sayı 43 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 17 Feb 2018 09:43:11 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Başdeliler – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2018/02/17/basdeliler-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2018/02/17/basdeliler-gokhan-soysal/#respond Sat, 17 Feb 2018 09:43:11 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/17/basdeliler-gokhan-soysal/ “Adamı Zorla Deli Ederler” isimli öyküsünde Aziz Nesin, şimdiki başkanlarından “deli olduğu için” memnun olmadığı anlaşılan bir grubun, yeni bir başkan seçmeye çalışmasını anlatmaktadır. Ama dikkatli olmak istemektedirler, çünkü işi aceleye getirip yeni bir deliyi daha başlarına getirmeye hiç niyetleri yoktur! Ne yapsalar ne etseler deli olmayan birisini bulamamaktadırlar. Aslında buldukları insanlar gayet akıllıdır. Ancak […]

The post Başdeliler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Adamı Zorla Deli Ederler” isimli öyküsünde Aziz Nesin, şimdiki başkanlarından “deli olduğu için” memnun olmadığı anlaşılan bir grubun, yeni bir başkan seçmeye çalışmasını anlatmaktadır. Ama dikkatli olmak istemektedirler, çünkü işi aceleye getirip yeni bir deliyi daha başlarına getirmeye hiç niyetleri yoktur!

Ne yapsalar ne etseler deli olmayan birisini bulamamaktadırlar. Aslında buldukları insanlar gayet akıllıdır. Ancak kim makama gelse, daha doğrusu buradaki adamlar kimi makama getirse, o kişi delirmektedir. Makama getirecekleri adam hem deli olmayacaktır hem makama geldikten sonra da delirmeyecektir. Makamda mı sorun vardır yoksa? Hayır, onlara göre makama getirdikleri bütün insanlar delidir ama deliliklerini göstermeye fırsat bulamamıştır. Bu sorunu çözüverdikten sonra makama getirecekleri adamı da bulurlar: Rasim Bey. Rasim Bey deli olmasa da yine bir sorun vardır. Rasim Bey’in bu görevi kabul etmeyeceğini düşünmektedirler. Buna rağmen Rasim Bey’e gidip ikna etmeye karar verirler.

Rasim Bey başta tekliflerini kabul etmez. Ama ısrarlarına dayanamaz. Bir şartla tekliflerini kabul eder: Kimse ona dalkavukluk etmeyecektir. Rasim Bey, onu baştan çıkarmayacaklarına dair söz alınca makama geçmeye karar verir.

Başkan olmasının sabahında evine 50’den fazla tebrik telgrafı gelir. Bir tanesini okumaya çalışır ama saygı ifadelerine dayanamayıp bırakır, kalanları da okumaz. Kendisini başkanlığa iknaya gelen adamlar da dahil herkes, etrafında -deyim yerindeyse- kul köle olur. Yollarına halı sermelerden, onun için kurban kesmelerden, alkışlardan, karşılama törenlerinden işine başlayamaz. Ertesi gün yerel gazetelerde boy boy fotoğrafları ve Rasim Bey’in çalışkanlığını öven yazılar vardır.

Bir yıl geçmeden o da delirir. Yine aynı adamlar başlar toplantıya, başkanlarının deliliğinden şikayet etmektedirler. 30 yıldan beri tanıdıkları, zar zor makama gelmeye ikna ettikleri adam da delirmiştir. Sonunda bir deli raporu alıp tımarhaneye götürmeye ve hiç olmazsa bu sefer aklı başında birisini seçmeye karar verirler.

Anlaşılan makam yani iktidar büyülüdür. Bu makama kim gelse ya delidir ya da makama geldikten sonra delirecektir. Bu hikayedeki gibi iktidarın yanında getirdiği yozlaştırıcı etki, ne kadar çabalarsa çabalasın insanı delirtmektedir. Tarihi örneklere baktığımızda da durum böyledir. Biraz farkla tabi. Bu fark da iktidara gelen kişinin, iktidarı kaybetme korkusu sonucu delice işler yapmış olmasıdır.

Tüm dünyada Büyük Petro olarak bilinen zamanın Rus çarına bu topraklarda nedendir bilinmez Deli Petro denilmesi de (en akıllıca açıklama tahta geçmeden önce tahttaki abisinin kendisini öldürteceğinden korktuğu için sinirlerinin harap olması) tartışmayı ilginç ve girift yapan durumlardan biri.

Zaman içinde prens, hükümdar, kral, padişah vs. isimleri değişse de, değişmeyen temel şeylerden birisi “tahtı kaybetme korkusu”nun, “taht”ın onları delirttiğiydi.

Örneğin XVI. yüzyılda İsveç Kralı olan XIV. Eric’te tahta geçmesiyle birlikte “zihinsel bozukluklar” gözlenmeye başlandı. Sürekli olarak tahttan indirileceği korkusu yaşayan XIV. Eric, tarihe “Sture Cinayetleri” olarak geçen cinayetler sonucu tahtta hak iddia eden birkaç kişiyi idam ettirdi. Üstelik birisini kendi elleriyle bıçakladı. İddialara göre, XIV. Eric’in deliliği öyle bir raddeye varmıştı ki kendisine bakarak fısıldaşıp güldüğünü düşündüğü saray çalışanlarını dahi öldürtmüştü.

Dönemin siyasi iktidarının ideolojisine göre dahi olarak sıfatlandırılsa da II. Abdülhamit’in özellikle sansür ve yasaklar konusunda koyduğu kurallar kimilerince “delice” olarak değerlendirilmektedir. Oturduğu sarayın kastedilmesini engellemek için “yıldız” ve kendisinin burnu kastedileceğini düşündüğü için “burun” kelimesini dahi sansürletmeye/yasaklatmaya kalkan II. Abdülhamit’in yasaklattığı diğer bazı kelimeler şu şekildeydi: “Suikast, dinamit, Kanun-u Esasi, istibdat, hürriyet, beynelmilel, veliaht…”

Geçmişten son örneği bu topraklardan vererek bitirelim: “Deli İbrahim”. Büyük Petro gibi o da hükümdar olan abisinin kendisi için yollayacağı cellatları beklemekten olsa gerek onun da sinirleri bir hayli harap olmuştu. Ancak İbrahim, -3 kardeşini öldürten- abisi 4. Murat’ın ölümü üzerine “zorla” tahta geçti. Zorla tahta geçti çünkü abisinin öldüğüne inanmadığından öldürülmek için kendisine oyun kurulduğunu düşünmüştü. Abisinin cansız bedenini görünce ancak ikna olabildi. Ancak o da tahtı kaybetmekle kafayı bozmuştu. Bu korkusu yüzünden vezirini öldürttü. Askeri alanda nam salmaya başlayan paşasını da rakip hiziplerin kışkırtması sonucu öldürtmesi, kendisine deli denmesine neden oldu.

Yönetimindeki deliliklerin ve devletin iyiden iyiye yoksullaşması sonucu devlet erkanının da çıkarları tehlikeye girince bir müftü fetvası aracılığıyla tahttan indirildi. Bir odaya kapatıldı. Başka taht kavgalarına yol açılmasına neden olmasının engellenmesi için de öldürüldü.

İktidarın getirmiş olduğu yozlaşma olsun başkanlığın elinden olma korkusu olsun bir örnek de şu an karşımızda: ABD Başkanı Donald Trump. “İlk denememde ABD Başkanı oldum. Sanırım bu akıllı değil dahi sınıfına girer.” Bu sözler Trump’a ait. Geçtiğimiz ay çıkan bir haberde Trump’ın bir gününün nasıl geçtiği anlatılıp sabah saatlerinde 3 saat boyunca televizyon izleyip Twitter’da “takıldığından” bahsediliyordu.

Trump’ın attığı tweetlerin, aldığı bazı politik kararların ve toplum içindeki davranışlarının tuhaf olduğu dile getirildi ve sıklıkla Trump’ın akıl sağlığının yerinde olmadığına, “deliliğine” vurgu yapıldı. Öyle ki kendi Dışişleri Bakanı Tillerson dahi kendini “Trump’ın akıl sağlığı yerinde” diyerek açıklama yapmak zorunda hissetti. Aynı bakanla aylar önce Trump bir tartışmada karşı karşıya gelmiş, Dışişleri Bakanı Tillerson’ın kendisi için “moron” dediği şeklindeki iddiaları yanıtlayan Donald Trump, “Bunun yalan haber olduğunu düşünüyorum. Ancak eğer dediyse bir IQ testi yapmamız gerekecek. O zaman kimin kazanacağını görürsünüz.” ifadelerini kullanmıştı.

Tillerson’ın istifa edeceği söylentileri dolaşadursun, şimdiye kadar Trump’a yakın -ulusal güvenlik danışmanı dahil- birçok isim bir şekilde görevden alındı veya istifa etti. Rusya konusu bağlamında vatan hainliği olsun, Kuzey Kore tartışmalarında attığı “delice” tweetler olsun, 4 yılını dahi tamamlamadan Trump’ın başkanlıktan indirilip indirilmeyeceği sorusu cevabını bulabilecek mi bilmiyoruz. Ancak cevabını, Trump’ın deli olmasının ilanıyla bulması, işten bile değil.

 

Gökhan Soysal

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Başdeliler – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/17/basdeliler-gokhan-soysal/feed/ 0
AVM: Patron Alır, İşçi Verir Sömürünün Merkezidir https://meydan1.org/2018/02/16/avm-patron-alir-isci-verir-somurunun-merkezidir/ https://meydan1.org/2018/02/16/avm-patron-alir-isci-verir-somurunun-merkezidir/#respond Fri, 16 Feb 2018 11:25:12 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/avm-patron-alir-isci-verir-somurunun-merkezidir/   Genç İşçi Derneği’nin AVM İşçilerine Dağıttığı Bildiri Bizler genç işçileriz. Kimimiz ailesini geçindiriyor , kimimiz okul masraflarını karşılıyor, kimimizin telefon taksidi bitmiyor. Sebep fark etmiyor, çalışıyoruz çünkü ihtiyaçlarımız var. Bizler genç işçileriz. Gençliğimiz fırsat patronlar için. Neden mi? Genciz diye her işi yaptırıp her yükü kaldır diyorlar da ondan. Bir saatte yapılacak işi yarım […]

The post AVM: Patron Alır, İşçi Verir Sömürünün Merkezidir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Genç İşçi Derneği’nin AVM İşçilerine Dağıttığı Bildiri

Bizler genç işçileriz. Kimimiz ailesini geçindiriyor , kimimiz okul masraflarını karşılıyor, kimimizin telefon taksidi bitmiyor. Sebep fark etmiyor, çalışıyoruz çünkü ihtiyaçlarımız var.

Bizler genç işçileriz. Gençliğimiz fırsat patronlar için. Neden mi? Genciz diye her işi yaptırıp her yükü kaldır diyorlar da ondan. Bir saatte yapılacak işi yarım saate indiriyorlar da gık demiyoruz, ondan. Ne yaparsak yapalım, ne kadar çalışırsak çalışalım; yetinmeyenler de yine onlar. “Genç işçinin biri gider, diğeri gelir.”, “Ortalık işsiz kaynıyor.” 6 ay çalışan bu sektörde “emektar” sayılır da ondan. Bugün burada, yarın orada çalışıyoruz. Vasıfsız, sıfatsız diyorlar bizim gibilerine. İşyerinin adı değişiyor, yaptığın iş değişiyor, bir tek sömürü değişmiyor.

Patronların gözünde servis yaptığımız tepsi, düzenlediğimiz raf, toz aldığımız bez, döktüğümüz çöp kadar değerimiz. Gün boyunca sayıp durduğumuz para patronların kasasını dolduruyor, biz asgari ücrete talim ediyoruz. Bu düzen böyle gelmiş böyle gider diyorsan, yanılıyorsun. İşte gerçek bu arkadaşım. Bile bile kabullenmemek. Bizler genç işçileriz. Hep en altta kalanlarız. Vardiyaları ayarlayan müdürler, şefler pek düşünmez kaç saat uyudun, aç mısın tok musun… Patronların gözüne girmek için her bir işçiyi “daha çok ve daha verimli” kullanabilmenin peşindedir onlar. Bu her işyerinde var arkadaşım biliyorsun; ama genç işçi olunca bir başka oluyor, bizim de itirazımız bundan.

