simon springer – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 14 Oct 2018 12:14:00 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşizm, Coğrafya ve Toplumsal Mücadele https://meydan1.org/2018/10/14/anarsizm-cografya-ve-toplumsal-mucadele/ https://meydan1.org/2018/10/14/anarsizm-cografya-ve-toplumsal-mucadele/#respond Sun, 14 Oct 2018 12:14:00 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/anarsizm-cografya-ve-toplumsal-mucadele/ Meydan Gazetesi: Radikal coğrafya neden anarşist olmalı? Anarşizm ve coğrafya arasında ilişki kurmak neden önemli? Simon Springer: Makalem, Steem Fook’un 1972 tarihli “Radikal bir coğrafyanın neden Marksist olması gerekir?” makalesine bir cevaptı. Dedim ki marksist olmam gerekmiyor. Radikal coğrafya marksizmin egemen olduğu bir çalışma alanı durumuna gelmiş ve Harvey, radikal coğrafyanın seyri üzerinde derin bir […]

The post Anarşizm, Coğrafya ve Toplumsal Mücadele appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Anarşizmin sadece bir düşünce ve eylem olmasının dışında bilgiye ulaşmakta bir araç olarak da anlamlandırıldığı farklı disiplinlerde, son yıllarda anarşizmin önemini açıklamaya çalışan pek çok çalışma yapıldı. Coğrafya alanında bu tür çalışmalar yapan Simon Springer’ın marksist coğrafyacı David Harvey’le yaptığı tartışmaya daha önce gazetemizde yer vermiştik. Geçtiğimiz aylarda 26A Atölye’nin davetlisi olarak İstanbul’da bir konuşma gerçekleştiren Simon Springer’la anarşizm, coğrafya, toplumsal mücadeleler vb. birçok konu hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Meydan Gazetesi: Radikal coğrafya neden anarşist olmalı? Anarşizm ve coğrafya arasında ilişki kurmak neden önemli?

Simon Springer: Makalem, Steem Fook’un 1972 tarihli “Radikal bir coğrafyanın neden Marksist olması gerekir?” makalesine bir cevaptı. Dedim ki marksist olmam gerekmiyor. Radikal coğrafya marksizmin egemen olduğu bir çalışma alanı durumuna gelmiş ve Harvey, radikal coğrafyanın seyri üzerinde derin bir etkiye sahip olmuştu. Bütün bir alanda tek bir perspektifin baskın olduğu zamanlarda ortaya çıkan durgunluktan kaygılanıyordum. 1960’ların sonlarından itibaren Marksizm, özellikle Anglo-Amerikan coğrafyada beyaz erkeklerin egemenliğindeydi ve feministler görmezden geliniyordu. Feminist ve anarşist eleştirileri dikkate almaksızın yalnızca bu Marksist mesajda ısrar eden sadece Harvey değil; diğer coğrafyacılar ve diğer Marksistler için de yapılabilecek çok fazla eleştiri var.

Radikal coğrafya diye adlandırdığımız bir şey varsa, Kropotkin ve Reclus’nün coğrafi bir perspektiften anarşizm hakkında yazıyor olması sayesindedir. Yüzyıl önce var olan bu anarşizm geleneği nasıl olur da belirgin bir şekilde yok sayılır?

Coğrafyada marksist hegemonyayı kırmak için sence ne yapılmalı?

Sanırım coğrafyada marksizm hegemonyası kırılıyor zaten. Genç akademisyenler artık 10 yıl önce olduğu kadar bile marksizmden ilham almıyorlar. Marksizmin ifade ettiği mekânsal siyasetin sokakta, mahallede ve bütün dünyada olup bitenlerle anarşist mekansal siyaset kadar yakın ilişki içinde olmadığının farkındalar.

Anarşizm, kendi toplumlarımızda olup bitenlerin nabzını tutuyor, çünkü anarşizm pratiğinin kaynağı bu topluluklardır. Öte yandan Marksizm, en başından beri, anarşist bir siyasetin sahip olduğu türden bir gerçekliğe sahip olmadan, teori alanı içinde yer alan bir şeydir.

Akademide kendi bilgi imparatorluklarını yaratan akademisyenler var ve insanları marksist bir yörüngeye itmeye çalışıyorlar. Örneğin doktora tezimin başlığı konusunda komite ile uzlaşabilmek için anarşizm yerine post marksizm koymak zorunda kaldım, çünkü bir doktora tezinin başlığında “anarşizm” olmasını istemiyorlardı.

Son birkaç yıl içinde, marksizmin bu tür baskılarını teşhir ettik. Geçen sene başlayan ve her sene yapılacak olan Anarşist Coğrafyacılar Konferansı’nın ilkini İtalya’da organize ettik ve yoğun bir katılım oldu. Bu ilgiyi, egemen marksist politikanın söylenmemiş çok şey bırakmış olmasına ve marksizmin, özellikle David Harvey’nin mekanı, devlet yanlısı bir politikanın getirdiği ilişki biçimleriyle kavramsallaştırmaya çalışmasına bağlıyorum.

