sayı 35 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 24 May 2020 16:09:26 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “EYLEMDE ANARŞİZM” https://meydan1.org/2017/01/31/eylemde-anarsizm-3/ https://meydan1.org/2017/01/31/eylemde-anarsizm-3/#respond Tue, 31 Jan 2017 06:27:39 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/31/eylemde-anarsizm-3/ İtalya’da Kızıl Hafta, Grev ve Çatışmalar İtalya’da faşizmin yükselişinden önceki son büyük işçi eylemleri İtalyancada “settimanarossa” diye nitelendirilen Kızıl Hafta sürecinde gerçekleşti. 1914’te Ancona bölgesindeki anti-militarist eylemcilerin devlet tarafından vurulmasından sonra, Amsterdam Anarşist Federasyonu genel grev çağrısı yapmaya karar verdi. Marches’de birçok bölge,özyönetimli kasabalar olduklarını ilan etti. Hareketin İtalya genelinde gittikçe güçlenmesini, sokak çatışmalarıyla devam […]

The post “EYLEMDE ANARŞİZM” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
800px-arturo_labriola_-_napoli_1914

İtalya’da Kızıl Hafta, Grev ve Çatışmalar

İtalya’da faşizmin yükselişinden önceki son büyük işçi eylemleri İtalyancada “settimanarossa” diye nitelendirilen Kızıl Hafta sürecinde gerçekleşti. 1914’te Ancona bölgesindeki anti-militarist eylemcilerin devlet tarafından vurulmasından sonra, Amsterdam Anarşist Federasyonu genel grev çağrısı yapmaya karar verdi. Marches’de birçok bölge,özyönetimli kasabalar olduklarını ilan etti. Hareketin İtalya genelinde gittikçe güçlenmesini, sokak çatışmalarıyla devam eden süreç izledi. 1915’te İtalya’nın savaşa girmesiyle sendikalistler hareketten ayrıldı. Birkaç hafta içinde aralarında Errico Malatesta ve Armando Borghi’nin de bulunduğu grevciler topluca gözaltına alınıp tutuklandı.

iquique2
1898 Iquique Genel Grevi

Şili’de “Francisco Bilbao İşçi Partisi”nin etkisiyle birçok yayın çıkarıldı, sendikal örgütlenme gerçekleştirildi ve ilk kez 1 Mayıs eylemi düzenlendi. Francisco Bilbao İşçi Partisi, bir yıl sonra anarşizmin ilkelerini benimsemeye başladı. Bu tarihten itibaren mücadele alanları çeşitlendi, hareket Şili’de toplumsallaşmaya başladı.

1898’de Iquique kentinde bir genel grev örgütlendi. Şehirdeki bütün işçiler, artık katlanılamayan ekonomik adaletsizliklere karşı sokaklara döküldü. Dayanışma her yeri sarmıştı.

Grevciler Santa Maria Okulu’nu koordinasyon merkezi olarak seçti. Yaklaşık 4500 grevci işçi ve dayanışmaya gelen 1500 civarında eylemci, okulun bulunduğu meydanı işgal etti. Patronların orduyu araması üzerine, devlet alelacele çıkarttığı terörle mücadele yasasını gerekçe göstererek meydandaki dükkanları kapattırdı ve katliama hazırlanmaya başladı. Askerler meydana geldiğinde önce eylem komitesine saldırdı. Şilili, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu ve Avrupalı göçmen işçilerden oluşan eylemci gruba ateş açıldı. Sadece meydandaki saldırıda 3600 işçi; eşleri, çocukları ve dayanışmaya gelen dostlarıyla birlikte vahşice katledildi.

yunanistan-eylemde-anarsizm

Katledilen Michalis Kaltezas için Yapılan Eylemler

Yunanistan’da 1980’lerin ortasında pek çok anarşist yayın, örgüt ve sendika faaliyet yürütmekte ve yenileri kurulmaktaydı. Yine bu dönemde devletin baskılarına karşı anarşistler pek çok eylem düzenlemekte, polislerle neredeyse her gün çatışmaktaydı.

19 Kasım 1985’te, Atina Exarchia’daki çatışmalarda, 15 yaşındaki MichalisKaltezas’ın polisler tarafından katledilmesinin ardından anarşistler, Atina ve Selanik şehirlerinde binlerce kişinin katıldığı eylemler düzenledi. Atina Üniversitesi kimya bölümünde gerçekleştirilen işgal eyleminin ardından devletin baskısı giderek arttı, anarşistler geniş çaplı direnişlerle bu süreci geçirdi.

Aynı dönemde anarşistler Yunanistan’da “Caravel” isimli bir otelde Fransa eski Cumhurbaşkanı Jean-Marie Le Pen’in de katıldığı, aşırı sağcılar tarafından düzenlenen konferansa karşı eylemler düzenledi ve bu süreçte gerçekleşen eylemler dizisi 1980’lerde Yunanistan’daki anarşist hareketin yükselmesini sağladı.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

The post “EYLEMDE ANARŞİZM” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/31/eylemde-anarsizm-3/feed/ 0
“Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/#respond Mon, 09 Jan 2017 13:51:53 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/ Mutsuzluğa Sıkıştırılıyoruz! Saat uygulamaları, günışığından daha çok yararlanmak içindir. Uygulama kapsamında saatler periyodik olarak genellikle ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbahar aylarında bir saat geri alınır. Biz 1972 yılından beri aynı yaz-kış saati uygulamasını yaşarken, geçtiğimiz 8 Eylül 2016’da Enerji Bakanı, “Artık saatler geri alınmayacak, enerjiden tasarruf edeceğiz” şeklinde bir açıklamayla uygulamayı sonlandırdı. UTC+3 zaman […]

The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

yuksel_01

Mutsuzluğa Sıkıştırılıyoruz!

Saat uygulamaları, günışığından daha çok yararlanmak içindir. Uygulama kapsamında saatler periyodik olarak genellikle ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbahar aylarında bir saat geri alınır.

Biz 1972 yılından beri aynı yaz-kış saati uygulamasını yaşarken, geçtiğimiz 8 Eylül 2016’da Enerji Bakanı, “Artık saatler geri alınmayacak, enerjiden tasarruf edeceğiz” şeklinde bir açıklamayla uygulamayı sonlandırdı. UTC+3 zaman dilimi kullanılmaya başlandı, yani saatler geri alınmadı, kış uygulamasına geçilmedi. Bu zaman diliminin kullanılmaya başlanması çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi; Avrupa devletleriyle son süreçte yaşanan gerilimli ilişkiler, dış siyasette Batı’dan uzaklaşarak doğuya yönelen eksen kayması ve bir dizi başka yorum. Sosyal medyada imza kampanyaları başladı; her gün karanlıkta işe veya okula gitmenin olumsuz etkilerine dikkat çekmek istendi. Ancak şu ana kadar uygulamada hiçbir değişiklik olmadı.

Uzun Süreli Karanlık

Güne karanlıkta başlamak, biyolojik ve psikolojik olarak insan bedeninde çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişikliklerden en önemlisi, uyku düzeninin değişmesidir. Çünkü uyku düzeninin değişmesi, bedendeki pek çok değişimin tetikleyicisidir.

Uyku kişinin ses, ışık gibi uyaranlarla uyanabileceği bir bilinçsizlik durumu olarak tanımlanır ve tüm memeli canlılarda enerjinin korunmasını, sinir sisteminin onarımını ve gelişimini sağlayan bir süreçtir. Davranışları, düşünceleri ve hücre içi mekanizmaları kontrol eden sinir sistemi başta olmak üzere, biyolojik yapının birçok bileşeniyle ilişkilidir.

Zihnin ve bedenin dinlenmesi uykuda gerçekleşir. Bedensel olarak bağışıklık sisteminin güçlenmesi, büyüme hormonunun salınımı; zihinsel olarak bilginin depolanması, hafızanın güçlenmesi, yetenek ve yaratıcılığın gelişmesi uyku ile ilişkilidir. Bu hormonların salınımı ise periyodik tekrar eden uyku süreçleriyle gerçekleşir. Yetişkin bir insanın uyku süresi 5 ile 9 saat arası değişir, ancak 7 saat uykunun ideal olduğu savunulur. Uyku yoksunluğu halinde baş dönmesi, baş ağrısı ve kas ağrıları, ellerde titreme gibi bedensel rahatsızlıkların yanı sıra sinirlilik, unutkanlık, dikkat dağınıklığı gibi zihinsel rahatsızlıklarla da karşı karşıya kalınır.

Uyku, beyin sapındaki hipofiz bezinden salgılanan melatonin hormonu ile gerçekleşir. Genellikle 21.00-22.00 arasında salgılanmaya başlayan melatonin, doğrudan ışık ile ilişkilidir. Melatonin, retinanın ışık durumunu -karanlık olup olmadığını- beyne iletmesiyle salgılanmaya başlar. Vücuttaki melatonin salınımı karanlık süresine, yani gecelerin uzunluğuna bağlı olarak artar. Bedenin melatonin salınımıyla çevresel faktörler arasındaki ilişkide uyumsuzluk söz konusuysa, çeşitli biyolojik ve psikolojik hastalıklar oluşmaya başlar.

Melatonin hormonunun uyku sağlaması dışındaki en büyük özelliği biyolojik ritmi ayarlamasıdır. Biyolojik ritim, fizyolojik ve davranışsal tepkilerin belirli periyotlar içinde tekrarlanması olarak özetlenebilir. İnsan bedeni, gün boyunca bir programa ayak uydurur gibi, artan ya da azalan ritmik değişikliklere uğrar. İnsanların kendini uyanık, uykulu, dikkatsiz, yorgun ya da zinde hissettikleri saatler vardır. Uyku ve uyanıklık durumu, vücut ısı dalgalanmaları, yorgunluk ve dinçlik, ruh durumu, kan basıncı, fiziksel ve zihinsel performans biyolojik ritimle düzenlenir. Biyolojik ritmin ani değişimi veya bedenin biyolojik ritme uygun davranmaması, çevresel faktörlere bağlı olarak gelişir.

Uzun aydınlık veya uzun karanlık, vücuttaki melatonin salınımının oranının değişmesine, bu da seratonin salınımının azalmasına ya da engellenmesine neden olmaktadır. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin hormonu, canlılık ve zindelik hissi verir. Depresyonun en önemli biyolojik nedeni, serotonin salınımının azalmasıdır.


EMO’nun verilerine göre, yeni saat uygulamasıyla beraber kasım ayı elektrik kullanım olanı, %6.5 arttı. Bu daha önce kaydedilmemiş, rekor bir artış.

Çoğu hormon ışıkla ilişkilidir, ancak melatonin doğrudan olarak ışıkla ilişkilidir. Güne karanlıkta başlamak, melatonin hormonu salgılanıyorken uyanmak anlamına gelir. Bu durum, sabah uyanmama isteği, kan basıncının düşük olmasına, uzun süren yorgunluğa ve bitkinlik hissine, gündelik yapılan işlerde zorlanmaya hatta gündüz uyuklamaya neden olur. Aynı zamanda, bu durumun tekrar eden bir hal alması durumunda hormon salınımlarında değişiklikler meydana gelir. Melatonin hormonunun fazlalığı, biyolojik olarak yarattığı bu etkilerin yanı sıra psikolojik olarak da kısa süreli depresyonlara ve SADS (mevsimsel duygudurum bozukluğu sendromu)’a neden olur.