Fazla mesailer, esnek çalışma derken gece gündüze, gündüz geceye karışıyor. 10-12 saat uzadıkça uzuyor. 15 saatlik iş yaptırılanlar; karşı çıkmaya kalktığında ise susturulan biz oluyoruz. Zaten çok konuşursak ertesi günü görmeyen de biziz. “Günyüzü görmeyen”leriz yani. Alışveriş mabedlerinde nefes aldıklarını sananların, görkemli tavanların, ışıltılı vitrinlerin, tabelaların arasında sıkışan, boğulan, nefessiz kalan bizleriz.

15 dakikada bir boş bir dükkanı paspaslamak, temiz tepsileri tekrar tekrar silmek, mağazada kimse olmasa dahi ayakta beklemek… Sıkılanlarız, bıkanlarız, anlam veremesek de söyleneni yapanlarız.

Peki yalnız mıyız? Bu dertler, adaletsizlikler bir tek bizim mi başımızda? Hayır, binlerceyiz. Yalnız değiliz.

Bu gidişattan kurtulmanın yolu yok mu? Tek bir yolu var; o da örgütlenmek.

Örgütlenmek hayatımızı değiştirecek. Gel birlikte değiştirelim.

Genç İşçi Derneği’ne katıl, birlikte değiştirelim.

 

Bu bildiri Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post AVM: Patron Alır, İşçi Verir Sömürünün Merkezidir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/avm-patron-alir-isci-verir-somurunun-merkezidir/feed/ 0
Çanlar İklim İçin Çalıyor – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2018/02/16/canlar-iklim-icin-caliyor-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2018/02/16/canlar-iklim-icin-caliyor-ozgur-erdogan/#respond Fri, 16 Feb 2018 11:14:25 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/canlar-iklim-icin-caliyor-ozgur-erdogan/   Şurası açık ki, zor zamanlar yaşıyoruz. Savaşlar, bombalar, siyasal sosyal ve ekonomik krizler yaşamlarımıza git gide daha güçlü darbeler vuruyor. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil, dünyanın dört bir yanında ezilenler bunlara maruz kalıyor ve bunlarla mücadele ediyor. Hem yukarıda saydığımız saldırıların bir nedeni hem de bir sonucu olarak “küresel iklim değişikliği” dediğimiz felaket, yaşamlarımıza iyiden […]

The post Çanlar İklim İçin Çalıyor – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Şurası açık ki, zor zamanlar yaşıyoruz. Savaşlar, bombalar, siyasal sosyal ve ekonomik krizler yaşamlarımıza git gide daha güçlü darbeler vuruyor. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil, dünyanın dört bir yanında ezilenler bunlara maruz kalıyor ve bunlarla mücadele ediyor.

Hem yukarıda saydığımız saldırıların bir nedeni hem de bir sonucu olarak “küresel iklim değişikliği” dediğimiz felaket, yaşamlarımıza iyiden iyiye nüfuz etmeye başladı. Bir yandan sular altında kalan küçük ada ülkeleri, bir yandan iklim göçleri, öte yandan bizlerin gündelik hayatını da etkilemeye başlayan ani hava değişimleri…

Geçtiğimiz yaz aylarının en popüler söylemlerinden biriydi “Hiç Esmiyor…”. Evet, geçtiğimiz yaz hiç esmedi. Fakat bununla beraber yaşadığımız coğrafya 2018 yılında son 44 yılın en büyük kuraklığıyla karşı karşıya kaldı. Bununla da bitmedi! İklim kuşağındaki küçücük bir kayma bile şimdiden bizi tropikal iklime taşıdı. Yazın ortasında aniden bastıran yağmurlar, kışın başından beri ha geliyor ha gelecek diye beklediğimiz ama bir türlü gelemeyen kar, başlamayan kış ve bitmeyen sonbahar…

Bir kaç ufak soğukla atlatmak üzere olduğumuz kış bu sene dişlerini göstermedi, gösteremedi. Hatta kimi günler baharı kıskandıracak bir atmosferde yaşadık. Hafta sonu gezmelerinde, açık alanlarda güneşin tadını çıkarttık. Fakat tüm bu “hoş sürprizlerin” bir faturasının olduğunu görmek gerekir.

Dedik ya son 44 yılın en kurak dönemini geçirdik diye… Durumun vahametini anlamak için barajlardaki doluluk oranları iyi birer örnek olabilir. İstanbul’a içme suyu sağlayan barajların doluluk oranları yüzde 60’larda kalırken Ankara’da bu oran yüzde 27’lere kadar düşüyor. Keban Barajı’nın doluluk oranları yüzde 30’lara kadar geriledi. Bu kuraklığın bir numaralı sorumluları olan devletler ve kapitalistler ise “İnşallah bu aylarda bir yağış bekliyoruz…” diyerek Şubat ve Mart aylarını işaret ediyor. Bu arada kimse yazın yağan ani yağmurlardan medet beklemesin, çünkü bu yağmurlar ani ve şiddetli oldukları için toprağın derinliklerine ulaşamıyor, ulaşamadığı gibi toprağın en verimli katmanlarını başka su varlıklarına taşıyor. Bu yoğun taşınmada, o su varlıklarının kirlenmesine yol açıyor.

Öte yandan, bu ana kadar elle tutulur bir kar yağışının olmamasının yaşadığımız coğrafyanın ekolojisi için başlı başına bir felaket olduğunu fakat en büyük etkisinin tarım bitkileri üzerine olduğu aşikardır. Öncelikle yağmur konusunda kısır bir süreç geçiren toprak, bu sene kar suyundan da beslenemeyecek. Bununla beraber, kar yağışının keskin soğukları engellemesi ve tarım bitkilerinin ya da tohumların üzerini örterek onları bir çok tehditten koruyan kar örtüsünün bu sene işlevini yerine getiremeyecek oluşu da başka bir sıkıntı. Hem de küçük felaketlere kapı aralayabilecek bir sıkıntı.

Bir çok felaket sanılanın aksine bir anda gelişmez. Küçük ve farklı etkilerin bütünü, geniş bir zaman diliminde ağır ağır etkisini gösterir. Yapılan barajlar, küçük bir ekosistemin iklimini bütünüyle değiştirir. Ormanların yerine dikilen devasa binalar yağmur bulutlarını uzaklaştırır. Sanayi atıkları, termik santraller zehir kusarak ağır ağır çevresinde ne varsa öldürür. Taş ocakları, madenler bütün bir bitki örtüsünü ve hayvan popülasyonunu nefessiz bırakır. Aradan geçen günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar “Hiç esmiyor…” diyerek kapımızın önüne kuraklığı koyuverir.

Çanlar iklim için çalıyor; çanlar bizim için ve dünyadaki tüm varlıklar için çalıyor!

Özgür Erdoğan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Çanlar İklim İçin Çalıyor – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/canlar-iklim-icin-caliyor-ozgur-erdogan/feed/ 0
Tek Tipleşmeyeceğiz Tek Tipi Reddedeceğiz! – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2018/02/16/tek-tiplesmeyecegiz-tek-tipi-reddedecegiz-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2018/02/16/tek-tiplesmeyecegiz-tek-tipi-reddedecegiz-abdulmelik-yalcin/#respond Fri, 16 Feb 2018 11:09:08 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/tek-tiplesmeyecegiz-tek-tipi-reddedecegiz-abdulmelik-yalcin/   Devletin toplumsal muhalefete yönelik yoğun saldırıları 15 Temmuz sonrası yeni bir boyut kazandı. Çıkarılan KHK’lar yasa yapma görevi üstlenen meclisin de üstüne çıktı ve şimdi adaletsizlikler üreten liberal hukuk düzeni de aşınıyor. Yıllarca adaletsizliklere ve siyasi sorunlara karşı mücadeleler ve gerçekleştirilen toplumsal eylemlikler sayesinde devletin liberal hukukunun boşluklarında çatlaklar yaratılmış ve bu çatlaklardan sızarak […]

The post Tek Tipleşmeyeceğiz Tek Tipi Reddedeceğiz! – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Devletin toplumsal muhalefete yönelik yoğun saldırıları 15 Temmuz sonrası yeni bir boyut kazandı. Çıkarılan KHK’lar yasa yapma görevi üstlenen meclisin de üstüne çıktı ve şimdi adaletsizlikler üreten liberal hukuk düzeni de aşınıyor. Yıllarca adaletsizliklere ve siyasi sorunlara karşı mücadeleler ve gerçekleştirilen toplumsal eylemlikler sayesinde devletin liberal hukukunun boşluklarında çatlaklar yaratılmış ve bu çatlaklardan sızarak kazanımlar elde edilmişti. İşte içinde bulunduğumuz dönemde OHAL ve KHK’lar, devlete tüm bu adaletsizlikleri, mücadeleleri ve kazanımları görmezden gelerek süreci ve mücadeleyi en başa çekme imkanı verdi.

KHK’larla öncelikle toplumsal muhalefet ve ardından bütün toplum baskı altında tutulmaya ve teslim alınmaya çalışılıyor. Devletin OHAL’i dışarıdakileri tutsaklaştırmak, içerdeki tutsakları da tecrit koşullarıyla tamamen sindirmek istiyor. Tutsaklar kitap yasakları, iletişim yasağı, aile ve arkadaş görüşlerinin, avukat görüşünün, sosyal faaliyetlerin ve havalandırma hakkının kısıtlanmasına kadar pek çok tecritle karşı karşıya.

Bunlar yetmezmiş gibi devlet, geçmişteki tüm mücadeleleri yok sayarak tutsaklara yönelik Tek Tip Elbise uygulamasıyla iradelerini teslim almaya çalışıyor. Tabi bunu yaparken de KHK’lar imdadına yetişiyor.

Tek Tip Elbise, bir 15 Temmuz sanığının, mahkemeye üzerinde “Hero” (kahraman) yazılı bir tişörtle çıkması üzerine Tayyip Erdoğan’ın gündem etmesiyle gündemimize girmişti. Devletin bu konuya yönelik hazırlıkları geçtiğimiz Aralık ayınının son haftasında çıkarılan 696 sayılı KHK’yla tamamlandı. Tek tip elbise dayatması bu KHK’da “Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlar, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymek zorundadır” şeklinde yerini aldı. Ve elbiseler şimdiye kadar Diyarbakır Hapishanesi ve Silivri Hapishanesi’ne gönderilmiş durumda. Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinin ardından hapishane dışına çıkarılacak tutsaklara tek tip dayatması başlatılacak.

Özellikle devrimci tutsakların iradelerini teslim almaya yönelik uygulanmaya başlayacak olan tek tip elbise dayatması, devletin tek tip politikalarının hapishaneleri ilgilendiren parçası oluyor. Tek din, tek dil, tek lider söylemlerinin benzeri olarak bütün topluma kendi düşüncesini ve yaşam biçimini empoze etmeye çalışan devlet, devrimcilerden net ve kararlı bir cevap alıyor. Tek Tip KHK’sına karşı coğrafyanın tüm hapishanelerindeki devrimci tutsaklar bu elbiseleri giymeyeceklerini ilan ederken dışarıda tutsak aileleri, arkadaşları, yoldaşları ve insan hakları savunucuları olarak bizler de tek tip elbise dayatmasına izin vermeyeceğimizi her alanda daha güçlü bir şekilde haykırıyoruz.

İşte bu kararlılığın bir örneği olarak, tek tip elbise dayatmasına karşı mücadele eden parti ve örgütler tarafından bu mücadeleyi daha da büyütmek ve toplumsallaştırmak için İstanbul’da “Tek Tipe Karşı Mücadele Plaformu” kuruldu. Platformun kuruluş deklarasyonu metnindeki: “Tutsaklar nezdinde tüm topluma giydirilmek istenen tek tip kıyafeti kabul etmiyor; reddediyor ve birlikte mücadele etme kararlılığına sahip olduğumuzu ilan ediyoruz. İnsanlık onurunu esas alan, farklılıkları ve özgünlükleri tehdit değil zenginlik olarak kabul eden, eşit, özgür ve barış içinde yaşamayı isteyen tüm kurum, kişi ve kesimleri bu mücadelenin bir parçası olmaya, tek tipleşmiyoruz tek tipi reddediyoruz çığlığını yükseltmeye çağırıyoruz” ifadesi süreci özetleyen bir anlatıma sahip.

