Sayı 31 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 10 Feb 2016 22:12:40 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Banka Değil Entrebanc https://meydan1.org/2016/02/11/banka-degil-entrebanc/ https://meydan1.org/2016/02/11/banka-degil-entrebanc/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:12:40 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/banka-degil-entrebanc/ Entrebanc İşgal Evi nasıl başladı? Mekanı nasıl belirlediniz? Entrebanc için kullanılacak yer işgal edilmeden önce, kültür merkezi projesi her yönüyle düşünüldü. Mekan, bir banka ofisiydi ve Germanetes’in hemen yanında olduğu için seçildi. 5000 metre karelik alanı olan Germanetes’in 500 metre karesi, halka kiraya veriliyordu. Şehir Meclisi, sonunda halka giriş izni verdi ve biz de hemen […]

The post Banka Değil Entrebanc appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

lentrebanc

Entrebanc İşgal Evi nasıl başladı? Mekanı nasıl belirlediniz?

Entrebanc için kullanılacak yer işgal edilmeden önce, kültür merkezi projesi her yönüyle düşünüldü. Mekan, bir banka ofisiydi ve Germanetes’in hemen yanında olduğu için seçildi. 5000 metre karelik alanı olan Germanetes’in 500 metre karesi, halka kiraya veriliyordu. Şehir Meclisi, sonunda halka giriş izni verdi ve biz de hemen ardından burayı açtık.

Bu yerin sahibi olan banka batmış ve sonra devlet tarafından kurtarılmıştı. Burayı yıllardır çürümeye terk etmişlerdi. Ekonomik krizden önce, İspanya’da kırkın üzerinde banka vardı. O zamandan beri birçok birleşme oldu ve sayıları onun altına indi. Bankaların, mülklerine bakamayacak kadar meşgul oldukları belli olduktan sonra, banka ofisi işgalleri mantar gibi çoğaldı. Şu anda, yalnızca Barselona’da, işgal edilmiş onun üzerinde banka ofisi var.

Gerçekleştirdiğiniz işgalin ardından, mahallede yaşayan insanların tepkileri nasıldı?

İşgal eylemi, mahallelinin ortaklığı ile gerçekleşti. Bu, bizim mahallemiz Eixample Esquerre için büyük bir başarı. Bu mahalle dev binalardan, dev caddelerden oluşuyor ve insanların bir araya gelebilecekleri hiçbir yer yok. Bu yüzden, işgal ettiğimiz mekanı, ikinci el eşyalarla yeniden döşeyerek daha sıcak hale getirdik. Entrebanc, insanların toplanması için sessiz bir mekan. Burada, insanlara hizmet verilebilecek bir tezgah koymamaya karar verdik, çünkü bu bir tüketim ilişkisi yaratır.

Mekanı işgal ettikten sonra, ne tür sorunlarla karşılaştınız ve şu andaki sorunlarınız neler? Entrebanc’a yönelik devlet ya da polis baskısı var mı?

Polis son zamanlarda, insanları “anarşist terörizm” suçlamasıyla tutuklamaya odaklandı. İspanya’da son bir yılda, 60’tan fazla insan takip edildi, cezalandırıldı, tutuklandı ve bazıları hala tutsak. Ayrıca yakın zamanda onaylanan “konuşma yasağı” polise yeni bir baskı repertuvarı sağlıyor. Yani, çok fazla baskı var.

Entrebanc başka tür sorunlarla karşılaşmıştı. Örneğin çoğumuz kilit açmayı ya da kaçak elektrik döşemeyi bilmiyorduk. Çok fazla “kendin yap” tarzı yaratıcılık ortaya çıktı ama yan binanın kapıcısı hala şebekeden elektrik almamızı engellemeyi başarıyor. 12 voltluk bir sistemimiz var ve ayrıca 220 voltla çalışan makineler için jeneratörümüz var.

Mekana girdikten sonra gerçekleşen kolektif süreçten biraz bahseder misiniz? Entrebanc’ta ne tür etkinlikler düzenliyorsunuz?

Entrebanc iki yıl kadar önce işgal edildi ve şimdilerde bir yıl dönümü etkinliği hazırlıyoruz. Etkinlik programı, neler yaptığımız hakkında bir fikir veriyor. İlk olarak cins temalı akustik konserler olacak. Sonra iki tane kitap sunumu yapılacak: Birinci sunum Franco diktatörlüğüne karşı verilen silahlı mücadelede kadınların rolünü anlatırken; ikincisi Katalan halkının tarihini, özgürlükçü perspektiften anlatıyor. Etkinliğin sonraki gününde biraz şiir dinlemek ve dergi değiş tokuşu yapmak için, Germanetes’e gideceğiz. Ayrıca kütüphane kolektifi Conxa i Perez’in hazırladığı, İspanya Devrimi’nde savaşan bir kadının yaşamı hakkında soruların olduğu, bir kutu oyunu oynayacağız.

Bugüne dek çok çeşitli etkinliklerimiz oldu: Gitar dersleri, İngilizce dersleri, yoga, jimnastik, dövme, vb. Şifalı bitkiler, devlet kurumlarında çocuk istismarı, teknoloji-karşıtı düşünce, eleştirel ekonomi konuları ve başka birçok konuda çalışma grupları var. Entrebanc’ta toplanan ve özyönetimle işleyen çalışma gruplarının bir koordinasyon ağı var. Ayrıca, bulunduğumuz mahalleden 15M ve çeşitli kadın meclisleri gibi, düzenli olarak buraya gelen kolektifler var. Ayda bir, yakınımızda kurulan kooperatif pazar gibi, yerel etkinliklere de katılıyoruz. Mekanın inisiyatifini alanların meclisi, haftada bir toplanıyor. Kültür merkezinde aktif olan kolektiflerin koordine olması için kurulan bir meclis de dönem dönem toplanıyor.

Katalonya’nın genel durumu düşünüldüğünde, işgalcilerin, Barselona’daki ekonomik krize nasıl karşı koyduğuna ilişkin pratikten bir örnek verebilir misiniz?

İşgal, Katalonya’da 80’lerden beri var ama son birkaç yılda işgal edilen mülklerin sayısı arttı. Barselona’daki işgal hareketi, 90’lardan beri çok aktif. Yine de, bu şehrin dinamikleri, birçok konuda kritik bir duruş gerektiriyor. Alkol sorunu, bunlardan biri. Kitlesel tüketimin olumsuz dinamiğine karşı koymak için, şirketlerin endüstriyel ürünlerini satarak fon yaratmıyoruz. Ekolojik bira üreten, özyönetimli bir kolektifle ilişkiye geçtik. Bu projeye katılan birçok kültür merkezi var. “Rosa de Foc” biraları sayesinde kültür merkezleri, ucuz, ev yapımı bira dağıtıp kolektif, çeşitli projelerine kaynak sağlayabiliyorlar. Bu, Barselona’daki krize karşı toplumsal hareketlerin kolektif kaynakları nasıl yarattığına dair pratik bir örnek. Bugünlerde barınma sorununu çözmek ve kültür merkezleri yaratmak için işgaller yaygın, ama krizin genişlemesiyle, elbette özyönetimin iş yerlerine doğru genişlemesini gerektiriyor.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Banka Değil Entrebanc appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/banka-degil-entrebanc/feed/ 0
Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/ https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:10:38 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/ Po, makarna restoranında çalışan bir işcidir. Po, Kung Fu’ya hayrandır. Fakat bu sanata yatkın değildir. Ancak Po, hiç beklemediği bir anda ortaya çıkan bir kehanet nedeniyle kendisini, Kung Fu’nun korkusuz beşlisinin arasında bulur. Bu korkusuz beşli, Kung Fu tekniklerinin en önemli yaratıcılarındandır. Po, göbekli bir panda; korkusuz beşli ise kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan […]

The post Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Po, makarna restoranında çalışan bir işcidir. Po, Kung Fu’ya hayrandır. Fakat bu sanata yatkın değildir. Ancak Po, hiç beklemediği bir anda ortaya çıkan bir kehanet nedeniyle kendisini, Kung Fu’nun korkusuz beşlisinin arasında bulur. Bu korkusuz beşli, Kung Fu tekniklerinin en önemli yaratıcılarındandır. Po, göbekli bir panda; korkusuz beşli ise kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan ve maymundur.

2008 yılında, bir animasyon filmi olarak yayınlanan Kung Fu Panda’da yer alan karakterler, “ah hayvanlarda Kung Fu mu yapar” dedirtebilir ve sadece bizi eğlendirmek için yaratılmış olan o şirin hayvan karakterler gibi gözükebilir.

Peki ya bu hayvanlar gerçekten Kung Fu ustasıysa?

Evet, Budist rahipler, Kung Fu‘daki birçok tekniği hayvanlardan öğrenmiştir ve insanlara gösterdikleri saygının aynısını hayvanlara da gösterirler. Bu saygı, Budist felsefenin temelini oluşturan “hiçbir canlıya zarar vermemek” öğretisinden gelir. Rahipler, saygı gösterdikleri bu canlıları gözlemlemiş ve onların nasıl kavga ettiklerini, nasıl yemek bulduklarını ve bir tehdit altındayken kendilerini nasıl savunduklarını dikkatle incelemişlerdir. Bu gözlemler sonucu, ilk olarak Kung Fu’daki beş hayvan (kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan, maymun) tekniğini oluşturmuş; sonraki zamanlarda yine hayvanları gözlemleyerek bu tekniklerin arasına leopar, kartal, kedi, ayı… gibi sayısız teknik eklemişlerdir.

Yukarıda bahsettiğimiz bu teknikleri, iki bölüm halinde sizlerle paylaşacağız. İlk bölümde ise, kaplan ve turna kuşu Kung Fu tekniklerini inceleyeceğiz.

