan tapelerden biriyle, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı ile olan telefon görüşmesinde, “orman arazisinde usulsüz maden işletilmesi ve para akladığı” ortaya çıkmıştı ayrıca.

2B arazilerinin satışa çıkartmasını, 2B araziler satıldıkça orman arazisinin arttığını iddia ederek meşrulaştırmaya çalışan Eroğlu’nu, bu bilgiler ışığında daha iyi anlarız. Orman arazilerini hem satan, hem de alıp alıp tepe tepe kullanan Veysel Eroğlu, su konusunda da pirüpak değil.

Hamidiye Su A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmasının yanı sıra, HES savunucusu olan Eroğlu’nun İSKİ genel müdürüyken adının karıştığı yolsuzluğu da unutmayalım.

Başbakan Yardımcısı: Bülent Arınç

Bulent Arinc

AKP’nin kuruluşundan bu yana 3Y(yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) ile mücadele ettiklerini utanıp kızarmadan söyleyen Arınç, yine başbakan yardımcısı.

Arınç’ı; rant projelerinde, TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun danışman kadrosunda maaşlı olarak çalışan oğlu Ahmet Mücahit Arınç’ın Gezi Parkı AVM projesi ortaklığından; her bulduğu fırsatta kadını aşağılayan, yok sayan söylemlerinden; “kamyonların günde 7 bin sefer yaptığı, işçilerin arı gibi çalıştığı” İstanbul-Bursa-İzmir otoyolu projesinde; devletin bütçe imkanları ile yapamayacağını, kamu ve özel şirketler aracılığı ile yapılabileceğinden dem vurması ile hatırlarız.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Lütfi Elvan

elvan2

Lütfi Elvan’ı, “haberleşme”ye dair icraatlarından internete doğrudan müdahale için yapılan yasal düzenlemeler, Twitter-Facebook takipleri için siber güvenlik ve internete yönelik sansür yasasıyla biliriz.

Berkin Elvan’ın 269 günlük direnişinin ardından yaşamını yitirmesi üzerine yapılan eylemler ve cenazeye yönelik polis saldırısına dair, “Üzücü bir hadise, ama Türkiye’nin artık bunlardan sıyrılması gerekiyor” şeklinde açıklamalar yaparak umudun çocuğunu, devletin-polisin katliamlarını unutturmaya; kendini ve devletini aklamaya çalışmasıyla hatırlarız.

Demiryollarını özelleştirmeye yönelik adımları, Yüksek Hızlı Tren Projesi de “ulaştırma”ya dair hatırladıklarımız. ÇED raporunun olumsuz olmasına rağmen, İstanbul’a 3. havalimanının yapılacağını belirten Elvan, havalimanının isminin de Recep Tayyip Erdoğan olacağını açıklamıştı. 2 milyar liranın üzerinde maliyeti olan, Kazlıçeşme-Göztepe arası planlanan “Avrasya Tüneli” projesiyle ilgili açıklamasında, İstanbul Boğazı’nın “altını delmeye” başladıklarını dile getiren Elvan, bu gidişle altını deldiği ceplerden daha çok milyar lira rant sağlayacak.

Başbakan Yardımcısı: Yalçın Akdoğan

Çözüm süreci

2011 yılında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Polisi Yaftalamanın Dayanılmaz Cazibesi” başlıklı köşe yazısında polisleri cemaatçi olarak yaftalamanın 28 Şubat sürecindeki psikolojik operasyonlardan farksız olduğunu, herkesin –polis de olsa- istediği inanca sahip olabileceğini vurgulayan yeni Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; polislere yönelik paralel yapı operasyonlarından sonra cemaat için “şantaj çetesi, tezgâhçı, yalancı, asalak, istihbarat şebekesi, hayalet, canavar” sözlerini sarf etmişti.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat ile Gençlik ve Spor Bakanının kayınpederi Ali Yüksel’in 112 Acil Servis istasyonu kurma bahanesiyle yüzlerce müteahhidi dolandırdığı iddiasının yanı sıra, “Alo Fatih” gibi medyaya baskı tapelerinden ve Başbakan Danışmanı sıfatıyla, Bahçelievler Belediye Başkanı’nın oğlunun eşinin Kabataş’ta maruz kalmadığı şiddetle ilgili uydurduğu hikâyenin aslında ne kadar da gerçek olduğunu açıklamakla uğraşmasından da hatırlarız Yalçın Akdoğan’ı.

Gümrük ve Ticaret Bakanı: Nurettin Canikli

????????

Hemşerisi olan Olgun Peker ile ilgili, şike yasasının veto edilmesine karşı meclisin şike yasasını derhal geri göndermesini gündeme getirerek, partide öne çıkmıştır.

Giresunspor’un eski başkanı ile yaptığı telefon görüşmelerinin tapelerinin ortaya çıkması ile kulübün düzenlediği gecelerde sık sık dile getirdiği “tam destek” söyleminin nereye denk geldiği, milyonlarca liranın nasıl peşkeş çekildiği ortaya çıkmıştır.

4+4+4 temel eğitim sisteminin mucidi olmasının yanı sıra, verdiği önerge ile 22.00-06.00 arası içki yasağını sunan kişidir. Vergi uzlaşmalarından örtülü ödenek harcamalarına kadar birçok alandaki harcamalarla ilgili usulsüzlükleri Sayıştay tarafından ortaya çıkarılmasına rağmen, Maliye Bakanlığı izin vermediği için uzlaşmalar ve harcamalar incelenemiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Ayşenur İslam

ayşenur 2

62. kabinedeki tek kadın, kadın düşmanı AKP’nin ve devletin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı konumunda. Tecavüzcünün ailesinden “erkek tarafı” olarak bahseden Ayşegül İslam, adından bile kadının kaldırıldığı bakanlıkta, kadına dair tek söz etmeyerek hafızalarımıza kazındı.