Tarihsel olarak, devrimcilerin tek tip elbiseyi reddetmediği ve bu dayatmaya karşı mücadele etmediği hiç bir örnek bulunmamaktadır. Devrimci tutsaklar, verdikleri mücadeleyle de bu dayatmalara karşı kazanımlar elde etmişlerdir. İşte bu nedenle devlet bir kez daha tutsakların iradesini teslim alamayacak; içeride tutsaklar, dışarıda aileleri, arkadaşları, yoldaşları olarak bizler tek tipi elbise dayatmasını reddedecek, devletin herkesi tek tipleştirmeye çalışmasına izin vermeyeceğiz.

Abdülmelik Yalçın

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Tek Tipleşmeyeceğiz Tek Tipi Reddedeceğiz! – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/tek-tiplesmeyecegiz-tek-tipi-reddedecegiz-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (17): Britanya’da Anarşist Yayınlar 1 – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-yayinlar-dizisi-17-britanyada-anarsist-yayinlar-1-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-yayinlar-dizisi-17-britanyada-anarsist-yayinlar-1-zeynel-cuhadar/#respond Fri, 16 Feb 2018 10:29:31 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/anarsist-yayinlar-dizisi-17-britanyada-anarsist-yayinlar-1-zeynel-cuhadar/ Toprak Köylüye! 19. yüzyılda, Rus köylüsünün işçi yoldaşıyla beraber “Fabrika İşçiye” diye devam ettirdiği bu sloganın içinde şekillenen adalet arayışı, iki yüzyıl önce Britanya adasını alt üst etmeye başlamıştı. Gerard Winstanley ismindeki şair bir kumaşçı çırağı etrafında birleşen köylüler, sabah akşam ekip biçtikleri toprağın artık kendilerine ait olmasını istiyordu. Levellerlar, Ludditler, Dokumacılar gibi hareketlerin otoriteyi […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (17): Britanya’da Anarşist Yayınlar 1 – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devlete karşı özgürlüğün, yani anarşizmin propagandasının yapılmadığı bir coğrafya dünya üzerinde hemen hemen yok gibidir. Fikirlerimizi yayma noktasında önemli araçlardan yayıncılık faaliyetleri, farklı coğrafyalarda anarşizmin kendine özgü deneyimler ve mücadele yöntemleri geliştirmesine olanak sağlamaktadır. Britanya adasının anarşist yayın bolluğundan dolayı çalışmamızı birkaç bölüme ayırarak tamamlayacağız. 17. yazısını yazdığımız bu bölüme giriş yaparken 17. yüzyılın İngiltere’sine kısa bir bakış atarak bölümümüze başlıyoruz…

Toprak Köylüye!

19. yüzyılda, Rus köylüsünün işçi yoldaşıyla beraber “Fabrika İşçiye” diye devam ettirdiği bu sloganın içinde şekillenen adalet arayışı, iki yüzyıl önce Britanya adasını alt üst etmeye başlamıştı. Gerard Winstanley ismindeki şair bir kumaşçı çırağı etrafında birleşen köylüler, sabah akşam ekip biçtikleri toprağın artık kendilerine ait olmasını istiyordu.

Levellerlar, Ludditler, Dokumacılar gibi hareketlerin otoriteyi hedef almasıyla sadece Britanya’da değil, işçi mücadelesi tarihinde de sıklıkla anarşizmle ilişkilendirilen bu akım, anarşizm tarihçileri tarafından da yoğunluklu olarak hareketin başlangıcına referans oluşturdu.

Britanya’da modern anlamıyla anarşizm, bir hareket olarak 1880’li yıllarda başlamıştır. Köylü isyanlarından anarşist mücadeleye gelene kadarki süreçte ise en çok göze çarpan olaylardan biri William Godwin ve anarşist fikirlere zemin oluşturan kitabı “Politik Adalet Üzerine”nin yayınlanması oldu. 1793’te yayınlanan kitapta Godwin, kendine anarşist demese de, devlet fikrinin eleştirisiyle kendinden sonraki kuşakların üzerinde duracağı sağlam bir düşünsel zemin oluşturmuştur.

Daha sonra sosyalizmin kurucularından Robert Owen’ın, işçileri kapitalizme karşı örgütleme çabalarıyla beraber, özellikle Londra ve Whitechapel’da yoğunlaşan işçi kulüpleri aracılığıyla bir işçi kültürü oluşmaya başladı. Soho’daki Rose Street Club, Windmill Caddesi’ndeki Autonomie Club, Bernes Caddesi’ndeki International Club anarşistlerin kullandığı mekanlardı. Anarşizmin örgütlendiği pek çok başka yerde olduğu gibi Britanya adası ve özelde İngiltere’de de göçmen hareketi ve anarşizm yakın bir ilişki içindeydi. Örneğin 1878’de ülkeye gelerek bölgede yayın yapan ilk anarşist dergiyi çıkarmış Johann Most bir göçmendi ve göçmen işçilere yönelik örgütlenme çalışmaları yaptı. Most’un editörlüğünü yaptığı Die Freiheit’a dair ayrıntılı bilgiyi yazı dizimiz kapsamında yayınlanan ilk yazıda bulabilirsiniz. (bkz. Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika) Sendikal hareketin birçok karşılığının yanında, Britanya’da anarşistlerin gündemine aldığı en önemli meselelerden biri de, tabi ki savaş karşıtlığı ve anti-militarist mücadele oldu.

The Anarchist

1885–1888 yılları arasında aylık periyotlarda çıkan The Anarchist, Britanya’daki İngilizce yayın yapan ilk anarşist yayın olma özelliği taşıyor. Henry Albert Seymour editörlüğünde yayın yapmış gazete, Londra’da basıldı. Pierre Joseph Proudhon’un Halk Bankası fikrinden ve Benjamin Tucker’ın anarşizm üzerine görüşlerinden etkilenerek yazılar yazan Seymour, gazete sayfalarında Pyotr Kropotkin gibi anarşist komünistlerin yazılarına da yer verdi.

Gazetenin editörü, Francis Bacon Topluluğu’nun bir üyesi olan Henry David Seymour, kendisini seküler olarak adlandırıyordu. Yaşlılık döneminde bu topluluğun yayın organı olan Baconiana’da editörlük yaptı. Malthus’çu evrim kuramı üzerine bir inceleme ve Bakunin biyografisi gibi kitap çalışmaları da bulunan Seymour, 1938 yılında yaşamını yitirdi.

Arbeter Fraynd

Britanya ve Paris’te çalışmalar yürüten “Yidişçe Konuşan Anarşistler Grubu”nun yayın organı olarak 1885’te yayınlanmaya başladı. Londra merkezli yayın faaliyetlerini sürdüren gazete devrimci şair Morris Winchevsky’nin editörlüğünde yayına başladı. Daha sonra Rudolf Rocker ve Saul Yanofsky’nin editörlüğünde yoluna devam eden Arbeter Fraynd, savaşın patlak vermesiyle yasaklandı. Savaş sonrasında Arbeter Fraynd ve Yidişçe Konuşan Anarşistler Grubu, Britanya’da tekrar çalışma yapmadı. Rocker ise 1918’de Hollanda’ya sürgün edildi.

The Torch: A Revolutionary Journal of Anarchist Communist

“Meşale: Anarşist Komünizmin Devrimci Dergisi” başlığıyla çıkan The Torch, Londra edebiyat çevresinden Olivia Rosetti, Helen Rosetti ve Arthur Rosetti kardeşler tarafından çıkarılıyordu. Anarşist komünist bir çizgide yayın yapan gazetede, Louis Michel, Sebastian Faure, Errico Malatesta’nın yanında Emile Zola, Octave Mirbeau gibi edebiyatçıların da yazıları yayınlandı. Derginin görsel tasarımlarını Pissarro üstlendi.

Freedom

1886 yılında yayın hayatına başlayan Freedom Gazetesi, Kropotkin’in temellerini attığı Freedom Grubu’nun ilk yayın organıydı. Dönem dönem geçici olarak Freedom Bulletin gibi isimlerle de yayınlanan gazete yayın hayatı boyunca anarşist-komünist çizgide yayın yaptı.

Gazetenin ilk editörü, Kropotkin’in yoldaşı Charlotte Wilson’dı. 9 yıl boyunca editörlüğe devam etti ve yerini uzun bir süreliğine Alfred Marsh devraldı. Gazetenin her sayısında ikinci sayfada yayın amacını açıklayan şu paragraf bulunuyordu:

“Biz anarşistler, karşılıklı yardımlaşma ilkesine dayalı, gönüllü işbirliği ile bir araya gelmiş bir toplum inşa etmek için çalışırız. Bütün hükümetleri ve ekonomik baskının her çeşidini reddediyoruz. Bu gazete, anarşizmi geniş bir şekilde açıklamak ve insan özgürlüğünün ancak anarşist bir toplumda gelişebileceğini ortaya koymak amacıyla yayın yapmaktadır.”

Sonrasında 1936 yılına kadar 1910 ile 28 yılları arasında Thomas Keell, 1930-34 yılları arasında John Turner, 1930-36 arasında ise John Humphrey tarafından editörlüğü üstlenildi.

Politik ve yaşamsal bir örgütlenme, yayınevi ve gazeteleriyle yıllarca bütünlüklü bir mücadelenin temellerini atmış olan Freedom Grubu, tarih boyunca Britanya’da anarşist mücadelenin kalbinin attığı yer olmuştur.

Sayfalarında Vernon Richards, Marie Louise Berneri, Errico Malatesta, Rudolf Rocker gibi anarşizm tarihinin ilham kaynağı kişilikleri barındırmış olan Freedom baskılara, tutuklamalara, faşist saldırılara karşı yayın hayatına devam ediyor.

Spain and the World

1920’li yıllarda İtalyan anarşizm geleneği, göçmenler aracılığıyla Britanya adasında da kök salmaya başlamıştı. Freedom grubu içerisinde yer alan, babası Errico Malatesta’nın yoldaşı, genç mühendis Vernon Richards ve Camillo Berneri’nn kızı Marie Louise Berneri derginin kuruculuğunu yaptılar. Spain and the World, adından da anlaşılacağı üzerine İberya Devrimi’nin dünya çapında propagandasını yapabilmek üzere kuruldu. Devrimden haberler, CNT-FAI bildirileri, Federica Montseny, Durruti gibi anarşist yoldaşlarının mektuplarına sayfalarında yer veren Spain and the World, yayın yaptığı dönemde öncülü olan Freedom gazetesinin yerini tuttu. Tom Keel ve Lilian Wolfe gibi isimlerin de dahil olmasıyla Freedom ekibi tamamlanmış oldu.


Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (17): Britanya’da Anarşist Yayınlar 1 – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-yayinlar-dizisi-17-britanyada-anarsist-yayinlar-1-zeynel-cuhadar/feed/ 0
İktidar İçin Tehditse Yasaklanır – Didem Deniz Erbak https://meydan1.org/2018/02/16/iktidar-icin-tehditse-yasaklanir-didem-deniz-erbak/ https://meydan1.org/2018/02/16/iktidar-icin-tehditse-yasaklanir-didem-deniz-erbak/#respond Fri, 16 Feb 2018 10:16:49 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/iktidar-icin-tehditse-yasaklanir-didem-deniz-erbak/   Geçtiğimiz sayıda OHAL nedeniyle tiyatroda artan baskı, sansür ve yasaklamaları konu etmiştik. Tüm bunlara rağmen vazgeçmeyenlerin sahneleri terk etmediğinin altını çizmiş, “OHAL’de Tiyatroda Direniş Olur” demiştik. Fakat şu anda geldiğimiz noktada sadece oyunların değil; sahnelerin, mekanların, hatta ve hatta tiyatrocuların yasaklandığına tanık oluyoruz. Rutkay Aziz ve Taner Barlas’ın oynadığı “Adalet Sizsiniz” Antep, Urfa ve […]

The post İktidar İçin Tehditse Yasaklanır – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz sayıda OHAL nedeniyle tiyatroda artan baskı, sansür ve yasaklamaları konu etmiştik. Tüm bunlara rağmen vazgeçmeyenlerin sahneleri terk etmediğinin altını çizmiş, “OHAL’de Tiyatroda Direniş Olur” demiştik. Fakat şu anda geldiğimiz noktada sadece oyunların değil; sahnelerin, mekanların, hatta ve hatta tiyatrocuların yasaklandığına tanık oluyoruz.