Uzun süreli aydınlık ya da uzun süreli karanlık yaşamanın yarattığı duygudurum bozukluklarına, 6 ay gece 6 ay gündüzün ve bu orana yakın yaz ve kış sürelerinin yaşandığı kuzey ülkelerinde sıkça rastlanır. Yorgunluk, sürekli uyku isteği, evden dışarı çıkmama, ani gülme veya ağlama atakları, hayattan keyif alamama gibi spesifik davranışların yanı sıra ani duygu değişiklikleri en sık rastlanan belirti olarak karşımıza çıkar. Bu sendromda kişi, herhangi bir sebep olmaksızın gülmeye başlayabilir, ağlamaya başlayabilir veya intihar düşüncesine kapılabilir. Finlandiya, Belarus gibi ülkelerde, karanlık ve aydınlık oranlarıyla ilgili olarak gelişen bedensel ve zihinsel değişimlere bağlı olarak oluşan duygudurum bozuklukları paralelinde intihar oranları oldukça yüksektir. 2015 yılında açıklanan dünya intihar oranlarına göre Finlandiya’da her 100.000 kişiden 26’sı intihar etmektedir. Modern tıp her ne kadar ışık tedavisi veya serotonin yüklemesi gibi çözüm önerileri sunsa da, olumlu sonuç verdiği az görülür; daha da önemlisi duygudurum bozukluğunu yaşamayı önlemez.

Mutsuzlaştırma Yeni bir Yöntem mi?

Devlet yasal yöntemlerin haricinde de birey ve toplum üzerinde kontrol stratejileri uygular. Değişen saat uygulaması, yeni bir yöntem olarak devletin kontrol etme stratejisi olarak yorumlanabilir. Uyku düzeni değiştirilerek, biyolojik ritmine, dolayısıyla bedenine, zihnine saldırılan birey, içerisinde bulunduğu biyolojik ve psikolojik durumdan dolayı mutsuzlaşmaktadır. Mutsuzlaştıkça yalnızlık hissiyatı güçlenir, bireyin toplumla olan ilişkisi seyrelir ve birey toplumsal olma davranışını kaybederek acizleşmeye başlar. Böylece gelişen siyasal, ekonomik veya yaşamsal olaylara bir etkisinin olmayacağını düşünerek tepkisiz kalmaya başlar. Tepkisizlik; içinde bulunduğumuz OHAL sürecinde bireylerin toplumsal olaylara yaklaşımını çok net özetliyor. Devletin mevcut iktidarı, yaz-kış saati değişikliğini uygulamayarak daha itaatkar bireyler ve toplum yaratmayı amaçlamakta, bizler ise “Mutsuzluk sendromu” etkisiyle görmez, duymaz, bilmez bireyler olarak mutsuzluğa hapsedilmekteyiz.

 

Ece Uzun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/feed/ 0
Kadın Düşmanlığının OHAL’i; MAŞİZM – Nergis Şen https://meydan1.org/2017/01/09/kadin-dusmanliginin-ohali-masizm-nergis-sen/ https://meydan1.org/2017/01/09/kadin-dusmanliginin-ohali-masizm-nergis-sen/#respond Mon, 09 Jan 2017 13:07:31 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/09/kadin-dusmanliginin-ohali-masizm-nergis-sen/ Adana’da, çöpte bulunan bir kadın bacağının araştırılması üzerine, 3 Aralık gecesi 21 yaşındaki Songül Elçil’in parçalanarak öldürüldüğü ortaya çıktı. Songül’ü katlederek 6 parçaya ayıran Fatih K., olaydan bir süre sonra gözaltına alındığında cinayeti itiraf ederek detayları anlattı. Fatih K., kadını önce boğazlamış, sonra kafasına çekiçle vurarak katletmişti. Kadının cansız bedenini tuvalete taşıyarak bıçak ve çekiçle […]

The post Kadın Düşmanlığının OHAL’i; MAŞİZM – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

15942899_10211853120311567_1450801816_o

Adana’da, çöpte bulunan bir kadın bacağının araştırılması üzerine, 3 Aralık gecesi 21 yaşındaki Songül Elçil’in parçalanarak öldürüldüğü ortaya çıktı. Songül’ü katlederek 6 parçaya ayıran Fatih K., olaydan bir süre sonra gözaltına alındığında cinayeti itiraf ederek detayları anlattı. Fatih K., kadını önce boğazlamış, sonra kafasına çekiçle vurarak katletmişti. Kadının cansız bedenini tuvalete taşıyarak bıçak ve çekiçle kafasını gövdesinden ayırmış, ardından kollarını ve bacaklarını da kesip ayrı çuvallara koyarak üç ayrı çöpe atmıştı. Katil tuvalette yere akan kanları yıkamış; sonra da yatıp uyumuştu. Katil Fatih K.’nın ifadesinde cinayetin nedeni ise “Kadın bana ’Ben 2-3 yıl dağda kaldım, PKK size az bile yapıyor. Biz eninde sonunda Kürdistan’ı kuracağız’ dedi, bu sözlere çok sinirlendim.” şeklindeydi.

Geçtiğimiz yıl yaşanan başka bir olayda ise; Z.E. adındaki bir kadın, Diyarbakır’dan Batman’a gitmek için otostop yaparak bir kamyona binmişti. Kamyon şoförü tarafından taciz edilince araçtan inmek istemiş, şoförün kapıları kilitlemesi üzerine cinsel saldırıya maruz kalmıştı. Kadını öldürmekle tehdit eden ve bıçak zoruyla iki kez tecavüz eden A.U, daha sonra kadını araçtan indirmişti. Z.E.’nin aynı akşam jandarmaya giderek şikayette bulunması üzerine tutuklanan A.U., geçtiğimiz günlerde çıkarıldığı mahkemede kendini “Para karşılığında ilişkiye girdik, bunun ardından şehit arkadaşımın bana verdiği türk bayrağını parçalayarak yırttı, ben de ona bir tokat atarak araçtan indirdim. Bu nedenle iftira atıyor olabilir.” sözleriyle savundu.

Kadın cinayetleri davalarında, katillerin “erkekliğime hakaret etti” savunmaları ve bunun paralelinde uygulanan “tahrik indirimleri” katiller ve katilleri koruyanlar tarafından hem mahkemelerde hem de toplumun gözünde meşrulaştırmak için sık kullanılan birer “bahane” olarak karşımıza çıkıyordu.

İçinde bulunduğumuz OHAL sürecinde, devletin toplumda yükselttiği milliyetçi muhafazakar söylemlerle birlikte kadına yönelik baskı ve uygulamalar da kendini açığa vurmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz örneklerde erkek için birer savunmaya dönüşen “bahaneler“ milliyetçiliği ve muhafazakarlaşmayı tetikleyerek daha da meşrulaştırmaktadır. Mersin’de bir parkta, hamile bir kadına spor yaptığı için saldıran potansiyel katilin serbest bırakılması da benzer bir başka örnektir. İktidarın söylemlerinin toplumda uygulanır hale gelmesiyle giderek yaygınlaşan bu anlayış, erkekliğin bilinçli ideolojik saldırısı olarak anlaşılmalıdır. Erkeklik tek başına biyolojik, tek başına sosyolojik olmadığı gibi, tek başına ideolojik de değildir. Bir bütün olarak erkeklik; cinsiyetçilik, milliyetçilik ve militarizmle iç içedir.

İktidarın milliyetçi muhafazakar politikaları sonucu, toplum giderek daha da militarize edilmektedir. Özellikle içinde olduğumuz süreçte yükseltilen şehitlik kavramı, kadının namusunun vatanın namusu gibi erkeğe emaneti, militarizmle beraber erkekliği de yüceltmektedir. Kürdistan’da devletin askerleri ve polisleri tarafından insanların evlerine “Kızlar geldik, yoktunuz” şeklinde yapılan yazılamalar, bir Kürt kadınının çıplak şekilde teşhir edilmek üzere şehir merkezinin orta yerine bırakılması gibi örnekler bu faşist politikaların bir sonucudur. Bunların yanı sıra; toplumun ahlakı bozuluyor denilerek hedef gösterilip katledilen eşcinseller ve translar, yine benzer şekilde göçmen kadınlara yönelik ırkçı yaklaşımlar da bu faşist politikaların birer sonucudur. Tüm bunlar, erkeğin eline tutuşturulmuş bir silah olarak doğrudan kadını hedef almaktadır. Bu süreçte biz kadınlar, devletin faşist politikalarına karşı mücadeleyi ve dayanışmayı daha da yükseltmeliyiz. Kadın düşmanlığına ve giderek yaygınlaşan maşizme karşı örgütlenmeliyiz.

 
Maşizm
; Kadınlar üzerinde erkek egemenliğini davranışlarında yansıtan, aynı zamanda faşist yönelimli erkeklerin zihniyeti.

Nergis Şen

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.

The post Kadın Düşmanlığının OHAL’i; MAŞİZM – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/09/kadin-dusmanliginin-ohali-masizm-nergis-sen/feed/ 0
“Yol Yemek SGK Maaş+Prim: Hack Memurluğu” – Hakan Gültürk https://meydan1.org/2017/01/09/yol-yemek-sgk-maasprim-hack-memurlugu-hakan-gulturk/ https://meydan1.org/2017/01/09/yol-yemek-sgk-maasprim-hack-memurlugu-hakan-gulturk/#respond Mon, 09 Jan 2017 10:31:07 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/09/yol-yemek-sgk-maasprim-hack-memurlugu-hakan-gulturk/ ABD’deki başkanlık seçimlerine müdahaleden, Yahoo’nun belgelerinin “sızdırılması”na kadar, içerisinde bulunduğumuz yıl içerisinde birçok hack eylemine tanıklık ettik. Özellikle başkanlık seçimleri sürecinde, ABD’nin önde gelen gazeteleri, CIA gibi kurumların da kaynaklık ettiği bilgilere dayanarak; Rusya’nın başkanlık seçimlerinde Trump’ın başkan seçilmesi için siber saldırılar yaptığını manşetlerine taşıdı. Ayrıca seçim kampanyaları sürecinde, Hilary Clinton’ın e-postaları hacklendi ve karşı […]

The post “Yol Yemek SGK Maaş+Prim: Hack Memurluğu” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
dsdsds
ABD’deki başkanlık seçimlerine müdahaleden, Yahoo’nun belgelerinin “sızdırılması”na kadar, içerisinde bulunduğumuz yıl içerisinde birçok hack eylemine tanıklık ettik. Özellikle başkanlık seçimleri sürecinde, ABD’nin önde gelen gazeteleri, CIA gibi kurumların da kaynaklık ettiği bilgilere dayanarak; Rusya’nın başkanlık seçimlerinde Trump’ın başkan seçilmesi için siber saldırılar yaptığını manşetlerine taşıdı. Ayrıca seçim kampanyaları sürecinde, Hilary Clinton’ın e-postaları hacklendi ve karşı propaganda olarak kullanıldı.

Yine bu yıl içerisinde, Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin yanında, Guardian, CNN, New York Times, Wall Street Journal gibi gazete ve haber kanallarının internet siteleri, DDos saldırısıyla çökertildi. İngiltere’nin en önemli süper market zincirlerinden biri olan Tesco’nun işlettiği bir banka hesabını hacklenmesiyle, 2,5 milyar poundluk bir para ele geçirildi. Yılın en büyük hacklerinden biri Yahoo’da gerçekleşti; toplam bir milyar kullanıcının hesap ve kişisel bilgileri hacklendi.