5 günde 8 kadının öldürüldüğü Temmuz ayında, koruma altındaki hiçbir kadının öldürülmediğini “şükrederek” açıklayan Ayşenur İslam; bu kadınlardan ikisinin, eşleri hakkında uzaklaştırma kararı olan kadınlar olduğundan habersizmiş gibi, bakanlığı “temize çıkarma” çabası içerisinde.

AB Bakanı: Volkan Bozkır

v2

Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesiyle ilgili yaptığı açıklamada “Ayıp etmişler diyorum” dedi. Dinlemişlerse ayıp ettiklerini, ama “Biz de dinliyoruzdur muhakkak” diyerek çok da kızamadığını belirtti.

Bozkır, 2014 Eurovision Şarkı Yarışması’nı, Avusturyalı şarkıcı Conchita Wurst’un kazanması üzerine attığı, “Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan Avusturyalıya baktıkça, ‘İyi ki bu yarışmaya artık katılmıyoruz’ diyorum” tweetiyle, homofobik devletin AB Bakanlığı görevini layıkıyla yerine getirdi.

 

 

Adalet Bakanı: Bekir Bozdağ

bekir 1,

Yargıdaki paralel operasyonlarda ve 17 Aralık soruşturmalarında ismi geçenlere ilişkin tahliyeleri hızlandırıp, Gezi’de katledilenlere yönelik soruşturmaları yavaşlatan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ; adliyelerdeki skandal kararları savunmasıyla ünlü.

Tokat’ta D.K. adlı kız çocuğunun, kendisinden dokuz yaş büyük erkek arkadaşı tarafından istismar edilmesine ilişkin davada, mağdurun yaşı büyütülerek sanığın beraat ettirilmesine ilişkin verilen karar; 6 aylık ikizleriyle 25 ay hapis cezası verilen Mülkiye Demir Kılınç kararı; kendi adının da geçtiği, İzmir’deki liman yolsuzluğu davasındaki takipsizlik kararı ve daha niceleri…

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Fikri Işık

bilim-sanayi-ve-teknoloji-bakani-fikri-isik-IHA-20140103AW000324-2-t

Ses kayıtlarını çıplak kulakla dinlediğinde sahte olduğunu “hissetmişti”. Kocaeli Gebze’de yapılmakta olan Bilişim Vadisi’nin öncülerinden. Vadi çevresindeki arsalarsa, çoktan olası konut yapılanmaları için kapatılmış durumda. Arsaların değerinin en az 10-15 katına çıkacağını önceden “hissedenler”, arsaları kapatmış olsa gerek.

ODTÜ Mezunlar Birliği Vakfı, Hereke Eğitim Kültür ve Yardımlaşma  Derneği, Kızılay, Yeşilay, Ayışığı Yetim ve Öksüz Çocuklar Yardımlaşma Derneği, KİHMED gibi sivil toplum kuruluşlarının üyesi olan sosyal sorumluluk sahibi Fikri Işık, Hayrettin Işık ve kardeşi İzzet Işık’ın büyük şirketlerin açtığı ihalelere müdahale ederek komisyon aldığı ve şirketlere ihaleler kazandırdığı sık sık konuşulmakta.

Işık’ın, Kocaeli Hereke’de bulunan Nuh Çimento’dan aldığı işlerle büyük paralar kazandığı da söylentiler arasında.

Milli Eğitim Bakanı: Nabi Avcı

n5

Son süreçte cemaatin dershaneleri ile en çok uğraşan isimlerden Nabi Avcı’yı, lise ve üniversite sınavlarındaki hatalarla anarız sık sık.

Bir önceki süreçte tapelerden biliriz; TÜRGEV tartışmaları ve Bilal Erdoğan’ın eğitim ile ilgili tapeleriyle. TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) Yönetim Kurulu Üyesi Bilal Erdoğan’ın, imam hatip liselerinin müfredatı, öğrenci sayısı ve YURTKUR’a ait yurtlarla ilgili talimatlar verdiği tapeleri dinlemeyen yoktur.

Eskişehir’den Suriye’ye gönderilen yardım tırı için bir tören düzenletmiş, bu törende “TIR’ımızda gıda maddeleri var. İşgüzarlıklara karşı bir kez daha söylüyorum, gıda maddeleri var. Diğer TIR’larda olduğu gibi bunda da gıda maddeleri var” diyerek; El Nusra çetesine çanak tutmuştur. Nabi Avcı, şimdiyse muhtemelen IŞİD şeytanına çanak tutmaktadır.

 

 

Başbakan Yardımcısı: Numan Kurtulmuş

numan kurtulmuş 4

HAS Parti’deyken AKP’liler için “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular”, “Bizim en büyük sıkıntımız aramızdaki gizli ve sinsi AKP’lilerdir”, “2023’te AKP hala iktidarda olursa, başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimsenin milletvekili olamadığını göreceğiz” diyordu. Sonrasında (muhtemelen Erdoğan’ın liseden münazara arkadaşı olması üzerinden) AKP’ye transfer oldu ve 62. kabinede başbakan yardımcılığına yükseldi.

Kültür ve Turizm Bakanı: Ömer Çelik

ömer 1

“2. Uluslararası Caz Festivali” kapsamında gerçekleştirilen konserde “Türkçe’de bir değişiklik yapıp, ‘caz yapma’ deyimini kaldırıyorum” diyerek hafızalara kazınmıştı.

