sinema – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 04 Feb 2021 10:56:56 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Altın Küre Adayları Belli Oldu https://meydan1.org/2021/02/04/altin-kure-adaylari-belli-oldu/ https://meydan1.org/2021/02/04/altin-kure-adaylari-belli-oldu/#respond Thu, 04 Feb 2021 10:56:54 +0000 https://meydan1.org/?p=69734 Altın Küre için adaylar belli oldu. Sinema dalında “Mank” altı dalda aday olurken, “The Trial of the Chicago 7” beş, “Nomadland”, “Promising Young Woman” ve “The Father” filmleri ise dörder dalda adaylık kazandı. Televizyon dalında adaylık kazanan yapımlardan öne çıkanlar ise “The Crown”, “Schitt’s Creek”, “Ozark” ve “The Undoing”. Sinema ve televizyon dünyasının en prestijli […]

The post Altın Küre Adayları Belli Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Altın Küre için adaylar belli oldu. Sinema dalında “Mank” altı dalda aday olurken, “The Trial of the Chicago 7” beş, “Nomadland”, “Promising Young Woman” ve “The Father” filmleri ise dörder dalda adaylık kazandı. Televizyon dalında adaylık kazanan yapımlardan öne çıkanlar ise “The Crown”, “Schitt’s Creek”, “Ozark” ve “The Undoing”.

Sinema ve televizyon dünyasının en prestijli ödüllerinden olan 78. Altın Küre Ödülleri’nde adaylar açıklandı.

Sinema dalında Orson Welles’in yönettiği Yurttaş Kane’nin (Citizen Kane,1941) senaryo yazarı Herman Mankiewicz’i odağına alan David Fincher imzalı Mank altı dalda Altın Küre’ye aday oldu.

Yine Aaron Sorkin imzalı Şikago Yedilisi’nin Yargılanması (The Trial of the Chicago 7) beş dalda aday olurken, Chloé Zhao’nun Nomadland, Emerald Fennell’in Yetenekli Genç Kadın (Promising Young Woman) ve Florian Zeller’in Baba (The Father) filmleri dörder dalda adaylık kazanan yapımlar oldu.

Televizyon dalında öne çıkan adaylar ise The CrownSchitt’s CreekOzark ve The Undoing dizileri oldu.

Geçtiğimiz yıl tek bir kadın yönetmenin aday olmadığı ödüllere bu yıl; Chloé Zhao, Regina King ve Emerald Fennell filmleriyle aday oldular.

Ödüller 28 Şubat’taki ödül töreninde açıklanacak.

Törenin Covid-19 pandemisi dolaysıyla online mi yoksa salonda mı yapılacağı konusunda ise henüz bir açıklama yapılmadı.

Adaylar

Altın Küre adaylarının listesi şöyle:

Sinema

En İyi Film (Drama)

  • The Father
  • Mank
  • Nomadland
  • Promising Young Woman
  • The Trial of the Chicago 7

En İyi Film (Komedi ya da Müzikal)

  • Borat Subsquent Moviefilm
  • Hamilton
  • Music
  • Palm Springs
  • The Prom

En İyi Erkek Oyuncu (Drama)

  • Riz Ahmed (Sound of Metal)
  • Chadwick Boseman (Ma Rainey’s Black Bottom)
  • Anthony Hopkins (The Father)
  • Gary Oldman (Mank)
  • Tahar Rahim (The Mauritanian)

En İyi Kadın Oyuncu (Drama)

  • Viola Davis (Ma Rainey’s Black Bottom)
  • Andra Day (The United States vs Billie)
  • Frances McDormand (Nomadland)
  • Carey Mulligan (Promising Young Woman)
  • Vanessa Kirby (Pieces of a Woman)

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi-Müzikal)

  • Sacha Boran Cohen (Borat Subsequent Moviefilm)
  • James Corden (The Prom)
  • Lin-Manuel Miranda (Hamilton)
  • Dev Patel (The Personal History of David Copperfield)
  • Andy Samberg (Palm Springs)

En İyi Kadın Oyuncu (Komedi-Müzikal)

  • Maria Bakalova (Borat Subsequent Moviefilm)
  • Kate Hudson (Music)
  • Michelle Pfeiffer (French Exit)
  • Rosamund Pike (I Care A Lot)
  • Anya Taylor (Joy Emma)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

  • Sacha Baron Cohen (The Trial of the Chicago 7)
  • Daniel Kaluuya (Judas and the Black Messiah)
  • Jared Leto (The Little Things
  • Bill Murray (On the Rocks)
  • Leslie Odom Jr. (One Night in Miami)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

  • Glenn Close (Hillbilly Elegy)
  • Olivia Colman (The Father)
  • Jodie Foster (The Mauritanian)
  • Amanda Seyfried (Mank)
  • Helena Zengel (News of the World)

En İyi Yönetmen

  • Emerald Fennell (Promising Young Woman)
  • David Fincher (Mank)
  • Regina King (One Night in Miami)
  • Aaron Sorkin (The Trial of the Chicago 7)
  • Chloé Zhao (Nomadland)

En İyi Senaryo

  • Promising Young Woman
  • Mank
  • The Trial of the Chicago 7
  • The Father
  • Nomadland

En İyi Müzik

  • The Midnight Sky
  • Tenet
  • News of the World
  • Mank
  • Soul

En İyi Orijinal Şarkı

  • Fight for You (Judas and the Black Messiah)
  • Hear My Voice (The Trial of the Chicago 7)
  • Io Si (The Life Ahead)
  • Speak Now (One Night in Miami)
  • Tigress & Tweed (The United States vs. Billie Holliday)

En İyi Animasyon Film

  • The Croods: A New Age
  • Onward
  • Over the Moon
  • Soul
  • Wolfwalkers

Yabancı Dilde En İyi Film

  • Another Round (Danimarka);
  • La Llorona (Guatemala)
  • The Life Ahead (İtalya)
  • Minari (ABD)
  • Two of Us (Fransa)

Televizyon

En İyi Dizi (Drama) 

  • The Crown
  • The Mandalorian
  • Ozark
  • Lovecraft Country
  • Ratched

En İyi Kadın Oyuncu (Drama)