Rutkay Aziz ve Taner Barlas’ın oynadığı “Adalet Sizsiniz” Antep, Urfa ve Mardin genelinde tamamen yasaklanmıştı. Oyunda; M.Ö. 5. yüzyılda ölüme mahkum edilen Sokrates, dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için müebbet hapse mahkum edilen Galileo, anarşist mücadelenin bir parçası oldukları için 1927’de devletin adaletinin katlettiği iki İtalyan göçmen işçi olan Sacco ve Vanzetti’nin hikayeleri anlatılıyordu.

Genco Erkal’ın sahnelediği “Güneşin Sofrasında: Nazım ile Brecht” tamamen yasaklanmıştı. Oyunda; Nazım ve Brecht’in şiirlerinden hareketle savaş, sömürü, kapatılma, özlem, sürgün, barış arzusu, umut, sevda, adaletli bir dünya isteği dillendiriliyordu.

KHK’lar nedeniyle ihraç edilen öğretmen Duygu Şahlar tarafının sahnelenen “Bi’şey Anlatıcam. Eee? Kurtulduk mu?” oyunu birçok bölgede sahnelenmesine karşın Muğla’nın tüm ilçelerinde yasaklanmıştı. Oyun, bir farenin, yaşadıkları kölelik düzeninin farkında olmayan hamsterlara özgürlüğü tarif ettiği, hatta bizzat deneyimlettiği bir masalı anlatıyordu.

Ve Barış Atay tarafından oynanan “Sadece Diktatör”. Oyun bir “diktatör” hikayesini anlatıyordu. Aslında her diktatörde benzer olan hikayeyi… İktidar basamaklarını tek tek çıkan bir diktatörün etrafındaki insanlarla olan ilişkisini, medyayla olan bağlantılarını, yapılan bir takım kasıtlı ekonomik düzenlemelerin bilinmezlerini paylaşıyordu. Zaman zaman sinirleniyor, zaman zaman da kendisini dinleyenlerle küçük diyaloglara giriyordu diktatör. Fakat hepsi cevabından emin olduğu, verilen cevaba göre nasıl konumlanacağını adı gibi bildiği konulardı. Her seferinde, bir savunma mekanizması gibi kullanmak üzere geliştirdiği üslubuyla karşılık veriyordu. Oyunda diktatörün kim olduğuna, olayın geçtiği yere ve tarihe dair hiçbir bilgi yoktu. Ve belki de meçhul olan bilgilerden en önemlisi diktatörün akıbetiydi. Ayaklanıp diktatörün yanına gelmek üzere yolda olan sinirli bir kalabalık ve bununla tek başına mücadele etmeye çalışacak bir diktatör. Hikaye oldukça tanıdık geliyordu. Oyun, “kamu düzen ve güvenliğini olumsuz etkileyeceği, emniyet ve kamu esenliğini tehlikeye düşürebileceği, toplumsal huzur ve güven ortamını bozabileceği” gerekçelendirmesiyle; Artvin, Kadıköy, Kocaeli, İzmir ve Ankara’da yasaklandı. Oyun Ankara’da süresiz yasaklanırken oyunun yanı sıra Barış Atay’ın panel, söyleşi, sinema, sinevizyon, sergi vb. bütün eylem ve etkinliklerine; kısacası “kendisine” yasak geldi. Ardından Barış Atay’ın twitter hesabı da kapatıldı. Yani devlet sadece oyunun değil, Barış Atay’ın üzerine de bir çizgi çekti.

Şöyle bilelim ki bir oyun yasaklanıyorsa iyidir. Temas ettiği, anlatmak istediği umut dolu veya iktidarların başına bela bir hikayedir. Anlatılanların, anlatanların unutulması, yok olması isteniyordur. Şimdi unutmamak adına 4 oyun ve 4 hikaye paylaştım sizlerle, paylaşmanın yasak olduğunu bile bile. 


Didem Deniz Erbak

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İktidar İçin Tehditse Yasaklanır – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/iktidar-icin-tehditse-yasaklanir-didem-deniz-erbak/feed/ 0
İsyancının Emeği: Ekmeğin Fethi Fırını https://meydan1.org/2018/02/16/isyancinin-emegi-ekmegin-fethi-firini/ https://meydan1.org/2018/02/16/isyancinin-emegi-ekmegin-fethi-firini/#respond Fri, 16 Feb 2018 10:09:26 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/isyancinin-emegi-ekmegin-fethi-firini/   2010 yılının Ağustos ayında Fransa’nın Montreuil şehrinde kurulan Ekmeğin Fethi Fırını (La Conquete du Pain Boulangerie), ismini anarşist Pyotr Kropotkin’in yazdığı “Ekmeğin Fethi” kitabından alıyor. Fırın, ismini aldığı kitabın ilkelerinden hareketle patronsuz, sömürüsüz bir kolektif fırın deneyimini yaşatma fikriyle ortaya çıkmış. Daha önce başka bir fırında çalışan Anarşist Federasyon üyesi Pierre Pavin ve anti-faşist […]

The post İsyancının Emeği: Ekmeğin Fethi Fırını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

2010 yılının Ağustos ayında Fransa’nın Montreuil şehrinde kurulan Ekmeğin Fethi Fırını (La Conquete du Pain Boulangerie), ismini anarşist Pyotr Kropotkin’in yazdığı “Ekmeğin Fethi” kitabından alıyor. Fırın, ismini aldığı kitabın ilkelerinden hareketle patronsuz, sömürüsüz bir kolektif fırın deneyimini yaşatma fikriyle ortaya çıkmış.

Daha önce başka bir fırında çalışan Anarşist Federasyon üyesi Pierre Pavin ve anti-faşist “Réseau No Pasaran” (Geçit Yok Ağı) üyesi Thomas Arnestoy’un kurduğu kolektifte altı çalışan üç de çırak bulunuyor. İki haftada bir gönüllülerin ortak katılımıyla gerçekleşen karar alma toplantılarıyla fırının işleyişine ve gönüllülerin ihtiyaçlarına dair kararlar alınıyor.

Tanıtım metninde “Özyönetim modeli pek çok özgürlükçü teorisyen tarafından dillendirilmiştir. Ancak pratikte uygulanması çok kısıtlı sayıda olmuştur.” diyen gönüllüler, devletsiz bir modelle işletilen mekanlara ilişkin bir ihtiyacı özellikle vurguluyor. Kolektif gönüllüleri, kendi karar alma mekanizmalarını işleterek toplumsal dönüşüm için insanlara somut bir alternatif göstermek istiyorlar.

İlk kurulduğu günlerde, her gün gelen ekmek siparişlerini yetiştirebilmek için günde 20 saat çalıştıklarını söyleyen Thomas, yaz aylarında 40 dereceyi bulabilen bir şehirde ekmek pişirmenin, bütün gün bilgisayar başında bir patronun altında çalışmaktan çok daha iyi olduğunu söylüyor.

Ekmeğin Fethi Fırını gönüllüleri, fırıncılık deneyimlerine göre “usta” ve “çırak” olarak faaliyet gösterseler de, aralarında meritokratik* bir ilişki biçimi bulunmuyor. Hatta kendilerini militan fırıncı olarak adlandırıyorlar.

“Komünizm, çünkü paylaşmak istiyoruz. Özgürlük, çünkü bireye uygulanan bütün otoriteyi reddediyoruz ve özgürlüğün olmadığı bir eşitlik anlayışına karşıyız.”


Bir dönem ekonomik sıkıntı içine giren fırın, gerçekleştirdiği dayanışma etkinlikleriyle, kısa sürede bunun da üstesinden gelebilmiş. Fırın aynı zamanda bölgedeki işçi sendikalarıyla da dayanışma ilişkisi içerisinde. Şehirde bulunan çeşitli işgal evlerine ve eylemlere dayanışma için ekmek, kek gibi yiyecekler yolluyorlar. Paylaşma ve dayanışma geleneğinin en eski örneklerinden biri olan “askıda ekmek” modelinin yanı sıra, 2. Dünya Savaşı’nda İtalya’da ortaya çıkan “askıda kahve” modelini de fırın içerisinde işletiyorlar.

Ekmeğin Fethi Fırını, sadece bir fırın olmanın ötesinde, içinde bulunan devrimci yayınları, ücretsiz zapatista kahvenizi yudumlayarak okumanıza imkan tanıyan bir bölüme de sahip. Le Monde Libertaire Gazetesi, Alternative Libertaire, l’Humanite, Lese Beton gibi periyodik yayınlar ve tabi ki Ekmeğin Fethi kitabı gibi devrimci yayınları bulup okuyabileceğiniz fırında aynı zamanda, çeşitli devrimcilerin isimlerinin verildiği sandviçlerden yemek de mümkün.

Bölgedeki en ucuz fırınlardan biri olan fırında akşam 8’de, elde kalan ve bozulmamış ürünleri ihtiyacı olanlara dağıtılıyor. Bu yönüyle kolektifin gönüllüleri, mahallelerinde yarattıkları dayanışma ağının da bir parçası haline geliyor. Uluslararası devrimci dayanışmaya da değer veren fırın, geçtiğimiz yıllarda “Rojava ile Dayanışma Anarşist Kolektifi”nin çalışmalarının da aktif örgütleyicilerinden biri olmuştu.

Gönüllülerinin büyük bölümünü göçmenlerin oluşturduğu fırının kapıları, mesleği öğrenmek isteyen ya da sadece sohbet edip anarşizme dair bir şeyler okumak isteyen herkese açık.

*Meritokrasi: Yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimidir.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post İsyancının Emeği: Ekmeğin Fethi Fırını appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/isyancinin-emegi-ekmegin-fethi-firini/feed/ 0
“Her Şey Değişebilir Ama Hiçbir Şey Yitirilemez” – Mercan Doğan https://meydan1.org/2018/02/16/her-sey-degisebilir-ama-hicbir-sey-yitirilemez-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2018/02/16/her-sey-degisebilir-ama-hicbir-sey-yitirilemez-mercan-dogan/#respond Fri, 16 Feb 2018 09:50:55 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/her-sey-degisebilir-ama-hicbir-sey-yitirilemez-mercan-dogan/   Ursula K. Le Guin’in ardından… Yerdeniz Serisi’ndeki yaşlı ve bilge ejderha Kalessin’in, insanlar tarafından ölüme terk edilmiş yarı insan, yarı ejderha kızı Tehanu’ya benzer biraz Ursula K. Le Guin. Tehanu, büyücülük okulu Roke’un ilk kadın büyücüsüyse Ursula da bilim kurgu-fantastik yazının ilk kadın büyücüsü gibiydi, o dönem edebiyattan bile sayılmayan kitaplarıyla. Kitaplarında yarattığı gezegenlere […]

The post “Her Şey Değişebilir Ama Hiçbir Şey Yitirilemez” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 


Ursula K. Le Guin’in ardından…

Yerdeniz Serisi’ndeki yaşlı ve bilge ejderha Kalessin’in, insanlar tarafından ölüme terk edilmiş yarı insan, yarı ejderha kızı Tehanu’ya benzer biraz Ursula K. Le Guin. Tehanu, büyücülük okulu Roke’un ilk kadın büyücüsüyse Ursula da bilim kurgu-fantastik yazının ilk kadın büyücüsü gibiydi, o dönem edebiyattan bile sayılmayan kitaplarıyla. Kitaplarında yarattığı gezegenlere bakılırsa beğenmiyordu buraları pek; daha adaletlisini, daha özgürünü hayal ediyordu. 22 Ocak günü bedeni dünyadan göçtü. Yarattığı gezegenlerden hangisine gitti, bilinmez. Ama yıllar önce, Yerdeniz Serisi’ndeki Öteki Rüzgar kitabında Tehanu’nun dilinden yazmıştı veda mektubunu:

“Bence” dedi Tehanu yumuşak, garip sesiyle, “öldüğüm zaman ben, beni var eden nefesi geri teneffüs edeceğim. Yapamadığım şeyleri dünyaya iade edebileceğim. Olmuş olabileceğim ve olamadığım şeyleri. Yapamadığım tüm seçimleri. Kaybettiğim, harcadığım, savurduğum her şeyi. Tüm bunları dünyaya geri verebileceğim. Henüz yaşamamış olan yaşamlara. Bu bana yaşadığım hayatı, sevdiğim sevgiyi, aldığım nefesi veren dünyaya armağanım olacak.”

9 yaşındayken ilk öyküsünü yazan Ursula, 88 yıllık yaşamında dünyaya nefesiyle birlikte 30’dan fazla roman, 100’den fazla öykü, deneme, makale, şiir armağan etti.