İzmir’de, Mustafa Latif Topbaş’a ait arazi üzerinde 4. yüzyıla ait bir antik kent bulunmasının ardından yapılan telefon görüşmesinde, Ömer Çelik “antik duvarların birinci dereceden arkeolojik sit alanı olması sebebiyle kaldırılamayacağı, ancak mozaiklerin kaldırılacağından” bahsediyor. Latif Topbaş’ın, arazinin devlet tarafından satın alınmasını talep etmesi üzerine, Çelik, “Bir bakayım abi ona da onu nasıl yapacaklar konuşup tekrar bilgi vereyim” diyor.

Kendisi için Marriot Oteli’nden aşçı, Rixos Oteli’nden masör geldiği, masörün yabancı uyruklu olduğu ve çalışma izninin çıkartılması için tarafınca talimat verildiği de bir süre gündemi meşgul etmiştir.

Bir dönem ODTÜ’den mezun yalanı ortalarda dolaşmıştır. Zegna ve Armani’den başka kumaşı gardırobuna sokmayan, “Aşk ve puro beni uçurur” sözlerinin sahibi olan bakan, üst düzey entelektüellik taslama ve siyasi ahkâm konusunda ordinaryüs seviyesine sahip bir karakter.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/feed/ 0
Gazze’de Yaşananlarla İlgili Anarşist Değerlendirme https://meydan1.org/2014/09/19/gazzede-yasananlarla-ilgili-anarsist-degerlendirme/ https://meydan1.org/2014/09/19/gazzede-yasananlarla-ilgili-anarsist-degerlendirme/#respond Fri, 19 Sep 2014 13:28:18 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/gazzede-yasananlarla-ilgili-anarsist-degerlendirme/ Meydan: Hava saldırısı nasıl durdu? Bu ateşkesi sağlayan etkiler nedir? Ilan Shalif: İsrail, hatta Amerika bile, Mısır’ın Gazze şeridinde Hamas yönetimini sıkıştırmasını istemiyordu. Amerika bunu Müslüman Kardeşler’i daha radikal kökten dinci Müslümanlarla mücadelede kullanmak üzerine kurduğu bölgesel stratejisi yüzünden istemiyordu. İsrail ise eskiden beri süregelen Filistin’i bölme stratejisi yüzünden. Hamas ve Batı Şeria’daki Filistin yönetimi arasındaki […]

The post Gazze’de Yaşananlarla İlgili Anarşist Değerlendirme appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan: Hava saldırısı nasıl durdu? Bu ateşkesi sağlayan etkiler nedir?

Ilan Shalif: İsrail, hatta Amerika bile, Mısır’ın Gazze şeridinde Hamas yönetimini sıkıştırmasını istemiyordu. Amerika bunu Müslüman Kardeşler’i daha radikal kökten dinci Müslümanlarla mücadelede kullanmak üzerine kurduğu bölgesel stratejisi yüzünden istemiyordu. İsrail ise eskiden beri süregelen Filistin’i bölme stratejisi yüzünden.

Hamas ve Batı Şeria’daki Filistin yönetimi arasındaki koalisyon bu bölünmeyi tehdit etti ve İsrail, Hamas’a saldırılarını arttırıp, Hamas’ı İsrail’e füze saldırıları gerçekleştirmek zorunda bıraktı.

Hamas’ı hiçbir zaman yok etmek istemeyen, sadece Hamas’ın Filistin yönetiminden bağımsız olmasını isteyen İsrail en başından beri Mısır, Hamas ve İsrail arasında bir anlaşma kurmaya çalışıyordu.

Ancak Mısır Gazze Şeridi’nde bağımsız bir Hamas yönetimini reddetti ve İsrail Gazze Şeridi’ni tamamen ele geçirip Mısır’dan bağımsız geçişi sağlayamadı.

Hamas, İsrail ve Mısır arasında varılan anlaşmaya uymayı reddedip füze saldırılarına devam ettiğinde İsrail ve Mısır en başta Amerika ve Avrupa, daha sonra uluslararası aktivist girişimleri yüzünden Hamas’ın da kabul edeceği bir anlaşmaya varmak için baskı altındaydı. Bu anlaşmanın pek çok detayı hala İsrail hükümetinin bakanlarından bile sır gibi saklanıyor.

İsrail kazandı mı ve amaçlarına ulaştı mı?

İsrail Hamas’a son saldırısında başarısızlığa uğradığını kabul etmiyor. Gazze Şeridi’ni işgal edip Hamas’ı bitireceğini söyleyip övünüyor, bunu yapacak gücü de var ancak uluslararası tepkiden korkuyor ve Amerika İsrail’in kullanacağı gücü sınırlaması için talimat verdi, bu yüzden Hamas’ı yenmeyi veya ateşkese zorlamayı başaramadı.

İsrail’de halkın görüşü, İsrail’in bu savaşı kazanmadığı ve bunun olsa olsa bir beraberlik sayılabileceği yönünde, ama biliyorlar ki aslında Hamas kazandı.

Peki, ya Hamas amaçlarına ulaştı mı?

Hamas daha önce geçerli olan şartlardan daha iyi şartlarla bir anlaşma yapılana kadar ateşkesi kabul etmedi. Bu sefer kazandı ancak biliyor ki İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki hâkimiyeti yakın zamanda bitmeyecek. Eskisinden daha fazla söz sahibi oldukları bir yönetim, Hamas’ı tatmin edecektir.

Hamas’ın üç amacı var. Biri dâhil oldukları Müslüman Kardeşler’in yükselmesi. Biri Gazze Şeridi’nde yönetimde kalmak. Biri de Batı Şeria’nın yönetimi için rekabet.