  • Olivia Colman (The Crown)
  • Jodie Comer (Killing Eve)
  • Emma Corrin (The Crown)
  • Laura Linney (Ozark)
  • Sarah Paulson (Ratched)

En İyi Erkek Oyuncu (Drama) 

  • Jason Bateman (Ozark)
  • Josh O’Connor (The Crown)
  • Bob Odenkirk (Better Call Saul)
  • Matthew Rhys (Perry Mason)
  • Al Pacino (Hunters)

En İyi Dizi (Komedi-Müzikal)

  • Emily in Paris
  • Ted Lasso
  • The Flight Attendant
  • Schitt’s Creek
  • The Great

En İyi Kadın Oyuncu (Komedi-Müzikal)

  • Lily Collins (Emily in Paris)
  • Kaley Cuoco (The Flight Attendant)
  • Elle Fanning (The Great)
  • Catherine O’Hara (Schitt’s Creek)
  • Jane Levy (Zoey’s Extraordinary Playlist)

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi-Müzikal)

  • Don Cheadle (Black Monday)
  • Nicholas Hault (The Great)
  • Eugene Levy (Schitt’s Creek)
  • Jason Sudeikis (Ted Lasso)
  • Ramy Youssef (Ramy)

En İyi Mini Dizi/Film

  • Normal People
  • The Queen’s Gambit
  • The Undoing
  • Small Axe
  • Unorthodox

En İyi Kadın Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi)

  • Anya Taylor-Joy (The Queen’s Gambit)
  • Shira Haas (Unorthodox)
  • Nicole Kidman (The Undoing)
  • Cate Blanchett (Mrs. America)
  • Daisy Edgar-Jones (Normal People)

En İyi Erkek Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi)

  • Bryan Cranston (Your Honor)
  • Jeff Daniels (The Comey Rule)
  • Ethan Hawke (The Good Lord Bird)
  • Hugh Grant (The Undoing)
  • Mark Ruffalo (I Know This Much Is True)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Dizi, Mini Dizi, TV Filmi)

  • Gillian Anderson (The Crown)
  • Helene Bonham Carter (The Crown)
  • Julia Garner (Ozark)
  • Annie Murphy (Schitt’s Creek)
  • Cynthia Nixon (Ratched)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Dizi, Mini Dizi, TV Filmi)

  • John Boyega (Small Axe)
  • Brendan Gleeson (The Comey Rule)
  • Dan Levy (Schitt’s Creek)
  • Jim Parsons (Hollywood)
  • Donald Sutherland (The Undoing)

The post Altın Küre Adayları Belli Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/02/04/altin-kure-adaylari-belli-oldu/feed/ 0
‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ Filminin Yönetmeni Tunç Başaran Hayatını Kaybetti https://meydan1.org/2019/12/18/ucurtmayi-vurmasinlar-filminin-yonetmeni-tunc-basaran-hayatini-kaybetti/ https://meydan1.org/2019/12/18/ucurtmayi-vurmasinlar-filminin-yonetmeni-tunc-basaran-hayatini-kaybetti/#respond Wed, 18 Dec 2019 09:08:59 +0000 https://meydan.org/?p=52408 ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’, ‘Piano Piano Bacaksız’, ‘Abuzer Kadayıf’ ve ‘Uzun İnce Bir Yol’ gibi pek çok başarılı filme imza atan yönetmen Tunç Başaran bir süredir tedavi gördüğü hastanede bu sabah yaşamını yitirdi. Bir süredir yumuşak doku tümörü tedavisi gören ve solunum yetmezliği bulunan Başaran, 81 yaşındaydı. 1 Ekim 1938 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Tunç Başaran, sinemaya […]

The post ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ Filminin Yönetmeni Tunç Başaran Hayatını Kaybetti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

‘Uçurtmayı Vurmasınlar’, ‘Piano Piano Bacaksız’, ‘Abuzer Kadayıf’ ve ‘Uzun İnce Bir Yol’ gibi pek çok başarılı filme imza atan yönetmen Tunç Başaran bir süredir tedavi gördüğü hastanede bu sabah yaşamını yitirdi.

Bir süredir yumuşak doku tümörü tedavisi gören ve solunum yetmezliği bulunan Başaran, 81 yaşındaydı.

1 Ekim 1938 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Tunç Başaran, sinemaya çocukken başlamıştır.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken yönetmen Memduh Ün’le tanışan ve Ün’ün yanında çalışarak sinemaya atılan Başaran; Lütfi Akad, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Ertem Göreç gibi ünlü yönetmenlerin yanında da asistanlık yapar.

Başaran’ın ilk filmi 1964 yılında çektiği Hayat Kavgası’dır.

The post ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ Filminin Yönetmeni Tunç Başaran Hayatını Kaybetti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/12/18/ucurtmayi-vurmasinlar-filminin-yonetmeni-tunc-basaran-hayatini-kaybetti/feed/ 0
Dayanışmayla Güçlenmek: Roma-Meltem Çuhadar https://meydan1.org/2019/03/04/dayanismayla-guclenmek-roma-meltem-cuhadar/ https://meydan1.org/2019/03/04/dayanismayla-guclenmek-roma-meltem-cuhadar/#respond Mon, 04 Mar 2019 11:15:44 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/dayanismayla-guclenmek-roma-meltem-cuhadar/ “Sonunda, insan muamelesi gördüğü bir yer bulmuştu. Birkaç gün içinde, ayrıldı. Hoşuna gitmeye başlamıştı.” Uluslararası Hizmetçiler Günü vesilesiyle 2012 yılında yazdığı bu şiirinde Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın fakir, siyah, yerli yani bütün ezilen kimliklerini sırtlarında taşıyan hizmetçi kadınları için oynatmıştı kalemini. Ondan altı yıl sonra üçüncü dünyada ekonomik olarak ezilenin de ezileni sınıflarına mensup; ten […]

The post Dayanışmayla Güçlenmek: Roma-Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Sonunda,
insan muamelesi gördüğü bir yer bulmuştu.
Birkaç gün içinde, ayrıldı.
Hoşuna gitmeye başlamıştı.”