Mülksüzler’de, Anarres’le Urras ikileminde anarşist bir dünya kurgulamıştı. Kitaptaki “Bir hırsız yaratmak istiyorsanız sahip yaratın. Suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun.” sözleri, Mülksüzler’i klasik bir bilim kurgu kitabından ayıran, mülkiyetten adalet sistemine bir çok meseleyi sorgulatan sözlerden sadece biriydi. William Godwin, Pyotr Kropotkin, Gustav Landauer başta olmak üzere pek çok anarşistten etkilenen Ursula’nın derdi, her anarşist gibi, bütün toplumsal adaletsizliklerleydi.

“Toplumsal cinsel etkileşim kalıplarımızın hiçbiri yok burada. Onlar bu oyunu oynamazlar. Onlar birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmezler. Bizler için tahayyül edilemez bir şey bu. Yeni doğmuş bir bebek hakkında ilk sorduğumuz nedir?” sözlerini barındıran kitabı Karanlığın Sol Eli’nde androjen bir toplumu ele alıyordu. En çok yoğunlaştığı mesele olan toplumsal cinsiyet rollerinin ve ataerkinin olmadığı bir dünyayı özlemle keşfederken kitabın sayfalarında, başka şeyler batıyordu gözümüze. Ekonomik ve siyasi iktidarlar olduğu gibi duruyor; toplumu sömürmeyi sürdürüyordu. İktidar topyekun ortadan kaldırılmadan özgürlüğün olamayacağı gerçeği çarpıyordu yüzümüze.

Hep Yuvaya Dönmek’te bambaşka bir toplumsal örgütlenmeye ve yine anarşist değerlere dayanan bir yaşamı tanımanın, bu hayali toplumun özgürleştirici havasını solumanın tadını alıyordu okuyan; içinde boğulduğu yaşam biçimini sorgulamak zorunda hissediyordu.

Bir bilim kurgu romanında ilk kez küresel iklim değişikliğini ele almıştı; Rüyanın Öte Yakası’nda. Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ta daha önce genç hikaye anlatıcılarıyla gerçekleştirdiği atölyeleri kitaplaştırmış, hikaye denizine yelken açmak isteyenlere kılavuz olmuştu.

Diğer kitapları da ezilenlerle, marifetlerinin bedelini ödeyenlerle, kendi başlarına olmayı becerebilen yaban kadınlarla, güçlerini kötüye kullanıp ölümle yaşam (ejderhalarla insanlar) arasına duvar örerek çürümüş bir dünya yaratan büyücülerle, bu karanlık tarafa karşı mücadele eden ve dünyayı bütünleştirmek için duvarı yıkan devrimcilerle doluydu.

Ancak Ursula’nın mücadelesi sadece adaletsizlikle değildi, kendisiyleydi de. Yarattığı dünyalardaki Ged ya da Shevek karakterleri de en büyük savaşlarını kendilerine karşı vermemişler miydi? En zoru kendini dönüştürmek değil miydi? Shevek diyordu ya; “…Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız, devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.” Hiç bir karakteri sonuca kolay ulaşmamıştı. Gerçi sonuca ulaştılar mı, bilinmez. Karar hep okuyandaydı.

Ursula, dünyaya armağanı olan son nefesin ardından, yarattığı dünyalardaki Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar’ın arasından bizlere göz kırpmayı sürdürüyor.

 

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Her Şey Değişebilir Ama Hiçbir Şey Yitirilemez” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/her-sey-degisebilir-ama-hicbir-sey-yitirilemez-mercan-dogan/feed/ 0
Anarşist Ekonomi Tartışmaları (29): Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme – 2 https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-ekonomi-tartismalari-29-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume-2/ https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-ekonomi-tartismalari-29-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume-2/#respond Fri, 16 Feb 2018 09:39:03 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/anarsist-ekonomi-tartismalari-29-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume-2/ İktidar dürtüsü, tarih boyunca bütün sözde uygar toplumlara yayıldı. Kapitalizm bu açıdan sadece maliyeti yükseltti. Son iki yüzyılda, toplumsal üretim ve enerji ölçütleriyle öncekilerin hepsinin toplamını aşan yeni bir mega-makine yarattı. Ve bize göre, bu süreci yönlendiren şey, daha hızlı bir enerji dönüşümü ya da daha yüksek bir “yaşam standardı” değil, iktidarın kendisinin güçlenmesinden ibarettir. […]

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (29): Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimize, önceki sayılarda ilk üç bölümünü aktardığımız ve kapitalizmin büyüme yanılsamasını inceleyen makale ile devam ediyoruz. Makalenin yine kısaltarak alıntıladığımız 4-8. bölümleri, genel olarak iktidar odaklı yapıların ve hiyerarşinin sosyoekonomik özelliklerini inceliyor. Bu bölümler, büyük ve ekonomik olarak gelişmiş toplumların zorunlu olarak hiyerarşik olacağı iddiası gibi, egemen devletçi düşünce akımlarının yarattığı mitleri parçalaması açısından önemli bir okuma olarak karşımıza çıkıyor.

İktidar dürtüsü, tarih boyunca bütün sözde uygar toplumlara yayıldı. Kapitalizm bu açıdan sadece maliyeti yükseltti. Son iki yüzyılda, toplumsal üretim ve enerji ölçütleriyle öncekilerin hepsinin toplamını aşan yeni bir mega-makine yarattı. Ve bize göre, bu süreci yönlendiren şey, daha hızlı bir enerji dönüşümü ya da daha yüksek bir “yaşam standardı” değil, iktidarın kendisinin güçlenmesinden ibarettir.

Sermayeleşen iktidarı güçlendirmek demek, direnci yenmek demektir. Dağınık halde bulunan nüfusların fiziksel olarak veya sanal olarak yoğunlaşmasını ve kontrol edilen bir sosyal şebekeye kurumsal olarak kilitlenmesini gerektirir ve bu dönüşüm çoğu zaman taban tarafından yönlendirilmez. Köylüler kent kitleleri olmaya gönüllü olmazlar ve kent kitleleri kapitalist hiyerarşide bir düğüm noktası haline gelmeye can atmazlar.

Yerlerinden kovulmaları ve tuzağa düşürülmeleri, özendirilmeleri ve koşullandırmaları, tehdit edilmeleri ve zorlanmaları gerekir. Dahası, bir kez kurumsal hale geldikten sonra, örgütlü iktidarın dayatmaları kendi kendini yenileme eğilimindedir. Bir yandan, iktidarlarını uygulayanlar bunu yapmayı bırakamazlar: Gılgamış gibi ölüm korkusunun pençesinde, her ne pahasına olursa olsun iktidarını sürdürmeye mecbur olurlar ve üzerlerinde Hobbes’un laneti, karşı güç tehdidi olduğu için bir an bile duramazlar -aksi halde iktidara aç diğer hükümdarlara av oluverirler.

Hiyerarşi

Hiyerarşinin rolünü anlayan ilk modern düşünürlerden biri, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev eseriyle Estienne de La Boetie idi. Bilinenin aksine, der La Boetie, zorbanın iktidarının temeli, en azından doğrudan şekliyle, zor kullanmak değildir: “Tirana destek olan ve tüm ülkeyi kulluk altında tutan hep dört ya da beş kişidir. Bu altı kişi şeflerini o kadar başarıyla idare eder ki, o yalnızca kendi kötülüklerinden değil, hepsinin yaptıklarından sorumlu tutulur. Bu altı kişinin de çıkar sağladıkları altı yüz kişisi vardır. Altı kişi tiranla birlikte ne yapıyorsa, bu altı yüz kişi de altı kişiyle aynısını yapar. Bu altı yüz kişi himayesinde altı bin kişi tutar; bunlara rütbe verilir, bölge amiri ya da mali idareci olarak atanırlar. Gerektiğinde emirlerini yerine getirerek aç gözlülüğün ve zalimliğin araçları olurlar. O kadar çok zarar verirler ki altı yüzün himayesi olmadan ne hayatta kalabilir, ne de yasadan ve cezadan kaçabilirler. Bütün bunların sonucu gerçekten ölümcüldür. Ve bu karmakarışık çileyi çözmek isteyen kimse, altı bin değil yüz bin, hatta milyonların tirana bu iple bağlı olduklarını görür.”

Hiyerarşinin en önemli özelliklerinden biri, son derece modüler olabilmesi, bu nedenle kolayca disipline edilebilmesi ve hızlıca yeniden kurulabilmesidir. Malcolm Bosse’un The Warlord’u, standartlaştırılmış ve tamamen otomatikleştirilmiş bir savaş makinesi olan on üçüncü yüzyıl Moğol ordusunun üstünlüğünü tasvir ederken, enerji ile hiyerarşik güç arasındaki iki yönlü ilişkinin özüne işaret eder.

Kooperatif İş Birliği

İlginç bir karşı örnek ise, Xenophon’un Anabasis ya da On Binlerin Yürüyüşü’nde sunulur. Çok daha büyük bir ordu ile çevrili, tedarikten yoksun ve onlara ne yapacağını söyleyen komutanları olmayan on binler, ölüme mahkûm görünüyordu. Ancak mucizevi bir şekilde talihi yenmeyi başardılar. Yunanistan’a geri dönmek için savaşarak uzun bir geri çekilme başlattılar ve sonunda nispeten az kayıpla eve ulaştılar.

Xenophon’un doğrudan deneyimleyip anlattığına göre başarılarının sırrı, ordularını yeniden organize ederken, geri çekilmeyi planlarken ve planlarını gerçekleştirirken aldıkları tutumdur.

Onların yeniliği, ikinci bir örgütsel boyut getirmekti. Pers ordusunun yapısı, itaatkâr dişlilerin tek boyutlu bir hiyerarşisi iken, Yunan askerler iki boyutlu bir hareket tarzı geliştirdiler. Çatışmada hiyerarşik davrandılar. Fakat strateji kurarken “yürüyen bir demokrasi… Müzakere edip eyleyen; Asya’nın ortasına sürüklenmiş bir Atina simgesi” gibiydiler.

Demokratik dürtü askerlerin kendilerinden geldi. Yağmanın cazibesiyle lekelenmesine rağmen, gevşek de olsa hala, Yunanistan’ın demos-kratia etiğini -toplumun doğrudan kendi üyeleri tarafından yönetilmesi gerektiği fikrini- taşıyorlardı. Demokratik etik, onları kişisel olarak sorumluluğu üstlenmeye ve özerk varlıklar olarak kooperatif iş birliğine zorlamıştır; bu da onları tek başlarına daha iyi askerler yapmakla kalmamış, aynı zamanda çevrelerindeki köle temelli imparatorluk ordularına kıyasla daha etkili bir savaş gücü yapmıştır.

Şüphesiz, bu sadece bir karşı örnektir. Fakat değerlidir çünkü genel bir ilkeyi gösterir: Özerk iş birliği, tabiatı gereği hiyerarşik yönetime göre daha esnektir. Anabasis’in gösterdiği gibi, özerk olarak örgütlenmiş gruplar gerekli görürlerse hiyerarşiye başvurabilirler ama hiyerarşik gruplar aniden özerk olamazlar.

Özerk iş birliği, insan girişimlerinin en yıkıcı olanında bile etkinliği artırabiliyorsa, yaratıcı örgütler ve kurumlarda neler yapabilir?

Liberal ekonomi politik, özellikle de neo-klasik dogması hem hiyerarşiyi hem de iş birliğini kötüler; ilkini Fransız ihtilali öncesi rejiminin kalıntısı olarak, ikincisini ise bir sosyalist tehlike olarak görür ve her ikisini de ahlaksız, adaletsiz ve son tahlilde verimsiz olarak görür. Liberallere göre en iyi düzenleyici mekanizma herkesin herkese karşı olduğu, Hobbes’cu bir ekonomik savaş, tam rekabettir. Bu zalim kozmosta uygun olan yaşar ve uygunsuzluklar yok olur. Ve o dünyada uygun olmak demek üretken ve verimli olmak demek olduğu için, görünmez el (arz ve talep) aracılığıyla yürütülen, sonu gelmeyen bir ekonomik savaş, mümkün olan en iyi dünyayı garanti eder.

Yirminci yüzyılın başında kapitalizmin küresel krizi, komünizm ve faşizm hepsi aynı anda yükselirken, daha geniş çapta Kartezyen-Newtoncu dünya görüşüne itirazlar karşısında bu resmi tutuculuk yumuşamaya başladı.