İlk ortaya çıktıklarından beri Hamas, İsrail tarafından Filistin milliyetçiliğinin düşmanı olarak gösterildi ve silahlı mücadeleye başladıklarında bile İsrail bunu söylemeye devam etti. Mısır Hamas’ı sıkıştırmaya başladığında ise onları kurtarmaya çalıştı. Hamas, sadece kendilerinin söz sahibi oldukları bir yönetimi kabul edeceğini uzun zaman önce açıklamıştı.

İsraril’in Gazze bombardımanının devam ettiği günlerde, Anarkismo.net sitesinde İsrailli anarşist İlan Shalif’in “Israel Burnt The Stew” (İsrail Yemeği Yaktı) başlıklı analizi yayınlandı. Yayınlanan bu analizin İsrail-Filistin meselesini anlamak için farklı bir bakış açısı sağlaması ve öngörülerinin gerçekleşmesi, analizin uluslararası kamuoyunda paylaşılmasına ve çokça tartışılmasına neden oldu. Biz de Meydan Gazetesi olarak, İlan Shalif’in Türkçeye çevirdiğimiz bu analizi ile birlikte bölgedeki savaş sonrası durumu öğrenmek için kendisiyle yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

İsrail Yemeği Yaktı

Mısır’ın inatla üstüne düşeni yapmaması–Gazze ablukasını hafifletmemesi-ve Hamas’ın ablukayı ciddi oranda azaltan bir anlaşma yapılmadıkça silah bırakmayı reddetmesi nedeniyle hava saldırıları yetersiz kalan İsrail, kara saldırısına geçti.

İsrail, saldırıları sonlandırması için, ABD’ninki de dâhil, uluslararası baskı altına girdiği halde, Hamas’ın varlığını sürdürmesini sağlayacak olan en ufak yardımın geçişine bile izin vermiyor; Mısır da ateşkes olmadan ablukayı açmayı reddederek krizi beslemeyi sürdürüyor.

Hamas’a karşı olan savaşı bitirmesi için İsrail’e uygulanan uluslararası baskılara yanıt olarak, İsrail şimdi de ısrarla Gazze sınırı altında kazılmış saldırı tünellerini yok etmesi gerektiğini söylüyor (İsrail’in ileride ablukayı gevşetmesi konusunda varılacak anlaşmayı herhangi bir şekilde ihlal edilmesi durumunda, Hamas bu tünelleri, İsrail’e saldırmak için kullanabilir).

Şimdi ablukanın hafifletilmesi, Hamas’ın Gazze’de bağımsızlığına izin verecek. Ablukanın gevşetilmesi konusunda anlaşmaya varılmasının ardından Hamas’ın gücü artacak mı azalacak mı, İsrail ana amacında başarılı mı olacak, başarısız mı, henüz net değil.

Devam eden savaşın amacı, Gazze’de Hamas yönetiminin tekrar sağlanması için gereken bedeller üzerinde pazarlık yapabilmektir: İsrail ve Mısır’ın, ablukanın kaldırılmasındaki paylarının ne olacağı ve Gazze şeridinde Hamasçı varoşlarının sürdürülmesi için gerekli olan fonu kimin sağlayacağıdır.

Hamas’ın silah bırakmadan önce ablukanın ciddi oranda kaldırılacağı bir anlaşmada ısrar etmesi ve askeri direniş gücü, Mısır’ın da ablukanın hafifletilmesi konusunda üzerine düşeni yapmayı reddetmesi göz önüne alındığında, bir yandan İsrail kara saldırılarını artırmak zorunda kalırken, diğer yandan uluslararası teftiş güçlerinin Gazze’den başlayarak işgal bölgelerine müdahale etme ihtimali artıyor. Ki İsrail şimdiye kadar buna şiddetle karşı çıkıyordu.

Son günlerde öldürülen on İsrail askeri dâhil katliamın faturası ve ABD’nin, bölgesel stratejisinde önemli yer tutan Hamas’ın varlığını devam ettirebilmesi için uyguladığı baskı, İsrail’in bu rauntta yenilgiyi kabul edeceği dönüm noktasını yakınlaştırıyor.

İlan Shalif

 

Bu yazı daha önce gazetemizin web sitesinde Yayınlanmıştı.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’^nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Gazze’de Yaşananlarla İlgili Anarşist Değerlendirme appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/gazzede-yasananlarla-ilgili-anarsist-degerlendirme/feed/ 0
“Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/ https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/#respond Fri, 19 Sep 2014 11:03:02 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/ Geçtiğimiz Ağustos ayı başında resmi anlamda kuruluşu tamamlanan İnşaat İşçileri Sendikası, patronlara karşı kullandığı yöntemler ile son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir şeyi tekrar tekrar hatırlatıyor. Bunlardan ilki şirket önü eylemlerinden yol kapatmaya, şantiye işgaline varan doğrudan ve radikal eylem. Bir diğeri ise patronların ve kolluk güçlerinin beklediği arabuluculuk görevinden ziyade, işçilerin talepleri dışında hiçbir […]

The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz Ağustos ayı başında resmi anlamda kuruluşu tamamlanan İnşaat İşçileri Sendikası, patronlara karşı kullandığı yöntemler ile son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir şeyi tekrar tekrar hatırlatıyor. Bunlardan ilki şirket önü eylemlerinden yol kapatmaya, şantiye işgaline varan doğrudan ve radikal eylem. Bir diğeri ise patronların ve kolluk güçlerinin beklediği arabuluculuk görevinden ziyade, işçilerin talepleri dışında hiçbir ara formda anlaşmayan uzlaşmaz tavır; böylece İş Mahkemelerinde değil sokakta, kavga ederek direnerek zafere ulaşmak.