Kaplan

Shaolin’in beş hayvan tekniğinin en önemlilerinden biri, kaplan Kung Fu tekniği olsa da teknik, 1758’e kadar bulunmamıştır. Kaplan Kung Fu tekniği, savunma sanatlarında Hong Xi-Guan ile bilinir hale gelmiştir. Hong Xi-Guan, Shaolin Kung Fu’nun 10 kaplanından biriydi ve onun geliştirdiği Kaplan Kung Fu teknikleri, bir kaplanın hırçın, atak ve korkunç tekniklerine dayanıyordu. Kaplan, bu teknikleri ya kendini korumak için ya da karşısındakini yıpratmak için kullanırdı. Hong Xi-Guan’ın ellerini kaplan pençesi gibi bükerek uyguladığı bu taktik, kaplanların ataklarında kullandığı manevralara ve güçlü pençe darbelerine dayanıyordu. Hong Xi-Guan aynı zamanda Hong Jia Kung Fu tekniğini icat etmişti ve bu teknik, Kaplan Kung Fu pençesi tekniğiyle beyaz turna yeteneklerini birleştiren bir teknikti.

Klasik Kaplan Kung Fusunda hareketler yoğunluklu olarak bir kaplanın güçlü hareketlerine dayanır. Tabi ki bu, diğer hayvan sistemleriyle de ilişkilidir; maymun, yılan, balık, aslan, ejderha ve diğerleri…

Kaplan tekniğinde hareketler basit, doğrudan ve anidir. Bu teknik, gücün iyi kullanımına odaklanır. Bu teknik için, güçlü duruş, vücut pozisyonu ve sağlam bacaklar gereklidir. Kaplan tekniğinin temel vuruşundan bir tanesi, solar plexus (diyafram) bölgesine yapılır. Diğeri ise, front kick (ön tekme) tekme vuruşudur.

Turna Kuşu

Shaolin Tapınağı’nda, karşı tarafa zarar vermek istememesinden dolayı savunma sanatlarında pek de iyi olmayan genç bir rahip vardır. Genç rahip günlük işlerini bitirince Kung Fu çalışmak yerine, dağda meditasyon yapar. Bunu her gün tekrarlayan rahip, zamanla oradaki hayvanların, özellikle de turna kuşlarının güvenini kazanır.

Rahip meditasyon yaparken, bir kaplan, rahibin yanındaki turnalara gizlice yaklaşıp saldırır. Turnalar kaçışmaya başlar. Ancak içlerinden biri kaçmaz ve garip sesler çıkartır. Kaplan sesi duyunca durur ve kaçmayan turnaya doğru bir hamle yapar. Turna kendini kanatlarıyla havaya sıçratarak kaplanın burnuna bir pençe atar, kaplan yediği darbeyle afallar ve tekrar saldırır; ancak kanatları açık ve tek bacağı yukarıda bekleyen turna kuşuna yaptığı her hamlede yüzüne bir pençe yer. Sonunda bitkin düşen kaplan, kavgayı bırakır.

Bu olayı izlerken kendisinin de tehlikede olduğunu hisseden rahip, turna kuşunun bile kendini korumanın yolunu biliyor olduğunu görünce; herhangi bir tehlikeyle herhangi bir zamanda karşılaşabileceğini ve bu sebeple de kendini savunmayı öğrenmesi gerektiğini anlar.

Turna tekniği, kazanmaya odaklı bir teknik değildir. Birçok teknik, turna tekniğinden bazı özellikler taşır. Turna tekniği, içinde çok hareket barındırmayan ve bunun gereksiz olduğunu düşünen, bilinçli olarak bundan kaçınan bir tekniktir. Kavgaya dayalı olmayan sonuçlara ve kavga kaçınılmaz olduğunda karşısındakini ısrarlı bir şekilde yıpratmaya odaklanır; karşısındaki ile mesafeyi korumaya özen gösterir ve asla sırtını dönmez.

Saldıranın aklı, sözle ya da vücut hareketleriyle karıştırılmaya çalışılır. Saldırı, en az zarar verecek şekilde karşılanmaya çalışılır.

Karşı taraftakini rahatsız edecek tokat ayak hareketleri hatta göze parmak bastırmak gibi yöntemler kullanılır. Bunlarla hedeflenen, saldıran kişinin plan ve strateji yapmasının önüne geçmek; daha basit hareketler yapmasına yol açmaktır.

Turna tekniğinin beş ana ilkesi vardır.

Sürekli hazır olma: Hiçbir şeye şaşırmamak. Her zaman, her şeye hazırlıklı olmak.

En Önemli Şey Güvenlik: Hiçbir şekilde zarar görme.

Zafer Temel Amaç Değil: Size saldıranın gücünü ona karşı kullanın; ama kazanmak için değil.

Temel Amaç Barış

Anahtar Kurtuluş: Karşınızdaki tehlike bitmeden hiçbir şekilde sırtınızı tehlikeye dönmeyin. Hızlı bir şekilde tehlikeden kurtulmaya çalışın.

Lamas Qigong

Lamas Qigong, sağlığı korumaya odaklanan Tao felsefesiyle ilgili bir sistemdir. Qigong “nefes alma ve verme işi” olarak çevrilebilir. Lamas Qigong öğrenenler, nefesin nasıl doğru bir şekilde alınıp verileceğini öğrenir. Özellikle hayvanların nefes alma hareketlerinden uyarlanarak sağlıklı kalmayı amaçlayan bir tekniktir. Fakat Çin’in yaşanan savaşlar ve çeteleşmeler nedeniyle, tehlikeli bir yer haline dönüşmesiyle beraber sağlıklı kalmak başkaları tarafından öldürülmemekle ilişkilendirilmiş ve bu sağlıklı kalma tekniği zamanla bir dövüş sanatına evrilmiştir. Lamas, bir dövüş sanatına dönüşse de sağlıkla ilgili kısım hala önemlidir.

Yazının ikinci bölümünde yılan, maymun ve peygamber devesi tekniklerini inceleyeceğiz.

Deniz Benol

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kung Fu’da Gözlem ve Empati Hayvanı Tekrarlamak – Deniz Benol appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/kung-fuda-gozlem-ve-empati-hayvani-tekrarlamak-deniz-benol/feed/ 0
Gidonu Ters Takılmış Bisiklete Binebilir Misin? https://meydan1.org/2016/02/11/gidonu-ters-takilmis-bisiklete-binebilir-misin/ https://meydan1.org/2016/02/11/gidonu-ters-takilmis-bisiklete-binebilir-misin/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:07:04 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/gidonu-ters-takilmis-bisiklete-binebilir-misin/ Yapılacak bir işin kolaylığını belirtmek için, “bisiklete binmek kadar kolay” tanımlaması kullanılır. Bir kez öğrendikten sonra asla unutmayız bisiklete binmeyi. Peki, siz hiç gidonu ters takılmış bir bisiklete binmeyi denediniz mi? Yani gidonu sağa çevirdiğinde tekerleğin sola döndüğü, gidonu sola çevirdiğinde tekerleğin sağa döndüğü bir bisiklete binebilir misin? Denemeler sonucu; normal bisiklete binmeyi bilen yetişkin […]

The post Gidonu Ters Takılmış Bisiklete Binebilir Misin? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
bisiklet2

Yapılacak bir işin kolaylığını belirtmek için, “bisiklete binmek kadar kolay” tanımlaması kullanılır. Bir kez öğrendikten sonra asla unutmayız bisiklete binmeyi.

Peki, siz hiç gidonu ters takılmış bir bisiklete binmeyi denediniz mi? Yani gidonu sağa çevirdiğinde tekerleğin sola döndüğü, gidonu sola çevirdiğinde tekerleğin sağa döndüğü bir bisiklete binebilir misin?

Denemeler sonucu; normal bisiklete binmeyi bilen yetişkin insanların hiçbiri, ters gidonlu bisiklete binmeyi başaramadı. Daha önce bisiklete binmemiş küçük yaşlardaki çocuklarsa, bu bisiklete binmeyi rahatça öğrendiler.

Bunun nedeni beynin yeni deneyimlere uyum sağlama durumuyla ilgilidir. Bu uyum “nöroplastisite” olarak adlandırılır. Birey 21 yaşına gelinceye kadar, beynindeki nöroplastisite gelişmeye devam eder. İşte bu yüzden normal bisiklete binmeyi daha öğrenmemiş bir çocuk, gidonu ters bir bisiklete binmeyi rahatça öğreniyor. Tıpkı yabancı bir dil öğrenmek gibi…

The post Gidonu Ters Takılmış Bisiklete Binebilir Misin? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/gidonu-ters-takilmis-bisiklete-binebilir-misin/feed/ 0
Rossum’un Akıllı Robotları – Mine Yılmazoğlu https://meydan1.org/2016/02/11/rossumun-akilli-robotlari-mine-yilmazoglu/ https://meydan1.org/2016/02/11/rossumun-akilli-robotlari-mine-yilmazoglu/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:05:21 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/rossumun-akilli-robotlari-mine-yilmazoglu/ En basit tanımıyla “insanlığın” işlerini kolaylaştıran ve hızlandıran mekanik sistemlere “robot” diyebiliriz. Robot kelimesi ilk kez 1921 yılında Karel Čapek’in yazdığı R.U.R “Rossum’un Akıllı Robotları” isimli tiyatro oyununda yazar tarafından Çekçe “zorunlu hizmet” anlamında kullanıldı. Daha sonra kullanılmaya başlanan Robotik kelimesi ise ilk kez bilim kurgu yazarı Issac Asimov’un romanlarında geçti. Asimov robot serisi hikâyelerinden […]

The post Rossum’un Akıllı Robotları – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
bigdog 3

En basit tanımıyla “insanlığın” işlerini kolaylaştıran ve hızlandıran mekanik sistemlere “robot” diyebiliriz. Robot kelimesi ilk kez 1921 yılında Karel Čapek’in yazdığı R.U.R “Rossum’un Akıllı Robotları” isimli tiyatro oyununda yazar tarafından Çekçe “zorunlu hizmet” anlamında kullanıldı.