Yıl boyunca, yaşadığımız topraklarda da siber saldırılar gerçekleşti. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde görev yapan bir grup akademisyenin e-posta hesaplarının hacklenmesiyle elde edilen belgelerde birçok öğretim üyesinin, başka bir grup öğretim görevlilerince fişlendiği ortaya çıktı. En unutulmayacak olan siber saldırıysa, Enerji Bakanı ve Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın mail hesabının hacklenmesi oldu.

Albayrak’ın hesabının hacklenmesinin ardından, e-posta hesaplarını nasıl ele geçirdiğine dair haberler sansürlendi. Doğan Yayın Grubu’nun yayın politikalarının koordinasyonundan sorumlu olan Mehmet Ali Yalçındağ’ın Berat Albayrak ile mailleşmelerinin açığa çıkmasıyla, Yalçındağ istifa etti.

Yaşanan tüm hacklenmelerin ardından iktidar da “siber teşhir”in gücünü hissetmiş olacak ki, yakın zamanda “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve Eylem Planı”nı gündeme getirdi. Hükümet plan kapsamında “siber saldırılara karşı dayanıklılığı artırmak ve başta FETÖ olmak üzere terör örgütlerinin siber saldırılarını önlemek” amacıyla “vatansever hacker” çağrısında bulundu. Hükümet, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından test edilerek alınacak bilişimcilere 6-10 bin lira arası maaş ödeneceğini de belirterek; iktidarın 7/24 çalışan hacker takımları oluşturacağını duyurdu.

Hem dünya çapında hem de yaşadığımız coğrafyada, özellikle iktidar kurumlarının yolsuzluklarını teşhir etmek için gerçekleştirilen siber saldırılardan korkmuş olacak ki hükümet şimdi kendi hackerlarını yaratmanın peşine düştü.

Görünen o ki bu zamana kadar karşımıza çıkan ve iktidar yanlısı paylaşımlarıyla gündemimize gelen trollerin yanına artık bir de iktidarın hackerları eklenecek; ezenin ve ezilenin girişeceği bu siber çatışmada, daha çok yolsuzluk açığa çıkacak…


Sanal Sansüre Karşı VPN’yi Kullanabiliriz;

Her toplumsal olaydan sonra gelen yayın yasakları, bakanların ya da milletvekillerinin mail ve sosyal medya hesaplarının hacklenmesinin ardından gelen sansürler, habere ulaşmayı zorlaştırıyor.

Bazı programlarsa yayın yasaklarına ve sansürlere rağmen haberlere erişimi mümkün kılıyor. Yasaklamalara, sansürlere ve internet yavaşlatmalarına karşı kullanılabilecek çeşitli VPN uygulamalarını aşağıda bulabilirsiniz.

Opera Free VPN: Ücretsiz Opera VPN uygulaması. Hız limitasyonları yapmadığı için diğer uygulamalara göre bir adım önde duruyor.

Zenmate: Oldukça hızlı olan ZenMate VPN uygulaması ücretsiz olarak deneme sürümü sunuyor. Ayrıca zararlı yazılımları ve reklamları da otomatik olarak engelliyor. ZenMate uygulamasında hız için Bulgaria lokasyonunu seçmenizi öneririz.

SuperVPN Free VPN Client: Google Play Store’daki en başarılı ücretsiz VPN servislerinden biri olan SuperVPN ücretli sürümünde sınırsız hiz limiti sunarken, ücretsiz sürümünde saat sınırlamalı VPN sunuyor. Saat sınırını aşınca kesinlikle kapatmanızı öneririz.

Hotspot Shield VPN: Daha önce sadece masaüstü bilgisayarlarda kullanılan program artık mobil uygulama olarak da sunuldu.

 

 

Hakan Gültürk

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.

 

The post “Yol Yemek SGK Maaş+Prim: Hack Memurluğu” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/09/yol-yemek-sgk-maasprim-hack-memurlugu-hakan-gulturk/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz: “OHAL’in Yasakladıkları ve Yasaklayamadıkları” – Av. Davut Erkan https://meydan1.org/2017/01/08/kullan-at-kilavuz-ohalin-yasakladiklari-ve-yasaklayamadiklari-av-davut-erkan/ https://meydan1.org/2017/01/08/kullan-at-kilavuz-ohalin-yasakladiklari-ve-yasaklayamadiklari-av-davut-erkan/#respond Sun, 08 Jan 2017 15:42:29 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/08/kullan-at-kilavuz-ohalin-yasakladiklari-ve-yasaklayamadiklari-av-davut-erkan/ 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 20 Temmuzda 3 aylığına Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi. Daha sonra OHAL 3 ay süreyle uzatıldı. Sürenin daha ne  kadar uzatılacağı ise şimdilik muamma. OHAL döneminin en önemli özelliklerinden biri Bakanlar Kurulu’nun Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisinin olmasıdır. Bir diğeri ise OHAL Kanununda yer alan tedbirleri uygulayabilecek olan OHAL Kurulları’nın […]

The post Kullan-at Kılavuz: “OHAL’in Yasakladıkları ve Yasaklayamadıkları” – Av. Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

meydan-sayi-3539

 Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…  

15 Temmuz darbe girişiminin ardından 20 Temmuzda 3 aylığına Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi. Daha sonra OHAL 3 ay süreyle uzatıldı. Sürenin daha ne  kadar uzatılacağı ise şimdilik muamma. OHAL döneminin en önemli özelliklerinden biri Bakanlar Kurulu’nun Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisinin olmasıdır. Bir diğeri ise OHAL Kanununda yer alan tedbirleri uygulayabilecek olan OHAL Kurulları’nın kurulmasıdır.

Yakın zamanda Anayasa Mahkemesi, OHAL KHK’larına karşı yapılan Anayasaya aykırılık başvurularını incelemeyeceğine karar verdi. Bu karar, yürütme organına, OHAL’in ilan edilme amacının ve Anayasa’da düzenleme yetkisi verilen konuların dışına çıkarak KHK düzenleme keyfiyeti veriyor. Öyle ki Anayasada, OHAL dahil hiçbir olağanüstü dönemde, “kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmü yer almasına rağmen, bu ilkeyi ihlal eden bir KHK yayınlanması durumunda bunun denetimini sağlayacak bir mekanizma bulunmamaktadır.

Bu yasal garabetin ötesinde, toplumda, OHAL döneminde devletin istediği herkese istediği herşeyi yapabileceği yönünde bir korku yaratılmış durumda. Özellikle kolluk kuvvetleri, yaptıkları her hukuksuzluğa OHAL kılıfı uydurmaya çalışıyorlar. Yaratılmak istenen bu korku iklimine teslim olmak, hak ve özgürlüklerine sahip çıkma ve koruma noktasında toplumda telafisi zor kırılmaların oluşmasına neden olur. Bu nedenle yasal çerçevede OHAL döneminde KHK’larla hangi değişikliklerin yapıldığını, hangi hakların ne oranda kısıtlandığını bilmekte fayda var. Elbette bu yazıda tamamına yer veremeyeceğiz ancak birkaç örnekle açıklamaya çalışacağız.

Olağan dönemde evde/işyerinde arama, ancak hakim kararıyla yapılabilir. KHK ile savcının mahkeme kararı olmaksızın arama emri verebileceği düzenlendi. Ancak kolluğun yani polis veya jandarmanın böyle bir yetkisi yoktur. Kolluk amirinin emri ile evde veya işyerinde arama yapılamaz. Mutlaka savcının yazılı emri gerekir.

Yine olağan dönemde mahkeme tarafından verilebilen yakalama emri, KHK ile yapılan düzenlemeye göre savcılık tarafından verilebilecek. Ancak kolluğun, kolluk amirinin veya başka bir idari organın kendiliğinden yakalama emri çıkarma yetkisi OHAL döneminde de yoktur.

KHK’larla, ifade özgürlüğünün en önemli görünümlerinden biri olan toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, protesto gösterisi gibi eylem ve etkinliklere dair herhangi bir kısıtlama henüz getirilmemiştir. Olağan dönemde dahi muhalif sesleri bastırmak amacıyla sürekli müdahale edilen bu haklar, OHAL döneminde daha fazla saldırıya maruz kalmaktadır. Ancak bu uygulamaların herhangi bir hukuki dayanağı yoktur. Her ne kadar OHAL Kanunu’nda, bu tür eylem ve etkinliklerin izne bağlanmak ve ertelenmek suretiyle sınırlandırılabileceği belirtilmişse de,  bu konuda OHAL Kurullarınca verilmiş bir karar olmaksızın kolluğun OHAL yasasına dayanarak bunları engelleme yetkisi yoktur.

Bu örneklerde olduğu gibi, hukuksal bir dayanak olmaksızın hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına çalışılmaktadır. Medya da, bu algıyı beslemekte ve korkuyu büyütmektedir. İktidarın iki ortağının savaşında toplumsal muhalefetin baskılanmasını engellemek için, bilgi kirliliği üzerinden yaratılmaya çalışılan korku duvarını yıkmak gerekir.

Av. Davut Erkan

[email protected]

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz: “OHAL’in Yasakladıkları ve Yasaklayamadıkları” – Av. Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/08/kullan-at-kilavuz-ohalin-yasakladiklari-ve-yasaklayamadiklari-av-davut-erkan/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (10) “Almanca Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2017/01/08/anarsist-yayinlar-dizisi-10-almanca-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2017/01/08/anarsist-yayinlar-dizisi-10-almanca-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/#respond Sun, 08 Jan 2017 14:20:51 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/08/anarsist-yayinlar-dizisi-10-almanca-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ Genellikle Avrupa’da Birinci Enternasyonal’le, Güney Amerika ve Asya gibi coğrafyalarda ise Enternasyonal öncesi/sonrası işçi hareketlerinin etkisiyle, dünya çapında bugün kullandığımız anlamıyla örgütlü formunun temelleri atılan anarşizmin Almanya’daki öyküsü, diğerlerinden biraz daha eskilere götürülebilir. 1800’lü yılların yoğun felsefi ve siyasi ortamında başlayan tartışmalar, işçi mücadelelerinin devletsiz doğasında yaşayan fakat teorik çerçevesi henüz belli olmayan bu hareketin […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (10) “Almanca Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

fanal1

d2x015821

Farklı coğrafyalardaki anarşist mücadeleler tarihinden yayınları incelediğimiz “Anarşist Yayınlar” başlıklı yazı dizimizin 10. bölümündeyiz. Hem iktidarlara karşı mücadelenin çok boyutluluğuyla hem de bu mücadeleleri vermiş geleneğimizin tohumlarını atmış birçok yoldaşın özgün hatıralarını içermesi açısından Almanya, çalışmamızın önemli uğrak noktalarından birini teşkil ediyor.

Tek bölümde incelenemeyecek kadar geniş bir anarşist yayıncılık geleneğine sahip olan bu topraklara dair incelememizi iki bölüme ayırdık. Ancak coğrafyanın tarih boyunca değişen yapısı gereği bu kez bölgesel değil, dilsel bir kategorizasyon kullandık. Bu sayıda, 1945 yılına kadar yayımlanmış olan Almanca anarşist yayınları inceliyoruz.