Yönetim kurulunun tamamının farklı alanlardaki inşaat işçilerinden oluştuğu İnşaat İşçileri Sendikası(İnşaat-İş), resmi anlamda sendika olmadan önce sendika girişimi, ondan da önce dernek olarak faaliyet yürütüyordu. Tüm bu süreçler boyunca tüzel kişiliğin gerektirdiği faaliyetlerden ziyade inşaat işçilerinin mücadelesinin ihtiyaçlarına göre hareket eden İnşaat-İş, son zamanlarda örgütlediği direnişlerle oldukça önemli ve değerli bir noktada duruyor. Çünkü zaman zaman benzer yöntem ve işleyişler farklı sendikalar tarafından kullanılıyor olsa da işçi mücadelesinde önemli bir tarihe sahip olan sendikal faaliyet, son yıllarda daha da katı hale gelen bürokrasi sorunundan, işçi direnişlerinde yaşanan atıllık ve devamı getirilemeyen eylem sürecine varana dek, yöntemsel ve yapısal bir takım sorunlarla karşı karşıya.

Çoğu sektörde yürütülen sendikal faaliyet bu sorunlar ve daha fazlasıyla karşı karşıya iken inşaat sektöründe ise böylesi bir faaliyet dahi yok. Çünkü inşaat işçilerinin durumu, çoğunlukta sigortasız, geçici, taşeron işçileri olarak örgütlenme çalışması şöyle dursun işçi olarak bile kabul edilmemeye kadar varıyor. Bu alandaki sendika ve farklı derneklerin ise deyim yerindeyse sadece adı var. Hatta bu sendika ve dernekler İnşaat-İş’in bilinirliğiyle beraber gün yüzüne çıkmaya başladı denebilir. Evet, İnşaat-İş bugün tüm bu olumsuzlukların en çok kendini hissettirdiği bir süreçte faaliyet yürütüyor.

Dernek sürecinden bu yana Sakarya’dan Kayseri’ye, Adana’dan Ankara’ya coğrafyanın dört bir yanından inşaat işçilerinin ücret gaspları, çalışma ve yaşam koşulları gibi tüm sorunları çözüm kaynağı oluyor. Çözüm kaynağı olan yöntemler İnşaat-İş için geçtiğimiz Nisan ayında TOKİ’ye ait Emlak Konut’ta şantiye işgalinde, Mayıs ayında Zorlu Center’de iş bırakma eyleminde, Ağustos’ta Astoria AVM önündeki geceli gündüzlü oturma eyleminde, yine Ağustos ayının sonunda Esenyurt Belediyesi önünde tüm baskılara ve polis saldırısına karşı direnişte, her seferinde daha da kuvvetlenerek belirginleşti.

İnşaat-İş ayrıca inşaat sektöründeki cinayetlere, katliamlara karşı da mücadele ediyor. En son Torunlar İnşaat’ta 10 inşaat işçisi katledildiğini duyar duymaz şantiyeye koşan İnşaat-İş, burada katliama tanıklık eden inşaat işçileriyle kurduğu ilişkide daha iyi ücret için değil inşaat işçilerinin tüm yaşamı için mücadele edildiğini bir kez daha gösterdi. İnşaat sektöründeki cinayetler ne devletin şirketlere uygulayacağı yaptırımlarla ne de şirketin alacağı güvenlik önlemleriyle önlenebilir; katliamların karşısında duracak tek güç, devletin yaptırımındansa kendi yaptırımını uygulayabilen, şirketin alacağı önlemlerdense şirkete karşı kendi önlemlerini alabilen işçilerin örgütlü gücüdür.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/kavga-direnis-zafer-halil-celik/feed/ 0
“Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/#respond Thu, 18 Sep 2014 17:57:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/ Öyle bir Harun ki kanunla düzelmez bu düzen. Öyle bir erkek ki her bucak, kadından öte çoraklık yok. Öyle bir keskin ki bıçak, kana susar, kan kusturur. Öyle bir yaşamak ki vakitsizce ölmenin adı kader olmuş. Öyle bir mücadele ki direnerek özgürleşmekten başka hiçbir yol yok. Kadın Katliamı Var…  Her gün beş kadından birinin erkekler […]

The post “Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Öyle bir Harun ki kanunla düzelmez bu düzen. Öyle bir erkek ki her bucak, kadından öte çoraklık yok. Öyle bir keskin ki bıçak, kana susar, kan kusturur. Öyle bir yaşamak ki vakitsizce ölmenin adı kader olmuş. Öyle bir mücadele ki direnerek özgürleşmekten başka hiçbir yol yok.