İtirazlar birçok farklı alandan geldi. Kuantum mekaniği, dikkati ayrı nesnelerden sadece bağlantılara kaydırarak “nesnelliğin” anlamını ve gözlemcinin gözlenenden ayrı tutulmasını sorguladı. Gestalt psikanalizi algının bütünleyici ve indirgenemez niteliğine odaklandı ve biyoloji, canlı dünyayı ve çevresini anlama kabiliyetimizi sorgulayarak, onun yalnızca aşağıdan yukarı değil, aynı zamanda yukarıdan aşağı, “ortaya çıkan” özelliklerin bileşenlerinin toplamını aştığı karmaşık bir sistem olarak düşünüldüğü biyosfer kavramını keşfetmeye başladı.

Bu itirazların hepsi canlı sistemleri destekleyen kooperatif unsurlara vurgu yapıyordu. Düzen yaratmak için enerji gereklidir. Ancak enerjinin yakalanması kendi başına bize dönüşümün etkinliği ya da düzen oluşturma kabiliyeti hakkında, hele de yol açtığı düzenin özellikleri hakkında pek bir şey söylemez. Bunlar için, fizikçi-filozof David Bohm’un oluşturucu düzen dediği şeyi anlamamız gerekir. Konumuz bağlamında, enerjinin kullanımını yönlendiren bu özel “algoritmayı” belirleyen en kritik unsurun, bir tarafta iktidar ve çatışma, diğer tarafta iş birliği ve ortak yaşamanın birbirlerine karşılıklı tepki verme biçimleri olduğunu düşünüyoruz.

Verimlilik

Stratejik sabotajın temel dayanaklarından biri, iktidarı uygulamak için toplumsal verimliliği baltalamasıdır. Toplumsal verimlilik enerji yakalamakla aynı şey değilse de, temel mantığı aynıdır. Stephen Marglin’in çığır açan çalışmasına göre, yöneticiler sürekli ve rutin olarak yönetilenlerin verimliliğini zayıflatırlar. Romalılar köleleri tuğla ve seramik “fabrikalarına” koyduğu zaman, Avrupalı feodal lordlar el değirmenlerini yasaklayıp su değirmenini dayattığı zaman, iç savaş sonrası Amerikalı toprak sahipleri küçük çiftçiyi kredili bir sistem olan ortakçılığa zorladığı zaman ve Stalin, Sovyet tarımını kolektifleştirdiği zaman… Bu örneklerdeki yöneticilerin amaçları, verimliliği düşürmek pahasına da olsa, “uyruklarını” daha kolay yönetilebilir kılmaktı. Ve aynı iddia, kapitalist üretimin ortaya çıkışı için de geçerlidir. Marglin’e göre, İngiliz kapitalistler açıkça yetersiz madencilik tekniklerini korudular, makinelerin icadından çok daha önce faktör sistemini getirdiler ve özellikle de yok etmeye çalıştıkları verimli emek kooperatiflerine kıyasla teknik açıdan verimsiz olan ayrıntılı iş bölümü üzerinde ısrar ettiler. O zamandan bu yana çok şey değişmedi.

Kapitalizmde kapasite-altı kullanım -ister üretimle ölçülsün, ister enerjiyle- resmi istatistiklerde görülmez. Peki neden? Çünkü genelde %70-90 arasında değişen kapitalist kapasite kullanım ölçüleri mutlak bir maksimuma göre değil, kapitalistlerin kâr açısından uygun gördüğü çok daha düşük bir düzeye göre ölçülür. Bu yerleşik tutarsızlığı işaret eden ilk yazarlardan biri olan Thorstein Veblen’e göre, eğer üretimi kapitalist maksimumla değil, “teknolojik” olanıyla karşılaştırsaydık, kullanım oranları yüzde 25’te kalırdı. Gerçekten de, son zamanlarda askeri üretim gibi bazı sektörlerde yapılan tahminlerde bu oran sadece yüzde 10’dur.

Peki neden yapay kapitalist ölçümlerden vazgeçip, mevcut teknolojinin sınırladığı gerçek kapasiteyi tahmin etmiyoruz? Sebep, söz konusu bütün bir toplum olduğunda, bu gerçek kapasitenin bilinememesi olabilir. Bir toplumun enerjiyi yakalama kabiliyeti, örgütlenme biçimine bağlı olduğu için maksimum kapasitesini belirlemenin tek yolu, -en hiyerarşik kumanda biçiminden en özerk iş birliği formlarına kadar- olası tüm örgütsel biçimlerin seviyelerini sıralamak ve en yüksek yakalama oranını referans olarak kullanmaktır. Gerçi bu karşılaştırmayı yapmak, özellikle de yeterince büyük ölçekte, imkânsız değilse bile zordur. Peki neden? Çünkü kurumlar ve siyasetler iktidar uğruna iktidar tarafından yönlendirildiğinde, kooperatif girişimleri sistematik olarak yıldırmak, önlemek ve engellemek eğilimindedirler. Bu eğilim, girişimler özerk olduklarında daha fazladır, büyük olduklarında çok daha fazladır ve başarılı olurlarsa kesindir. Ve bu sistematik dışlanma nedeniyle yatay kooperatif örgütler ve siyasetler çok az ve uzakta oldukları için, gerçekten özerk olanları ise neredeyse yok olduğu için karşılaştırma yapılacak hiçbir temel bulamıyoruz.

Ancak yine de çarpıcı örnekler var. CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) davasını ortaya koyan Knorr-Cetina ve Ulf Martin’den alıntılıyoruz. CERN dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarını -şimdiye kadar oluşturulmuş en güçlü enerji dönüştürücülerinden birini- işletiyor. Karmaşıklığı akıllara durgunluk verir: çok sayıda devletin iş birliğini içerir; tesisleri yüzlerce kurum tarafından kullanılmaktadır; çalışan 13.000’den fazla kişi, binlerce bilim insanı ve 10.000’den fazla ziyaretçi uzmandan oluşmaktadır. Rekor düzeyde enerji yakalamasına ve yüksek karmaşıklığına rağmen CERN örgütü oldukça yataydır.

CERN gibi teknik olarak en karmaşık faaliyetlerin sınırlı hiyerarşiyle ve görece iktidar olmadan koordine edilebildiği göz önüne alındığında, aynı şey teknik olarak daha basit ve karmaşıklığı çok daha az görevlerde neden yapılamasın?

Bu soruyu cevaplamak için, enerjinin hangi amaçla kullanıldığını incelemeliyiz. Hiyerarşik toplumlarda yakalanan enerjinin büyük bir kısmı maddi kazanç, geçim ve refah için ayrılmaz; hiyerarşik yapının sürdürülmesi ve pekiştirilmesi için kullanılır.

Direniş

Bize göre direniş iki biçim alır; iktidar-yerine-geçen direniş ve iktidar-karşıtı direniş. Birinci biçim iktidar mücadelesinin kendi içinde vardır ve bir oluşumun iktidar dayatma çabaları hemen her zaman karşısında aynı iktidarı dayatmak isteyen diğer oluşumları bulur. Örneğin kapitalizmde hükümetler, şirketler, sendikalar, dini aygıtlar, suç şebekeleri ve diğer bu tip örgütler sürekli olarak birbirlerinin iktidarı ile rekabete girerler ve bu da iktidarın her zaman direnişle karşılaştığı anlamına gelir.

İkinci direniş biçimi iktidar mücadelesinin dışındadır. Bir iktidar arayışından değil; tersine, iktidarın reddinden kaynaklanır -yani, hiyerarşiyi tamamen kaldırma ve yerine özerkliği ve iş birliğini koyma arzusu. Bu ikinci yönelim çoğunlukla görünmez, hiyerarşik iktidarın ölü yükünün altında kalmıştır, ama her zaman oradadır- çünkü olmasa, üzerinde egemen olunacak hiçbir şey olmazdı ve daha baştan iktidar olmazdı.

İktidar çoğunlukla örgütsel ve kurumsal hiyerarşiler yoluyla dayatılır ve iktidar arayışı sürekli olduğundan, hiyerarşilerini yaratma ve genişletme yönelimi de süreklidir. Bunların sonucu daimi ordular, örgütlü din, yasal sistem, çeşitli bürokrasiler, polis kuvvetleri, sürekli propaganda ve diğer alanlara özel bazı kurumların yanı sıra, hem toplumun fiziksel olarak sürdüren hem de hiyerarşik düzeni koruyan ve genişleten sayısız çift-amaçlı etkinlikler…

Dahası, iktidar hiyerarşilerinin oluşumu genelde “otokatalitik bir yayılım” ile kendini besler (Martin 2016). Dayatılan iktidar ve sabotajı ne kadar güçlü olursa, ona karşı direniş o kadar artar ve dolayısıyla bu direnişi kontrol altına alıp yenmek için daha da fazla hiyerarşi ve sabotaj gerekir. Bu otokatalitik yayılım sonucunda iktidar-odaklı toplumlar gittikçe daha “karmaşık” görünür. Ancak karmaşıklık öğrencilerinin çoğu, bu türetmeyi kabul etmez. Biyolojik-ekonomik perspektiften bakarak, genelde toplumsal “karmaşıklık” kavramını olumsuz değil olumlu olarak, toplumsal ölçeğin kaçınılmaz bir unsuru olarak düşünürler. Örneğin Tainter’a göre, toplum ve enerji kullanımı ne kadar büyük olursa, onu koordine etmek o kadar zor olur. Koordinasyon problemleri ne kadar büyük olursa, çözümleri o kadar zor ve karmaşık olur ve çözümler yerel, kısa vadeli düzeltmeler sağlasa da, genelde uzun vadede toplumu daha da karmaşık hale getirirler. Böylece yeni çözümlere ve dolayısıyla daha büyük karmaşıklığa ihtiyaç duyan başka sorunlar yaratırlar.

Ancak bizce karmaşıklık konusunda bu olumlu düşünme son derece yanıltıcı olabilir. Bize göre iktidar odaklı toplumlarda karmaşıklığın kaynağı, verimliliği artırma çabası değil; iktidarın çıkarları için verimliliği kontrol etme ve zayıflatma çabasıdır. O zaman, toplumsal karmaşıklık bir “problem çözme stratejisinden” çok sabotajla birlikte gelen ve onun etkisini arttıran bir araç olarak, kendiliğinden yayılan iktidar biçiminin doğasında bulunan olumsuz bir özellik olarak incelenmelidir.

Bize göre, iktidar odaklı karmaşıklıkların çoğu bilinçli olarak ortaya çıkmamış, başta birbirinden ayrı birçok stratejik sabotaj biçiminin birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Gıda, tıp ve eğlence sektörlerinin küresel olarak giderek artan merkezileşmesi ve politikleşmesini ele alalım. Geçtiğimiz yarım asır boyunca bu süreçlerin kesişimi, ucuz çöp-gıda diyetinin dayatılması, ilaç tedavisinin kitlesel düzeyde aşırı kullanımı, pasif eğlence ve fiziksel eylemsizlik yoluyla nüfusun artan bir şekilde uyuşturulması ile sonuçlandı. Başta birbirinden ayrı stratejik sabotaj biçimlerinin nihai sonucu dünya çapında bir obezite salgını, diyabet, kalp hastalığı ve zihinsel hastalıklar oldu ve bunlar da gittikçe yayılarak enerji emen ve her biri “sorunu çözmeye” adanmış toplumsal, tıbbi ve yasal hiyerarşiler karmaşıklığına yol açtı. Burada da, ortaya çıkan karmaşıklık büyük ölçüde istemeden yapılmıştır, ancak bu karmaşıklığın hiyerarşik iktidarı desteklemek için oluşturulduğu ve sürdürüldüğü göz önüne alındığında, tanım gereği, emdiği enerjinin çoğu sonunda yaşamsal ihtiyaçlara ve refaha değil, stratejik sabotaja gider.

Son olarak, iktidar-odaklı karmaşıklığın çoğu büyük ihtimalle bilinçli oluşturulmamışsa da, bazıları açıkça önceden planlanmıştır. Örneğin, bilgisayar donanımı ve iletişim ağlarının engellerle dolu tasarımları kasten karmaşıktır; tıpkı yasal sistemin Kafkaesk unsurları ve modern muhasebe ve finansın çapraşık ve çoğu zaman anlaşılamayan labirentleri gibi. Bu kasıtlı karmaşıklıkla yakalanan enerji, refaha ve yaşamsal ihtiyaçlara çok az katkı yaparken hiyerarşik iktidara bol miktarda katkıda bulunur.