 

Genellikle Avrupa’da Birinci Enternasyonal’le, Güney Amerika ve Asya gibi coğrafyalarda ise Enternasyonal öncesi/sonrası işçi hareketlerinin etkisiyle, dünya çapında bugün kullandığımız anlamıyla örgütlü formunun temelleri atılan anarşizmin Almanya’daki öyküsü, diğerlerinden biraz daha eskilere götürülebilir. 1800’lü yılların yoğun felsefi ve siyasi ortamında başlayan tartışmalar, işçi mücadelelerinin devletsiz doğasında yaşayan fakat teorik çerçevesi henüz belli olmayan bu hareketin özgürlükçü düşünce dünyasındaki bir nevi başlangıcı oluyordu. Alman felsefeci Friedrich Hegel’in “modern” takipçilerine karşı mülkiyet hakkını ve yaşamlarımıza saldıran devleti eleştiren Max Stirner, daha anarşizm kavramının oluşmadığı bir zamanda siyaset ve felsefe dünyasında büyük yankı uyandıran tartışmalar başlatmıştı. Daha sonra Pierre Joseph Proudhon’un radikal bir savunucusu haline geleceği bazı fikirler, ilk kez burada tartışılmaya başlandı.

Almanya’da anarşizme dair ilkyazılar bu dönemde yayınlandı. 1844’te tek sayılık bir makale toplaması olarak yayınlanan “Berliner Monatsschrift” ve 1879 yayın hayatına başlayıp 1884’te devlet tarafından kapatılan “Die Zukunft” (Gelecek) isimli yayınlarda anarşizmden bahseden yazılar yayınlandı. 1881’de editörlüğüne Josef Peukert’in geçmesiyle Die Zukunft’un anarşist karakteri belirginleşti. Yine bu yıllarda Karl Grün, Proudhon’un kitaplarını Almanca’ya çevirdi. Takip eden süreçte Birinci Enternasyonal örgütünün içindeki tartışmalarda Alman delegelerin büyük bir kısmı İspanya, İtalya gibi örneklerin aksine Marksist kanatta bir tutum sergilemişlerdi. Ancak Enternasyonal tarihi anlatılırken genelde çoğunluk baz alınmış ve bu topraklarda mücadele etmiş anarşist devrimciler es geçilmiştir.

Genel hatlarıyla Almanca konuşulan topraklarda anarşizm ve yayıncılık serüveni iki başlıkta incelenebilir; 1945’e kadar Nazi Almanya’sını da içine alan süreçte, anarşist komünist gruplar, sendikalar çevresinde gelişen anarşist yayınlar ve 1945’ten günümüze anarşist yayınlar.

Freiheit (Özgürlük)

Almanca yayınlanan en uzun süreli yayın olan “Freiheit”, 1879 yılında Johann Most tarafından kuruldu. Yayın öncelikle eylemle propagandanın savunuculuğunu yapmak ve insanları devrim için harekete geçirmeyi amaçlıyordu. Emma Goldman ve Alexander Berkman’ın genç yaşta katılıp kendilerini geliştirdikleri bir alan olmasıyla da Freiheit gazetesi, anarşizm tarihinde ayrı bir öneme sahip. Max Baginski, Frank Kitz gibi anarşistlerin dönem dönem editörlüğünü yaptığı gazete, Johann Most’un ölümüyle beraber 28 yıllık yayın hayatına son verdi.

Der Frei Arbeiter (Özgür İşçi)

Neues Leben (Yeni Yaşam) isimli haftalık yayının devamı niteliğindeki yayın organı. 1904-14 yılları arasında 10 sene boyunca bölgedeki anarşist hareketin sözcüsü olmuştu. Almanya’nın örgütlü anarşizm tarihinde önemli etkiler bırakan gazete ilk etapta Almanya Anarşist Federasyonu (AFD) bünyesinde yayınlandı. Yayıncısı Rudolf Oestreich olan gazete 1914’te devlet tarafından tamamen yasaklanana dek, basımı 86 kez durdurulmuştu.
Der Frei Arbeiter içerisinden yetişen gruplar “Alarm” ve “Der Bakunist” isimli iki yayın daha çıkarttı.

wohlstand1

Die Frei Generation (Özgür Nesil)

1906-08 yılları arasında yayınlanan “Die Frei Generation”’un editörlüğünü Pierre Ramus yapıyordu. İlk beş sayısının Londra’da, sonraki sayılarının Berlin’de çıktığı Die Frei Generation’da işçi hareketinin yanında anti militarizm, kültür gibi başlıklarda birçok yazı yayınlandı. Kültür sanat yazılarının, anarşist teoriye dair geniş bir yelpazeye sahip yayında Max Nettlau ve Kropotkin’in yazıları yayınlandı.

Erkenntnis und Befreiung (Farkındalık ve Özgürleşme)

Almanca yayınlanmış erken dönem anarşist yayınlarda büyük etkisi olan Avusturyalı anarşist Pierre Ramus’un editörlüğünde çıkan “Erkenntnis und Befreiung”, 1919-33 yılları arasında Viyana’da yayınlandı. Gustav Landauer’in yazım sürecine aktif katılım gösterdiği gazetede yayınlanan yazılarda işçi mücadelesi ağırlıktaydı.

KAIN (Kabil)

Alman anarşizminin ilk akla gelen isimlerinden Erich Mühsam’ın, Fanal isimli makale toplamasıyla birlikte en bilinen iki yayınından biri olan Kain, 1911 yılında Münih’te yayın hayatına başladı. 1914-18 yılları arası devam eden savaş nedeniyle kesintiye uğramak zorunda kalan dergi, edebi ve politik içerik uyumlu bir sentezle okura sunuluyordu.

Mühsam’ın edebiyatçı kişiliği hem yazılarında hem de sayfa aralarında karşımıza çıkan şiirlerde kendini hissettirir. Mühsam, dergiye niçin dini metinlerde yer almış Habil ve Kabil hikayesindeki Kabil’in karşılığı olan Kain ismini verdiği sorulduğunda, “erkek kardeşini öldürdüğü için değil, insanlığın ilk isyancısı olduğu için seçtim” yanıtını vermiştir.

d2x015821

Kampf (Kavga)

“Anarşizmin ve Sendikalizmin Yayın Organı” mottosuyla yayın hayatına başlayan Kampf, 1912-14 yılları arasında Hamburg Anarşist Federasyonu’nun yayın organı olarak basıldı. Kampf gazetesinin bütün arşivi 1986 yılında Özgür İşçi Sendikası (FAU) tarafından tekrar basıldı.

Der Syndikalist (Sendikalist)

“Almanya’nın Toplumsal Devrimci Yayın Organı” sloganıyla yayınlanan Der Syndikalist, 1918-32 yılları arasında FAUD’un resmi yayın organıydı. “Birlik” gazetesi yayınlandıktan sonra onun ardılı olarak basıldı. Anarko-sendikalist hareketin Almanya’da en çok toplumsallaştığı dönemde yayınlanan gazete 1920 yılında 120.000 tiraja ulaştı.

Der Syndikalist, bir platform gibiydi. Bünyesinde birçok meseleye dair spesifik yazıların yayınlandığı “Kadınların Birliği”, “İnşaat İşçisi” ve “Genç İnsanlık” isimli eklere sahipti. 1931’de yasaklandı.

Die Internationale (Enternasyonal)

Anarko-sendikalistler tarafından yayınlanan gazete, Enternasyonal İşçi Derneği’nin de resmi yayın organıydı. 1924-35 yılları arasında Rudolf Rocker, Max Nettlau, Augustin Souchy ve Pierre Ramus’tan oluşan bir ekip tarafından aylık periyotta yayınlandı.

die-internationale1

Besinnung und Aufbruch (Bilinç ve Hareket)

1929-33 yılları arasında anarko-sendikalistlerin kültür dergisi formatıyla çıkan “Besinnung und Aufbruch” aylık 2000-5000 arası bir tiraja sahipti. Willi Jadau, Helmut Rüdiger ve Werner Henneberger’den oluşan ekip tarafından çıkarılıyordu. Reichstag Yangını olayından sonra yangınla ilişkilendirilen Henneberger’in cezaevine girmesinden sonra dergi, devlet tarafından kapatıldı.

Die Soziale Revolution (Toplumsal Devrim)

1936 İberya Devrimi’ne sahip çıkmak için yola çıkan ve DAS adı altında birleşen Alman anarko-sendikalistlerin yayını “Die Soziale Revolution”, 1936-37 yıllarında cepheden haberler vermek amacıyla kuruldu. Gazetede devrim, anarşist milisler, kolektifler ve nasyonal sosyalizm konularına dair birçok yazı barikatların ardında, militanlar tarafından yazıldı.

CNT-FAI ve İspanya Ulusal Komitesi’nin ortak yayınladığı gazete, İberya Anarşist Devrimi’ne gösterilen uluslararası dayanışmanın en büyük örneklerinden biriydi.

Zeynel Çuhadar

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (10) “Almanca Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/08/anarsist-yayinlar-dizisi-10-almanca-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
“Gazete Kupüründen Sinema Filmine Babamın Kanatları” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2017/01/08/gazete-kupurunden-sinema-filmine-babamin-kanatlari-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2017/01/08/gazete-kupurunden-sinema-filmine-babamin-kanatlari-gursat-ozdamar/#respond Sun, 08 Jan 2017 10:40:10 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/08/gazete-kupurunden-sinema-filmine-babamin-kanatlari-gursat-ozdamar/ Hemen her gün işçilerin iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, bu yılın en dikkat çeken filmlerinden biri “Babamın Kanatları”. Gerçek bir haberden yola çıkılarak oluşturulan senaryosu ve özellikle Menderes Samancılar’ın oyunculuğuyla adından söz ettirdiği film üzerine konuşmak içi, filmin senaristi ve yönetmeni Kıvanç Sezer’le bir söyleşi gerçekleştirdik. Meydan: Merhaba. Babamın Kanatları’nın senaryosunun, “inşaattan düşerek yaşamını yitiren bir […]

The post “Gazete Kupüründen Sinema Filmine Babamın Kanatları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
babamin-kanatlari-insanlik-onuru-hakkinda-bir-film-1480759761

Hemen her gün işçilerin iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, bu yılın en dikkat çeken filmlerinden biri “Babamın Kanatları”. Gerçek bir haberden yola çıkılarak oluşturulan senaryosu ve özellikle Menderes Samancılar’ın oyunculuğuyla adından söz ettirdiği film üzerine konuşmak içi, filmin senaristi ve yönetmeni Kıvanç Sezer’le bir söyleşi gerçekleştirdik.

Meydan: Merhaba. Babamın Kanatları’nın senaryosunun, “inşaattan düşerek yaşamını yitiren bir üniversite öğrencisi” haberinden esinlenerek yazıldığını biliyoruz. Peki, senaryonun gelişimi sürecinde işin öznesi olan inşaat işçileriyle bir etkileşiminiz oldu mu?

Kıvanç Sezer: O gazete haberini okuduktan sonra, iş cinayetleriyle ilgili araştırmalara başladım. Şantiyelere gittim, pek çok işçiyle tanıştım. Röportajlar gerçekleştirdim, onları dinledim. Bana bazı videolarını izlettiler. Bir işçi, arkadaşlarıyla beraber bir direniş süreci yaşamış. Direniş öncesi koğuşlarda işçilerin diğer işçilerle “mevcut sorunlar” üzerine yaptığı tartışmalar vardı. Dolayısıyla o cep telefonu görüntüsü, bir sahne olarak filmin içerisine girdi.