Devlet her zaman en önde ve merkezdedir. Devlet kapitalizme olanak sağlar. Devlet olmadan kapitalizm, kapitalizm olmadan da devlet var olamaz. Tarih bunu kanıtlıyor, ne zaman birileri devleti ele geçirip kapitalizmden uzaklaştırmak istese, kapitalizm devletli sürecin içinde kendine bir yer buluyor. Hiyerarşik ilişkilerin temeli budur. Her yönüyle sömürücüdür ve kapitalizmden daha iyi bir sömürü aracı yoktur. Günümüzde marksistlerin bunun üstesinden geldiğini ya da gelebileceğini düşünmüyorum; bunun için bir açıklamaları yok.

Asi Şehirler kitabı çıktığında okudum. Öne sürdüğü mekan politikasına gömülü olarak anarşizme yönelik o kadar fazla çarpıtma vardı ki tepem attı. Bir de tabii ölçek meselesi var. Harvey, bir anarşist projenin imkansız olduğunu ve işe yaramaz bir yerel düşünce olduğunu söylemek için konuyu tekrar tekrar ölçek meselesine getiriyor. Anarşistler Bookchin’in özgür belediyeciliği ya da Kropotkin’in federalist düşüncelerine işaret ettiğinde ise bu yapıların devlet gibi göründüğünü ve devlet gibi işlediğini söylüyor. Harvey, anarşistlerin bahsettiği yatay örgütlenme biçimlerini, politik coğrafyalarımızdaki hiyerarşilerinin yıkılıp yatay olarak yeniden düzenlenmesi düşüncesini anlamamazlıktan geliyor.

Harvey kendini hep anarşistlerin dostu gibi göstermeye çalışıyor. Ama dikkatli okuyunca, anarşistlere ve genelde anarşizme, anarşist düşünceye karşı derin bir düşmanlığı var. “Devlet nedir?”, durup bir düşünelim. Devlet demek polis kuvvetleri demek, kanunlar demek, ordu demek. Kropotkin’in bahsettiği anarşist bir federasyon düşüncesinde bu unsurların hangisi var? Yoklar, yani Harvey bilerek bu çarpıtmaları yapıyor. Ben sadece Harvey’i suçlamıyorum. Bu algı, egosu geniş akademik çevre tarafından sürekli besleniyor.

Neden David Harvey’e karşı çıkılamıyor? Marksistler kişilik kültüne öylesine inanıyorlar ki… Bunu bizzat Marx’ın kişiliğinde görüyoruz, sanki döneminde bu konularda düşünen ve yazan tek kişi oymuş gibi. “Author” (yazar) ve “Authority” (otorite) kelimelerinin kökleri ortaktır bildiğiniz gibi, o zaman yazar nedir? Adım kitapların üstünde yazıyor, bilgiyi toparlayan benim ama düşüncelerimin hepsini sohbetlerden ve ilişkide olduğum topluluklardan edindim. Harvey için de böyle, Marx için de.

Mekan pratiğimizi ve amaçladığımız politikayı düşünürken bu gerçeği hatırlamak, örgütlenme biçimimizi de değiştirecektir. Mesele David Harvey’nin, başka bir akademisyenin ya da politikacının bize ne yapacağımızı söylemesi değil, bizim beraberce bu fikirleri düşünüp değerlendirmemizdir. Bu, marksistlerin öne sürdüğünden tümüyle farklı bir coğrafi tasavvuru ortaya çıkarıyor.

Kitapta commons kavramını kullanıyorsun ama dilimizde bu kavrama ilişkin bir karışıklık var. Farklı siyasi görüşler commons’ı farklı şekilde çevirdiler. Kelimenin gerçek anlamına bakmaya çalıştığımızda komünal ilişki biçimlerine olan yakınlığını görebiliyoruz fakat nedir tam olarak commons?

Bazı açılardan çok açık ve basit bir fikir ama içinde bulunduğumuz kapitalist dünya bu fikri tamamen unutturduğu için karmaşık hale geldi. Temelde commons, Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma ilkesinin coğrafi ifadesi olarak anlaşılabilir.

Literatürün bir kısmında ise dar bir politik tasavvura, yani Henri Lefebvre ve Habermas’ta olduğu gibi özel alan ve kamusal alan kavramlarının içine sıkıştırılmıştır. Özel alan açıkça sermayenin hak iddia ettiği mekanlara işaret ederken kamusal alan halk için, halk tarafından, halkın olan ideal biçimiyle karşımıza çıkıyor ve bu mekana bir müdahale ya da onu sınırlayan bir otorite yok. Gerçekte ise bu mekanlar çoğu zaman devletin kontrolünde. Kamusal alanda sadece devletin etkin olmasını öngören bir politik tasavvurda mekan ile ilgili yapabileceklerimiz sınırlıdır. Ya da düşüncemizi genişletir ve kamusal alanı, komünal mekana dönüştürmek üzere geri almayı tasavvur ederiz ve görmek istediğimiz commons vizyonuna yaklaşabiliriz.

Commons konusundaki karışıklığın bir diğer boyutu ise mülkiyet kavramı. Bu mesele, Kamboçya’daki çalışmamda özellikle kavgasını verdiğim bir mesele. Bu kavga, çok farklı bir coğrafi sahiplik anlayışına sahip olan Kamboçyalı köylülerin her gün yaşadığı deneyimleri yansıtıyor. Bu anlayış tapu gibi bir belgeye değil, fiili kullanım esasına dayanıyor. Proudhon’un mülkiyet ve zilyet arasında gösterdiği ayrımdaki gibi. Sıradan Kamboçyalı, toprak sahipliğini zilyet olarak algılar; toprağı kim ekiyorsa toprak onundur.