Daha sonra kullanılmaya başlanan Robotik kelimesi ise ilk kez bilim kurgu yazarı Issac Asimov’un romanlarında geçti. Asimov robot serisi hikâyelerinden Runaround’da, insanla robot arasındaki ahlaki ve hukuki ilişkinin temelini oluşturan “Üç Robot Yasası”nı oluşturdu.

Günümüzde robotların “robot” olarak tanımlanabilmesi için otonom olarak çalışması gerekmektedir. Otonom çalışma prensibi, bir robotun insan gücüne ihtiyaç duymadan çalışması olarak nitelendirilir. Örneğin bir otomobil fabrikasındaki bujileri sıkan makine otonom olarak çalışır. Çünkü bujileri İngiliz anahtarı ile sıkan bir insan değil, belirli bir çalışma programındaki makinedir.

Otomat, otomatik olarak ardışık veya döngüsel işlemleri gerçekleştirebilen mekanik veya elektro-mekanik düzenektir. Bu tanımlama ile otonom kelimesinin kökeninin otomat kelimesinden türediğini görmemiz mümkün. Araştırmalar gösteriyor ki; zaten 1920 yılında robot kelimesi kullanılmaya başlamadan önce, robotlar için “otomat” kelimesi kullanılıyordu.

Bu otomasyonlu robotlar ilk olarak, Ford araba firmasının kurucusu Henry Ford tarafından kullanılmaya başladı. 1800’lü yılların başında Ford araba fabrikası, siparişleri karşılayamadığı için otomasyonla üretimine devam etmeye karar verdi. Fabrika daha az işçi çalıştırıp daha hızlı üretim yaparak, Henry Ford’un yüzünü 199 milyar dolarlık servetle bir hayli güldürdü.

Otomatlarla Başlayan Serüvenden, Gelişmiş İnsan Benzeri Robotlara

Çoğunlukla montaj, bakım, onarım ve üretim amacıyla kullanılan robotların gelişim süreci önce süpürge yapan, dans eden, konuşan robotlar; daha sonra 4 ayaklı ve saatte 72 km hızla koşan robotlarla sürdü.

İnsana benzer robot üretimi, bu sektörün göz bebeği olsa da, kullanılabilirliği ve yeteneği açısından hayvan benzeri robotlar da giderek popülerleşiyor. Robot geliştirme şirketlerinin başında gelen Boston Dynamics şirketi daha önce piyasaya sürdüğü PETMAN, Cheetah, LittleDog gibi 4 ayaklı robotlarının, en yeni ve gelişmiş robotunun tanıtımını yapıyor, şu sıralar. BigDog.

4 bacaklı, 75 kilo ağırlığındaki BigDog, eğimli yerlere tırmanabiliyor ve engebeli arazide koşabiliyor. Bigdog, başta ağır malzemeleri engebeli arazide rahatça taşıyabilmek için projelendirildi. Daha sonra ABD Savunma Bakanlığı’nın verdiği fon ile askeri robot olarak üretildi. 150 kilo ağırlıkla koşarken bile yediği tekmelerde dengesini kaybetmeyen BigDog, şuan için en gelişmiş robot olarak nitelendiriliyor.

Savaş sanayii için büyük bir adım olan BigDog robot, ilerleyen teknolojiyle beraber Issac Asimov’un 2. kuramından yola çıkarak, 1. kuramı ihlal edeceğe benziyor. Hal böyle olduğunda ise bu hikayenin sonu, Rossum’un Akıllı Robotları isimli tiyatro oyununun sonuna benzeyecek. Oyunun sonu şöyle bitiyor: “Bütün robotlar ayaklanıyor ve yaratıcılarını öldürüyor.”

Issac Asimov’un “Üç Robot Yasası”

1. Kuram: Robotlar asla insanlığa zarar vermemelidir. Diğer aşağıdaki kuramlar tarafından aksi iddia edilemez.

2. Kuram: Robotlar insanoğlundan aldığı emirleri yerine getirmelidir. Diğer aşağıdaki kuramlar tarafından aksi iddia edilemez.

3. Kuram: Robotlar kendi varlıklarını diğer kuramları bozmadan ellerinden geldikçe korumalıdırlar.

Mine Yılmazoğlu
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Rossum’un Akıllı Robotları – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/rossumun-akilli-robotlari-mine-yilmazoglu/feed/ 0
SSCB’den ABD’ye Dünya Denizindeki Korsanlar – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2016/02/11/sscbden-abdye-dunya-denizindeki-korsanlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2016/02/11/sscbden-abdye-dunya-denizindeki-korsanlar-zeynel-cuhadar/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:02:53 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/sscbden-abdye-dunya-denizindeki-korsanlar-zeynel-cuhadar/ Sevdiğimiz bir filmi izlerken siyah ekranın üzerine büyük beyaz puntolarla düşen sözcükler, takip ettiğimiz müzik programı için düğmesine bastığımız radyonun hoparlörü ya da haber bültenlerinin favori sosyal mesaj içerikli haberleri bize aynı şeyi söylüyor: Korsan film, müzik, kitap; almak, değiş tokuş etmek, kopyalamak yasaktır! “Peki neden yasaktır bu ürünler?” diye sorduğumuzda, kayda değer bir yanıt […]

The post SSCB’den ABD’ye Dünya Denizindeki Korsanlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

sscbdenabdye

Sevdiğimiz bir filmi izlerken siyah ekranın üzerine büyük beyaz puntolarla düşen sözcükler, takip ettiğimiz müzik programı için düğmesine bastığımız radyonun hoparlörü ya da haber bültenlerinin favori sosyal mesaj içerikli haberleri bize aynı şeyi söylüyor: Korsan film, müzik, kitap; almak, değiş tokuş etmek, kopyalamak yasaktır! “Peki neden yasaktır bu ürünler?” diye sorduğumuzda, kayda değer bir yanıt alamayız. “Sanatçının emeğine saygısızlık” derler, ürüne verdiğimiz paranın yüzde kaçının ona gittiğini söylemezler. Ne işçinin hakkına, ne üreticinin emeğine saygısı olan şirketlere yönelmiş öfkeyle harekete geçenler için, korsan çok şey ifade ediyor.

Sömürünün ve adaletsizliğin ete kemiğe bürünmüş hali olan “üçüncü dünyanın” yoksul halkı, elden ele dolaşan çekme kasetlerle, piyasaya girişinin ertesi günü tezgahlara düşen korsan kitaplarla, filmlerle; gidemediği konseri dinliyor, satın alamadığı kitabı okuyor, DVD’sini alamadığı sinema filmlerini izliyor. Korsan, batılı devletlere ise gecekondu mahalleleriyle, o topraklara “sonradan gelmiş” göçmenlerle ve üretilen yeraltı kültürüyle giriyor. Bir parçası olamadıkları (ya da olmayı reddettikleri) endüstrilerin dengesini bozan kayıt dışı üretimler ve dağıtımlar sanat üretimiyle alıcısının arasındaki bariyerleri yıkıyor.

Kapitalizmin çuvalladığı apaçık ortada, bununla birlikte tarihten ders çıkarmadaki başarısızlığı dillere destan sosyalist devletlerin de bu konuda, diğer iktidarlardan bir farkı olduğunu söylemek zor. Ekonomik eşitsizliğin sonucu olmuyor belki ama, sıkı bir sansür ve denetleme sürecinden geçemeyen üretimlerin insanlara erişim yolu oluyor bu kez de korsan. Merkezi bürokrasinin yönetimi altında yıllarca şekilden şekle sokulan “Sovyet Sanatı” yegane örneklerimizden. Daha iktidarın ele geçirilmediği zamanlardan başlayan sansürcülük, özellikle Josef Stalin’in iktidara gelişiyle daha da belirginleşiyor. Denetim, edebiyattan sinemaya, müzikten medyaya kadar birçok alanı etkilemeye başlıyor. Öyle ki bir süre sonra çekilen her filmin, kaydedilen her albümün, yazılan her kitabın yayınlanıp yayınlanmaması konusunda tek karar mercii, Stalin’in kendisi oluyor.

Bu kez de yasaklara karşı açılıyor korsan gemisinin yelkenleri. Kullanılmayan röntgen filmlerin üzerine çekilen yasaklı müzikler, üniversite kulüplerinin düzenlediği korsan radyo yayınlarıyla insanlara ulaşıyor. Bir yerde yoksulluğa, başka bir yerde ötekileştirmeye karşı denize açılan korsanlar, bu sefer kızıl sansüre karşı kürek çekmeye başlıyor.

Yasakçı politikaları ters tepen Sovyet yönetimi, oluşan çatlaklardan kapitalizmin girmesini engellemeye çalışıyor. Dünyanın farklı coğrafyalarına Osmanlı Devleti’nin Jön Türklerini akla getirircesine “oraların kültürünü öğrenip gelmesi için” genç müzisyenler, yönetmenler, edebiyatçılar gidiyor. Bazıları Rus yönetmen Andrey Tarkovski gibi kapitalizmin özgürlük yanılsamasıyla gittikleri yerlerde kalırken, bazıları da yaşadıkları topraklara geri dönüp öğrendiklerini iktidarın ideolojisiyle harmanlayarak sunuyordu. Bu tür müzik gruplarından biri, Yugoslavyalı grup Plavi Orkestar (Mavi Orkestra), adeta sosyalizmin The Beatles’ı gibiydi. Dünya çapında 300.000 kopya sattılar, 3500’den fazla konser verdiler. Ancak bütün bunlar korsan plakların yanına ilişen yeni plaklar olmaktan öteye geçemedi. Aradan yıllar geçti, 1991 yılında Moskova’da gerçekleşen bir rock müzik festivalinde 11 genç, “konserin güvenliğini alan” askerlerin nefretine kurban gitti.