Bu arada zihnimdeki inşaat işçisi oluşmaya başlamıştı. İnşaat İşçileri Sendikası’nın Başkanı Mustafa Akyol ile de uzun süredir iletişimimiz vardı. Senaryo yazım aşamasında da bir araya geldik, bilgilerinden yararlandım. Hatta bir buluşmamızda, 10 Ekim’de yaşamını yitiren Serdar Ben de vardı. Mustafa Abi işçi karakterini, mücadeleci olmadığı için, beğenmemişti. Serdar ise bunun bir sinema filmi olduğunu, sinema için oldukça uygun bir senaryo olduğunu söylemişti.

Filmin konusu itibariyle, izleyicilerde böylesi bir mücadele beklentisi şaşırtıcı değil. Bu eksik gibi görünse de, “Babamın Kanatları”nı, şantiyelerdeki çalışma koşullarını tüm çıplaklığıyla anlatan bir filme dönüştürmeyi başarmışsınız. Peki, çekim için girdiğiniz şantiyelerde engellemelerle karşılaştınız mı?

Çekim öncesinde araştırma için 10 tane şantiyeye gittiysek, yalnızca 2 tanesinden olumlu sonuç aldık. Bir engelleme denilemez, ama istemediler. Başlarına bela almak istemediler.

Bizim çekim yaptığımız ana mekan boş bir şantiyeydi. Görüştüğümüz yetkililer şantiyenin devredilmekte olduğunu söylediler. Dolayısıyla bir yetki boşluğu vardı. Nihayetinde patronlarla değil de belediyeyle temas kurduk. Belediye izin verince, istediğimiz gibi çekim yaptık.

Gittiğimiz yerlerde karşılaştığımız kişiler, hikayedeki kişilere benziyordu; onlarla konuştuğumuzda da benzer sıkıntılar yaşadıklarını gördük. Kimisi “abi bende de vardır oyunculuk”, “benim hikayem de güzeldir” diyerek bizimle yakınlık kurdu.

Biraz da filmden söz edelim. Şantiye sahnelerinde neredeyse zifiri karanlığa yakın bir aydınlatma kullanmışsınız. Bunun, filmdeki karakterlerin, özellikle İbrahim’in iç dünyasını yansıtabilmek için yapıldığını söyleyebilir miyiz?

Karanlık, ilk olarak, İbrahim’in hikayesinden ve bir şekilde ölüme yazgılı oluşundan kaynaklı. İkincisi de o mekanlar, gerçekten kapkaranlık mekanlar. Küçük ve karanlık konteynerlerde yaşıyorlar. Bu atmosferi İbrahim’in iç dünyasına katmak istediğim için, yer yer siluetimsi yer yer oldukça karanlık sahneleri tercih ettim.

Bir de Yusuf var. İbrahim bedensel ve zihinsel bir düşüşteyken; Yusuf yükselme arzusu içindeydi. Bu, senaryoda nasıl gelişti; zıtlık sonradan mı belirginleşti?

Başından beri vardı. Bu benim açımdan gündüzle gece gibi. Karakterlerden biri geleceğe bakıyor, umut dolu. Diğeri ise geçmişte. Bu tezatlıkların birbirini tamamladığını düşündüm. Oyuncular da bu tezatlığı çok iyi kavrasınlar istedim. Menderes Abi zaten çok iyi bir oyuncu, neredeyse prova yapmadık; daha çok alt metin ve gözlemler üzerine konuştuk; kendinden çok şey kattı. Filme ruhunu kattı bence. Musap’tan da bolca doğaçlama yapmasını istedim, olmadığı sahnelerde bile! O doğaçlamalarda yavaş yavaş karakteri yoklamaya, onla ilgili şeyler keşfetmeye başladı. Oyuncuların bu özverileri, filmin yararına oldu tabi ki.

Biz filmin son sahnesini, kadının imzayı atmamaktaki iradesi olarak düşünmüştük; sanki film orada bitmişti. Ancak film devam etti. Bu durumla Yusuf karakterinin dönüştüğünü mü düşündürmek istediniz?

Evet, Yusuf’un bir duvara çarpmasını istemiştim. Sistemin verdiği sahte yükselme umutlardan sıyrılmasıydı mesele. Evet, bazıları gerçekten yükseliyor; ama bedeller ödeyerek. O bedel, Yusuf’un amcasıydı. Son sahnede Yusuf’un dönüşümünün başlaması görülüyor aslında.

İnsanlarda bir eksik kalma duygusu yaratıyor final. Aslında şunu istemiştim: İnsanlar şahit oldukları şeyin katarsisini yaşamadan çıksınlar. Mesela, Yusuf patrona yumruk atsaydı, seyircilerin içi rahatlayacaktı. Ama bu, ne Yusuf’un gerçekliğinde ne de pazarlık masasının gerçekliğinde var. Dolayısıyla ucunu açık bıraktım.

Filmin bir üçlemenin ilk parçası olduğunu biliyoruz. Diğer iki filmden de söz eder misin?

“Babamın Kanatları”, bir konut üçlemesi olarak tasarladığım üç filmden ilki. Üç öykü de İstanbul’un uzak bir semtinde dev blokların olduğu bir semtte, “Billur Köşk Konutları” adını verdiğimiz yerde geçiyor. İlk film buradaki inşatta çalışan işçileri anlatıyor. İkinci filmde, o inşaattaki bir daireyi bankadan kredi çekerek alan bir çiftin; üçüncüsünde ise, en büyük patron olan Şefik Abi’nin hikayesini göreceğiz. Amacım, konutu bir rant alanı ve bunu da bir çark olarak düşünürsek; bu çarkın içinde yer alan alt, orta ve üst sınıfın 2010’lardaki durumlarına bakabilmek.

Son olarak, filmin gösterimleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz?

Ne yazık ki kısıtlı sayıda salonda ve belli seanslarda izleyiciyle buluşabiliyoruz. Bu dağıtım koşullarına rağmen izleyici sayımız fena değil. Özel gösterimlerle ve söyleşilerle de filmi yaymaya çalışıyoruz. Bundan sonraki süreçlerde de, fabrikalarda, üniversitelerde vb. yerlerde filmimizi izleyiciyle buluşturmaya çalışacağız.

Kültür Bakanlığı bilet gelirlerinin önemli bir kısmını merkeze aktarıyor; muhtemelen o paralarla yol ya da inşaat yapılıyor. Film gelirlerinin tümü gene film yapımı için kullanılsa, bizler de yeni filmleri daha rahat yapabiliriz.

Söyleşi için teşekkür ederiz.


Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Gazete Kupüründen Sinema Filmine Babamın Kanatları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/08/gazete-kupurunden-sinema-filmine-babamin-kanatlari-gursat-ozdamar/feed/ 0
“Yolcu Tiyatro’dan JOKO’yu İzleyelim” https://meydan1.org/2017/01/08/yolcu-tiyatrodan-jokoyu-izleyelim/ https://meydan1.org/2017/01/08/yolcu-tiyatrodan-jokoyu-izleyelim/#respond Sun, 08 Jan 2017 09:42:56 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/08/yolcu-tiyatrodan-jokoyu-izleyelim/ Su deposunda çalışan bir işçidir Joko. Her sabah yaptığı gibi uyanır ve işine doğru yola koyulur. Birden sırtına biri atlar ve kendisini istediği yere götürmesini söyler Joko’ya. Reddeder Joko bu isteği ve kurtulur ondan. Sonra başka biri daha, sonra başka biri daha… Aslında bu durumla karşı karşıya kalan sadece Joko değildir. Su deposunda çalışan diğer […]

The post “Yolcu Tiyatro’dan JOKO’yu İzleyelim” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

joko

Su deposunda çalışan bir işçidir Joko. Her sabah yaptığı gibi uyanır ve işine doğru yola koyulur. Birden sırtına biri atlar ve kendisini istediği yere götürmesini söyler Joko’ya. Reddeder Joko bu isteği ve kurtulur ondan. Sonra başka biri daha, sonra başka biri daha…

Aslında bu durumla karşı karşıya kalan sadece Joko değildir. Su deposunda çalışan diğer işçi arkadaşları da bu durumla karşılaşmışlardır. Ancak onlar, Joko gibi çok düşünmemişlerdir durumu. Sırtındakilerin paraları ve güzellikleri onları etkilemiştir.

Oysa yakışır mı böyle, başka bir insanı sırtında taşımak “insanlık onuru”na? “Çok parası olsa da insanın olmasa da ne fark eder ki onur duygusu yoksa?”

Joko dışındaki herkes başkalarının sırtlarında gezinenleri taşımaya devam ederler. İlerleyen günlerde, Joko’nun sorgulama süreci yerini uyum sürecine bırakır. “Güçlüler kendilerini güçsüzlere taşıtırsa, üstelik bir de çok para verirse, belki taşır güçsüzler güçlüleri sırtında.”

Roland Topor, 1969 yılında kaleme aldığı Joko’nun Doğum Günü’nü (Joko’s Anniversary), 1989’da oyunlaştırır. Oyun yazarı, ressam, şair, yönetmen, film yapımcısı Topor’un gerçeküstücü ustalığını yansıttığı eserlerden biri olan oyun, Mine G. Kırıkkanat’ın çevirisiyle ve Ersin Umut Güler’in yönetmenliğinde Yolcu Tiyatro tarafından sahneleniyor.

Ezen-ezilen, boyun eğen-direnen, güçlü-güçsüz, satın alan-satın alınan, sorgulayan-sorgulamayan gibi zıtlıkların başarılı bir şekilde irdelendiği oyun, “İnsan, insanı taşımalı mıdır sırtında?” sorusuna cevap arıyor.

Oyun, Aralık, Ocak ve Şubat aylarında; Ortaköy Afife Jale Kültür Merkezi, Caddebostan Kültür Merkezi, Barış Manço Kültür Merkezi’nde ve Pulcherie sahnelenecek.

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.

The post “Yolcu Tiyatro’dan JOKO’yu İzleyelim” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/08/yolcu-tiyatrodan-jokoyu-izleyelim/feed/ 0
Milliyetçi-Muhafazakar İttifakın Yeni Antlaşması: BAŞKANLIK – Emrah Tekin https://meydan1.org/2017/01/07/milliyetci-muhafazakar-ittifakin-yeni-antlasmasi-baskanlik-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2017/01/07/milliyetci-muhafazakar-ittifakin-yeni-antlasmasi-baskanlik-emrah-tekin/#respond Sat, 07 Jan 2017 16:05:18 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/07/milliyetci-muhafazakar-ittifakin-yeni-antlasmasi-baskanlik-emrah-tekin/ 7 Haziran 2015 sonrası, kurul(a)mayan koalisyon, Kürdistan’daki savaş, 1 Kasım seçimleri ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan “yeni” ittifak, coğrafyanın politik gündemleri içinde yerini aldı. Son dönemde topluma dayatılan başkanlık sistemi-referandum gündemi bu ittifakın oluşma nedeniydi. Politik yelpazenin sağında milliyetçi ve muhafazakar kulvarlarda yer alan MHP ve AKP’nin önceleri yakınlaşma, 15 Temmuz sonrası açık ittifakı […]

The post Milliyetçi-Muhafazakar İttifakın Yeni Antlaşması: BAŞKANLIK – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Haziran 2015 sonrası, kurul(a)mayan koalisyon, Kürdistan’daki savaş, 1 Kasım seçimleri ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan “yeni” ittifak, coğrafyanın politik gündemleri içinde yerini aldı. Son dönemde topluma dayatılan başkanlık sistemi-referandum gündemi bu ittifakın oluşma nedeniydi. Politik yelpazenin sağında milliyetçi ve muhafazakar kulvarlarda yer alan MHP ve AKP’nin önceleri yakınlaşma, 15 Temmuz sonrası açık ittifakı şeklinde ortaya çıkan bu konjonktür, yaşadığımız coğrafyanın politik gerçekliğine oldukça aşina bir durum. Bu yanıyla da söz konusu ittifakın yeniliği, giriş cümlesinde olduğu üzere tırnak içine alınmayı hak ediyor.