Buna karşılık mülkiyet nedir? Mülkiyet hırsızlıktır, mülkiyetin temelinde egemenlik hakkı düşüncesinin olduğunu söyleyen Proudhon, mülkiyet sahibine tanınan bu hakkın, onun mülkü istediği gibi kullanma ve suistimal etme hakkı olduğunu gösterir. Zilyetin tersine mülkiyet, temelde bir sömürü aracı haline gelir. Mülkiyet, geçmişte kralların kutsallığına dayanırken günümüzde devlete ve onun yasal otoritesine dayanır. Dünyanın genelinde mekan politikası gittikçe daha fazla mülkiyet ilişkilerine sıkıştırılıyor. Bunun arkasında devasa kurumlar var. IMF ve Dünya Bankası kanca attıkları her ülkede kadastro rejimi kanunlarını dayatıyor çünkü bu alan her zaman kapitalizmin beşiği olmuştur.

Commons düşüncesi Kamboçya köylülerinin anlayışına benzer, fakat zilyetlik bireysel değil komünaldir. Toplumun fiili kullanımına dayanır. Kamusal alanı commons olarak düşündüğümüzde mülkiyet düşüncesini sürdüren kuvvetlerin ciddi saldırılarına uğrarız, yani devletin saldırısına. İşte yine devlet ve kapitalizmin nasıl birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Devlet enine boyuna kapitalizmin içine örülmüştür, bu örgüyü çözmek imkansızdır.

Mahalle düzeyinde commons yaratmak için çabalar görüyoruz. Devletin ve kapitalizmin bizi nasıl koşullandırdığı hakkında büyük bir söylem var. Koşullandırıyor ama bizim hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir etkinliğimiz de var. Bir grup anne-babanın çocuklarına tek başına bakmaya çalışmak ve ücretli kreşlere vermek yerine çocuk bakım kooperatifi örgütlemesi gibi basit bir şey de olabilir bu. Bunun işlemesi için nasıl bir mekan gerekir? Ancak daha yakın ve daha kolektif yaşamaya başladığımızda bu mekanlar mümkün olabilir. Bu şekilde commons düşüncesini yeniden ele alırsak, belirgin bir mekan politikasını görürüz. Zorluk burada başlıyor çünkü dünyamız mülkiyet ilişkileri ile sarılı ve çoğumuz kendimizi dünyaya karşı yalnız bireyler olarak görüyoruz. Yaşamı güzel kılan ise birbirimizle kurduğumuz kalıcı ve güçlü bağlardır. Farklı şekillerde bir araya gelerek mekanlarımızı commons düşüncesini içeren bir anlayışla yeniden düzenlemek, bu bağları kurmakla mümkün olacaktır.

Radikal coğrafyayı başlatan çalışmalarıyla Reclus ve Kropotkin’den bahsettin. Peki ya güncel anarşist coğrafyayı araştırabileceğimiz kaynaklar neler?

Coğrafya konusunda dünyadaki en büyük organizasyon olan AAG’nin 10.000 kişinin katıldığı yıllık konferansında mutlaka birkaç tane anarşist coğrafya oturumu yapıyoruz. Geçen yıl Uluslararası Coğrafyacılar Birliği’nin Moskova ve Bolivya toplantılarında Kropotkin oturumları yaptık. 2016’da Anarşist Coğrafyalar üzerine pedagoji, teori ve direniş üzerine bir üçleme yayınladık, siz de Meydan gazetesinde duyurdunuz.

Şu anda Anarşist Politik Ekoloji üzerine 4 ciltlik kolektif bir çalışmanın içerisindeyim. Ayrıca Anarşist Çalışmalar Ağı’yla ilişkileniyoruz ve onların konferanslarına da katılım yüksek. Artık tabu olmayan anarşizmin temellerini inşa etmeye çalışıyoruz ve bu farkındalığı arttırıyor. Bunu kendi uzmanlık alanımız haline getirmeye çalışmak yerine daha fazla insanı dahil etmeye çalışıyoruz.

Bir çok insanın çalışmalarını anarşizm başlığında değerlendirebilirim ama hepsi kendilerine anarşist demiyorlar. Örneğin Doreen Massey’nin kitabı “Mekan’a Dair” coğrafyanın sürekli evrilen bir süreç olduğunu ve bizim onu sürekli yeniden şekillendirdiğimizi gösteriyor. Mekanı yeniden şekillendirenin sadece devlet ya da kapitalizm değil, kendimiz olduğunu ve mekandaki evrimin bizi önceden belirlenmiş bir yere götürmediğini gösteriyor.

Audrey Kobayashi ırk politikaları; Rhys Jones sınırlar, Federico Ferreri ise Kropotkin ve Reclus’nün arşivleri üzerine çalışıyorlar. Anthony Ince, Gerónimo Barrera gibi başka anarşist coğrafyacılar devlet karşıtı coğrafyaları; Richard J. White gündelik hayattaki karşılıklı yardımlaşma ilişkilerini; Ophélie Veron, anarşist feminizmi araştırıyor.

Rojava ve Chiapas gibi coğrafyalar ve buradaki süreçler bizim için önemli. Bu deneyimler hakkında ne düşünüyorsun?