Uluslararası Hizmetçiler Günü vesilesiyle 2012 yılında yazdığı bu şiirinde Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın fakir, siyah, yerli yani bütün ezilen kimliklerini sırtlarında taşıyan hizmetçi kadınları için oynatmıştı kalemini. Ondan altı yıl sonra üçüncü dünyada ekonomik olarak ezilenin de ezileni sınıflarına mensup; ten rengi farklı diye, konuştuğu dil farklı diye sürekli yok sayılan; nefret edilen ve böylece sömürülen milyonları, başka birinin de dikkatini çekti. Sadece Meksika’daki 18 milyonun hikayesi, Alfonso Cuaron’un perdesine yansıdı geçtiğimiz yılın son çeyreğinde.

Gravity (Yerçekimi), Harry Potter Serisi (Harry Potter ve Azkaban Tutsağı) gibi popüler yapımların yönetmeni Alfonso Cuaron’un Latin Amerika meselesini gündem ettiği ilk filmi değil Roma. Daha öncesinde “Y tu mamá también” (Anneni de) adlı 2001 yapımı filminin de arka planını oluşturan Meksika’daki sosyo-politik atmosfer, bir anlamda zamanında En İyi Yönetmen Akademi Ödülü’nü kazanan ilk Latin Amerikalı olarak tarihe geçen yönetmenin içinden çıktığı toplumun gerçekliklerine ilişkin de bir vefa borcu olarak okunabilir.

Roma, şimdiye kadar çektiği filmlerdeki mesaj verme kaygılarının yanı sıra, yönetmen için bir hayli kişisel bir nitelikte olmasıyla öne çıkıyor. Çocukluk yıllarında deneyimlediği yaşam, ilişkilendiği insanlar, istekleri ve heyecanları Roma’yı bir hayli kişisel bir anlatım yapıyor. Filmin ilk sahnelerinde astronot kıyafetleriyle oyun oynayan Pepe, bu göndermelerin doğrudan cisimleştiği ilk örneklerden biri. Çocukluğundan beri astronot ya da sinemacı olmak isteyen Cuaron’un, ilk gençlik yıllarına gönderdiği ilk selam.. Roma, kişisel olmasına kişisel, ancak 1970’li yıllar Meksikası da bir hayli politik bir atmosfere sahip olduğundan olsa gerek, yönetmenin bu filmi ister istemez politik yorumlar yapmaya müsait bir düzleme geçiyor.

Dayanışmayla Güçlenen İki Kadın: Cleo ve Sofia

Filmde hikayesini izlediğimiz iki kadın Cleo ve Sofia farklı toplumsal sınıflardan, farklı hayat deneyimlerinden kopmuş ancak kadın olmanın onları bir araya getirdiği benzerliklerle hikayeleri ortaklaşan iki ayrı insan. Cleo, Sofia ve eşi Antonio’nun evinde hizmetçilik yaparak hayatını kazanıyor. Yoksul bir ailede büyümüş, yaşamak istediği yaşantıya bir türlü ulaşamamış bir ezilen. Sofia ise dört çocuğuna bakan Cleo’nun yanı başında içinde bulunduğu adaletsizliğin farkında olan, ancak durumu kabullenmiş bir karakteri simgeliyor. Cleo’yla kurduğu ilişki ve ortaklaştıkları deneyimler, onları birbirlerine daha çok yaklaştırarak Sofia’nın farkındalığının artmasına olanak sağlıyor.

Film üzerine yapılan yorumlar, bu durumun söz konusu adaletsizliğin farkındalığını oluşturmak amacıyla yoğunluklu bir şekilde üzerinde durulduğu noktasında hemfikir. Sofia’nın farkındalık edinme süreci, filmde göze parmak bir şekilde sunuluyor. Cleo’nun hamile olduğunu öğrenen Sofia, onun kaç yaşında olduğunu soruyor. Birlikte yaşadığı insanın yaşını dahi bilmeyen Sofia’nın ev içi ilişkilerindeki pozisyonunu farketmesi, filmin üzerine kurulduğu yapının önemli bir parçası. Anlatımın bu şekilde olması, Cuaron için bilinçli bir tercih.

Sonrasında başka birine aşık olan eşi tarafından terk edilen Sofia’nın dönüşüm süreci hızlanıyor. Cleo’nun hamile kaldığı sevgilisi tarafından, Sofia’nın ise evli olduğu eşi tarafından uğradığı ihanet, iki kadının hayatını birlikte yeniden kurmalarına yol açan, onların sonraki hayatlarını değiştiren temel dönüştürücü güç haline geliyor. Yönetmenin bu yöntemle kadın dayanışmasını, farklı alanlardaki ezen-ezilen olma durumunu çözen bir formül olarak gösterme çabasının olduğu çıkarımı yapılabilir. Kimseye ihtiyaç duymayan iki kadının birbirleriyle omuz omuza hayatı yeniden kurabilmelerinin tarafını tutan bir anlatım, zamanla onların yaşadığı dışsal sorunları çözmeye çalışan da bir ayraç oluyor. Gelelim filmin anlattığı bu özel hikayeyi üzerine kurduğu toplumsal sorunlara…

Meksika’da Devlet, Faşizm ve Şiddet Sarmalında Kadın Olmak

Filmde şiddet vurgusunun somutlaştığı sahneler mevcut. Bu sahnelerin birbiri ardına veriliyor olması, Meksika toplumunun o dönemde şiddetle iç içe olan kültürünü yansıtıyor. Orta yaşlı, zengin aileler ellerinde silahlarla ormana atış talimi yapmaya giderken genç ve yoksul erkekler militer bir düzende bir araya gelmiş çetelerle, spor adı altında ellerinde uzun sopalarla dövüş eğitimi alıyor.

Cleo birlikte olduğu erkek Fermin’le son kez konuşmaya gittiğinde bir sahneyle karşılaşıyoruz. Gerçekleşecek saldırılara hazırlanan yüzlerce kişiyi eğiten dövüş eğitmeni, gözleri kapalı halde yapılan bir duruşun talimini yaptırıyor. İçleri nefretle, öfkeyle dolmuş erkeklerin hepsi bu sakin hareketi yapmakta çuvallarken ortamda tek yapabilenin Cleo olduğunu görüyoruz. Bu sahne bize Cleo’nun aslında kendisi üzerinde kurulmaya çalışılan baskılara inat nasıl ayakta kaldığını, güçlü bir karakter olduğunu hissettiriyor.