Aynanın öteki yüzüne baktığımızda ise gördüğümüz manzara bize bir Ouroboros yılanı gibi görünebilir. Keza söz konusu sansürün özneleri, yasaklandıkları coğrafyalarda bir özgürlük sembolüyken, yaşadıkları coğrafyada, ürettiklerini metalaştırmaktan çekinmeyen, ezen-ezilen çelişkisinde ezen olarak konumlanan bireylerdir. Sadece parası olanın ulaşmasına izin verdikleri “kültür ürünleri” sayesinde doldurdukları pantolon cepleri dar geliyor olacak ki, telif hakkı davalarıyla, internet paylaşımlarına koymaya çalıştıkları engellerle bu sömürüsüz paylaşımın düşmanları olmaya devam ediyorlar. Acımasız şirketler, egolu sanatçılar ve kalitesiz sanat ürünleri arasında nefes alabilmek için korsan olmak, dümeni henüz görmediğimiz diyarlara kırmak gerek.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post SSCB’den ABD’ye Dünya Denizindeki Korsanlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/sscbden-abdye-dunya-denizindeki-korsanlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
“O Bir Öğretmen” Sen de Bir Şovmensin – Vahap Güler https://meydan1.org/2016/02/11/o-bir-ogretmen-sen-de-bir-sovmensin-vahap-guler/ https://meydan1.org/2016/02/11/o-bir-ogretmen-sen-de-bir-sovmensin-vahap-guler/#respond Wed, 10 Feb 2016 22:00:25 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/11/o-bir-ogretmen-sen-de-bir-sovmensin-vahap-guler/ “ŞAKİLER TEMİZLENDİ: Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerinde çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur.” 16 Temmuz 1930 tarihinde, dönemin iktidarı CHP’nin yayın organı diyebileceğimiz Cumhuriyet Gazetesi, Zilan Katliamı’nı böyle taşımıştı manşetine. Resmi rakamlara göre 15.000 kişinin […]

The post “O Bir Öğretmen” Sen de Bir Şovmensin – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

obiröğretmen

“ŞAKİLER TEMİZLENDİ: Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerinde çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur.”

16 Temmuz 1930 tarihinde, dönemin iktidarı CHP’nin yayın organı diyebileceğimiz Cumhuriyet Gazetesi, Zilan Katliamı’nı böyle taşımıştı manşetine. Resmi rakamlara göre 15.000 kişinin can verdiği katliamı şakilerin (şaki: o dönemde “terörist” yerine kullanılan kelime) temizlenmesi olarak haber yapmıştı.

Yıl oldu 2016, aylardan Ocak. Ulusalcısından cemaatine, yandaşından yalakasına, gazetelerin çoğu her gün aynı manşeti atıyor: “TEMİZLİK OPERASYONU SÜRÜYOR!” Evet. Devletin “temizlik”, medyanın algı operasyonu hala sürüyor… Temizlik normalleştiriliyor. Katliamların sesi kısık.

Sessizliği bozanlardan biri, Diyarbakır’dan Ayşe öğretmen oluyor. Terörle mücadele adı altında gerçekleştirilen katliamlara bazen seyirci bazen manipülatör olan medya kuruluşlarından Kanal D’de Beyazıt Öztürk’ün sunduğu Beyaz Show’a katılarak, üç maymun oyununa karşı ses veriyor; “çocuklar ölmesin” diyor. Beyazıt Öztürk onu alkışlatıyor; “Oradaki insanlara selam olsun”la biten bir konuşma yapıyor. Akabinde Ayşe öğretmen “terör örgütü propagandası yapmak”la, Beyaz ve Kanal D ise “terör örgütü propagandasına müsaade etmek”le suçlanıyor. Ertesi gün Kanal D, her zaman devletin yanında olduklarını; Beyaz ise bir adım öteye giderek polis çocuğu olduğunu, bir anlık gafletle “vicdanına yenik düştüğünü” açıklıyor; özür diliyorlar.

Polis çocuğu olmak, vicdanlı olmamayı mı gerektirir? Çocuklar ölmesin demek, suç mudur? Aynı olay bir yıl önce “barış süreci” diye adlandırılan zamanlarda yaşansaydı, böyle mi olurdu? Bunlar ve benzeri soruları göz ardı ederek sadece “kaypaklık” demek, devlet baskısının son süreçteki yükselişini hiçe saymak, sığ kalmıyor mu biraz?

Devletin, medyayı daima “algı operasyonunda bir propaganda aracı” olarak kullanmak istediğini bilmeyen yoktur. Seçim zamanı “seçimlere katılarak iktidar partisine oy vermenin” gerekliliğini; kriz zamanlarında “alıp-verip-ekonomiye can vermenin” gerekliliğini göstermek için kullanır. Savaş zamanıysa, medyayı -o dönemdeki stratejisine göre- katliamlarını görünmez kılmak, fail değilmiş gibi davranmak ya da karşı tarafı kötüleyerek katliamlarını meşrulaştırmak için…

Sözün özü; “Şovmen Beyaz ve Ayşe öğretmen” medyanın hızlı değişen söylemine dair tek örnek değil. Daha birkaç yıl önce -sözde de olsa- barış derken, bugün savaş nutukları atan devletin kontrolündeki ana akım medyanın söylemi de, devlet paralelinde, oldukça hızlı dönüyor.

Vahap Güler

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post “O Bir Öğretmen” Sen de Bir Şovmensin – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/11/o-bir-ogretmen-sen-de-bir-sovmensin-vahap-guler/feed/ 0
Hapishane Yönetimlerinin Keyfi Takdir Hakkı – Umut Fırat Süvarioğulları https://meydan1.org/2016/02/10/hapishane-yonetimlerinin-keyfi-takdir-hakki-umut-firat-suvariogullari/ https://meydan1.org/2016/02/10/hapishane-yonetimlerinin-keyfi-takdir-hakki-umut-firat-suvariogullari/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:21:45 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/hapishane-yonetimlerinin-keyfi-takdir-hakki-umut-firat-suvariogullari/ 6-8 Ekim, Kobane Direnişi sonrası Milli Güvenlik Kurulu’nda AKP iktidarı tarafından çok boyutlu olarak tasarlanan saldırı konsepti, 7 Haziran seçimleri öncesi toplumsal direnişe rağmen İç Güvenlik Yasası olarak somutlanmıştı. Yargısız infazların önünü açan düzenleme, birçok genelgeyle de desteklenerek, polis-asker “güvenlik” güçlerine “elinizi korkak alıştırmayın”, “savcı-mahkemenin önüne çıkmayacaksınız” güvenceleri verilerek şu an Kürdistan’da ve metropollerde sivil […]

The post Hapishane Yönetimlerinin Keyfi Takdir Hakkı – Umut Fırat Süvarioğulları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
yalınayak

6-8 Ekim, Kobane Direnişi sonrası Milli Güvenlik Kurulu’nda AKP iktidarı tarafından çok boyutlu olarak tasarlanan saldırı konsepti, 7 Haziran seçimleri öncesi toplumsal direnişe rağmen İç Güvenlik Yasası olarak somutlanmıştı. Yargısız infazların önünü açan düzenleme, birçok genelgeyle de desteklenerek, polis-asker “güvenlik” güçlerine “elinizi korkak alıştırmayın”, “savcı-mahkemenin önüne çıkmayacaksınız” güvenceleri verilerek şu an Kürdistan’da ve metropollerde sivil çocuk, kadın, yaşlı, genç yüzlerce insanımızın katledilmesine yol açtı. Saraydaki zorbanın talimatıyla tasarlanan saldırı konseptinde “İç Güvenlik Yasası”yla, toplumsal muhalefet kentlerin sokaklarında böylesi vahşi katliamlarla karşı karşıya bırakılırken, öldürülmeyip zindanlara doldurulan devrimcilerin irade ve direnişlerini kırmak için yapacağı saldırılara, polis ve askerin yanında gardiyanları da dokunulmaz kılmak için yasal kılıflar hazırlamaktan geri durulmadı.

Üst üste yaşanan seçimler nedeniyle hazırlanan Ceza ve İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu’ndaki değişiklik meclisten geçmesi tasarlanmış olsa da, bakanlık tarafından seçilen pilot hapishanelerde uygulamalar uzunca bir süredir devam ediyor. Yakın bir zaman önce 1 ve 2 No’lu İzmir F Tipi ve Menemen T Tipi’nde hastane-mahkeme sevklerinde çift kelepçe uygulaması bu pilot uygulamanın sonucuydu. Devrimci tutsakların fiili direnişiyle bu uygulamaya son vermek zorunda kaldılar. Yine hücre ve koğuş havalandırmalarına takılan kameralar da bu konseptin diğer örneğiydi. Bu uygulama da kimi yerlerde kameralar kırılarak, kiminde de “örtülerek” büyük oranda boşa çıkarıldı. Böylesi genel dayatmalar kadar hapishane idarelerine “keyfi takdir hakkı” verilerek de devrimci tutsakların direnci test edilmeye devam ediliyor.

Seçimler öncesi bütün hapishaneler için gündemleştirilen, siyasi içerikli gazete, dergi ve kitapların tutsaklara verilmeyeceğine dönük karar, birkaç hapishanede uygulanmaya çalışıldığında, dışarıda ve içeride yoğun bir tepkiyle karşılaştı. Akabinde Anayasa Mahkemesine’ne yapılan başvuru ile “haberleşme özgürlüğü” kapsamında değerlendirilerek, lehte karar çıkmasıyla, uygulama gündemden düştü. Ancak pratikte durum böyle gelişmedi. Hiçbir yasal dayanağı olmamasına karşın şu anda Menemen T, Ümraniye E, Erzurum E, Aliağa Şakran 4 No’lu T Tipi hapishanelerinde idare gözlem kurulunun keyfi takdir hakkı sonucu Meydan, Gündem, Azadiya Welat ve diğer devrimci gazete, dergi ve kitapların alınması yasak. Yine daha önce izlenmekte olan İMC, Özgür Gün TV gibi muhalif kanallar da izletilmiyor. Yapılan yasal başvurular AYM’nin kararına rağmen sonuç vermiyor. Özellikle Aliağa-Şakran Kampüsü’nde 1-2-3 ve Kadın Hapishanesi’nde böylesi bir yasak olmamasına rağmen, 4 No’lu T Tipi’nde, yeni atanan müdür bu uygulamayı başlatmıştır.

Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu’nda yapılması planlanan göz yaşartıcı gaz, basınçlı su, ateşli silah kullanımı, köpekle arama, yayın-afiş-resim-sembol-işaret vb. bulunduranların cezalandırılacağına dönük düzenleme yasalaşmadığı halde, İç Güvenlik Paketi’yle dışarıda estirilen terör ve katliamlar; bu yasa yakın bir zamanda meclisten geçtikten sonra zindanlarda da en şiddetli şekilde yansımasını bulacaktır. Dışarıda olduğu gibi zindanlarda da sarayın zorba iktidarına karşı devrimci tutsakların direnişi yaratıcı eylemsellik ve dayanışmayla, mücadele edilerek sağlanabilir. Devrimci kamuoyunun dışarıda olduğu gibi zindanlara dönük kapsamlı saldırılara ve direnişlere de duyarlı olmasını ve dayanışmasını büyütmesini istiyoruz.

Umut Fırat Süvarioğulları

İzmir / Kırıklar 1 Nolu F Tipi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Hapishane Yönetimlerinin Keyfi Takdir Hakkı – Umut Fırat Süvarioğulları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/hapishane-yonetimlerinin-keyfi-takdir-hakki-umut-firat-suvariogullari/feed/ 0
Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya https://meydan1.org/2016/02/10/trans-tutsak-esrayla-dayanismaya/ https://meydan1.org/2016/02/10/trans-tutsak-esrayla-dayanismaya/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:17:17 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/trans-tutsak-esrayla-dayanismaya/ Erkeklerin arasında yaşamaya mahkum edilmiş bir kadın, her daim tecavüz korkusuyla karşı karşıya bırakılan bir erkek, “açık” olmadığı için yok sayılan bir lezbiyen ya da bir gey… Hapishanelerdeki LGBTİ tutsakların yaşadıkları adaletsizlikler, hapishane yaşamları boyunca karşı karşıya kaldıkları baskı ve tehditler, maruz kaldıkları cinsel saldırılar artık çok daha görünür. 2013 yılının Temmuz ayında 79, 2014 […]

The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
esra arikan Solda Merve Arkun, Sağda Trans Tutsak Esra Arıkan

Erkeklerin arasında yaşamaya mahkum edilmiş bir kadın, her daim tecavüz korkusuyla karşı karşıya bırakılan bir erkek, “açık” olmadığı için yok sayılan bir lezbiyen ya da bir gey… Hapishanelerdeki LGBTİ tutsakların yaşadıkları adaletsizlikler, hapishane yaşamları boyunca karşı karşıya kaldıkları baskı ve tehditler, maruz kaldıkları cinsel saldırılar artık çok daha görünür.

2013 yılının Temmuz ayında 79, 2014 yılının Mayıs ayında 95 olarak açıklanan LGBTİ tutsakların sayısının 2015 yılında ne kadar olduğu bilinmiyor. Adalet Bakanlığı 2015 yılına ilişkin yapılan başvuruyu “özel hayatın gizliliği”ni bahane ederek açıklamazken; bahsi geçen bu sayılarsa yalnızca kimliği “gözle görülebilen” LGBTİ tutsakları kapsıyor. Kimliği “gözle seçilemeyen”, maruz kalacağı sosyal ve psikolojik baskılar sebebiyle “açık” olmayan LGBTİ tutsakların hemen hepsi ise yok sayılıyor.

Hapishaneler, toplumsal ahlaka ve onun belirlediği normlara uygun bir şekilde tanınan “kadın ve erkek tutsaklar ya da heteroseksüeller” için bile işkencenin belki de en somutlaşan haliyken, bu durum LGBTİ bireyler içinse yok sayılmanın dayattığı görünmezlik, ayrımcılık ve nefretin kendisi oluyor.

Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında Yalınayak bölümünde yayınlanan röportajının ardından sesini bizlere ulaştırabilmeyi başaran trans tutsak Esra Arıkan’ın yaşadıkları ve anlattıkları ise, hemen hemen tüm LGBTİ tutsakların yaşadıklarını, açıkça anlatır nitelikte.

Bundan önce kaldığı İzmir 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nun ve Samsun E Tipi Kapalı Cezaevi’nin de dahil olduğu toplam 10 farklı hapishanenin her birinde benzer uygulamalarla karşı karşıya kalan Esra, henüz 4 ay önce sevk edildiği 11. hapishane olan Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda söz konusu olan insanlık dışı uygulamaları şöyle sıralıyor: Kendisine yönelik taciz ve tecrit, gerekçesi olmaksızın hücrede tutulması, revire çıkartılmaması, dilekçelerinin işleme alınmaması, kahvaltılıkların gece saat 02:00-03:00 arasında verilmesi…

Çıktığı son açık görüşünde, bugüne kadar maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaların, Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde sistematikleştiği ve yoğunlaştığından söz eden Esra Arıkan, herhangi bir hücre cezası bulunmamasına rağmen, “tekli oda” adı altında bir hücrede tutulduğunu; bu mekanda yaşamak zorunda bırakılmanın sonucu olarak, kültürel çalışmalar, spor aktiviteleri, sohbet odaları gibi birçok hakkından mahrum bırakıldığını söylüyor. Aynı ünitede kalan diğer tutsaklarla birlikte havalandırmaya çıkma ve 1 saat sohbet etme hakkı olmasına rağmen bu uygulamadan da yararlandırılmayan Esra’nın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı şikayetin ardından hapishane yönetiminin yaptığı savunma ise, bahsi geçen tüm bu insanlık dışı uygulamaların, temelinde nefret veayrımcılık barındırdığını apaçık bir şekilde gösterir nitelikte: “Cinsel eğilim farklılığı”.

Esra çıktığı açık görüşte aynı zamanda Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin diğer tutsaklara yönelik bazı olumsuz uygulamalara da değinirken; tutsaklara Gündem ve Azadiya Welat gibi gazetelerin iletilmediğinden, tutsakların iletişim haklarının engellendiğinden bahsediyor.

Aynı cezaevi, Esra’nın yakın zamanda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuruda bahsettiği “kahvaltıların gece 02:00-03:00 saatleri arasında verilmesi problemi”ni, “asılsız, gerçekdışı, kurumun güvenirliğine gölge düşürme çabası” olarak nitelendirmiş; Esra’nın tutulduğu hücreyi “tekli oda” olarak adlandırmış; kısacası yapılan tüm şikayetleri reddetmiş ve verilen tüm dilekçeleri karşılıksız bırakmıştı.

Geride bıraktığımız Aralık ayında bünyesindeki tutsaklara çıplak arama dayatan, bu dayatmayı kabul etmeyenlerin darp edilmesine zemin hazırlayan Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin söz konusu uygulamaları ise hem trans kimliği gerekçesiyle tecritte tutulan Esra için hem de aynı hapishanedeki diğer tutsaklar için giderek yoğunlaşmakta.

LGBTİ bireylere “dışarıda” bile özgür bir yaşam neredeyse imkansızken, cezaevlerinde tutsak olan Esra ve diğer tüm LGBTİ bireyler içinse özgürlüğün hayali dahi imkansızlaştırılıyor. Adalet Bakanlığı yalnızca LGBTİ bireylerin kalacağı yeni bir cezaevi projesinden bahsederken ve aslında LGBTİ tutsakların tecritini kurumsallaştırmanın ve yeni sürgünlerin yolunu açarken; şu anda çeşitli hapishanelerde tutsak olan eşcinsel ve trans bireyler için söz konusu problemler artarak sürüyor.

Merve Arkun – Esra’nın Vasisi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/trans-tutsak-esrayla-dayanismaya/feed/ 0
Sokak Gazetesi Apatris ile Anarşist Yayınlar Söyleşisi https://meydan1.org/2016/02/10/sokak-gazetesi-apatris-ile-anarsist-yayinlar-soylesisi/ https://meydan1.org/2016/02/10/sokak-gazetesi-apatris-ile-anarsist-yayinlar-soylesisi/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:13:04 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/sokak-gazetesi-apatris-ile-anarsist-yayinlar-soylesisi/ Patris, Yunanistan’da ortalama 100 bin traji olan milliyetçi ve muhafazakar kesimlerin okuduğu merkez medya yayınıdır. Yaklaşık 6 yıldır yayın yaşamı süren ve anarşistlerce çıkartılan Anarşist Apatris Gazetesi’nin de Yunanistan genelindeki trajı 15 bin civarındadır. Patris sözcüğü Yunanca’da “vatan” anlamında kullanıldığı için, bu milliyetçi ve muhafazakar kesimler çıkarttıkları gazetenin adını Patris yapmışlardır. Yunanistan’daki anarşist yoldaşlarımız ise […]

The post Sokak Gazetesi Apatris ile Anarşist Yayınlar Söyleşisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

apatrissöylesi

Patris, Yunanistan’da ortalama 100 bin traji olan milliyetçi ve muhafazakar kesimlerin okuduğu merkez medya yayınıdır. Yaklaşık 6 yıldır yayın yaşamı süren ve anarşistlerce çıkartılan Anarşist Apatris Gazetesi’nin de Yunanistan genelindeki trajı 15 bin civarındadır.

Patris sözcüğü Yunanca’da “vatan” anlamında kullanıldığı için, bu milliyetçi ve muhafazakar kesimler çıkarttıkları gazetenin adını Patris yapmışlardır. Yunanistan’daki anarşist yoldaşlarımız ise Patris’in başına A koyarak, çıkarttıkları gazetenin adını “vatansız” yapmışlardır.

Anarşist hareketin, Yunanistan coğrafyasında geçmişten günümüze, oldukça güçlü olduğu biliniyor ve gerek ülke siyaseti üzerine gerekse toplumsal ilişkiler üzerine etkisi herkesçe kabul ediliyor. Yunanistan coğrafyasının pek çok ada ve birbiri arasında ulaşımı pek de hızlı olmayan birçok kent merkezi barındırmasından kaynaklı yaşanan erişim güçlüğüne karşı, bu noktalar arasındaki sosyal ilişki oldukça güçlü. Anarşist mücadele pratikleri arasındaki iletişimin ise toplumun geneli arasındaki iletişimden çok daha güçlü olduğu ortada. Bu bağın güçlü kalmasındaki etkenler göz önünde bulundurulduğunda, çıkarılmakta olan anarşist yayınların etkisi göze çarpıyor. Apatris Gazetesi de bu etkiyi artırmayı amaçlayan anarşist yayınlardan biri.