Her iki toplumla da bir bağlantım olmadığı için bir şey söylemem zor. Kamboçya’da yaptığım çalışmada bile politik olarak kendimi dışarıdan biri olarak görüyorum. Ben Kamboçyalı değilim ve onlar adına, onların politik vizyonlarını konuşamam. Toplumlarla kurduğum politik ilişkide kendi görüşlerimi dayatmak yerine onlarla birlikte çalışmayı ve birlikte çalıştığım insanların dünyaya iletmek istediği mesajları dillendirmeyi tercih ediyorum. Aynı zamanda bu hareketler bana ilham veriyor. Bunlar sadece teori değil, çeşitli biçimlerde görünür hale gelen fikirler. Bookchin’in düşüncesinin nasıl benimsendiğine bakın. Bu düşüncelerin belirli bir anlayış içerisinde uygulanıyor olması ne kadar ilham verici.

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşizm, Coğrafya ve Toplumsal Mücadele appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/anarsizm-cografya-ve-toplumsal-mucadele/feed/ 0
26A Atölye’de Simon Springer İle “Anarşizm, Coğrafya ve Oluş Politikaları” Aktarımı Yapıldı https://meydan1.org/2018/06/19/26a-atolyede-simon-springer-ile-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-aktarimi-yapildi/ https://meydan1.org/2018/06/19/26a-atolyede-simon-springer-ile-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-aktarimi-yapildi/#respond Tue, 19 Jun 2018 07:57:31 +0000 https://seninmedyan.org/?p=39864 Coğrafya disiplininin anarşist köklerine ilişkin çalışmalar yapan, anarşist coğrafyacı Simon Springer, 26A Atölye’nin konuğuydu. Giriş konuşmasının ardından sözü alan Springer aktarımına Kropotkin ve Reclus başlığı altında Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” ve Reclusnün “Evrensel Coğrafya” kavramlarının ne olduğu ve günümüzde coğrafya için ne ifade ettiğiyle başladı. Sonrasında ortaklık, mülkiyet, şiddet, marksizm gibi konulara dair yorumlarıyla devam ettiği […]

The post 26A Atölye’de Simon Springer İle “Anarşizm, Coğrafya ve Oluş Politikaları” Aktarımı Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Coğrafya disiplininin anarşist köklerine ilişkin çalışmalar yapan, anarşist coğrafyacı Simon Springer, 26A Atölye’nin konuğuydu.

Giriş konuşmasının ardından sözü alan Springer aktarımına Kropotkin ve Reclus başlığı altında Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” ve Reclusnün “Evrensel Coğrafya” kavramlarının ne olduğu ve günümüzde coğrafya için ne ifade ettiğiyle başladı. Sonrasında ortaklık, mülkiyet, şiddet, marksizm gibi konulara dair yorumlarıyla devam ettiği konuşmasına marksizm ve anarşizmin ontolojik ve epistemolojik farklılıklarını açıkladığı kısımla devam etti.

“Politik Olanaklılık” ve “Umut” kavramlarından bahsettiği metni de katılımcılarla paylaşmasının ardından soru cevap kısmına geçildi. Anarşizmin, farklı disiplinlerle kurduğu ilişkinin ne kadar ufuk açıcı olduğuna dair önemli çıkarımlarda bulunmamızı sağlayan etkinlik soru cevap kısmının ardından sonlandırıldı.

The post 26A Atölye’de Simon Springer İle “Anarşizm, Coğrafya ve Oluş Politikaları” Aktarımı Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/06/19/26a-atolyede-simon-springer-ile-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-aktarimi-yapildi/feed/ 0
26A Atölye’de Bugün: Anarşizm Coğrafya ve Oluş Politikaları-Simon Springer https://meydan1.org/2018/06/17/26a-atolyede-bugun-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-simon-springer/ https://meydan1.org/2018/06/17/26a-atolyede-bugun-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-simon-springer/#respond Sun, 17 Jun 2018 07:28:05 +0000 https://seninmedyan.org/?p=39800 Coğrafya disiplininin anarşist kökenine ilişkin çalışmalarıyla bilinen Simon Springer, bugün saat 19:00’da 26A Atölye’de olacak.  Victoria Üniversitesi Coğrafya bölümünde çalışan Springer 2016 yılında yayınladığı “Coğrafya’nın Anarşist Kökeni” isimli çalışmasında konu edindiği tartışmaları farklı bir çok platformda yayınlama fırsatı buldu. “Radikal Coğrafya Neden Anarşist Olmalıdır?” isimli yazısıyla David Harvey ile bir polemik başlattı. Springer, Elisee Reclus ve […]

The post 26A Atölye’de Bugün: Anarşizm Coğrafya ve Oluş Politikaları-Simon Springer appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Coğrafya disiplininin anarşist kökenine ilişkin çalışmalarıyla bilinen Simon Springer, bugün saat 19:00’da 26A Atölye’de olacak. 

Victoria Üniversitesi Coğrafya bölümünde çalışan Springer 2016 yılında yayınladığı “Coğrafya’nın Anarşist Kökeni” isimli çalışmasında konu edindiği tartışmaları farklı bir çok platformda yayınlama fırsatı buldu. “Radikal Coğrafya Neden Anarşist Olmalıdır?” isimli yazısıyla David Harvey ile bir polemik başlattı. Springer, Elisee Reclus ve Pyotr Kropotkin’in bu alana dair yaptığı çalışmaların bilinçli bir yok saymaya ve görmezden gelinmeye tabi tutulduğunu ısrarla vurguluyor.