1968’in Gerçekliğiyle 1971’e Bakmak

1968’de gençlik hareketlerinin dünyayı sarıp sarmaladığı, mücadeleyi farklı bir eksene çekmeye başladığı günlerde dünya muhalefetinin geçirdiği dönüşüm Meksika’daki toplumsal muhalefeti de etkiliyor. Meksika’da da başlayan bu isyan dalgası yolsuzluk olayları, değiştirilen eğitim programı vb. konulara ilişkin yükselen tepkiyle devlet şiddetinin muhatabı haline geliyor. 2 Ekim 1968’de başkent Plaza de las Tres Culturas’da gerçekleşen mitingde, onbinlerce kişi devlet şiddetine karşı bir araya geliyor. Dönemin Dirty War (Kirli Savaş) olarak adlandırılan kavramıyla açıklanan devlet politikasının bir parçası olan bu katliamda yüzlerce genç keskin nişancıların açtığı ateş sonucu katlediliyor.

Aradan çok geçmeden, 3 yıl sonrasında devlet şiddetini artarak sürdürüyor. Birkaç sene önce bu savaşı kendi güçlerini kullanarak açığa çıkaran devlet, 1971’te filmde de gösterilen, Fermin’in üyesi olduğu Los Falcones adlı grubun gerçekleştirdiği Corpus Christi Katliamı’yla devam ediyor. 10 Haziran 1971 tarihli bu faşist saldırıda -devlet kayıtlarda dört kişi gösterse de- yüzlerce öğrenci yaşamını yitiriyor. Meksika tarihi için bir dönüm noktası olan bu olaylar, insan hakları eylemcisi Sergio Aguayo’nun yorumuyla “gençler için silahlı mücadeleden başka çarenin kalmadığı” bir boyuta geçiyor. O güne kadar “demokratik” yollarda ısrarcı olan Meksika toplumsal muhalefeti katliamlarla ehlileştirilmeye çalışılmasının ardından, deneyimlediği acılar ölçeğinde, devlete karşı bir refleks geliştirmeye başlıyor. Cuaron için vefa borcu olan kısım biraz da burası. Meksika’da doğan, büyüyen ve sinemacı olarak Hollywood’a filmler yapan bir yönetmenin sorumluluğunu yerine getirmekten öte bir şey değil yaptığı.

Alfonso Cuaron’un iki kadından yola çıkarak devlet şiddetini, ezen ezilen ilişkisini gözler önüne seren bu filmi, sinemadaki yaygın bir alışkanlıktan dolayı akla başka soruları da getiriyor. Sinemada, gençlik yıllarında etrafında olup biten toplumsal olaylara ilişkin göndermeli filmler çekmek yaygın bir alışkanlık. Roma filmi, coğrafyamızda da son günlerde gündem olan bazı yönetmenlerin devlet ağzıyla benzeri örnekler verdiği düşünüldüğünde, politika/kültür-sanat arasındaki ilişkiye farklı bir alternatif sunuyor. 8 Mart için hazırladığımız bu sayımızda Roma, kadın dayanışmasının; erkek iktidarın hem evde hem de sokaktaki yansımalarına karşı nasıl mücadele ettiğini göstermesi için güzel bir araç olabilir.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Dayanışmayla Güçlenmek: Roma-Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/dayanismayla-guclenmek-roma-meltem-cuhadar/feed/ 0
Bechdel’in Ölçüsündeki Cinsiyetçilik- Gizem Şahin https://meydan1.org/2019/03/04/bechdelin-olcusundeki-cinsiyetcilik-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2019/03/04/bechdelin-olcusundeki-cinsiyetcilik-gizem-sahin/#respond Mon, 04 Mar 2019 11:11:35 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/bechdelin-olcusundeki-cinsiyetcilik-gizem-sahin/ Bechdel, sinemada cinsiyetçiliği ölçmek için uygulanan bir test. Ama filmler bu testi geçse de geçmese de sonuç aynı. Oscar olarak bilinen Akademi Ödülleri, 24 Şubat’ta Los Angeles’ta düzenlenen bir törenle verildi. Bu yıl 91. kez verildi bu ödül, hemen hemen her yıl tartışmaları da beraberinde getirdi. Çoğu zaman ayrımcılığın ve cinsiyetçiliğin ödüllendirildiği seçimler oldu. Bugüne […]

The post Bechdel’in Ölçüsündeki Cinsiyetçilik- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bechdel, sinemada cinsiyetçiliği ölçmek için uygulanan bir test. Ama filmler bu testi geçse de geçmese de sonuç aynı.

Oscar olarak bilinen Akademi Ödülleri, 24 Şubat’ta Los Angeles’ta düzenlenen bir törenle verildi. Bu yıl 91. kez verildi bu ödül, hemen hemen her yıl tartışmaları da beraberinde getirdi. Çoğu zaman ayrımcılığın ve cinsiyetçiliğin ödüllendirildiği seçimler oldu.

Bugüne dek Oscar alan filmlerin yarısından fazlası, filmlerde cinsiyet eşitsizliğini ölçmek için başvurulan bir test olan Bechdel Testi’ne göre sınıfta kalmış durumda.

Bechdel Testi, ismini, Alison Bechdel’in çizdiği ve 1985 yılında yayımlanan bir karikatürden alıyor. Karikatürde iki kadın sinemaya gitmeyi düşünüyor ama kadınlardan biri olan Mo Tesla karakteri, film seçimini yaparken 3 kurala uygun olmasına dikkat ettiğini söylüyor. Bu kurallar, karikatürde “filmde en az iki kadının olması, bu kadınların birbirleriyle konuşuyor olması ve bu konuşmanın erkekler hakkında değil başka herhangi bir konuda olması gerektiği” olarak anlatılıyor.

İşte sonradan Bechdel Testi ya da Mo Kanunu olarak isimlendirilecek olan testin kriterleri de buradan doğuyor. Yalnız ilk kural, filmdeki kadınların isimlerini bilmemiz de gerektiği şeklinde güncelleniyor ve öyle uygulanıyor.