Kadın Katliamı Var…
 Her gün beş kadından birinin erkekler tarafından katledildiği bir coğrafyanın kadınlarıyız. Devlet politikasıyla ev içine hapsedilen, sosyal yaşamdan dışlanan, görmezden gelinen pasif ve edilgen özneleriz. Bedeni üzerinden kaç çocuk doğuracağına, kaç kez evlenebileceğine, nasıl giysiler giymesi gerektiğine, nerede nasıl konuşacağına kendi kararı olmaksızın hüküm verilen kadınlarız. Medya üzerinden reklam panolarına, gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına cinsel obje görüntüsüyle pazarlanan kazanç kapısıyız. Ucuz, vasıfsız, güvencesiz, kaçak sıfatıyla emeği sömürülen, ev içindeki görünmeyen emeğiyle ataerkil düzenin sürdürülmesinde kadınlık rolünü kusursuzca işletmek zorunda bırakılmış kadınlarız. Militarist dünyada barıştan yana saf tutan, belki de savaşların en büyük mağduru olan yine biz kadınlarız. Savaşların sadece tank, bomba ve tüfekle değil yaşamlarımızda militarizmle yeniden üretildiğini ve şiddetin en çok da böyle beslendiğini bizzat yaşayanlarız. Şiddete karşı direnmenin zorluğuyla yaşama tutunmaya çalışan, töre benzeri toplumsal dayatmalarla 11-12 yaşlarında, çocuk yaşta gelin edilenleriz. Alınan, satılan, tecavüzcüsüyle evlendirilen, çocuk yaşta cinsel istismara çaresizce katlanmak zorunda bırakılan, hayalleri çalınmış kadınlarız. Yoksulluğun en çok da kadını vurduğu kapitalist düzende, yoksullukla yaşamları mahvedilmiş, yaşamak adına başka bir seçenek bırakılmamış “hayat kadınlarıyız”. Toplumsal ahlakın bıçak gibi kestiği ataerkil düzende, keskin bakışların hedefinde aşağılanan, umarsızca katledilen kadınlarız. Anneliğin “vatana hayırlı evlatlar” yetiştirmek olduğu rolüne sıkıştırıldığı, yetiştirilen evlatların birer kadın katiline dönüştüğü bu düzenin anneleri, eşleri ve kız kardeşleri olarak her gün erkekler tarafından katledilen kadınlarız. Yazılanlar birçok kadın tarafından anlaşılabilir, çünkü bu tablonun bir parçasında mutlaka kendimiz varız.

Peki, tüm bu yaşadıklarımıza karşı nasıl mücadele etmeliyiz? Kadın cinayetlerini durduracak acil önlemde 5’te 1’in mücadelesi…

Devlet, kadın cinayetleriyle ilgili sözde önlemler aldığını, katliamlara son verme adına sözde çalışmalar yürüttüğünü iddia ederken, şiddet gören kadınları da “sığınma evi”, “yakın ev koruması”, “uzaklaştırma” gibi göstermelik uygulamalarla “koruyabileceğini” vaat ediyor.

Toplumun her alanında şiddet gören kadına başvurabileceği tek çözüm olarak “devlet” işaret ediliyor. Meclisteki kimi duyarlı vekiller kadın katillerinin “adil” yargılanması, anayasal haklar gibi konularda peşi sıra tasarılar hazırlayadururken, diğer yandan kimi kadın örgütleri yargıdan “devlet koruması” talep ededururken, kadınlar devlet-meclis-yargı üçgeninde adı “koruma” olan bir politikayla her geçen gün katlediliyor.

Peki, neden devlet-meclis-yargı kadını koruyamıyor?

Diyelim ki devlet üzerine düşeni yapmış olsaydı… 6284 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun’da yer alan bütün maddeler uygulansaydı ya da yeni maddeler eklenseydi; mesela dini nikâhla evlenmiş ya da evli olmayan ya da boşanmış kadınlar için koruma kararı alınabileceği belirtilseydi; İçişleri Bakanlığı yasaya uymayan veya şiddet mağdurlarına kötü davranan polisler, savcılar ve hâkimlerin şikâyet edilebileceği bir mekanizma oluştursaydı, koruma kararı sistemi kapsamlı olarak izlenebilseydi ve sistemin nasıl kullanıldığına dair kamuya açık veriler oluşturulsaydı… Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclisteki bütün parti liderleri kadına yönelik şiddeti kınasaydı, üstüne bir de Kadın Bakanlığı kurulsaydı, cinsiyet ve cinsel yönelim eşitsizliğini esas alan yeni bir anayasa yapılsaydı, ceza kanununda caydırıcı cezalarla birlikte 6284 etkin bir şekilde uygulansaydı… Hatta daha fazla sığınma evi açılsaydı, kadın katillerine daha ağır cezalar verilseydi…

Ne olurdu? Devlet üzerine düşeni yapmış olur, kadınlar erkekler tarafından öldürülmezler miydi? Kadına yönelik toplumsal tahakküm sürdürülmez miydi?

Bu sorulara cevaben “evet” diyenlerin 5’te 1’in mücadelesine kattığı değer şudur ki; kadını özgürleştirmekten çok topluma geçici makyaj yapıp, mücadeleyi özünden kopartarak erkek devletin himayesindeki erkek egemenliğini yaşatmak. Yaşadığımız sadece bu coğrafyanın değil ataerkil coğrafyaların ortak sorunudur. “Modern” Avrupa’nın kadın politikasında “modernleşme” heveslisi her coğrafyayı kadın cinayetleri hakkında “korumasına” alarak kendi çıkmazlarının üstünü örttüğü ve Ortadoğu’nun “modern” kapısı olan Türkiye’nin kadın politikasındaki “tek başvurucu, tek çözümcü” olarak kendini işaret ettiği görülmektedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da geliştirilen uluslararası stratejiler devletlere ödül olarak sunulur, karşılığında hizmet olarak geri alınır. 1 Ağustos’ta Türkiye ile birlikte 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe giren ve AKP’nin kadınlara bir nefes niyetine sunduğu Avrupa Konseyi Sözleşmesi de böyle bir ödüldür.