Etkinlikte toplumsal muhalefetin gündemini son yıllarda en çok etkileyen alanlardan biri olan uzam/mekan politikalarıyla da doğrudan ilişkili olan coğrafyaya ve anarşizme odaklanılacak.

Konu ile ilgili olarak aylık anarşist gazete Meydan’da yayınlanan yazılara şu linklerden ulaşılabilir

https://meydan1.org/yazarlar/2017/03/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-2/

https://meydan1.org/gundem/2017/03/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi/

https://meydan1.org/gundem/2017/05/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-3/

 

Kadıköy 26A Atölye: Osmanağa Mahallesi, Serasker Caddesi, Mimar Çıkmazı Sokak, No:9/3

The post 26A Atölye’de Bugün: Anarşizm Coğrafya ve Oluş Politikaları-Simon Springer appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/06/17/26a-atolyede-bugun-anarsizm-cografya-ve-olus-politikalari-simon-springer/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (3) : Radikal Coğrafya Tartışması – Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt https://meydan1.org/2017/03/07/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-simon-springerin-radikal-bir-cografya-neden-anarsist-olmak-zorundadir-makalesine-kisisel-bir-yanit/ https://meydan1.org/2017/03/07/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-simon-springerin-radikal-bir-cografya-neden-anarsist-olmak-zorundadir-makalesine-kisisel-bir-yanit/#respond Tue, 07 Mar 2017 05:00:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/03/07/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-simon-springerin-radikal-bir-cografya-neden-anarsist-olmak-zorundadir-makalesine-kisisel-bir-yanit/   D. Harvey’nin S. Springer’e Cevabı “Dinle Anarşist!” Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt Simon Springer, radikal bir coğrafyanın neden köhne bir Marksist yaklaşımdan çok taptaze anarşist bir yaklaşım benimsemesi gerektiği konusunda etkili ve ihtilaflı bir makale yazdı. Bu türden her polemikte olduğu gibi Springer’in makalesinde de bir […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (3) : Radikal Coğrafya Tartışması – Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Toplumsal muhalefetin gündemini meşgul eden farklı tartışmalarda ve farklı disiplinlerde olduğu gibi toplumsal muhalefetin gündeminde yaratıcı bir bakış açısı yaratan ve böylece iyi bir eleştirel literatür oluşturan uzam/mekan politikalarında da anarşist bir perspektifin var olması gerektiğini belirtmiştik.

Bu bağlamda geçtiğimiz sayıda bu bölümde radikal coğrafyacı Simon Springer’in 2004 yılında Dialogues in Human Geography dergisinde yer almış “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” yazısından bazı bölümleri sizlerle paylaşmıştık. Bu sayıda, David Harvey’nin Springer’in makalesine cevap olarak yazdığı “Dinle Anarşist!” Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt adlı makalesini sizlerle paylaşıyoruz. Radikal Coğrafya Tartışmasının son bölümünde de Springer’in Harvey’e verdiği cevaptan bölümleri bir sonraki sayımızda yayınlayarak tartışmayı sona erdireceğiz.  

 

D. Harvey’nin S. Springer’e Cevabı

“Dinle Anarşist!” Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt

Simon Springer, radikal bir coğrafyanın neden köhne bir Marksist yaklaşımdan çok taptaze anarşist bir yaklaşım benimsemesi gerektiği konusunda etkili ve ihtilaflı bir makale yazdı. Bu türden her polemikte olduğu gibi Springer’in makalesinde de bir yanlış bilgi, abartma ve ad hominem eleştiri kotası var ama tartışmaya değer, önemli meseleler de gündeme getiriyor.

Öncelikle kendi konumumu açıkça belirteyim. Son (anarşizmle uzun süredir devam eden bağlantısını kopardıktan sonraki) yazılarında “Solun geleceği[nin], son tahlilde, günümüzde ve ufukta belirmeye başlayan gelecekte, hem Marksizm hem de anarşizm içerisinde geçerli olan şeyleri kabul etme yetisine bağlı” olduğunu düşünen Murray Bookchin’le aynı duyguları paylaşıyorum (ama onunla tamamen aynı fikirde değilim). “Devrimci geleneğin -Marksizmin ve anarşizmin- en iyi yönlerini, bugün karşı karşıya olduğumuz türden sorunlara değinen yollar ve biçimlerde bir araya getirebilecek yaklaşım”ı tanımlamamız gerekiyor.