Kadınları Erkekler Üzerinden Var Eden Filmler

Filmlerdeki kadınların durumuna ve konuşmalarına dayanarak cinsiyet eşitsizliği ile ilgili bir değerlendirme yapılıyor. Kadının aktif bir özne mi, yoksa erkekler üzerinden var olan bir nesne mi olduğu sorusuna cevap aranıyor.

Elbette yalnızca Oscar alan filmlere değil diğer filmlere de bu test uygulanıyor. Walter Hickey, 1970 ile 2013 yılları arasında çekilen ve gösterime giren 1794 filme bu testi uyguluyor ve sonuç tahmin edileceği gibi olumsuz, büyük çoğunluk bu testi geçemiyor. Beklendiği üzere Rocky, Braveheart ya da Gladiatör gibi filmlerin yanı sıra Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter da bu testi geçemeyenler arasında.

Değişik bir örnek olarak, bir korku-bilimkurgu filmi olan Alien (Yaratık) filmi Bechdel testini geçmişe benziyor. En azından filmde kahramanlardan Ripley ve Lambert yaratıklar üzerine bir konuşma yapıyorlar ve bu özellik ile testin 3 kriteri de “başarıyla” tamamlanıyor. Tabii yaratıkların erkek ya da kadın olduklarını görmezden gelerek!

Ama uzay üzerine bir başka bilim kurgu olan Star Wars (Yıldız Savaşları) filminde ise adları olan üç kadın karakter (Prenses Leia Organa, Beru ve Mon Mothma) olmasına rağmen film serisinin hiçbir bölümünde bu kadınlar kendi aralarında bir konuşma gerçekleştirmiyorlar.

Kadınlar Konuşabilseydi Savaşlar Dururdu

Benzer biçimde Yüzüklerin Efendisi filminde Arwen, Eowyn ve Galadriel isimli kadın karakterler, filmin toplam 10 saati aşan serisinde hiç birbirleriyle konuşma imkanı bulamıyorlar! Kadınların, Orta Dünya’da bir yüzük yüzünden başlayan savaşları durdurmak için bir kez olsun bir araya gelmemeleri çok anormal değil mi? Bu durum da, filmin testi geçememesinin yanı sıra senaristin ve yönetmenin de cinsiyetçilik testinden geçemediğini göstermeye yetiyor.

Avatar filminde de iki kadının birbiriyle sohbet ettiği tek sahne Neytiri ile annesinin konuştuğu sahne. Ama bu sohbet Jack üzerine olduğundan Avatar da bu testi geçmeyi başaramıyor.

Bu test sonuçları, örneğin İsveç’te, film eleştirmenlerinin film değerlendirmelerinin de vazgeçilmezi haline geliyor. Gene bu testler televizyon dizilerine de uygulanabildiğinden İsveç televizyonlarında Bechdel Testi kuşağı var ve belirli saat dilimlerinde yalnızca bu testi geçmiş film ya da dizilere yer veriliyor.

Genellikle kadın öyküleri çeken Sofia Coppola, ki kendisi Lost in Translation (Bir Konuşabilse) filmiyle En İyi Özgün Senaryo Oscar’ı da almış bir yönetmendir, İsveç’e kadar yayılan bu testi duymadığını söylüyor bir röportajında. Coppola, yönettiği The Beguiled (Kadın Affetmez) filmi her ne kadar Clint Eastwood’un 1971 yılında çektiği filmin kadın bakışından bir uyarlaması olarak takdir toplamışsa ve her ne kadar Coppola’nın hiç duymadığını söylediği Bechdel’den geçer not almış olsa da, öykünün orijinalinde ve filmin daha önceki versiyonunda yer alan siyah hizmetçi karakterine yer vermediğinden ırkçılık eleştirilerine maruz kalmıştı. Yani, bu film örneğinde olduğu gibi kadına bolca yer verilse, testi başarıyla geçmiş olsa da, hatta o filmi bir kadın çekse de, burada sistemin algısıyla hareket edilip edilmediği belirleyici oluyor.

Gerçekten de, 2008 yılında ilk Oscar alan kadın yönetmen Kathryn Bigelow, The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) filmiyle Bechdel Testi’ni geçemediği gibi, Irak’ı işgal eden ABD’nin politikalarına uygun bir öykü ve kahraman askerler ile sistemin erkek bakışından başka bir yerde durmadığını göstermiş oldu.

1929’dan bu yana verilen Oscar’ın kime gideceğini belirleyen Akademi Jürisi, sinema sektöründe bugüne dek pek çok başarılı işler çıkarmış kadınları hep yok saydı, görmezden geldi. Aslında benzer bir test bu jüriye ve hatta sektörde çalışanlara uygulansa, çıkacak sonuç hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Elbette yalnızca Oscar değil diğer büyük festivallerde de, ödüller almış pek çok film bu testi geçemiyor. Ama işin ilginç kısmı, alternatif ya da bağımsız olarak nitelenen filmlerin çoğunda da benzer durum yaşanıyor. Bu ayrımcılığı yalnızca film endüstrisine endeksli okumak da yanıltıcı. Yani ayrımcılık ince ince her yere yayılmış, herkese sızmış durumda. Bu kadar çok tekrarlanan bu durumu kabullenmek oldukça kolaylaşıyor.

Kadınlar Filmlerde de Yaşamda da Yok Sayılıyor

Oysa Virginia Wolf’un “kadınların olmadığı, yok sayıldığı bir edebiyat ne kadar da kuru olurdu, ne Hamlet Hamlet olurdu, ne de Sheakspeare Sheakspeare” sözündeki gibi, bu durum böyle sürecek olursa filmler film olmaktan çıkacaklar; çünkü kadınların olmadığı, konuşmadığı, düşüncelerini ve duygularını paylaşmadığı hikayeler ne kadar da kuru!