Dünden Bugüne “Vatan-Millet” Cepheleri

Toplumsal muhalefeti, devletin kolluk güçleri haricinde de baskılamak amacıyla kurulan çeşitli ittifaklar-cepheler-koalisyonlar, coğrafyamızda öteden beri karşılaşılan bir durumdur. 1950’lerin ikinci yarısında, zayıflayan Demokrat Parti iktidarı, Kore Savaşı’yla belirginleşen, 6-7 Eylül ile mobilize edilen milliyetçi rüzgarla, kendi yanlılarını konsolide etmek amacıyla “Vatan Cephesi” adında milliyetçi-muhafazakar bir blok oluşturmuştu. Devletin o dönemdeki iktidar sahiplerinin bu adımı, toplumu kısa sürede kutuplaştırmaya götürmüş, toplum Vatan Cephesi’nden olanlar-olmayanlar şeklinde bölünmüştü. Dönemin en etkili iletişim aracı radyolar kullanılarak, düzenli bir şekilde haber bültenlerinde Vatan Cephesi’ne katılanların listeleri okunurken; kısa bir süre sonra TSK, gerçekleştirdiği 27 Mayıs Darbesi’nin gerekçeleri arasında Vatan Cephesi’ni de sayacaktı.

1970’li yılların ikinci yarısında ise ilkinden farklı politik tonlarda, başka bir koalisyona tanık olduk. Dönemin merkez sağ partisi olan Adalet Partisi, muhafazakar Milli Selamet Partisi ve milliyetçi cenahtan Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu “Milliyetçi Cephe” hükümeti temelde, o dönem yükselen devrimci mücadeleyi sindirmeyi hedefliyordu. Yine bu süreçte TC’nin Kıbrıs İşgali’nin, oluşturulan bu milliyetçi koalisyona uygun bir iklim oluşturması bekleniyordu. Milliyetçi Cephe iktidarlarıyla faşist çetelerin mobilize edilerek silahlandırılması sonucu Çorum, Maraş gibi katliamlar, söz konusu koalisyonun politik dokusuna uygun bir şekilde, “Kanımız Aksa da Zafer İslamın” nidalarıyla yapılmıştı. Milliyetçi Cephe hükümetinin ve faşist çetelerin “misyonunun” bittiği yerde ise 12 Eylül 1980 Darbesi devreye girdi.

Rejim Değişimi İçin AKP-MHP İttifakı

1 Kasım seçimleri sonrası oluşan politik tabloda AKP, referandum için yeterli sayıya ulaşamadı; ama beri yandan 7 Haziran öncesinden daha güçlü olmanın özgüveniyle, muhalefete ve Kürt hareketine karşı daha saldırgan bir ton yakaladı. Bu tonun bir üst perdesinde HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanması vardı. Bu hamle kendini muhafazakarlık üzerinden de var eden milliyetçi MHP ile ileriki süreçte yaşanacak yakınlaşmanın işareti oldu. Bu işaretin devamında ise 15 Temmuz sonrası oluşan “Yenikapı Ruhu” ortaya çıktı. Ancak bunun ötesinde, yaşanan bu yakınlaşmayı ve ittifakı, AKP’nin coğrafyanın politik havasına dayattığı rejim değişikliği ve dönüşümle birlikte değerlendirmek mümkün.

Muhafazakarlığın milliyetçiliği kapsayan baskınlığı, sağın bu iki akımını yeni bir sentezde buluşturdu. Bu yeni sentezin ittifakının dönemsel sac ayağı başkanlık-referandum gündemi olurken, kadim ortak noktası ise muhaliflere, devrimcilere, Kürtlere yönelik saldırılar ve düşmanlık olarak belirginleşti. Bu anlamda 7 Haziran seçimleri öncesi MHP tarafından dillendirilen 17-25 Aralık söylemleri sümen altı edildi. AKP’den bu “jeste” verilen karşılık ise “rabia” işaretinin tek millet, tek vatan, tek bayrak ve tek devlete evriltilmesi oldu. Bu “yeni” ittifakın, daha önceki Vatan Cephesi ve MC’lerde Kore-Kıbrıs savaşlarıyla beliren militarist motivasyonu, Suriye ve Rojava’ya yönelik savaş ve işgal olarak güncellendi.

Muhafazakarlıkla milliyetçilik arasındaki eski ve yeni ton farkları, bu topraklarda tarih boyunca gerçekleşmiş ittifaklarının “hatırına” bir kenara bırakılırken; özellikle 15 Temmuz sonrası oluşan politik atmosferde bu ittifakla belirginleşenler ise daha çok devletçilik, devrimcilere ve Kürtlere yönelik daha çok tutuklama-katliam oldu.


Emrah Tekin

[email protected]


Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. Sayısında Yayınlanmıştır.



The post Milliyetçi-Muhafazakar İttifakın Yeni Antlaşması: BAŞKANLIK – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/07/milliyetci-muhafazakar-ittifakin-yeni-antlasmasi-baskanlik-emrah-tekin/feed/ 0
Başkanlığında “Demokrat” Olmadı Son Anda “Demokrat” – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2017/01/07/baskanliginda-demokrat-olmadi-son-anda-demokrat-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2017/01/07/baskanliginda-demokrat-olmadi-son-anda-demokrat-gokhan-soysal/#respond Sat, 07 Jan 2017 10:17:59 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/07/baskanliginda-demokrat-olmadi-son-anda-demokrat-gokhan-soysal/ Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini “derhal ve tamamen” durdurmasını talep eden karar tasarısı, ABD’nin ilk defa çekimser oy kullanmasının ardından 14 oyla kabul edildi. Karar tasarısı Mısır tarafından hazırlanmasına rağmen daha sonra tasarı üzerinde görüşmelerin devam edilebilmesi için oylamanın ertelenmesi talebinde bulunmuştu. Mısır’ın geri adımı, ABD’nin 20 […]

The post Başkanlığında “Demokrat” Olmadı Son Anda “Demokrat” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

1

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini “derhal ve tamamen” durdurmasını talep eden karar tasarısı, ABD’nin ilk defa çekimser oy kullanmasının ardından 14 oyla kabul edildi.

Karar tasarısı Mısır tarafından hazırlanmasına rağmen daha sonra tasarı üzerinde görüşmelerin devam edilebilmesi için oylamanın ertelenmesi talebinde bulunmuştu. Mısır’ın geri adımı, ABD’nin 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturacak olan Trump ile Sisi arasındaki görüşmenin ardından gelmişti. Müstakbel başkan Trump ise Obama yönetimini karar tasarısını veto etmeye çağırmıştı. Mısır’ın bu geri adımı üzerine tasarı, tasarıya destek veren Yeni Zelanda, Malezya, Venezuela ve Senegal tarafından Güvenlik Konseyi’ne getirilerek oylama sonucunda kabul edildi.

Kararda “İsrail hemen ve tamamen, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere, işgal altındaki Filistin topraklarında tüm yerleşim yeri faaliyetlerini durdurmalı” çağrısı yapılıyor. İsrail yerleşimlerinin “yasal dayanağının olmadığı” belirtiliyor ve “iki devletli çözümü tehlikeye attığı” kaydediliyor.

Kararın ardından İsrail Başbakanlık ofisinden açıklama yapılarak karara uyulmayacağı açıklandı. Açıklamada ayrıca “Obama yönetimi sadece İsrail’i korumakta başarısız olmakla kalmadı, aynı zamanda BM’deki bu örgütlenmeye perde arkasından destek verdi” denilerek Obama yönetimine “İsrail seçilmiş başkan Donald Trump ile çalışmayı dört gözle bekliyor” ifadeleri de yer aldı. Ayrıca İsrail, tasarıyı sunan ülkelerdeki elçilerini istişare için ülkeye geri çağırdı.

Trump, Twitter hesabında görevinin başlayacağı tarihe atıfta bulunarak “20 Ocak’tan sonra BM’de işler farklı olacak” ifadesini kullandı.

Barack Obama yönetimi yerleşimlere karşı çıkıyorsa da, geleneksel olarak Güvenlik Konseyi’nde bu konuda İsrail’i kınayan kararlar alınmasını engellemiş ve İsrail ile Filistin arasındaki sorunun müzakerelerle çözülmesi gerektiğini savunmuştu.

Birleşmiş Milletler’in yürütme organı diyebileceğimiz Güvenlik Konseyi 15 devletten oluşup bir tasarının karar olabilmesi için üyelerin üçte ikisinin olumlu yönde oy kullanması gerekiyor. 5 daimi üye olan Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’in ise tasarıları veto etme yetkisi olup tasarıların veto edilmesi halinde Güvenlik Konseyi’nden karar çıkmamış oluyor. Kalan 10 üye ise her 2 yılda bir Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oylanarak seçiliyor.

Şimdiye kadar Güvenlik Konseyi’nde İsrail’e yönelik eleştirilerin karşısında duran ve Obama’nın başkan olduğu 2011’de İsrail’in yasa dışı yerleşim birimlerini kınayan karar tasarısını veto eden ABD, ilk defa çekimser oy kullanarak bu kararın geçmesine izin vermiş oldu.

2016 yılına kadar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan bütün kararların muhataplarınca uygulandığından bahsedemeyiz. ABD yönetiminin tavrıyla çıkan bu kararının da Filistin halkının hayatında büyük değişiklikler yaratmasını beklememek gerekir. Bu karar esas olarak ABD’de Trump’ın kazanımı ve Demokratların yenilgisiyle biten seçimlerin bir sonucudur. Müstakbel Trump yönetiminin, Obama yönetiminin aksine kendisiyle ile daha iyi ilişkiler geliştireceğinin beklentisi içindeki İsrail’in karara tepkisini de bu şekilde yorumlamak gerekir.

Obama’nın başkanlık süresinin bitimine 1 ay kala ve Trump’ın muhalefetine rağmen böyle önemli bir tasarının kabul edilmesine izin vermesi, başkanlığı boyunca -özellikle Filistin politikalarında- aklına getirmediği “demokrat” kimliğini son anda kurtarmaya çalışması ve cumhuriyetçilere/Trump’a karşı son bir hamlesi olarak değerlendirilebilir.

 

Gökhan Soysal

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Başkanlığında “Demokrat” Olmadı Son Anda “Demokrat” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/07/baskanliginda-demokrat-olmadi-son-anda-demokrat-gokhan-soysal/feed/ 0
TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/#respond Fri, 06 Jan 2017 10:15:37 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/ CIA tarafından finansmanı sağlanan ve özellikle 1950’lerden itibaren uygulanmaya başlanan duyusal yoksunluk deneyleri ile bireylerin çeşitli yollarla hafızası ve dış dünyayla olan bağlantısı hedef alınarak, bireye şekil verilmeye çalışılmıştır. Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabında bahsetmesiyle daha çok bilinir hale gelen bu deneylerden en çarpıcı olanları Dr. Ewan Cameron tarafından uygulanmıştır. Cameron’un deneylerinde, bireyin zihnini […]

The post TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

tekrar


Tekrarla Sıkıştırılıyoruz!