Makalesine bakarsak Springer böyle bir projede yer almak istemiyor. Daha çok, anarşizmle Marksizm arasındaki ilişkiyi, bu ikisi sanki birbirlerini dışlıyormuş, hatta birbirine düşmanmış gibi kutuplaştırmaya azmetmiş görünüyor. Bence bu anlamsız bir çaba. Kendi Marksist bakış açıma göre, son birkaç yıldır (“Occupy” gibi hareketlerde) epey bir siyasi aktivizmi harekete geçiren otonomist ve anarşist fikir ve taktikler takdir ve analiz edilmeli, uygunsa desteklenmelidir. Gezi Parkı ve Brezilya şehirlerinin sokaklarında olup bitenlerin veya “Occupy”ın ilerici hareketler olduğunu düşünüyorsam ve bunlar ister bütünüyle, ister kısmen anarşist ve otonomist düşünce ve eylemle hayat bulmuşlarsa, neden onlarla olumlu bir ilişki kurmayayım ki? (…)

Toplumsal anarşistler mekan, yer ve çevre sorunlarına tipik olarak çok daha fazla ilgi ve duyarlılık gösterir (bunlar, çoğu coğrafyacının disiplinin merkezinde olduğunu kabul edeceğinin düşündüğüm genel kavramlar). Marksist gelenek bu tür konulara, ne yazık ki toptan ilgisizdir. Ayrıca kentleşmeyi, kentli toplumsal hareketleri, mekan üretimini ve eşitsiz coğrafi gelişmeleri (kuruluşunda Marksist sosyologların belirgin rol oynadığı, 1977’de yayımlanmaya başlayan İngilizce yayımlanmaya başlayan İngilizce-Fransızca International Journal of Urban and Regional Research [Uluslararası Kent ve Bölge Araştırmaları Dergisi] ve Lefebvre gibi aşikar istisnalar dışında) büyük oranda göz ardı eder. Ana akım Marksizm, çevre meselelerinin veya kentleşmenin ve kentsel-toplumsal hareketlerin sermayenin çelişkileri içindeki önemini ancak görece yakın zamanda (örneğin, 1970’lerden beri) görmeye başladı. 1960’larda çoğu ortodoks Marksist, çevre meselelerini küçük burjuva romantiklerin derdi sayardı (1971 tarihli Post-Scarcity Anarchism [Kıtlık Sonrası Anarşizm] içindeki çok okunan makalesi “Listen Marxist!”te [Dinle Marksist!] duygularını açığa vuran Murray Bookchin’i çileden çıkaran da buydu). (…)

1972’de yazdığım etkili bir makaleyle radikal değişimi ben başlatmışım ve Steen Folke de radikal coğrafyanın sadece Marksist olabileceğinde ısrar ederek değişimi tamamlamış gibi gösteriyor Springer. Ardından, eserlerim “takip eden coğrafyacıların büyük çoğunluğu için mihenk taşı” olduğundan, “üretkenliğim” radikal coğrafyayı Marksist saf içine hapsediyor. Anlaşılan Springer radikal coğrafyayı bu baskıcı Marksist güçten kurtarmak, gerçek anarşist kökenlerine dönmesini sağlamak istiyor.(…)

Peki, benim sözde (ve sık sık şüpheli) Marksizm’im ile Springer’ın anarşizmini ayıran temel fark ve engeller neler? Bu konuda Springer’ın tartışmasını pek doğru bulmuyorum. Springer, bütün Marksistleri, komünizm tarihi sonlandıracak stabil aşamaya gelmeye çalıştığında güya yitip gidecek bir komünist devlet, bir proletarya diktatörlüğü kurması kaçınılmaz olan bir öncü partinin teleolojisine inanan küresel bir proleter sınıf kavramına kapılıp gitmiş, elinde bir tarihte aşamalar teorisi, sokak sokak gezip satmaya çalışan işlevselci tarihçiler olarak karikatürize ediyor. Evet, belirli tarihsel dönemlerde bazı komünistlerin ve bazı durumlarda komünist partilerin parti dogması olarak bu çizgiye paralel bir şeyler (nadiren bu kadar basit bir biçimde olsa da) ileri sürdüğü inkar edilemez. Ama ben şahsen, Marksist eğilimleri olan coğrafyacıyla karşılaşmadım ki bu şekilde düşünsün; ayrıca Marksist gelenekte böyle şeyler söylemeye biraz yaklaşmamış (Lukacs ve Gramsci’den tutun, E. P. Thompson, Raymond Williams, Terry Eagleton’a kadar) yığınla yazar var. Üstelik çağdaş Marksist ekonomi-politiğin büyük kısmı çağdaş sermayenin kriz eğilimlerini anlamaya çalışmakla o kadar meşgul ki, bu saçmalıklarla uğraşacak vakti yok. Ama Springer, (Marksist eğilimleri olan bir coğrafyanın değil) kendisinin seçip tanıladığı, yanlışlığı tarihsel olaylarla son derece açık şekilde kanıtlanmış temalar üzerinden, biz Marksistlerin tek yaptığının köhnemiş temaları ısıtıp ısıtıp kullanmak olduğunu iddia ediyor. Dahası, anlaşılan biz Marksistler anarşistlere her baktığımızda sadece, rakipsiz düşman olarak devleti görüp ona karşı duran insanlar görüyor, dolayısıyla anarşistlerin de anti-kapitalist olduğunu yadsıyoruz. Bütün bunlar paranoyak saçmalıklar değilse, safi karikatür. İki gelenek arasındaki ilişkinin bütün gerçek ve girift karmaşıklığını, olsa olsa 1872’de Paris Komünü’nün acı yenilgisiyle zehirlenmiş siyasi atmosferdeki Marx ile Bakunin kavgasının çizdiği bir ideolojik çerçeveye tıkıştırıyor. Açık fikirli, özgürlük sevdalısı anarşist Springer’ın, şu anda önümüzde açık olan düşünsel ve siyasi olasılıkları haczetmeye çalışması tuhaf. (…)