Son yıllarda tacize uğrayan ya da katledilen kadınların sayısındaki artışla, televizyonlarla evlerimize, mobil cihazlarla hayatımızın her anına giren film ve dizilerdeki kadın temsilleri arasında belli bir ilişki var elbette. Filmlerde kadınlar sürekli olarak konuşmayan, repliği olmayan, arkadaşı olmayan ve hatta adı dahi olmayan karakterler olarak resmedildikçe gerçek yaşamdaki kadınların da adı siliniyor, görünmezleşiyor. Duygusuz, düşüncesiz nesnelere dönüştürülen kadın imgesi, ona yapılan saldırıların da bir gerekçesi ya da mazereti oluyor.

Bu test, filmlerdeki cinsiyet eşitsizliği meselesini çözmeye yetmiyor. Ama bu konunun en azından tartışılmaya açılmasının önemli olduğu düşüncesi de mevcut. Tabi yalnızca bu testin sonuçlarına bakarak filmleri ya da dizileri değerlendirmek bizi çoğu zaman yanlış yargılara da ulaştırabiliyor. Örneğin Disney yapımı ve kadınların hep prenses olduğu, buram buram cinsiyetçilik fışkıran filmler bu testi rahatlıkla geçiyor! Bu da aklımıza, acaba bu testi Disney destekliyor mu sorusunu getiriyor. Kim bilir!

 

 

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Bechdel’in Ölçüsündeki Cinsiyetçilik- Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/bechdelin-olcusundeki-cinsiyetcilik-gizem-sahin/feed/ 0
Felsefe, Edebiyat, Kahve, Müzik, Sinema, Gazoz: ALTERNATiF’i Düşünmek, Eylemek https://meydan1.org/2018/04/28/felsefe-edebiyat-kahve-muzik-sinema-gazoz-alternatifi-dusunmek-eylemek/ https://meydan1.org/2018/04/28/felsefe-edebiyat-kahve-muzik-sinema-gazoz-alternatifi-dusunmek-eylemek/#respond Sat, 28 Apr 2018 09:25:44 +0000 https://test.meydan.org/2018/04/28/felsefe-edebiyat-kahve-muzik-sinema-gazoz-alternatifi-dusunmek-eylemek/     Kartal’da yeni bir mekan açılmış bazı ihtiyaçları karşılamak için. İlk etkinliğini Mart ayında gerçekleştiren bu mekan, dayanışmanın içimizi ısıttığı, bilginin paylaşarak çoğaldığı bir dünyayı ütopya listelerinden çıkartan gönüllülerin işlettiği, patronsuz ve sisteme Alternatif bir mekan olarak yerini yavaş yavaş edinmekte. İhtiyaçlardan bahsetmiştik, bunlar bencillik kültürünün öbek öbek önümüze serildiği şu zamanlarda özgürce düşünüp […]

The post Felsefe, Edebiyat, Kahve, Müzik, Sinema, Gazoz: ALTERNATiF’i Düşünmek, Eylemek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

 

Kartal’da yeni bir mekan açılmış bazı ihtiyaçları karşılamak için. İlk etkinliğini Mart ayında gerçekleştiren bu mekan, dayanışmanın içimizi ısıttığı, bilginin paylaşarak çoğaldığı bir dünyayı ütopya listelerinden çıkartan gönüllülerin işlettiği, patronsuz ve sisteme Alternatif bir mekan olarak yerini yavaş yavaş edinmekte.

İhtiyaçlardan bahsetmiştik, bunlar bencillik kültürünün öbek öbek önümüze serildiği şu zamanlarda özgürce düşünüp bu düşüncelerimizi paylaşabildiğimiz bir alana olan ihtiyaç.

Düşünceye önem veren insanların buluştuğu bir mekan olan Alternatif, farklı ya da aynı düşünmüş insanların yazdığı eserlerin bulunduğu mütevazı bir kitaplığa da sahip. Amacına uygun bir şekilde “Düşünce Kitaplığı” ismini alan bu kitaplık, içerisinde Tolstoy’dan Derrida’ya düşünce alanının farklı dallarından insanların kitaplarını barındırıyor.

Alternatif gönüllüleri, yakın zamanda düşüncelerin senaryolarda ve kurgularda cisim bulduğu filmlere dair gösterimler ve etkinlikler de düzenleme aşamasında olduklarını söylüyorlar.

Saatlerce süren didaktik ilişkidense herkesin katılım sağladığı ve söz sahibi olduğu aktarımlar, özgür bilgi paylaşımına kapı aralıyor. Düşünce Kitaplığı’nda bulunan bir romanın ya da gösterimlerde izlenilen bir filmin ana ve hatta kıyıda köşede kalmış yan kahramanlarının da farklı perspektiflerle aktarıldığı sunumlar, düşünülen üzerine daha fazla düşünülmesini sağlıyor. Sadece Tyler Durden mıydı Fight Club’ı Fight Club yapan, yoksa testis kanseri olan anaç Bob muydu Fight Club’ın gerçek ruhu? Alternatif’te, alternatifin de alternatifi konuşuluyor.

Düşünmek, her zaman okuyarak ya da sayfalar arasında vakit geçirerek yapılması gereken bir eylem değil. Hep beraber karar kıldığımız oyunları oynamak da bizleri aynı düşüncede buluşturabilir; özgürlük…

Çocuk, Oyun, Sokak konulu fotoğraf sergisiyle her yaştan ve her halktan çocuğun özgürce oynayabildiği anları duvarlarına işliyor ve aynı özgürlüğün yansıtıldığı filmleri gösteriyor Alternatif.

Sadece “büyük”lerin düşünme alanı olmak istemeyen Alternatif, kapılarını ve masalarını çocuklara da açmış ve daha şimdiden onlar için pek çok etkinlik yaptı bile.

“Şimdiki Çocuklar” adını verdikleri etkinliklerle oyunun ve eğlencenin sadece “küçük” işi olmadığını göstermek için “Uçurtma Şenliği” nde “büyük”leri küçüklerle beraber oynatıyor Alternatif. Tam tersinin de olabileceğini göstermek için ise, gerçekleştirdiği “Çocuklar İçin Film Atölyesi”nde “küçük”lerin büyük işlerinde büyüklerden de yaratıcı olabileceğini gösteriyor.

Edebiyat ve film karakterlerinin yanı sıra sistemin alternatifi olabilecek modelleri de düşünen Alternatif, geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiği bir aktarımla, Alternatif eğitim üzerine düşündürdü. Eylem Korkmaz’ın gerçekleştirdiği aktarımda eğitimin ne olduğu sorgulandı ve sistemin dayattığının dışında ne gibi metotların uygulandığı ve uygulanabileceği tartışıldı.