 

Shimshon Bichler ve Jonathan Nitzan, 2017


Çeviri: Özgür Oktay

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (29): Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/anarsist-ekonomi-tartismalari-29-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume-2/feed/ 0
Röportaj: Sofya’da Tutsaklar Örgütleniyor https://meydan1.org/2018/02/16/roportaj-sofyada-tutsaklar-orgutleniyor/ https://meydan1.org/2018/02/16/roportaj-sofyada-tutsaklar-orgutleniyor/#respond Fri, 16 Feb 2018 09:31:19 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/roportaj-sofyada-tutsaklar-orgutleniyor/ Meydan Gazetesi: Devletin seni Sofya Hapishanesi’nde tutmasının nedeni nedir? Ne zamandan beri Sofya Hapishanesi’ndesin? Jock P: Bir Neo-Nazi nefret suçunu engelledikten sonra tutuklandım. 15 Neo-Nazi bir Roman’ı döverken onları durdurdum ve kendimi korudum. Aslında bir insanı ve kendimi savunduğum için hapisteyim. Ocak 2018 itibariyle 10 yıldır hapishanedeyim ve yaklaşık 7 ya da 8 yılım kaldı. […]

The post Röportaj: Sofya’da Tutsaklar Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sofya hapishanesinde, geçtiğimiz aylarda yoğunlaşan, tutsaklara karşı uygulanan şiddet bu alanda mücadele eden tüm insan hakları örgütlerinin gündeminde. Hala sürmekte olan bu adaletsizlikler, kimi zaman doğrudan hapishane yönetimince kimi zaman yönetimin kolladığı çeteler eliyle gerçekleşiyor.

Gazetemizi hazırladığımız sırada, Sofya Hapishanesi’ndeki tutsakların başlattığı açlık eylemi, durumun ne noktaya ulaştığını görmek açısından önemli. Hapishanedeki süreci, yaşananları ve tutsakların buna karşı verdikleri örgütlü mücadeleyi anarşist tutsak Jock P. ile konuştuk.

Meydan Gazetesi: Devletin seni Sofya Hapishanesi’nde tutmasının nedeni nedir? Ne zamandan beri Sofya Hapishanesi’ndesin?

Jock P: Bir Neo-Nazi nefret suçunu engelledikten sonra tutuklandım. 15 Neo-Nazi bir Roman’ı döverken onları durdurdum ve kendimi korudum. Aslında bir insanı ve kendimi savunduğum için hapisteyim. Ocak 2018 itibariyle 10 yıldır hapishanedeyim ve yaklaşık 7 ya da 8 yılım kaldı.

Bulgaristan Tutsaklar Birliği (BPRA)’nin tutsakların yaşadıklarına ilişkin bildirisini okuduk. Yaşadığın şiddeti örneklerle yazar mısın? Ve bu şiddet süreci ve hapishane yönetimi arasındaki ilişki nedir?

Bulgaristan hapishanelerindeki kitlesel ve sistematik şiddet, hapishane müdürüne göre değişiyor. Ancak sorun şu ki, şimdiye kadar tek bir gardiyan veya hapishane müdürü, Bulgaristan hapishanelerinde tutsaklara işkence yapıldığı için görevden alınmadı veya mahkum edilmedi. Onlar dokunulmazlık altında işlerine devam ediyorlar. 2014’te Sofya Hapishane Müdürü Peter Krestev, Sofya Hapishanesi’ndeki bir sürü işkence vakası nedeniyle görevden alındı. 2 yıl sonra Nisan 2017’de devlet eski müdür Peter Krestev’i Sofya Hapishanesi’ne geri gönderdi ve kısa sürede hapishane eski haline döndü. Özellikle koruduğu eroin satıcısı çete, güçlerini kullanarak diğer tutsaklara kötü muamele yapılmaya başlandı. Müdür geri döndükten sadece 3 ay sonra hapishanenin spor salonunda, bu eroin çetesi boyun eğmeyi reddeden birine tecavüz etti. Tecavüzcülere hiçbir yaptırım uygulanmadı. Yani hapishane yönetiminin bize uyguladığı iki tür şiddet var, doğrudan gardiyanların şiddeti ve korudukları çetelerin şiddeti. Gardiyan Mitko Ivailov Spasov örneğinde olduğu gibi sadist bir zevk için ya da bilgi almak için tutsaklara işkenceler yapılıyor.

Hapishanedeki şiddet ile hapishane idaresi arasındaki bağlantı şöyle; özellikle Müdür Peter Krestev, hapishanelerinde kaos ve bir korku havası olmasını sever ve bunu sürdürmek için gardiyanları ve koruduğu mahkumları, genel hapishane nüfusuna karşı rastgele bile olsa şiddet uygulamaları yönünde cesaretlendirir. Hapishane yönetiminin yalnızca gardiyanların suçlarını örtbas ettiğini söylemek yeterli değildir, çünkü aktif olarak teşvik ederler. Bu sebeple de “İşkenceyi Önleme Komitesi” Sofya Hapishanesi’ni tutsaklara işkence yapmak için kullandıkları odalara kamera koymaya zorladı.

Tutsakların bu şiddete karşı tepkisi nedir?

BPRA’dan önce işkence gören tutsaklar tecritte ve yalnızdı. 10 vakanın 9’unda işkence gören tutsaklar tecrit ediliyordu çünkü hapishane, tutsağın şiddet uyguladığını iddia ediyor ve bu nedenle işkenceyi yasal güç kullanımı adıyla meşrulaştırmaya çalışıyordu. Tutsak tecrit edildiğinde, yardım alamaz, hatta yardım isteyemez haldeydi. BPRA ile birlikte şimdi, ne zaman bir tutsak işkence görse, bir avukatın işkence gören tutsakla görüşmesini ve ona basit bir soru sormasını örgütledik; “yardım istiyor musun?”. Tutsaklar bazen çok korkuyor ve hukuki yardımı reddediyorlar, diğer durumlarda avukatın temsilini kabul ediyorlar. Aslında, işkence gördükten veya dövüldükten sonra avukat tutmak her zaman en iyisidir, çünkü hapishane yetkililerini korkutarak size daha fazla taciz etmelerinin önüne geçer. Bir avukat tarafından korunmayan tutsakların, başta aynı gardiyanlar tarafından tekrar taciz edilmesi muhtemeldir.

Fakat birçok tutsak şimdi dayanışmanın gücünü görüyor ve bir tutsak dövüldüğünde ya da işkence gördüğünde hemen BPRA’ya bilgi veriyor ve bir avukat o tutsağı gidip görüyor. Bunun önemini, BPRA sonrasında hapishanedeki zihniyet ve pratiklerde büyük bir değişim yaşandığını görerek anladık. Eskiden tutsakların yardım alabilecekleri hiç kimse yoktu ve tutukluların % 90’ı bireysel davranışlar gösteriyordu. Şimdi dayanışma ile şiddetten korunmak için birbirimize yardımcı olabileceğimizi gördük.

Bulgaristan Hapishaneleri Birliği/BPRA ne zaman kuruldu? Birliğin amacı nedir? Anladığımız kadarıyla anarşist bir oluşum değil mi?

Bulgaristan Hapishaneleri Birliği, 2012 yılında devlet kaydı ile yasal olarak kurulmuştur ve çok fazla anarşist özelliğe sahip olduğu halde “anarşist” değildir. BPRA’nın bir tüzüğü vardır ve tüzüğünün kapsamı “devlet tarafından alıkonulanların” haklarını korumaktır. Bu bakımdan bu ilgi alanının dışında politikalarımız veya etkinliklerimiz yok. Ayrıca tüzüğümüzde, bizim için önemli kurumlardan biri olan Avrupa Önerilen Hapishane Kuralları’nın Bulgaristan’da uygulanması destekleniyor. Yine de anarşist özelliklerimiz, sadece tutsakların ve eski tutsakların BPRA üyesi olabilmesi, bu yüzden kendimiz için mücadele eden tutsak işçiler olmamız ve tutsak olmayanlar tarafından yönlendirilmememiz veya yönetilmememizdir. Bu bağlamda BPRA bir sendikalizm biçimidir ve hatta birçok tutsak BPRA’ya “Sendika” diyor. BPRA’nın tüzüğünde yer alan resmi hedefleri olmasına rağmen, BPRA’nın kurucu üyelerin biri olarak tüzüğe katkıda bulunanlardan biri olarak BPRA’nın hedeflerine paralel, her zaman inandığım kişisel hedeflerim var. Örneğin, Bulgaristan’daki tutsaklar içinde bir sınıf bilinci yaratmak, ortaklığımızı oluşturmak ve onu tanınabilir bir kimlik haline getirmek. Sonuçta son derece etkili olsak da hala toplumsal bir hareket değiliz ve gücümüzün çoğu STK’lara verilen yasal haklardan kaynaklanıyor.

Karşılaştığınız şiddetle ilgili Bulgaristan’daki platformların veya örgütlerin tepkisi nedir? Herhangi bir protesto veya hukuki destek var mı?

Örgütler ya da “platform”lar hiçbir şekilde Bulgaristan hapishanelerindeki şiddete tepki göstermedi. Bulgaristan Helsinki Komitesi adı verilen ve çok aktif olan ve tutsaklara yasal destek sağlayan bir liberal STK var, ancak onlar aynı zamanda genel bir insan hakları örgütü ve tutuklu haklarına gerekli dikkati veremiyorlar. Daha fazla hapishaneye ulaşabilmek için genişlemeliyiz. Fakat tutsakların haklarını savunmak isteyen avukatlar bulmak zor, çünkü çoğunlukla iş hukuku veya eşya hukuku çalışmak istiyorlar. İşin gerçeği Bulgaristan’da çoğu insan, diğerleri için özellikle de hapishanedeki işçiler için bir şey yapmak istemiyor.

En azından 10 yıllık hapishane hayatımda, dışarıdaki insanların veya örgütlerin Bulgaristan hapishanelerindeki işkence ve insanlık dışı muameleye herhangi bir eylem yaptığını görmedim ve böyle bir eylemi hatırlayan kimse yok. Ama bunun bu yıl değişeceğini umuyoruz, çünkü BPRA dayanışma ve eylem çağrısında bulundu ve “Otonom Fabrika” isimli bir kolektif, Sofya Hapishanesi Müdürü’ne karşı eylemler örgütlüyor ve görevden alınma talebimizi destekliyor. Hepimiz bunun, dışarıdaki insanların hapishanede neler olduğunu önemsemesi konusunda bir başlangıç olacağını umuyoruz. Elbette Bulgaristan’daki gerçek anarşistlerin hepsinin işkenceye ve tutsakların insanlık dışı muamelesine karşı dayanışma çağrımıza katılacağını biliyorum. Ancak şu ana kadar, buradaki anarşist bireylerin de örgütlerin de dayanışma noktasında açık bir eksikliği var.

BPRA ile uluslararası dayanışma eylemleri var mı?

Uluslararası destek hep oldu ve çok destek aldık. Bu alanda mücadele eden örgütlerin desteği olmaksızın BPRA, kağıt üzerinde bir isim olmaktan öte bir şey olmazdı. Şimdiye kadar ulusal hapishane yönetimine karşı hukuk savaşlarımız için maddi destek bulma ve gönderme konusunda çok etkili oldular. Bulgaristan devleti, hapishane müdürlerinin suçlarını unutturup, son derece olumsuz insan hakları sicilini irdelemeden Avrupa Birliği ile bütünleşmesi mümkünmüş gibi davranıyor. Bulgaristan şu anda Avrupa Birliği’nde kişi başına düşen en büyük insan hakları ihlalcisi ve BPRA bu gerçeğe dikkat çekmek ve özellikle de insan hakları ihlallerinin belgelenip kanıtlandığı Sofya Hapishanesi’ne dikkat çekmek istiyor. İnsanlardan dünyanın dört bir yanındaki Bulgaristan Büyükelçilikleri’nde ve mümkünse Avrupa Komisyonu ve Avrupa Delegasyonu ofislerinde protesto yapmalarını istiyoruz. Bu protesto gösterileri sırasında insanlar, büyükelçilikler vasıtasıyla Adalet Bakanlığı’na resmi şikâyetler sunarak, Sofya Hapishane Müdürü Peter Krestev’in insan haklarının kitlesel ihlallerinden dolayı derhal görevden alınasını talep edebilir.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Özellikle de son 2 yıldır Türkiye’deki hapishanelerin durumunun son derece kötüye gittiğini ve hatta Bulgaristan hapishanelerinden daha kötü durumda olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan Türkiye’de hapishanede bulunan ya da onlara destek olan yoldaşların, Avrupa’daki en kötü hapishanelerde olduklarını söyleyebilirim. Türkiye’deki tutsak yoldaşlarımızdan daha iyi bir konuma sahip olduğumuzu biliyorum. Her ne kadar mücadelelerimiz farklı engellere sahip olsa da, (örneğin burada Bulgaristan tutsaklarının, geleneksel olarak halktan hiçbir desteği yok) kalbim oradaki hapishanelerde mücadele edenlerle birlikte. Bulgaristan devletine karşı düzenlenen uluslararası eylemlerin, son 2 yıldır şüphesiz açık ve resmi faşizm dönemine giren TC Devleti’ne karşı olacağından çok daha etkin olacağına inanıyorum. Türkiye’de tutsaklara yardım etmenin en iyi yolu devrimci hareketler aracılığıyla olacaktır.