Kentleri tarihsel-coğrafi açıdan inceleyen bir uzaman olarak, Marksistlerin gündelik yaşam politikaları pahasına üretime öncelik vermesinden her zaman rahatsız oldum, hatta bununla mücadele ettim. Sınıfsal ve toplumsal eşitsizliklerin işyerindeki iş bölümleri kadar, konut farklılaşmasının bir ürünü olduğunu, bir “bütün” olarak kentin hem sınıf mücadelesinin hem diğer toplumsal mücadelelerin başta gelen bir alanı olduğunu ve bu mücadelelerin büyük kısmının gündelik yaşam alanında gerçekleştiğini uzun zamandır savunuyorum. Bu tip mücadeleler değerin üretiminden çok değerlendirilmesiyle ilgilidir. 1984 gibi erken bir tarihte “Halkların coğrafyası halka dayanmalı ve halkın vicdanının kaynağına giden derin köklerle gündelik hayatın kumaşına dokunmalıdır” diyordum.

Kent açısından bakıldığında değer üretimi bile yeniden düşünülmelidir. Örneğin, Marx, taşımanın bir değer olduğunda ve artı değer üretme potansiyeline sahip olduğunda ısrar etti. Hızla yükselen lojistik sektörü değer ve artı değer üretimiyle dolu. ABD’de en büyük işverenlerden biri artık General Motors değil McDonalds iken araba üretmenin değer ürettiğini ama hamburger yapmanın üretmediğini nasıl söyleriz? Manhattan’da 86. ve 2. Caddelerin kesişiminde durduğumda sayısız dağıtım arabası, otobüs ve taksi sürücüsü görüyorum; Verizon ve Con Edison işçileri kablo tamiri için sokakları kazıyor; sokağın aşağısında su şebekesi tamir ediliyor; başka işçiler yeni metroyu inşa ediyor; sokağın bir tarafındaki iskeleyi söküp, diğer tarafındakini kuruyor; bu arada kahve dükkanı kahve yapıyor, 24 saat açık lokantadaki işçiler yumurta çırpıp çorba satıyor. Bisikletle evlere Çin yemeği götüren şu çocuk bile değer yaratıyor. Son zamanlarda dikkate değer oranda artan, geleneksel olarak tanımlanan imalat ve tarımdaki işler değil, bu türden işlerdir ve hepsi de değer ve artı değer üretir. Manhattan koca bir değer yaratım adasıdır. Kent yaşamının üretim ve yeniden üretiminde çalışanların sadece yarısı bu türden değer ve artı değer üretiminde çalışsa, geleneksel imalattaki otomasyondan ve tarımın sanayileşmesinden kaynaklanan kayıpları kolaylıkla telafi eder. İş başındaki çağdaş proleterler bunlardır ve Springer ana akım Marksist düşüncenin büyük kısmının bu yeni durumu (ki aslında tamamen yeni de olmadığı ortaya çıkıyor) anlamakta güçlük çektiğinden yakınmakta gayet haklı. Pek çok toplumsal anarşist grubun içinde yerleşmiş olduğu proleter dünya budur. (…)

Gündelik yaşam perspektifleriyle hiçbir sorunum yok ve bu konudaki toplumsal anarşist duruşu alkışlıyorum. Bununla birlikte bir ikazım var: bireysel veya yöresel perspektiften bakıldığında gündelik yaşam sorunları, bir bütün olarak kentin yaşam sorunlarından farklı görünüyor. Kropotkin’den Patrick Geddes’e, Mumford’a ve anarşizmden esinlenen şehir planlamacılarına geçiş işte bu yüzden benim için önemli bir mesele haline geliyor. Şehirdeki kent yaşamını bir bütün olarak nasıl düzenlemeli ki insanların gündelik yaşamı “pis, hayvanca ve kısa” olmasın? Bu, biz radikal coğrafyacıların üzerinde durması gereken bir soru. Toplumsal anarşist geleneğin bu kısmı -aradaki basamakları atlayıp yerel düzeydeki hırslar ve gayetler ile metropol ölçeğinde meseleleri bütünleştirivermesi- açıkça kusurlu olsa da paha biçilmezdir. Çoğu anarşistin, anlaşılan buna Springer dahil, hiyerarşiden esinleniyor göründüğü veya devlet eliyle müzakere etmeyi ya da devlet erkini kullanmayı gerektirdiği için bunu göz ardı etmesinden, hatta elinin tersiyle itmesinden üzüntü duyuyorum. (…)

Eğer anarşizm Springer’ın dediği gibi birincil olarak “yeni örgütlenme biçimleri yaratma arzusuyla her günü yeniden fiilen icat etmekle” ilgiliyse, yüzde yüz destekliyorum. Eğer çalışma, yaşama, yaratma, eylemde bulunma, düşünme ve kültürel etkinlikleri ayırmıyor, bunları tek parça bir yaşam ağı içinde (bütünlüklü olarak) bir arada tutuyor ve o yaşamı yeniden şekillendirmeye çalışıyorsa, buna ben de yüzde yüz katılırım. Gündelik yaşamı farklı (Raymond Williams’ın ifadesiyle) “duygu yapıları” etrafında yeniden şekillendirme arayışı, Springer ve biyopolitikayla uğraşan otonomistler için olduğu kadar, benim için de kritik öneme sahip.