Avrupa’nın Türkiye’ye kadın “koruması”: İstanbul Sözleşmesi

Türkiye, ilk imzacısı olmakla övündüğü “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi sözleşmesiyle kadın cinayetleri konusundaki kötü karizmasını toparlamak için makyaj yapmayı sürdürecek. Şöyle ki, bu sözleşmeyle yapılacak makyajın yansıması, 11 yıllık iktidarı boyunca sürdürdüğü, aslen süründürdüğü, kadın politikasını rayına koymuş bir AKP, “sağ”duyulu vekillerini dahi hizaya sokmuş bir meclis, yargıda önlem-koruma-kovuşturma-destek mekanizmaları hakkındaki düzenlemelerin kusursuzca tasarlandığı, sosyal sorumluluklarını fonlar alarak yerine getirmiş liberal sivil toplumcu organizasyonlar olacak. Böylelikle kadının geleceği, yaratılmak istenen “Yeni Türkiye vizyonu”nda yapılan makyajın etkisiyle bir süreliğine parlak görünecek, ancak bize göre kadının ışığı bu vizyonda da kısa sürede sönecek ve yalancılar katliamlar karşısında kör olacaklar. Çünkü bahsi geçen sözleşmedeki açmazlar bunu açıkça belirtiyor.

Bazı kadın örgütlerinin özellikle yasal süreçler hakkında sözleşmeyi AİHM benzeri uluslararası bir başvuru mekanizması olarak görmesi, bu açmazlardan sadece biri. Etki alanları farklı da olsa Birleşmiş Milletler’in CEDAW’ı da benzer bir mekanizma olmasına karşın hiçbir şekilde uygulanmadı ve uygulanmıyor. Özellikle LGBTİ bireylere yönelik gerçekleştirilen nefret cinayetlerini ele aldığımızda her türlü ayrımcılığın, katliamlarla artarak sürdüğü gerçeğini yadsıyamayız.

Yine AİHM’nin karalarının uygulanmasında da durum farksız değil. Örneğin zorunluğu askerliği reddeden vicdani retçilere yönelik usulsüz uygulamalar, AİHM kararlarına rağmen sürüyor. Yine sözleşmenin maddelerinden biri olan “şiddet gören kadınlara mülteci statüsünün verilmesi” konusu da bir muamma. Türkiye’nin taraflarından olduğu Cenevre Protokolü’ne göre mültecilerle ilgili bir “coğrafya kısıtlaması” var ki mülteci statüsü sadece Avrupa’dan gelen göçmelere verilebiliyor. Demek ki; sözleşmeye göre yoksulluktan kaçıp Türkiye’ye sığınan Gürcistanlı göçmen kadın yaşamak adına sürüklendiği fuhuş batağından çıkartılıp kaçak olduğu anlaşıldığında sınır dışı edilerek tekrar yoksulluğun ortasına, ülkesine gönderilecek. Bu durum bir o kadar ironik değil mi? Üstelik sözleşmede yer alan psikolojik şiddetin dahi cezalandırılması maddesi buradaki göçmen kadına yönelik işletilmiyor çünkü sözleşmede kastedilen psikolojik şiddet aynı şey değil! Bu da bir o kadar ironik değil mi?

Yine sözleşmeye göre sözde namus üzerinden işlenen cinayetlerle ilgili yasal süreçte katillere “haksız tahrik indirimi” şeklinde uygulanan cezai durumlar gibi herhangi bir şiddet eylemi de mazeret kabul edilmeyecek. Psikolojik şiddet dâhil, kadına yönelik şiddete yardım yataklık eden herkes sözleşme kapsamında cezaya tabi tutulacak. Buradaki açmaz şu ki, kadının beyanı dışında uygulanan şiddetin herhangi bir denetim mekanizması tarafından belgelenememesi. Yani kanıt yoksa ceza da yok.

Devlet her zaman her koşulda kadına yönelik şiddete karşı hep kör, sağır ve dilsiz oldu, olmaya devam ediyor. Bu yüzden bahsi geçen sözleşmedeki açmazlara da şaşırmamamız gerek. Çünkü tek etkili çözüm olarak devlet-meclis-yargı üçgenini işaret eden ve bu alana sıkışan kadın da, kadın mücadelesi de içinden çıkılmaz bir açmazda. Çünkü en nihayetinde şiddeti önleyebilmek şiddeti üreten ve sürdüren mekanizmaların dışında bir mücadeleyle mümkün kılınabilinir. Yoksa mücadele ne kadar ironik kalır değil mi?

Kadın mücadelesi derken…

Erkekler geçtiğimiz Ağustos ayında, 14 ilde, 22 kadını katletti. Kadınlardan biri öldürülmeden hemen önce polise şikâyetçi olmuştu. Bir erkek ise denetimli serbestlikle cezaevinden çıktıktan sonra eşini öldürdü. Bir kadın boşanmak istediği için, biri cinsel ilişkiyi reddettiği için, biri aile kararıyla öldürüldü ve ve ve daha nicesi…

Biz her şeye rağmen mücadele ederek ve her yerde filizlenerek kök salan bir dayanışmayla durdurabiliriz yaşanan tüm cinayetleri. Bir kadın onu 43 yerinden tornavidayla bıçaklayarak katletmeye çalışan eski eşi tarafından rahatsız edildiğinde, ona sahip çıkan mahalleli; eşi tarafından kan revan çoluk çocuk sokağa atılan kadının, ona dayanışmayla açılan kapısındaki anne-baba-kardeş; tecavüze uğrayan bir kadını en temiz duygularla sevebilen bir sevgili; işe giderken bindiği otobüste tacize uğrayan kadının sessiz çığlığını yükseltecek ses; dokuzuncu katın camını silerken canı pahasına yere çakılan ev işçisinin yaşamını elinden alanlara duyulan öfke; daha 12’sinde gelin edilen çocuğun hayallerini çalmayan bir gelecek; eşi yüzüne kezzap döktüğünde “güzelliği” eriyen kadına güzel bakabilen gözler; yoksulluğun çaresizliğinde yoksunlaşan kadının sermayesine umudu katanlar; cinsel yöneliminden ötürü kadına nefretle değil sevgiyle kucak açanlar; kadınlar, kadınlar ve kadınlar ancak direnerek, örgütlenerek ve dayanışmayı büyüterek yıkacaklar bu düzeni.