Bulgaristan hapishanelerindeki tutsakların mücadelesini selamlıyoruz. Dayanışmayla.

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Röportaj: Sofya’da Tutsaklar Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/roportaj-sofyada-tutsaklar-orgutleniyor/feed/ 0
Kullan-at: “Umut Hakkı” – Merve Arkun https://meydan1.org/2018/02/16/kullan-at-umut-hakki-merve-arkun/ https://meydan1.org/2018/02/16/kullan-at-umut-hakki-merve-arkun/#respond Fri, 16 Feb 2018 09:25:35 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/16/kullan-at-umut-hakki-merve-arkun/ Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… Umut hakkı, müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüye serbest kalma imkanının tanınmasıdır. Bu kavram, 1998 yılından beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin tartıştığı bir kavramdır. Mahkeme bu konuda ilk kez 9 Temmuz 2013 tarihli “Vinter ve […]

The post Kullan-at: “Umut Hakkı” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

Umut hakkı, müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüye serbest kalma imkanının tanınmasıdır. Bu kavram, 1998 yılından beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin tartıştığı bir kavramdır. Mahkeme bu konuda ilk kez 9 Temmuz 2013 tarihli “Vinter ve diğerleri – Birleşik Krallık” (Vinter ve başka diğer hükümlülerin Birleşik Krallık Devleti’ne karşı açtığı davanın ismi) davasında devletler hakkında olumsuz bir karara varmıştır.

Mahkemenin kararına göre, “müebbet (ya da ağırlaştırılmış müebbet) hapis cezası ile cezalandırılan bir mahkûmun, (hükmedilen) cezanın bir gün gözden geçirilerek serbest bırakılacağı ümidi olmadan, ölünceye kadar hürriyetinden mahrum bırakılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesini (işkence yasağını) ihlal eder.”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verdiği bu kararla -hükümlünün sahip olduğu “salıverilmeyi umut etme hakkı”- müebbet hapis cezasının belirli aralıklarla gözden geçirilmesini gerekli kılmakta ve hükümlüye serbest kalma imkanı sunulup sunulmadığı ile ilgili olarak devletleri yargılamaktadır.

Tutsağa verilen müebbet hapis cezasının ardından ilk kez en geç kaç yıl sonra cezanın yeniden incelenmesi gerektiğine dair kesin bir hüküm yoktur. Ancak ilk incelemenin cezaya hükmedilen tarihten en geç 25 yıl sonra yapılması gerektiğine dair bir eğilimin bulunduğu hatırlatılmaktadır. Tutsağın cezası hakkındaki ilk incelemenin ardından daha sonra yeniden inceleme hakkı bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili net bir süre belirtilmemiştir.

AİHM’in 2013 yılında verdiği bu karardan bir kaç ay sonra TC devleti de Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’daki müebbet hapis cezası maddeleri ile ilgili olarak yargılandı.

AİHM’in bu yargılamalarını “olumlu bir gelişme” ya da “kazanım” olarak görmek mümkündür. Anayasanın 90. maddesinin 5. fıkrasına göre eğer kanunlarla uluslararası sözleşmeler arasında çatışma varsa ve bu uluslararası sözleşme insan haklarıyla ilgiliyse, uluslararası sözleşme hükümleri uygulanacaktır. Bir kişinin AİHM’den böyle bir karar alması da iç hukukta yeniden yargılama anlamına gelmekte olup kişinin infazı -bu karar doğrultusunda- yani umut hakkı doğrultusunda düzenlenmelidir.

Umut kavramının kendisi, söz konusu “umut hakkı”nın ötesinde düşünmemizi de gerektirmektedir. Ezilenler için “umut”, kelimenin tam anlamıyla mücadele etmektir. Umut; ekonomik, sosyal ve siyasi tutsaklık sistemlerine, devlete ve kapitalizme karşı kendisinin ve kendisi gibi tüm ezilenlerin adalet ve özgürlük mücadelesini vermekte, bu mücadele uğruna devletlerin hapishanelerinde tutsakken bile direnmektedir. İçinde bulunduğumuz OHAL’e ve devletin tüm zorbalığına rağmen umut edebilme cesareti gösterebilmek ise özgürlüktür.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kullan-at: “Umut Hakkı” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/16/kullan-at-umut-hakki-merve-arkun/feed/ 0
Ekonomi Balonu Zamlarla Patladı – Furkan Çelik https://meydan1.org/2018/02/14/ekonomi-balonu-zamlarla-patladi-furkan-celik/ https://meydan1.org/2018/02/14/ekonomi-balonu-zamlarla-patladi-furkan-celik/#respond Wed, 14 Feb 2018 07:50:57 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/14/ekonomi-balonu-zamlarla-patladi-furkan-celik/ Vergi borçlarını ödemeyen ilk on patronun toplam borcu 10,4 milyar TL Bir sinema biletinin; Eğlence Vergisi, Türk Hava Kurumu Payı, KDV ile Bilet bedelinin %17’si vergidir. 2017’nin ilk 10 ayında tahsil edilen toplam vergi geliri 431 milyar TL Bunun 235,4 milyar TL’lik kısmı sadece ÖTV ve KDV’den oluşmakta! Bir cep telefonu gümrük girişi 1.000TL 100TL […]

The post Ekonomi Balonu Zamlarla Patladı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Ekonomik kriz var mı? Yok mu? Yoksa kapitalizmin her hali aslında biz ezilenler, yoksullar için kriz mi? Yılbaşında asgari ücretin açlık sınırının altında açıklanması, milyonlarca insanın evlerine yoksulluk sınırı altında bir gelir getirebilmesi bizlerin her ay yaşadığı bir krizdir. Bu sistemin hiçbir zaman aşamayacağı bir durumdur. Zaten aşmaya da çalışmaz sistemin devamlılığı az sayıdaki insanın lüks yaşantısı, toplumun büyük bir bölümünün sömürülmesiyle sağlanır. Ekonomideki inişler, çıkışlar, enflasyonlar, devalüasyon değişir ama sistemin sömürüsü baki kalır.

Bizim bu grafiği oluşturduğumuz sürede benzine 2 kez zam yapıldı. Son iki ayda toplamda 4 kez benzine zam geldi. Benzine gelen zamlar dolaylı olarak diğer ürenlere zam olarak yavaş yavaş yansıyor. Bizler de yaşamlarımızda çok sık duyduğumuz vergileri, zamları anlaşılır bir şekilde yazmak istedik. Tabi ki karşımıza çıkan tablo çok karamsar oldu. Ne yapacağız sorusu sizler gibi bizlerin de kafasında oluştu. Ama cevap bulmak çok zor değil. Biraz bir araya gelmek, örgütlü hareket etmek gerek sadece. Ondan sonra kapitalizmin krizlerinin üstesinden gelmek kolay. En azından bunu birlikte çabalayabiliriz. Birlikte kapitalizmin sömürüsüne karşı kooperatifler, kolektifler oluşturabiliriz. 

Vergi borçlarını ödemeyen ilk on patronun toplam borcu 10,4 milyar TL

Bir sinema biletinin; Eğlence Vergisi, Türk Hava Kurumu Payı, KDV ile Bilet bedelinin %17’si vergidir.

2017’nin ilk 10 ayında tahsil edilen toplam vergi geliri 431 milyar TL

Bunun 235,4 milyar TL’lik kısmı sadece ÖTV ve KDV’den oluşmakta!

Bir cep telefonu gümrük girişi 1.000TL 100TL TRT Payı – 275TL ÖTV – 248TL KDV – Telefon 1623 tl ile satışa sunuluyor.

2017’de Patlıcana %23,10, Nar’a %20,62, Salatalık’a %15,15, Yumurtaya %10, Balık’a %8 (Deniz balığı azaldı, çitlik balıkları çoğaldı)

Trafik cezaları, cep telefonu vergileri, ehliyet ve pasaportlar %14.47 oranında zamlandı.

Cep telefonundan alınan Özel İletişim Vergisi 47.7 liradan 54.6 liraya, B sınıfı ehliyet harcı 418.3 liradan 479 liraya, 1 yıllık pasaport harcı 169.5 liradan 194 liraya çıktı.

1lt benzin 5.57’dir. Bunun 0.85 TL’si KDV, 2.37 TL’si ÖTV 1 litre benzine ödenen vergi 3.22 TL

Yani satış fiyatının %58’i vergidir.

Boğaz köprülerinden otomobil geçiş ücreti 7 TL’den 8,75 liraya çıktı.

Sanayi elektriğinde TRT payı %0

Herkesin kullandığı cep telefonunda TRT payı %10

Bir asgari ücretli 1.6 motor “0” bir otomobil alabilmek için; Türkiye’de 111 ay çalışmak zorunda 58 ay araç 53 ay vergisi için

Gümrük girişi 26.500 TL olan Türkiye’deki en ucuz 1.6 otomobil;

TRT payı 106TL – ÖTV 11.972TL – KDV 6.945TL – Tescil 650TL – MTV 1.035TL – Toplam vergi 20.708TL – Bayî kârı hariç fiyat 47.208TL

Çevre Temizlik Vergisi her 1 metreküp su tüketimi için 28 kuruştan 32 kuruşa çıktı.

Emlak vergisi %7.25 zamlandı.

Motorlu Taşıtlar Vergisi yeni yılda%15 ve % 25 zamlandı.

Avrasya Tüneli’nde otomobiler 16,60 TL’den 21 TL’ye, minibüsler için ise 24,90 TL’den 31,50 TL’ye

 

 

Enflasyon: Elindeki 3,5 tl ile aldığın 2 kilo patatesi bir sonraki yıl 4 tl ye alıyorsan bu enflasyonun arttığını gösterir. Enflasyon oranı belli başlı ürünlerdeki fiyat artışlarıyla hesaplanır. 

 

Son 10 yılın Enflasyon Oranı

 

-SGK bir çalışanın diş implant tedavisini karşılamaz. Ama bir vekilin ücretsiz 8 diş implant hakkı vardır.


-12kg bir mutfak tüpü satış fiyatı 92 TL

Bunun; -ÖTV’si (1,77×12) = 21,24 TL KDV’si = 6,81TL

Yani satış fiyatının %31’i (28,05TL) vergilerden oluşmaktadır.

 

-Bir gemi alırsanız %1 KDV öder, motorini litresi 2,89TL’den alırsınız.

Bir traktör alırsanız %8 KDV öder, motorini litresi 5,03TL’den alırsınız.

 

 

ASGARİ ÜCRET

2018 aylık kazancı 2.029TL

-304TL Sgk primi
-259TL gelir vergisi
-15TL damga vergisi
Agi hariç net asgari ücret 1.451TL
Agi dahil 1.603TL

 

2018 yılından itibaren 1 yılda işçiden kesilen
-3.652TL Sgk
-3.104TL Gelir Vergisi. (agi hariç)
-185TL Damga Vergisi olmak üzere 6.941TL’si kesilecektir.

 


Harcama vergileri hariç 365 günün 104 günü Vergi-Sgk için çalışılacaktır. Harcama vergileri eklendiğinde bir işçi 365 günü 194 günü vergiler ve Sgk için çalışacaktır.

 

 

Elektrik Faturası

Su Faturası

M3 fiyatı belediyelerin keyfine göre belirlenir.

Vergisinin belirli bir oranı yoktur.


Doğalgaz Faturası

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Ekonomi Balonu Zamlarla Patladı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/14/ekonomi-balonu-zamlarla-patladi-furkan-celik/feed/ 0