Ama bence sonuçlar bundan da genel. Hepimizin perspektiflerini birleştiren şey, giderek daha anlamsız görünen bir toplumsal dünyada, bulabildiğim en iyi isimle “bir anlam arayışı”dır. Bu, giderek daha da yabancılaştırıcı hale gelen bir dünyada olabildiğince yabancılaşmamış bir yaşam sürmek için gerçek bir girişimde bulunmayı gerektirir. Tanıdığım toplumsal anarşistlere bu girişime duydukları derin kişisel ve düşünsel adanmışlıktan dolayı hayranlık duyuyorum. (…)

Springer isyancı politikaları devrimci politikalara tercih ediyor. Sebebini, devrimciler hiçbir zaman gelmeyen devrim için durmadan planlar yaparak “tarihin bekleme odası”nda sonsuza kadar otururken asilerin “bunu şimdi yapmasına” dayandırıyor. Eh bazen yapar, bazen yapmazlar.

Bağımsız eylemlerle kendiliğinden doğan, “amaçtan yoksun bir araç” olarak görülen ve “birbirimizi özgürleştiremeyiz, ancak kendimizi özgürleştirebiliriz” fikri üzerine temellendirilen sürekli isyanlara ben şahsen güvenmiyorum. İsyan yoluyla bireysel özgürleşme iyi güzel de diğer herkes ne olacak?

Bookchin’in bütün bu konulardaki çizgisini eksik olsa da ilginç buluyorum. Islah edilemez birer baskı ve insan özgürlüğünü yadsıma araçları olarak gördüğü devlete ve hiyerarşilere kararlılıkla karşı durmakla birlikte Bookchin, iktidarı alma zorunluluğu konusunda naif değildi:

Her devrim, hatta temel değişime yönelik her girişim, iktidardaki elitlerin direnciyle karşılaşacaktır. Devrimi savunma çabaları -hem fiziki hem kurumsal ve idari – iktidarın toplanmasını, yani hükümet yaratılmasını gerektirecektir. Anarşistler devletin ilgasını isteyebilir, ama burjuva devletin doludizgin terörle topyekun geri dönmesini önlemek için bir şekilde zor kullanmak zorunlu olacaktır. Zira liberter bir örgütün, devrimci kitlelerin de desteğiyle iktidarı alabilecekken yersiz “devlet” yaratma korkusu yüzünden bundan kaçınması en iyi ihtimalle kafa karışıklığı, en kötü ihtimalle toptan bir cesaret iflasıdır.

(…) Springer’ın “dünün harcanmış fikirler denizinde havanda su dövmek” olarak gördüğü işte bu! Buradaki sorun, Springer’ın mutabakata dayalı yataylığı tek kabul edilebilir örgütlenme biçimi olarak fetişleştirmesidir. Uygun ve etkili çözümlerin incelenmesi önünde duran tek ve dışlayıcı dogma budur. Son yıllarda farklı çizgiden anarşistlerin benimsediği (bazılarını yerli pratiklerden uyarladığı), Graeber’in ifadesiyle, “zengin ve büyüyen bir örgütsel araçlar gösterisi”ne evet diyorum. Olası sol örgütlenme biçimleri repertuarına çok büyük katkıları oldu. Ve elbette demokrasiyi yeniden icat etme kritik amacının temel bir mesele olması gerektiğinde hemfikirim (kim olmaz ki). Ama kanıtlar açıkça gösteriyor ki, bir yandan tutarlı bir anti-kapitalist politika peşinden koşarken bir yandan da demokrasiyi yeniden icat edeceksek, bugün pek çok anarşist ve otonomistin kendini içine hapsettiğinin ötesine geçen örgütlenme biçimlerine ihtiyacımız var. Örneğin, Negri ve tanıdığım birkaç Yunan anarşisti gibi ben de Syriza’yı ve Podemos’u destekliyorum; devrimci oldukları için değil, farklı bir siyaset türüne ve farklı bir toplumsal ilişkiye yer açılmasına yardım ettikleri için. Siyasi gücün harekete geçirilmesi esastır ve devletin bir radikalleşme alanı olabileceği göz ardı edilemez. Otonomist ve anarşist meslektaşlarımın pek çoğundan ayrıldığım noktalar işte bunlar.

Ama bu katıldığımız diğer pek çok anti-kapitalist mücadelede işbirliği yapmamıza ve birbirimize yardım etmemize engel değil. Gerçek fikir ayrılıkları verimli işbirliklerine engel olmamalı. Velhasıl, ulaştığım sonuç şudur: bırakın radikal coğrafya neyse o olsun: radikal coğrafya; bütün “izm”lerden bağımsız, ne daha az, ne daha çok.

İngilizce’den Çeviren Erkan Ünal’ın Cogito dergisinin 84. sayısında yer alan çevirisinden yararlanılmıştır.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (3) : Radikal Coğrafya Tartışması – Simon Springer’in “Radikal Bir Coğrafya Neden Anarşist Olmak Zorundadır?” Makalesine Kişisel Bir Yanıt appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/03/07/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-3-radikal-cografya-tartismasi-simon-springerin-radikal-bir-cografya-neden-anarsist-olmak-zorundadir-makalesine-kisisel-bir-yanit/feed/ 0