Meydan Gazetesi olarak düzenlemeye başladığımız “Anarşist Yayınlar Söyleşisi” dizisinin ilk etkinliğini, yakın coğrafyamızda anarşist hareketin toplumsallaşmasına dair bir çaba olarak ortaya çıkan Apatris Gazetesi’nin katılımıyla gerçekleştirdik. 23 Ocak Cumartesi günü, Kadıköy’de bulunan Paylaşma ve Dayanışma Derneği’nin Tayfun Benol Kitaplığı’nda gerçekleştirilen söyleşide, Apatris Gazetesi’nden katılımcılar, gazetenin ortaya çıkışından editör gruplarının kuruluşuna, benimsedikleri ilkelerden yaşadıkları olumlu/olumsuz deneyimlere kadar çok sayıda konuyu içeren bir sunum gerçekleştirdi.

Gazetemiz yazarlarından Hüseyin Civan’ın Apatris hakkındaki kısa bilgilendirmesi ve anarşist yayınların iktidarlar tarafından nasıl baskılandığına dair yaptığı konuşmasının ardından etkinlik, gazete yazarlarının yaptığı sunumla devam etti.

Avrupa dışında ilk kez böyle bir etkinlik gerçekleştirdiklerini belirterek sunuma başlayan Apatris yazarları konuşmalarına, “Anadolu topraklarında mücadele etmenin ne kadar zor olduğunu biliyoruz, burada olmak bizim için bir onur” sözleriyle başladı. Gazeteye niçin “vatansız” anlamına gelen Apatris ismini verdiklerini anlatan yazarlar, Yunanistan’da çıkmakta olan ve ırkçı perspektifiyle tanınan Patris (Vatan) gazetesinden bahsettiler; Patris’e ve onun da temsilcisi olduğu faşist ideolojilere karşı; vatansızların sesi olmayı seçtiklerini anlattılar.

apatris

Gazete yazarlarının anlattıklarına göre, Apatris’i çıkartmaya dair ilk fikirler, Yunanistan’ın Heraklion şehrinde bulunan Evaggelismos İşgalevi’nin mahkeme kararıyla tahliye edileceği tehdidine karşı direnenlerin sözünü geniş kitlelere duyurma ihtiyacıyla ve 2008’de yaşanan Aralık İsyanı’nın ardından yükselen toplumsal hareketlerle birlikte ortaya çıkmış. 2009 yılında yayın hayatına başlayan ve 2 ila 2,5 aylık periyotlarda yayınlanan Apatris, 16 sayfa ve 3000 tiraj ile başladığı yayın hayatında, hem sayfa sayısını hem de tirajını oldukça arttırmış. Yayınını sürdürdüğü yılların ardından Apatris, Yunanistan çapında 15.000 kişiye ulaşır hale gelmiş. Gazetenin yazarları, Girit’te ortaya çıkan bu girişimin Hanya ve Rethymno kentlerinde kurulan editör gruplarıyla temelinin atıldığını söylerken; şu anda toplam altı kentte, gazetenin yedi farklı editör grubunun bulunduğunu da sözlerine ekliyor.

Gerçekleştirdikleri sunumda, Apatris’in 2010 yılında Yunanistan geneline yayılan bir editör ve dağıtım ağına ulaştığını belirten Apatris yazarları, Kıbrıs’ta ortaya çıkan benzer bir girişimi desteklediklerini de sözlerine ekliyor. Anarşist mücadele içindeki farklı perspektiflere yer verdiklerini belirten Apatris ekibi, bunun, toplumun farklı kesimlerinde anarşizm düşüncesine dair bir etkileşim yaratma çabası olduğunu vurguluyor. Yazarlar, Apatris’in sadece anarşistlerin okuduğu bir yayın olmaktan çıkıp, toplumun farklı kesimlerine değebilmeyi amaçlayan bir gazete olduğunu da sözlerine ekliyor.

Yazarlar yaptıkları sunumda, Apatris’in sadece bir gazete olmaktan öte, çeşitli kitaplar basan bir yayın kolektifi olduğunu vurguluyor. Bu çabayla, Yunanistan’ı ve bütün Avrupa’yı etkileyen ekonomik kriz döneminde yayınladıkları her sayıda yer ayırdıkları 5 sayfalık bölümle bir yayın külliyatı oluşturan Apatris, kapitalizme karşı anarşist ekonomi alternatiflerinin önerildiği bu makaleleri kitaplaştırmış.

Gazetenin uluslararası işbirliğine önem verdiğini ve böylesi etkinlikleri önemsediğini vurgulayan Apatris yazarları, etkinlik sonunda düzenlenen soru-cevap bölümünde ise, coğrafyamızda yaşanan savaşa ve Rojava Devrimi’ne dair düşüncelerini paylaştı. “Rojava Devrimi, hepimiz için büyük bir heyecan kaynağıydı” sözleriyle yaşanmakta olan devrim sürecini değerlendiren Apatris yazarları, dört bir yanı saldırgan güçler tarafından çevrili bir coğrafyada özgürlükçü bir deneyimin yaşanmasını önemli bulduklarını, bu dönüşümün sadece Rojava’ya özgü olmadığını, Bakur’a da yansıdığını söylediler.

Gerçekleşen soru-cevap bölümünün ardından, Apatris ve Meydan gazetelerinin her geçen gün büyüyen dayanışma ilişkisinin hiçbir zaman sona ermemesi dilekleriyle etkinlik sonlandırıldı.

Apatris gazetesi: Bugüne kadar yayınlanan bütün sayılara infoapatris.blogspot.com.tr üzerinden erişilebiliyor. Yazışmak isteyenler için mail adresleri ise [email protected]

* Apatris gazetesi inisiyatifinden arkadaşlarımız yüzlerinin fotoğraflanması istemediler.

The post Sokak Gazetesi Apatris ile Anarşist Yayınlar Söyleşisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/sokak-gazetesi-apatris-ile-anarsist-yayinlar-soylesisi/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (6): Hollanda’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2016/02/10/anarsist-yayinlar-dizisi-6-hollandada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2016/02/10/anarsist-yayinlar-dizisi-6-hollandada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:09:20 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/anarsist-yayinlar-dizisi-6-hollandada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ DeMoker(Balyoz), Opstand(İsyan), Alarm, Buiten de Perken(Sınırların Ötesinde), Directe Actie( Doğrudan Eylem) Tüm ezilenlerin ve işçilerin özgürlüğü için yola çıkan anarşist yoldaşların katıldığı Birinci Enternasyonal kongresinin temel tartışmasında; İtalya, İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinin yanı sıra Hollanda’dan katılan delegeler de, otorite savunucusu Marx ve destekçilerine karşı Proudhon ile başlayan ve Bakunin ile devam anti-otoriter safta yer […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (6): Hollanda’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Buiiten De Orde Rojava Sayısı

DeMoker(Balyoz), Opstand(İsyan), Alarm, Buiten de Perken(Sınırların Ötesinde), Directe Actie( Doğrudan Eylem)

Tüm ezilenlerin ve işçilerin özgürlüğü için yola çıkan anarşist yoldaşların katıldığı Birinci Enternasyonal kongresinin temel tartışmasında; İtalya, İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinin yanı sıra Hollanda’dan katılan delegeler de, otorite savunucusu Marx ve destekçilerine karşı Proudhon ile başlayan ve Bakunin ile devam anti-otoriter safta yer aldılar. Sonrasında ise, devrimci anarşist bir programı savunan yoldaşların örgütlediği Saint-Imer Kongresi’nde de Hollandalı delegeler ait oldukları yerdeydi. 1898’de (sonradan De Vrije olarak adını değiştirecek olan) De Vrije Socialist’in editörü olan, Kropotkin’in yoldaşı Ferdinand D. Nieuwenhuis’in temellerini attığı hareketin takipçileriydiler.

1903 yılına gelindiğinde coğrafyada faaliyet yürüten anarşistlerin etkisiyle, büyük bir demiryolu grevi örgütlendi. Bu grev, işçilerin sendikalı olma hakkını kazanmasıyla sonuçlandı; fakat sonrasında, devrimciler yoğun bir devlet baskısıyla karşı karşıya kaldılar. Grevden dört yıl sonra, 1907 yılının Ağustos ayında, Amsterdam’da düzenlenen kongrenin inisiyatifini Belçikalı ve Hollandalı anarşistler aldı. Kongreye, hareketin önemli temsilcileri katıldı. İtalya’dan Errico Malatesta ve Luigi Fabbri; Fransa’dan anarşist Benoît Broutchoux ile sendikalist Pierre Monatte; ABD’den Emma Goldman, Rudolf Rocker ve 14 farklı ülkeden birçok anarşist katılım gösterdi. Hollanda’nın delegesi ise Christiaan Cornelissen’di. Errico Malatesta ve Pierre Monatte’nin, anarşizmin sendikalizmle ilişkisi üzerine uzun bir tartışmaya girdiği bu kongrede (bkz. Meydan Gazetesi, Sayı 28, Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları 2, “Devrimci Sendikalizm ve Anarşizm”) sendikalizmin yanında anti-militarizm ve genel grev konuları gündemdeydi. Gerçekleşen bu kongrenin sonucunda çıkarılan bültenin sorumluluğunu, kongreye Belçika’dan katılan anarşistler üstlenirken, beş delegenin (Errico Malatesta, Rudolf Rocker, Alexander Schapiro, John Turner ve Jean Wilquet) girişimiyle, uluslararası anarşist koordinasyonun sağlanması ve arşiv kurulması amacıyla, Londra’da Enternasyonal Bürosu kurulma kararı alındı.

devrije

1923 yılında National Arbeids Secretariaat (NAS, Ulusal Emek Sekreterliği) üyesi iki anarşist, Bakunin üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Arthur Lehning ve Albert de Jong; Nedherlandsch Syndicalistisch Vakverbond’u kurmak için NAS’dan ayrıldı. Aynı yıllarda çıkmaya başlayan Alarm ve De Moker isimli yayınlar, geniş bir takipçi sayısına ulaştı. De Moker (Balyoz) 1928 yılında yayın hayatına veda ederken; Anton Constandse’ın başlattığı bir diğer proje olan Opstand (İsyan) da aynı yıl yayına son verdi.