Goebbels’e göre “En parlak propaganda tekniği, tek bir temel prensip akılda sabit olarak tutulmadıkça başarıya ulaşmayacaktır: Kendini birkaç nokta ile sınırlamalı ve bunları defalarca tekrar etmelidir. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”


CIA tarafından finansmanı sağlanan ve özellikle 1950’lerden itibaren uygulanmaya başlanan duyusal yoksunluk deneyleri ile bireylerin çeşitli yollarla hafızası ve dış dünyayla olan bağlantısı hedef alınarak, bireye şekil verilmeye çalışılmıştır. Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabında bahsetmesiyle daha çok bilinir hale gelen bu deneylerden en çarpıcı olanları Dr. Ewan Cameron tarafından uygulanmıştır. Cameron’un deneylerinde, bireyin zihnini kontrol etmek için, bireyin zaman ve mekân algısı yok edilip, iradesi kırılarak her türlü etkilenmeye açık hale gelmesinin yolu açılmıştır. Cameron, “hastalarının” hafızalarını silmek amacıyla onlara önce defalarca tekrarlanan elektroşoklar vermiş, daha sonra şekillendirmek istediği yönde hastaya defalarca telkinde bulunmuştur. Doğum sonrası depresyon yaşayan ve deney kapsamında üzerinde çalışma yapılan Janine Huard’a defalarca elektroşok verilmiş; ardından kocasına ve çocuğuna karşı sorumluluklarının olmadığını tekrarlayan bant kayıtları dinletilmiştir: “Janine, Janine, sorumluluklarından kurtuluyorsun. Sen, kocanı ve çocuklarını gözetmek istemiyorsun”.

Bu tip uygulamalar, yaşadığımız coğrafyada da bir işkence yöntemi olarak kullanıldı. Özellikle 12 Eylül sonrası devlet, “bir şeyler” itiraf etmesini isteyerek gözaltına aldığı insanlara tekrar tekrar elektroşok vermiş, insanların gözlerini bağlayarak onlara duyusal yoksunluk yaşatmaya ve onların iradesini kırmaya çalışmıştı.

15 Temmuz’dan beri yaşadıklarımız ise şiddet dozu daha az, ama tekrarlarının sıklığı ve toplam süresi daha fazla olan bir şok dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Aralardaki boşlukları tıka basa dolduransa, televizyon kanallarından, gazetelerden ve internet sitelerinden yayınlan son dakikalarla, haberlerle, günün özetleriyle ve yorumlarla tekrar tekrar söylenenler.

Devletin “Gizli Propaganda Aracı”

“Hainler o kadar güçlü bir lobiyle Türkiye aleyhine çalışıyor ki dünyanın dört bir yanında bununla başa çıkmak için bir eylem planına, “gizli propaganda aracı”na acil ihtiyacımız var.” Bu sözler ana akım medyada yer alan bir köşe yazarına, Sevilay Yükselir’e ait. Öneriyse Nazi Almanyası’nda kurulmuş olan “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı” ile bu kurumun kurulduğu günden kapanışına kadar bakanlığını yapmış olan Joseph Goebbels’i ve “Büyük Yalan” adı verilen propaganda tekniklerini akla getiriyor.

“Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer” yani “Tek Halk, Tek İmparatorluk, Tek Lider” söyleminin üretildiği ve yaygınlaştırıldığı bakanlıkta kullanılan ve en çok dikkat çeken tekniklerden biri tekrar üzerine kuruluydu. Goebbels’e göre “En parlak propaganda tekniği, tek bir temel prensip akılda sabit olarak tutulmadıkça başarıya ulaşmayacaktır: Kendini birkaç nokta ile sınırlamalı ve bunları defalarca tekrar etmelidir.” ve “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”

İletişim araçlarıyla söylenen şeylerin ne kadar doğru olduğunun, iktidarın amaçları açısından bir önemi yoktur; aslolan söylenenlerin ne kadar sıklıkla tekrarlandığıdır. Özellikle kriz zamanlarında kamuoyuna sunulan haberlerin birçoğunun bilgi kirliliğine neden olduğu ve yine birçoğunun da bu amacı taşıdığı düşünüldüğünde, haberlerin tekrar tekrar verilmesinin önemi artmaktadır. Henüz bir haberin şokunu atlatamadan bir başka haberle sarsılanlar, haberlere karşı tepkisizleşmeye başlamaktadır.

OHAL sürecinde tekrar tekrar yapılan haberlerle zaman ve mekân algımız yok edilerek, irademiz ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Özellikle iktidarın beslediği medyaya ait haber sitelerine girildiğinde bu durum açıkça kendini göstermektedir. “Son Dakika” diye bağıran pek çok haber, bırakalım son dakika olma niteliğini, haber olma niteliğini dahi taşımamaktadır. En az yedi kanalda birden günde üç doz verilen siyasi yorum programlarında, siyasetçiler, gazeteciler ya da akademisyenler, iktidarın söylediklerini tekrarlamaktadır. Bu tekrarlamalar, zaten yaşadığı ya da tanık olduğu şoklarla algıları yıpratılan insanların yönetilmesini açık hale getirmektedir. Dahası, tekrarlar insanları öyle yönetilmeye açık hale getirir ki, medyada yer alan bir haber ya da yorum, daha bir hafta geçmeden tersine çevrilip tekrar sunulduğunda, takipçilerinde bir tutarsızlık şüphesi uyandırmak yerine takipçilerini daha çok etkilemektedir.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

The post TEKRAR TEKRAR TEKRAR – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/06/tekrar-tekrar-tekrar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/#respond Fri, 06 Jan 2017 09:45:09 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/ Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, […]

The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, bu ilişkiyi görmemiz açısından önemlidir.

Japonya’da anarşizm, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştı. Bu topraklarda anarşist fikirleri ilk kez yaygınlaştıranlardan biri, Shûsui Kôtoku olmuştu. Kôtoku, siyasi politik hayatının başlamasıyla beraber, toplum sorunlarını ele alan bir gazete kurdu. Heimin Shinbun (Sıradan İnsanlar Gazetesi) 1903 yılında yayın hayatına başladı, kısa sürede savaş karşıtlarının toplandığı bir zemin haline geldi. Gazetenin yaygınlaşmasıyla beraber İmparator Meiji durumdan rahatsız olmaya başladı ve imparatorluğun direktifleriyle gazetenin editörleri tutuklandı, büroları basıldı, dağıtımı engellenmeye çalışıldı. Gazete 18 Ocak 1905’te son sayısını çıkartarak yayın hayatına veda etti. Ama Heimin Shinbun’un bu sonu aslında birçok gelişimin de başlangıcı olacaktı. Shûsui Kôtoku, 5 ay boyunca kaldığı hapishaneden çıktığında anarşist fikirleri daha da olgunlaşmış olacaktı.

Shûsui Kôtoku Amerika’da

Hapishanede Kropotkin’in kitaplarını okuyan Kôtoku, Meiji hükümetinin baskılarından uzaklaşmak için Amerika’ya giderek, burada teorik olarak kendisini geliştirdi. Kropotkinle mektuplaşan Kôtoku, Kropotkin’in yazılarını ve kitaplarını Japoncaya çevirmeye başladı. IWW (Dünya Endüstri İşçileri)’nin mücadelesinden etkilendi. Japonya’dan göç etmiş ve Amerika’da yaşayan anarşistlerle beraber, Japonca Kakumei (Devrim) isimli bir dergi ve Ansatsushugi (Terörizm) isimli bir broşür çıkarmaya başladı.

1906 yılında Japonya’ya geri dönen Kôtoku, anarşizmi örgütlemek için burada ilk olarak bir miting düzenledi. 28 Haziran 1906’da düzenlediği mitingde, ABD’de etkilendiği işçi mücadelesinden ve Kropotkin’in komünal düşüncelerinden, Marksist parti anlayışının otoriter ve devletçi oluşundan, dünya devrim hareketi geleneğinden bahsetti.

Doğrudan Eylem Ayrışması

1907 yılında Heimin Shinbun Gazetesi tekrar basılmaya başlandı. Ancak kısa sürede gazete içerisindeki sosyal demokratların oy hakkını savunan düşünceleri üzerine bir tartışma süreci başladı ve bu tartışmalar gazetenin yayınının durmasına sebep oldu. Yaşanan tartışmalar sonrasında sosyal demokratlar Heimin Shinbun’dan ayrılırken; doğrudan eylemi savunan anarşistler Osaka Heimin Shinbun’u basmaya devam ettiler.

İmparatorluğun “Özgür Köy”lerden Korkusu

Japonya köylerinde özellikle pirinç üretiminde halk arasında zaten var olan dayanışma ilişkileri, köylerin anarşist komünlere dönüşmesi için zemin hazırlıyordu. Kôtoku, Akaba gibi anarşistler de Kropotkin’in düşüncelerini köylerdeki söz konusu durumla harmanlama niyetindeydiler.

1910 yılında Akaba Hajime, halkın daha önceden yaşadığı gibi köy toplumuna geri dönüş için çağrıda bulunduğu, anarşist-komünizm yoluyla anarşist bir cennet yaratmaktan söz ettiği Nômin no Fukuin (Çiftçinin Kutsal Kitabı) adlı bir broşür yayınladı. Ancak broşürde İmparator’u eleştirmesi ve karşılıklı yardımlaşma düşüncesinden bahsetmesi sebebiyle, İmparatorluk tarafından arananlar listesine eklendi. Belli bir süre gizlenen Akaba, daha sonra yakalandı ve tutuklandı. Akaba, 1 Mart 1912’de Chiba Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.

Şirket Sömürüsüne Karşı Doğrudan Eylemle Direnen İşçiler

Meiji İmparatorluğu’nun güçlenme hırsı ve işgalci politikasıyla savaşlara girmesi, sanayi ihtiyacını doğurdu. Köy toplumu olan Japonya’da hızla bir sanayileşme süreci başladı. Bu durum, madenlerin ve fabrikaların artmasıyla, işçi sınıfı üzerinde sömürünün de artmasına neden oldu. Artan sömürüye karşı işçiler örgütlenerek, patronlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştirmeye başladılar.

Şubat 1907’de Ashio bakır madeninde işçilerin greve gitmese de, şirket işçilerin taleplerini görmezden geldi. Şirket tarafından yok sayılan işçilerse “doğrudan eylem”e yönelerek, şirket patronunu küreklerle dövdü, madenin elektrik tesisatını çalışamaz hale getirdi ve şirket binasını ateşe verdi. İmparatorluk, işçilerin direnişini bastırabilmek için bölgeye askeri birlik gönderdi, ancak işçiler kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girdi. Bu dönemle, farklı sektörlerde örgütlenen başkaca grevler de ateşli direnişlere dönüşmeye başladı.

Anarşistlere Yönelik Baskı Dönemi: Operasyon, Tutuklama ve İdam

1908 yılında, Shûsui Kôtoku’nun savunduğu gibi, ezilenler arasında doğrudan eylem anlayışı yayılmaya başladı ve işçi grevleri silahlı eylemlere dönüştü. 1910 yılında anarşistler, İmparatora yönelik bir eylem planlamaya başladı. 25 Mayıs 1910’da boş bir alanda yapılan bomba denemesi sonrasında dört anarşist tutuklandı. 1907 Ansatsushugi (Terörizm) broşüründeki yazıların eyleme geçtiğini düşünen polis, bir operasyon furyası başlattı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. 24 kişi İmparatora suikast hazırlamak suçuyla idama mahkûm edildi; bunlardan 12′sinin cezası ömür boyu hapse çevrildi, fakat Kôtoku ve on bir yoldaşı 24 Ocak 1911′de asılarak idam edildi.