Alternatif’in düşünce üretilen masaları, edebiyat, felsefe, psikoloji, arkeoloji… çalışmalarının yanı sıra isteyenler için bir şeyler yiyip içebilecekleri bir işleve de sahip. Bunun için de mekanda küçük bir kafe mevcut.

Kartal Alternatif’i sadece bir kafe ya da kültür merkezi olarak tanımlamak yetersiz kalır. Bilginin özgürce geliştiği, genciyle yaşlısıyla ortak üretimin ve paylaşımın gerçekleşebildiği bir “mekan” orası. Kartal Alternatif, her geçen gün dayanışmayla örülen ağını özgür düşünceye aç olan herkese uzatmaya hazır.

Kartal Alternatif’e Ulaşmak İçin: 

 

Akdeniz Caddesi No: 12/A Atalar/Kartal 0551 130 31 31 fb/krtlalternatif twitter/krtlalternatif instagram/kartalalternatif

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.

The post Felsefe, Edebiyat, Kahve, Müzik, Sinema, Gazoz: ALTERNATiF’i Düşünmek, Eylemek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/04/28/felsefe-edebiyat-kahve-muzik-sinema-gazoz-alternatifi-dusunmek-eylemek/feed/ 0
Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/#respond Mon, 12 Feb 2018 22:38:30 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/ Yunan mitolojisinde Truva savaşını başlatan; bütün kötülüklerin, acının ve gözyaşının sebebi güzeller güzeli Helen’dir. Agamemnon’un kardeşi Menelaos, Helen’le evlenmiştir evlenmesine, ancak Helen Truva Kralı’nın oğlu Paris’e aşıktır. Paris, evliliğin şerefine verilen bir davette Helen’i kaçırır. Yorgos Lanthimos’un iki yıllık bir aradan sonra vizyona giren yeni filmine zemin oluşturan Agamemnon efsanesi işte böyle başlamıştır. Menelaos kardeşinden […]

The post Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yunan mitolojisinde Truva savaşını başlatan; bütün kötülüklerin, acının ve gözyaşının sebebi güzeller güzeli Helen’dir. Agamemnon’un kardeşi Menelaos, Helen’le evlenmiştir evlenmesine, ancak Helen Truva Kralı’nın oğlu Paris’e aşıktır. Paris, evliliğin şerefine verilen bir davette Helen’i kaçırır. Yorgos Lanthimos’un iki yıllık bir aradan sonra vizyona giren yeni filmine zemin oluşturan Agamemnon efsanesi işte böyle başlamıştır. Menelaos kardeşinden yardım ister, böylece Spartalılar Helen’i geri almak üzere yola çıkarlar, ancak bu sefer de Artemis’in lanetiyle karşı karşıya kalacaklardır.

Yorgos Lanthimos; olsa olsa bir bilimkurgu filmindeki robotlara yakıştıracağınız diyalogları, seyir boyunca tepede tuttuğu gerilimi ve gerçek dünyanın gerçek insanlarının yaşadığı akıl almaz senaryolarıyla sinema tarihine adını çoktan yazdırdı. 2009 yılında çektiği Kynodontas (Köpekdişi) ile adından söz ettirmeye başlayan, ardından Alpeis (Alpler), The Lobster (Istakoz) ve şimdi de The Killling of a Sacred Deer’le (Kutsal Geyiğin Ölümü) sinemadaki rahatsız edicilik sınırlarını zorlayan yönetmenin son filmi birçok farklı yorumcudan birbirine neredeyse taban tabana zıt tepkilerle karşılaştı.

Beğenmeyenin yerden yere vurduğu, beğenenlerin ise anlata anlata bitiremediği filmin bu kadar konuşulmasına sebep olan bir şeyler vardı elbette.

Adaletin Bedeli Olur Mu?

“İntikam fikrini içeren eski adalet anlayışı yavaş ve derin bir dönüşüm geçirdi, intikamın yerini tazminat aldı.”

Pyotr Kropotkin

İntikam duygusunun adaleti sağlamaktaki işlevi ya da daha genel bir başlık altında adalet duygusu üzerine etik tarihçileri uzun yıllar yazıp çizdiler. Kutsal Geyiğin Ölümü’nü gündemimize sokan; Lanthimos’un karanlık evrenine ilişkin bir vicdan muhasebesinde taraf olmaktan öte, filmin katil ve maktul, suç ve ceza, adalet ve adaletsizlik gibi ikilemlere dair sorduğu ahlaki sorular oldu. Yaşadığımız coğrafyada iktidarın her geçen gün daha çok üzerimize geldiği, kendi dilini, kendi kültürünü, kendi ahlakını dayattığı günlerde bu tür sorular üzerine kafa yormak, belki de mevcudiyetimizi korumak için geliştirdiğimiz toplumsal bir refleks hepimiz için, kim bilir?

Filmin açılışında bir çift el ve bir kalp ameliyatının yakın plan görüntüsüyle karşılaşırız. Kamera yavaş yavaş uzaklaşır. Birazdan doktorun “kalbini” açacağımızı bilmeden, hastanın kan pompalayan kalbine yoğunlaşırız. Modern bir hastanedeyizdir, etrafımızdaki hiçbir şeye yabancılık çekmeyiz; her şey çok normaldir, herkes çok profesyoneldir. Hikaye, olması gerektiği gibi ilerlemektedir. Baş karakterimiz başarılı doktor Steven’ın, Martin isimli bir gençle kurduğu ilişkide işin vicdani boyutu, doktor ve yaşamını yitiren hastanın yakını arasındaki ilişkinin açığa çıkmasıyla belirginleşir.