Artan devlet baskısı sebebiyle, 60’lı yıllara kadar bütün muhalif sesler bastırılırken; anarşist hareket adeta küllerinden doğuyordu. Bu yıllarda kendini göstermeye başlayan anarşistler, genel olarak iki gruba ayrılıyordu. Kropotkin’den etkilenerek anarşist olduğunu söyleyen Roel van Duijn ve Robert Jasper Grootveld ismindeki eylemcilerin etkisiyle, 1965’te “Provo Hareketi” kuruldu. Provocular toplumsal devrimci bir anarşizm geleneğinden uzak, pasif direniş yöntemleriyle hareket eden, daha ılımlı bir yaklaşımı benimsiyordu. Provocular, manifestolarında “esinleyici bir direniş yöntemi” olarak nitelendirdikleri anarşizmin, yaratıcılığını ödünç almışlardı. En dikkat çekici projelerinden biri olan “Beyaz Bisiklet Projesi” kapsamında şehrin dört bir yanına beyaz renkli bisikletler yerleştirerek, bireysel taşıt kullanımını azaltmak için uğraştılar. Hollanda polisi bisikletleri topladı; fakat insanların ulaşım tercihlerinin değişmesini engelleyemedi. Provocular arkalarında bir gelenek bırakmadı ancak yayınladıkları fanzin ve yaptıkları eylemliliklerle Hollanda’daki karşı-kültüre etki etmiş bir gençlik hareketi olarak iz bıraktı.

Provo, daha sonra işlettikleri küçük çaplı tekstil atölyeleri ve çiftliklerle adını duyuran Kabouter İşgal Hareketi’ne ilham verdi. Kabouter isimli hareketin savunucularının anarşist eğilimleri görece daha belirgindi. Pierre Joseph Proudhon ve Gustav Landauer’den etkilendikleri söyleyen Kabouterciler artlarında, Kabouterkrant isminde bir yayın bıraktılar.

totvrijheidsbezinning

Hollanda’da devrimci anarşizmin ikinci nesli ise 60’lı yılların başında, klasik anarşist geleneği sahiplenen, Buiten de Perken (Sınırların Ötesinde) dergisiyle başladı. 19. yüzyılın başında temeli atılan hareketin devamcısı bu grup, Pierre Joseph Proudhon’un, Mihail Bakunin’in ve Pyotr Kropotkin’in temsil ettiği örgütlü, devrimci bir anarşist mücadelenin devamcısı olduğunu söylüyordu. Buiten de Perken, şu anda coğrafyada faaliyetlerini sürdüren Vrije Bond’dan (Özgür Sendika) anarşistlerin çabalarıyla sürüyor. Vrije Bond’un yayın organı olan Directe Actie ise 3 aylık bir periyotta, 2001’den bu yana yayınlanmaya devam ediyor.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (6): Hollanda’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/anarsist-yayinlar-dizisi-6-hollandada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Aristofanes’in ‘Kuşlar’ının Devletle Değişen Dünyası – Didem Erbak https://meydan1.org/2016/02/10/aristofanesin-kuslarinin-devletle-degisen-dunyasi-didem-erbak/ https://meydan1.org/2016/02/10/aristofanesin-kuslarinin-devletle-degisen-dunyasi-didem-erbak/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:03:20 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/aristofanesin-kuslarinin-devletle-degisen-dunyasi-didem-erbak/ Semaver Kumpanya’nın uyarlamasını yaptığı Aristofanes’in “Kuşlar” oyununda, devletsiz yaşayan kuşların dünyasına, devletli bir dünyadan gelen insanların, devleti uygulamaya çalışmasıyla kuşların dünyası sarpa sarıyor, alt üst oluyor. Oyunun sahnelendiği tarihlerde Kürdistan’ın bazı ilçelerinde devlet işgali başlamış ve ilçelerin duvarlarına “Devlet Geldi” yazılamaları yapılmıştı. Kürtlerin devletsiz dünyasına devletin insanları girmiş, sadece yazılamalarla değil; yasakla, yıkımla, savaşla bu […]

The post Aristofanes’in ‘Kuşlar’ının Devletle Değişen Dünyası – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kuşlar-31

Semaver Kumpanya’nın uyarlamasını yaptığı Aristofanesin “Kuşlar” oyununda, devletsiz yaşayan kuşların dünyasına, devletli bir dünyadan gelen insanların, devleti uygulamaya çalışmasıyla kuşların dünyası sarpa sarıyor, alt üst oluyor.

Oyunun sahnelendiği tarihlerde Kürdistanın bazı ilçelerinde devlet işgali başlamış ve ilçelerin duvarlarına “Devlet Geldi” yazılamaları yapılmıştı. Kürtlerin devletsiz dünyasına devletin insanları girmiş, sadece yazılamalarla değil; yasakla, yıkımla, savaşla bu devletsiz dünyaya devleti getirmek istemişti. Fakat o kadar kolay mı birkaç yazılamayla, silahlarla, yıkımlarla, “Devlet Geldi” demek? İyi bilinmeli ki, halklar için devlet hep direniş demek.

Her oyunuyla seyircide iyi bir gülüş, düşünüş ve yorum bırakan Semaver Kumpanya’dan izlemiştim Aristofanes’in “Kuşlar” isimli oyununu. Aristofanes, Antik Yunan’da yaşamış en iyi komedya yazarlarından biridir. Oyunlarında kadın-erkek ilişkileri, barış ve iktidara yergi temalarını işler. Gelelim bu oyunlardan bir tanesi olan Kuşlar oyununa.

Aristofanes’in Kuşlar’ı 414 yılında Dionysia Şenliği’nde sahnelenmiş ve ikincilik almış bir oyundur. Oyunun oynandığı dönemde Atina, çok para harcayarak yeni bir donanma inşa etmiş ve 415’te Sicilya Seferi’ne çıkmıştır. Ancak sefer öncesinde şehirdeki tanrı heykellerinin tahrip edilmesi batıl inançları artırmış ve uğursuzluk olarak anılan bu olaydan sonra Atina’da insan avı başlamıştı. Birçok düşünür, bu olaya karıştığı şüphesiyle işkence gördü ve öldürüldü. Hatta seferdeki Alkibiades bile mahkeme için geri çağrıldı. Aristofanes’in zamanın olayları hakkında bir oyun yazmaktan çekindiği ve ideal bir düzen hayal ettiği bir ütopya kurduğu düşünülüyor.

Kuşlar’da da bireylere saldırı öteki komedyalarda olduğu kadar serttir, böyle olduğuna göre bu komedya ile diğerleri arasındaki farklılığı başka yönlerde aramalıyız. Kuşlar’da Aristofanes’in tutum ve davranışı değişmiştir. Taşkın hayal gücünü, bir zamanlar yalnız gerçeğin açığa vurulması, daha doğrusu gerçeğin değiştirilmesi uğruna kullanan şair artık savaştan bıkmış, yapıcılıktan yorulmuş gibidir. Kendi hayalinde yaşattığı bir ülkeyi öyle alacalı renklerle canlandırır ki, yurttaşları imrensin ve bunu gerçekleştirme isteği duysunlar.

Kuşlar bir hayal dünyasında geçer. İki Atinalı; Güvendost ile Umutlugil ömürlerini mahkemelerde geçiren Atinalılardan bıkmışlardır. Kavgasız, rahat bir hayat sürecekleri bir yer aramaya çıkarlar. İki kuşun peşine takılarak bir koruluğa varırlar. Burada, eskiden insanken sonradan hüthüt kuşu olan kuşlar kralı Tereus oturmaktadır. İki arkadaş Tereus’a bundan böyle kuşlarla yaşamaya karar verdiklerini söylerler. Güvendost, Zeus gökler krallığını ele geçirmeden önce egemenliğin kuşların elinde olduğunu söyler. Kuşlar, şimdi de yeryüzü ile gökyüzü arasında büyük bir şehir kurmalıdırlar, böylece de insanlarla tanrılar arasında alışverişi önlemeli ve Olimpos tanrılarının yerine geçmelidirler. Yeni şehir kurmak için hazırlıklara başlanır. Şehre bir isim aranır ve Havakukuşya adı verilir.

Daha sonra şehre şarlatanlar, jurnalciler gibi bir sürü davetsiz misafir gelir ama hepsi kovulur. Bu insanlar Güvendost’un Atina’da görmekten bıktığı insanlardır. Havakukuşya kurulalı beri, insanların tanrılara kestikleri kurbanların koku ve dumanları artık göklere yükselmez olmuştur, bu yüzden tanrılar aç kalmışlardır. Zeus’un gönderdiği heyet birazdan gelecektir. Prometheus, Güvendost’a tanrılarla ancak şu şartlar altında anlaşmasını salık verir; tanrılar egemenliği kuşlara bırakmalı ve krallık Güvendost’a eş olarak verilmelidir.

Poseidon, Herakles ve Triballos adlı yabancı bir tanrıdan meydana gelen bir heyet gelir. Güvendost, Herakles’in oburluğundan ve Triballos’un aptallığından faydalanarak istediğini elde eder. Taç giyip krallıkla evlenir.