İdamlarla da yetinmeyen Japonya İmparatorluğu, anarşistlere yönelik baskılarını ve yasaklamalarını sürdürdü. Anarşistlere yönelik bu saldırı dönemine “Kış Dönemi” adı verildi. Birçok anarşist tutuklandı; operasyonlardan kurtulabilen anarşistlerin bir kısmıysa dağlarda gizlendi. Birinci Dünya savaşı öncesinde güçlenen Japonya devleti İtilaf Devletleri safında savaşta yerini alacaktı. Japonya’da bir dönem kapanmıştı. Ama devletin tüm baskı politikalarına karşı anarşistler küllerinden doğarak yeniden bir sayfa açacaklardı.

Noe Itō, 1911’de Seitō (Mavi Çoraplılar) topluluğuna katılarak, anarşist kadın yoldaşıyla beraber Seitô adlı bir kadın özgürlük mücadelesini anlatan dergi çıkardılar.

Katledilen Anarşistlerin Ardından Mücadele Büyümeye Devam Etti

Kôtoku ve on bir arkadaşının idamı sırasında hapishanede olan Sakae Ōsugi, 1911 yılında hapishaneden çıktı. Eşi Noe Itō ile beraber Emma Goldman’dan ve Kropotkin’den çeviriler yaparak, Japonya anarşist külliyatına katkıda bulundu. Ōsugi, Kôtoku’nun anti militarist kampanya yürüttüğü sırada “Sıradan İnsanlar” gazetesine katılmıştı. Bu dönemde Ōsugi, askeri kökenli bir aileden geldiği için kendisine “katilin oğlu” diyordu. Ōsugi, anti militarist fikrinin yanı sıra, Fransa’daki CGT’yi örnek alarak anarko-sendikalist bir örgütlenme çalışmasının yararlı olacağını düşünüyordu. 1912 yılında teorik bir yayın olan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisini çıkartmaya ve anarko-sendikalizmi tartıştırmaya başladı. Ōsugi, derginin yanında yakın arkadaşı anarko-sendikalist Arahata Kanson ile beraber “Sendikalizmi Araştırma Grubu” oluşturdu. Bu grup, 1913-1916 yılları arasında anarko-sendikalist bir anlayışla işçi örgütlenmesi yürüttü.

1917’de Rus Devrimi gerçekleştiği sırada, Japonya’da endüstri hızlı gelişiyordu. İşçi sendikaları ve örgütleri yasal olarak illegal olsa da, gizli örgütlenmeler ile işçiler arasında giderek yayılmaya başlamıştı.

1918 Pirinç İsyanı

Halk, pirinç fiyatındaki yüksek artış nedeniyle köylerde ve şehirlerde en önemli besin maddesini bulamamaya başladı. Bunun en büyük nedeni, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’ne dahil olan Japonya’nın deniz aşırı bölgelerdeki askerlerine ve müttefiklerine pirinç göndermesi oldu.

İlk tepki, 23 Temmuz 1918’de Toyama’nın Uozu şehrindeki küçük balıkçı kasabasında gerçekleşti. Köylülerin pirinç talepleri dikkate alınmayınca, isyan hareketi hızla yayılmaya başladı. Fabrikalarda grevler örgütleniyor; devletin isyan hareketini bastırmak için şiddete başvurmasıyla karakollar bombalanıyor; kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmalar yaşanıyordu. 1918 yılında 70.000’den fazla işçinin katıldığı 417 grev ve direniş örgütlendi. Japonya genelinde tüm fabrikalarda toplam bir buçuk milyon işçinin çalıştığı düşünüldüğünde, bu işçi hareketi kapitalist çarkın dengesini bozmaya yetmişti.

Pirinç isyanında yaklaşık 25.000 kişi gözaltına alındı, bunlardan 8200’ü tutuklandı. Birçok işçi ve köylü ölüm cezasına çarptırıldı. İmparatorluk isyanı bastırmak için çalışırken başbakan Terauchi ve kabinesi, 29 Eylül 1918’de istifa etmek zorunda kaldı.

İşçiler Örgütleniyor

Pirinç yokluğunda bir araya gelen işçiler, tüm sorunları için örgütlenmeye başlamıştı. 1912 yılında 15 üyeyle kurulan Yuaikai (Dayanışma Topluluğu), 1918’de üye sayısını 30.000’e çıkartmıştı. Örgütün ismi 1921′de Japon Emek Konfederasyonu olarak değiştirildi. Sendikanın yönetiminde reformist eğilimli sendikacılar bulunsa da sendikayı tabandan hareket ettiren, anarko-sendikalist işçilerdi. İşçiler arasında anarko-sendikalist düşünceler yayan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisinin teorik olarak savunduklarını pratiğe geçirmek için 1919 yılında Rodo Undo (Emek Hareketi) adlı anarşist bir işçi örgütü kuruldu. Örgüt, aynı adla bir de yayın çıkarıyordu.

1917 Rus Devrimi tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da büyük bir heyecanla karşılandı. Ama Ōsugi, Bolşeviklerin iktidarı alarak Rus Devrimi’ni nasıl paramparça ettiğini çok geçmeden anladı. İlk önce Kronştad’ta Kızıl Ordu’nun anarşistleri katletmesini öğrenmiş; sonrasında Emma Goldman ve Alexender Berkman’ın Bolşevik Parti’yi eleştiren makalelerini çevirerek, Bolşeviklerin Rusya’da neler yaptığını Japonya işçi ve köylülerine aktarmıştı.

İşçi örgütlenmelerinin nasıl olacağı noktasında anarşistler, komünistler ve reformistler arasında ideolojik bir mücadele başladı. Komünistlerin Rusya’da yaptıkları üzerine otoriter örgütlenmeleri ve reformistlerin kapitalizmle uzlaşmacı politikaları, anarşistleri kendi ilkelerine dayalı bir işçi örgütü kurmaya itti. Anarşistler de “Özgürlükçü Sendikalar Federasyonu” (Zenkoku Rôdô Kumiai Jiyû Rengôkai)nu kurdular. Böylece 1925 yılından itibaren anarşistler, komünistler ve reformistler, kendi kurdukları sendikalarda konumlandılar.

İktidarın İkinci Darbesi

1923 Eylül ayında, Japonya anarşist hareketine, Kôtoku’ların idamında olduğu gibi, şiddetli bir devlet saldırısı gerçekleşti. 1 Eylül 1923’te Doğu Japonya’da (Kantô bölgesi) büyük bir deprem meydana geldi. Deprem sonucu yaklaşık 90.000 kişi yaşamını yitirdi. Depremin ardından engellenemeyen birçok yangın, evlerin kül olmasına neden oluyordu. Devlet yangınların, devrimcilerin kundaklamaları sonucu çıktığı söylentisini yaydı. Söylenti çığ gibi büyüdü ve yüzlerce Koreli sokaklarda linç edildi. Kargaşa sırasında polis ekipleri Sakae Ōsugi ile eşi Noe Itō ve 6 yaşındaki yeğenini gözaltına aldı. İşkence yaparak vücutları kurşunlanan anarşistlerin ve 6 yaşındaki yeğenlerinin bedenleri, 4 gün sonra bir kuyuda bulundu. Anarşist bir ailenin katledilerek bedenlerinin kuyulara atılması, anarşist hareket içerisinde doğrudan eylem tarzını tekrar gündeme getirdi.

Ōsugi’nin katledilmesi sonrasında işçi sendikaları içerisinden “Giyotin Derneği” adlı gizli bir örgüt ortaya çıktı. Ōsugi’yu katleden General Fukuda’ya karşı silahlı eylem gerçekleştirildi; Fukuda vurulmasına rağmen ölmedi. Giyotin Derneği sonrasında General Fukuda’nın evini havaya uçurdu.

Ōsugi yaşamını yitirse de ardında büyük bir anarko-sendikalizm mirası bırakmıştı. Aynı dönemde parlementoyu savunan reformistlerle anarşistler arasında politik bir mücadelede sürüyordu. Japonya anarşist hareketi 1925’te genel oy yasası tartışmaları döneminde, işçilerin parlementer sisteme katılımına karşı çıkan Kara Gençlik Birliği(Kokuren)’ni kurdular.

1945′ten Günümüze

1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, anarşist hareket eski örgütlülüğüne kavuşamadı. Japon devletinin Pearl Harbor’a saldırması sonrasında, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atması sonucu devletlerarası olan bu savaşta asıl kaybedenin ezilen halklar olduğu bir kez daha açığa çıktı.

Tüm bu olanlara karşı anarşistler eskisi kadar olmasa da örgütlenmeye devam etti. Savaştan hemen sonra Mayıs 1946′da, 200’e yakın üyeyle “Nihon Anakisuto Renmei” adlı Japon Anarşist Federasyonu kuruldu. Federasyon içerisindeki “saf anarşizm”, anarko sendikalizm tartışmaları sonucu federasyon ikiye bölündü. Saf anarşizmi savunan grup Japonya Anarşist Kulübü’nü kurdu; anarko-sendikalist grup ise “Anarşist Federasyon”u. 1955’te Anarşist Federasyon ismini Japonya Anarşist Federasyonu olarak değiştirerek Kuro Hata (kara bayrak) adlı yayını çıkarmaya başladı. 1968’e kadar örgütlenmeye devam eden Federasyon, bu tarihten sonra dağıldı. Daha sonrasında federasyon içerisinden bir grup 1980′e kadar Museifushugi Undo (Anarşist Hareket) isimli bir yayın çıkardı. 1970’lerde Tokya’da başlayan sendikal hareketlilik 1983’te Rodosha Rentai Undo (İşçi Dayanışma Hareketi) olarak kurulan anarko-sendikalist bir örgütlenmeye dönüştü.

Japonya’da anarşist hareket, İmparatorluğun baskı ve katliamlarına, her iki dünya savaşına ve sürekli olan tehdide karşı, yıllar boyunca örgütlendi. Anarşistler, binlerce işçinin ve köylünün örgütlendiği sendikalar, birlikler, örgütler kurdular; sayısız yayın çıkardılar. İmparatorluk anarşistleri yok ettiğini zannetse de, Japonya’da bir gelenek yaratan anarşizm her defasında küllerinden yeniden doğdu. Öyle ki bu topraklarda örgütlenen mücadeleyle anarşizm kavgasına başlayanlar, sadece kendi topraklarında değil, 1936’da İberya Yarımadası’nda faşist Franco’ya karşı mücadeleye katıldılar, enternasyonal bir dayanışma örneği göstermişlerdir.

(Anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden olan, baskı ve zulme karşı İmparator Meiji’ye suikast planında yer alan, Japonya’da politik tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadın olan anarşist Kanno Sugako ve onun Japonya’daki anarşist mücadele tarihine etkisi hakkında bilgiye, gazetemizin 32. sayısında yayınlanan “Tarihteki Anarşist Kadınlar (2)” başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.)

Meiji hükümeti döneminde Japonya 1894-1895 yıllarında Çin’i ve 1905 yılında Rusya’yı yenilgiye uğrattı. 1910 yılında Kore’yi işgal ederek kendi topraklarına kattı. Savaş alanındaki gücü nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri arasında savaşa katıldı.

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/06/yoksulluga-baskiya-ve-imparatorluga-karsi-japonyada-anarsizm-furkan-celik/feed/ 0