Ne bu erkek katil devlet, ne bu erkek katil yasa, ne bu erkek katil meclis değil bir tek kadınlar, kadınlar ve kadınlar değiştirebilir bu soyu erkek düzeni. Ve böylesine birer birer katledilirken bizler, üzüntümüzle değil, adliye saraylarında öfkemiz ve dayanışmayla erkek egemen düzenin boğazında düğümleneceğiz.

Nefes kestikçe, nefes alacağımız gün özgürleşeceğiz!

Zeynep Kocaman
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/feed/ 0
“Medya Kadını Katletmeye Programlı” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2014/09/18/medya-kadini-katletmeye-programli-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2014/09/18/medya-kadini-katletmeye-programli-ozlem-arkun/#respond Thu, 18 Sep 2014 11:03:08 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/18/medya-kadini-katletmeye-programli-ozlem-arkun/ Kadın dediğin önce evlenir. O evinin kadınıdır; o doğurur, besler, büyütür… Kocasını eyler, çocukları avutur, hepsi için her daim hizmete hazırdır, “varlığı onların varlığına feda olsun”dur. (Kendisi adeta yoktur.) Kadın dediğin saçını süpürge eder, siler süpürür temizler. Evin “ekonomisi” ondan sorulur, hiçbir şeyi ziyan etmez, kavanozdan abajur, klozet kapağından çerçeve yapar. Ne de olsa onun […]

The post “Medya Kadını Katletmeye Programlı” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kadın dediğin önce evlenir. O evinin kadınıdır; o doğurur, besler, büyütür… Kocasını eyler, çocukları avutur, hepsi için her daim hizmete hazırdır, “varlığı onların varlığına feda olsun”dur. (Kendisi adeta yoktur.)

Kadın dediğin saçını süpürge eder, siler süpürür temizler. Evin “ekonomisi” ondan sorulur, hiçbir şeyi ziyan etmez, kavanozdan abajur, klozet kapağından çerçeve yapar. Ne de olsa onun evi, bu dünyadaki biricik yeridir.

Kadın dediğin o evde ne olursa olsun sineye çeker; eridir, beyidir, ne de olsa “o ne yapsa yeridir”, kadınının başının tacıdır (Öyle olmalıdır).

Kadın dediğin rekabet etmelidir, kendini hep başka kadınlarla kıyaslayıp onlardan daha iyi anne, daha iyi eş, daha iyi aşçı… olmalıdır. (Daha iyi olmadığı zamanlarda ise sonuçlarına katlanmalıdır.)

Kadın dediğin… narin zayıf kırılgan…

Kadın dediğin 34 beden…

***

Programlanan kadınlığımızın tarifi zor değil. Her birimize ayrı ayrı zamanlarda öğütlenenlerin kimi kez klişeleşmiş tarifi bu; şimdilerde TV kanallarının yeni sezonuyla, neredeyse her kanalda yeniden karşımıza çıkan…

Kadın programlarında yemek tarifleri, çocuk bakımı, temizlik tüyoları, sağlık, estetik ya da astrolojiye ilişkin tartışmalar ya da benzer konularda uzmanlar ya da playback şarkıcıları görmeye alışkındık; ne de olsa “saçı uzun aklı kıt olan”a uygun olan program formatı buydu. Diğer taraftan; kadınlardan beklenen de kendilerine gösterilen bu kadına benzemeleriydi.

Gelgelelim bu sezonda iki farklı kadın programında karşılaştıklarımız, kadınlardan beklenenler listesinin bunlarla sınırlı olmadığını ortaya koydu.

Hasret Kara’yı 43 yerinden tornavidalayarak öldürmeye çalışan kocasının “Songül Karlı ile Yeniden” programına telefonla bağlandıktan sonra, “çok kibar konuşan ve haysiyetli bir adam olarak” konuk edilmesi, bunun hemen birkaç gün sonrasında ise Seda Sayan’ın iki karısını öldüren Sefer Çalınak’ı konuk edip “böyle güler yüzlü katil gördünüz mü” şeklinde güzellemeler dizmesi, çizmeyi aştı. Hâlihazırda neresinden tutsak elimizde kalan bu programların, konuk listelerine katilleri de eklemeleriyle, kadından bekledikleri bir nitelik daha görünür oldu: Kadın dediğin, kocasının ellerinde ölmeliydi.

Bu programlarda kendileri savunma fırsatı bulan bu katillerin söylediği ortak bir şey vardı: “Ben yaptım ama sorun bir niye yaptım?”. Hasret’i öldürmeye çalışan kocasını programına konuk ederken Hasret’i hiç dinlemeyen Songül Karlı, cinayetin bir gerekçesi olabilir gibi “karınızı niye öldürdünüz” diye soran Seda Sayan, bu kadınların öldürülmeye çalışılmasını ya da öldürülmesini meşrulaştırırken, başka kadın cinayetlerinin de önünü açtı.

Kadınların ölümü bile kabullenmelerini isteyen bu programlar televizyonda dönedursun, bu kadınlık algısının niye yaratılmak istendiğini de unutmamak lazım. Kadınların yaşadıkları sorunların çözümünü programlarda değil, sokakta örgütlenerek aramasından korkanlar her zaman bu türlü programlara başvuracaklardır.

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. Sayısında yayımlanmıştır.

The post “Medya Kadını Katletmeye Programlı” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/18/medya-kadini-katletmeye-programli-ozlem-arkun/feed/ 0