Yavuz Pekman’ın dramaturjisini oluşturduğu “Kuşlar” metninin sonunda ise; Güvendost elinde bulunan devlet yönetiminin getirisi olarak gaddarlaşmaya ve kendisine karşı çıkan kuşları öldürtmeye başlar. Kuşlar için artık durum çok kötüdür. Eskiden insanlar tarafından kesilen ve yenen kuşlar, artık kendi topraklarında kendilerinden olduğunu düşündükleri bir “kuş” tarafından katledilmektedirler. Peki ya Umutlugil? Atina’dan “daha özgür bir yer” aramak için yola çıktığı Güvendost’u iktidarın ele geçirmesi üzerine ne yapar? Halen daha özgür bir yer vardır onun için. Umutlugil bu sefer özgür olabileceği bir yer bulmuştur: Balıklar. Balıkların yanına gitmeye karar verir. İktidar-devlet, balıklar için önemi yoktur bu kavramların; ne de olsa 5 saniye, bilemedin 5 dakika sonra unuturlar. Güvendost’la Umutlugil hepimizi “Kuşlar”ın devletle sarpa saran dünyasına davet ediyor.

Didem Deniz Erbak

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Aristofanes’in ‘Kuşlar’ının Devletle Değişen Dünyası – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/aristofanesin-kuslarinin-devletle-degisen-dunyasi-didem-erbak/feed/ 0
Selfie’den – Kendi’ne Yansıyanlar – Özlem Arkun https://meydan1.org/2016/02/10/selfieden-kendine-yansiyanlar-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2016/02/10/selfieden-kendine-yansiyanlar-ozlem-arkun/#respond Wed, 10 Feb 2016 10:00:29 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/10/selfieden-kendine-yansiyanlar-ozlem-arkun/ Ayna’ya Bakmak İnsan türü tarih öncesi çağlardan bu yana yansımasıyla ilgilenmiş, kendi suretini ilk olarak parlak taşlarda, sudaki yansımasında ya da metal aynalarda izlemiştir. Aynadan yansıyan görüntü ve aynanın kendisi ise birçok sanatçıya ya da filozofa da konu olmuştur. Aynaya bakmak kimisi için kibrin bir göstergesi, kimisi için ise kendini bilmenin bir aracı olmuştur. Ayna […]

The post Selfie’den – Kendi’ne Yansıyanlar – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
blackmirror

Ayna’ya Bakmak

İnsan türü tarih öncesi çağlardan bu yana yansımasıyla ilgilenmiş, kendi suretini ilk olarak parlak taşlarda, sudaki yansımasında ya da metal aynalarda izlemiştir. Aynadan yansıyan görüntü ve aynanın kendisi ise birçok sanatçıya ya da filozofa da konu olmuştur. Aynaya bakmak kimisi için kibrin bir göstergesi, kimisi için ise kendini bilmenin bir aracı olmuştur.

Ayna metaforu psikanalistler tarafından da çokça kullanılmıştır. Lacan, bebeğin 6-18 aylık dönemine “ayna evresi” der. Bu dönemde bebek sırayla önce aynadaki görüntüyü fark eder, şaşırır ve sonra onunla özdeşleşir. Bu süreç bebeğin kendini bütünlüklü olarak algılamasının başlangıcıdır. Lacan’a göre bu özdeşleşme narsistik* egonun doğum yeridir.

Kendilik kavramını ortaya atan Heinz Kohut ise, “ayna”yı bir ilişki üzerinden tarifler ve bebeğin annenin gözlerinden yansıyanlarla (sevgi, hayranlık, şefkat, kayıtsızlık, küçümseme.. vs. ) bir “ayna aktarımı” aldığını ve bunun bebeğin kendine ve dünyaya bakışını belirlediğini söyler. Bireyin karakterinin temelini oluşturan, bu süreçte annenin ona yansıttıklarıdır. Kohut’a göre bu dönemde narsistik ihtiyaçları doyurulmayan bebek, büyüdüğünde beğenilme dürtüsüyle hareket edecektir.

“Kendi”nin Bir Yansıması: Selfie

Teknolojinin son sürat ilerlemesiyle cebimize giren akıllı telefonlar, çektiğimiz fotoğrafları her an paylaşabilmemizi mümkün kılan sosyal medya ve faturamıza eklenen birkaç GB’lık internet paketleri sayesinde, artık büyülü bir aynaya ihtiyaç duymuyoruz. Her cebe göre arka ve ön kameralar emrimize amade. Öyle ki kendi fotoğrafımızı çekmek için bir başkasından rica edip ilişkilenmeye bile ihtiyaç duymuyoruz. Geriye yalnızca gereken düzeltmeleri (saç-duruş vs.) yaparak o tek dokunuşu yapmak kalıyor, bir nevi tanrı edasıyla “ol” diyor ve olduruyoruz. Gösteren kendi, gösterilen kendi ve gösterileni gören kendi; “üçü bir arada” olarak bütün kontrolü bize verince; selfie bazen bir parmağın, bazen bir çubuğun ucunda yeniden yarattığımız “kendi”miz oluveriyor.

Fakat aslında bu imaj pek de kendimize benzemeyen “kendi(e)”miz oluyor. Yorgunluktan şiştikçe şişen gözaltı torbalarımızı, günlerdir yıkayamadığımız yağlı saçlarımızı, beyaz uçlu sivilcelerimizi her daim dışlayan, her zaman mükemmel ve ışıltılı olmak zorunda olan “kendie”miz. Bu görüntüye sıkışan, dolayısıyla bu imaja uymayan her yanını saklamaya çalışan, hatta yok sayan kendi(e)miz. Kendinin yontulmuş bir kopyası, bir kendicik. Kraliçenin büyülü aynasındaki gibi kusursuz, dolayısıyla kırılgan ve ufacık bir kusura tahammülsüz. Bu yüzden aslında gösterilen kendi(e); göründüğü mükemmelikte olmaya sıkışan, boğucu bir yansıma oluveriyor.

Sahte Kendi

Sosyal medya profilleri üzerinden oluşturulan imajlar, hayatların gösterilmeye değer olmayan her yanını dışlıyor ve yontuyor. Kişinin gerçekte kim olduğu, ne hissettiği, neye ihtiyaç duyduğu; nasıl göründüğünün gerisinde kalıveriyor.

Psikanalist Donald Winnicott kendiliği tanımlarken ikiye ayırır: Gerçek kendi ve sahte kendi. Sahte kendi’yi, bazı durumlarda yoksunluğu dondurarak kişinin bu durumla başa çıkabilmesini sağlayan bir kendi diye açıklayabiliriz kabaca. Fakat burada kritik olan bir nokta vardır. Bazı durumlarda bu sahte kendi, kişinin gelişim sürecinde ön plana çıkabilir. Bu durumda yaşam sahteleşir, anlamsızlaşır, umutsuzluk ve boşluk duygusu ortaya çıkar. Kişi -mış gibi bir hayat yaşadığı hissine kapılır. Sahte kendinin baskınlaştığı karakterler, deneyimlerini kendiliklerine katmak yerine; kendiliklerini dış dünyanın dayatmalarına göre şekillendirirler. Bu durumda, yaşama arzusu ortadan kalkar.

Sosyal medya profillerinde gösterdiğimiz “Kendie”ler ise bizden beklenenleri yansıtırken, bu beklentileri karşılamak için çaba sarf eden birey, kafesteki tekerleği döndüren fareler gibi, hiçbir yere varmayan bir yolu koşar. Çünkü insan, kendini değerli hissetmediğinde beğenilmek ve onaylanmak, kişinin yaşantısını ve arzularını belirleyen yegane şeye dönüşür ve trajik bir şekilde beğenilmek için gösterilen çaba ne kadar büyük olursa olsun, kişi ne kadar çok beğenilirse beğenilsin, kaç like kaç retweet alırsa alsın; asla tatmin olamaz.

Sirk Aynasında Kendine Bakmak

“Narsizm Kültürü” kitabında Cristopher Lasch; her toplumsal sistemin, “kendi yapısına ve işleyişine uygun kişilik örgütlenmesine ihtiyaç duyduğunu ve kendi kültürünü başta aile olmak üzere, okul ve diğer karakter oluşturucu sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla bireyde kişilik biçiminde yeniden ürettiğini” belirtir.

Narsizm; 20. yüzyılın ortalarından bu yana sık karşılaşılan sorun olarak karşımıza çıkar. Bu elbette tesadüflerin değil; sosyolojik, teknolojik ve kültürel değişimlerin bir yansımasıdır. Bireyselliğin, rekabetin tek geçer akçe olduğu, kişilerin arzularının tüm medya araçları tarafından -tükettirmek için- kırbaçlandığı, herkesin herkesle savaş halinde olduğu, herkesin zararsız hobiler ve kişisel gelişim zırvalıklarıyla yalnızca kendini mutlu kılmaya çalıştığı bir kültür, kaçınılmaz olarak narsist bir toplumu üretecektir.

Bu koşullarda, kapitalizmin ve sosyal medyanın sirk aynasında kendimizi seyretmek ya da başkalarının izini sürmek elbette bizi tatmin etmeye yetmeyecektir. Bu yüzden şunu unutmamak gerekiyor; “zaman tünelinde” ya da “duvarınızda” birbiri ardına görünüp kaybolan ışıldayan ve gülümseyen yüzler, bizden hep bir şeyler saklar. Ne icra kararları, ne hayal kırıklıkları, ne yalnızlık asla yansımaz o sirk aynasından. İnsan başkalarını hep olduğundan daha mutlu zanneder. Kendi hayatlarımızı kusurlarıyla yaşarken mutlu olmak zor değil, ama ne kadar çabalasak da başkalarından daha mutlu olmak imkansızdır.

*Narsistik: Yunan mitolojisinde, Narcissus sudaki yansımasına aşık olur, yemeden içmeden kesilir. En sonunda suya düşerek boğulur. Bu kendine hayranlık hikayesi, daha sonra psikanalizde kendine hayranlığın patolojisine adını verir.

Özlem Arkun
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Selfie’den – Kendi’ne Yansıyanlar – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/10/selfieden-kendine-yansiyanlar-ozlem-arkun/feed/ 0