Steven’ı canlandıran Colin Farrell, film yayınlandıktan sonra The Playlist’e verdiği röportajda, senaryoyu okurken midesinin bulandığını söylüyor ve devam ediyor; “Lanthimos kullandığı her karenin anlamı hakkında kesin fikri olan biri, fakat her izleyici hepsini farklı yorumlayabilir. Çünkü film herkesin bilinçaltı ile hesaplaşmasını tetikliyor.” The Lobster’dan sonra yönetmenin kara mizah öğesini düşürüp gerilim dozunu arttırdığı film hakkında yazılıp çizilenler, Farrell’ı doğrular nitelikte. Kimileri için film insan doğasının kötü olduğu üzerine izleyiciye sert bir ders vermeye çalışırken, kimileri için masum bir gencin haklı intikamını gözler önüne seriyor.

Film devam ediyor ve Martin’in, Steven ile kurduğu ilişkide muhtaç olan değil, -vicdan azabını dindirmeye olanak tanımasıyla- muhtaç olunan karakter olduğunun farkına varıyoruz. İlk bakışta Martin’in, babasını öldüren doktora annesiyle evlenmesi konusundaki ısrarı anlamsız görünse de, Martin karakteriyle simgelenen ahlak anlayışının derinine indiğimizde anlam arayışımıza karşılık bulabiliriz. Zira Martin’in isteği küçük bir çocuğun babasının yerini doldurma arzusundan ziyade; yaşama saldırmadan adaleti sağlamak için aklına gelen yegane çözüm yoludur.

“Çoğu durumda, katil tazminatı ödeyemiyordu. Öyle ki zarara uğrayan ailenin, katilin pişmanlığı karşısında onu evlat edinmekten başka çaresi kalmıyordu. Şimdi bile, bazı Kafkas kabilelerinde, iki aile arasındaki bir düşmanlık son bulduğunda, saldırgan dudaklarıyla, kabilenin en yaşlı kadınının memesine dokunur ve saldırıya uğrayan ailenin tüm erkeklerinin “süt kardeşi” olur. İnsan yaşamına önem vermeme gibi bir tavırları olmayan barbarlar, korkunç cezalandırmaları da bilmiyorlardı.”

Pyotr Kropotkin – Karşılıklı Yardımlaşma

Agamemnon efsanesindeki kutsal geyik, Martin’in babasıdır. Bütün hikaye kutsal geyiğin öldürülmesiyle başlar. Hikaye derinleştikçe filmi Martin’in toplumsal statüsünün getirdiği bir öfkenin yansıması olarak okumaya da olanak sağlayacak verilerle karşılaşırız. Murphy ailesini ilk ziyaretinde “pek de iyi olmayan bir semtte, iyi olmayan bir evde” yaşadığını söyler. Martin, sigara içer. Koltuk altı kıllarını gösterir, Steven’dan da göğüs kıllarını göstermesini ister, Martin’in yarattığı hayali gerçeklik, reddedilerek yok edilebilecek bir şey değildir. Kehanete yönelik her tepki ters teper, ana tanrıçanın istekleri karşılanmak zorunda, aileden biri feda edilmek zorundadır.

Martin, son çare kısasa kısas ilkesine başvurur, başka çaresi yoktur. O, rasyonelliğe koşulsuz şartsız biat eden, modern toplumun ahlakını başarıyla içselleştirmiş “kazanan” bir ailenin ahlakına karşı, ilkel toplumun ahlak ilkesini simgeler. Yönetmen, hayali evreninde kara büyüyü ve bilimsel bilgiyi karşı karşıya getirir, zaferi bu sefer tarihin mağluplarına layık görür. Ancak Martin’in çözümü de izleyiciyi mutluluğa ulaştırmaz. Hikaye nihayete erdiğinde bir tamamlanmamışlık hissederiz.

Agamemnon’un eşi Klytaimnestra, Anna’dır. Iphigenia ise Kim Murphy… Kehanetin karşı konulamazlığı, soyut anlamıyla Murphy ailesinin dağılışını da beraberinde getirir. Ailenin bütün fertleri kendi canını kurtarmanın peşine düşer. Steven içinde kaldığı ikilemi ve çözmek zorunda bırakıldığı problemi -tıpkı Agamemnon gibi- toplumdan uzak çözmeye çalışır. Yaşadıklarını toplumun geri kalanına anlatmaya tenezzül etmez, ne kadar onu hayal kırıklığına uğratsalar da yüzünü meslektaşlarına döner.
Filmin üzerinde durduğu karşıtlıklardan biri de gerçek dünya ve fantastik hikaye ikilemidir. Bu karşıtlık, birazdan bahsedeceğimiz modern dünyanın ahlakına karşı, ilkel ahlakın temsilinde olduğu gibi ait olduğu kişiye atfediliyor. Olağanüstü hikayelere olan inanç geçmişin toplumuna ait öğelerdendir. Bu yüzden büyü yapma gücü, yani fantastik olan, Martin karakterinde cisimleşiyor.

Ne İlkel, Ne Modern

Etik anlayışları birbirinden tamamen farklı iki karakterin karşı karşıya kaldığı ahlaki sorunun, bizler için de bir çözümü var elbet. Ama öncesinde birkaç söz ekleyip filme dair bahsi kapatmak gerek.
Steven’ın, Martin’le olan mücadelesi şans faktörünün devreye sokulmasıyla öznelerinden uzaklaştırılır. Her hastalığa bir reçetesi olan doktor figürünün, adalet ihtiyacıyla karşı karşıya kaldığında çaresizce boyun eğmesi ve işini şansa bırakması filmi izleyenler için çileden çıkmaya yetiyor. “Aynı şey burada olsa kimse bu kadar sakin kalmazdı” şeklindeki yorumlar ise sıklıkla filmin batılı yaşam biçimine bir eleştirisi olarak okunmasını açıklıyor.

Film yorumlanırken özellikle Alman yönetmen Michel Haneke’yle ortaklıklar kurulması, izleyiciye beklediği hiçbir şeyin verilmemesi noktasında birleşiyor. Ne Steven ailesini koruyabiliyor, ne de Martin adaleti arzu ettiği şekliyle yerine getirebiliyor. Referans hikaye, biraz da bu kaygıdan olsa gerek, filmde biraz deformasyona uğruyor. Lanthimos’un evreninde bıçak birdenbire gökten inen bir geyiği kurban etmiyor. Steven’ın silahından çıkan kurşun, iradeye değil şansa bırakılmış bir biçimde, ailenin en genç bireyini öldürüyor ve hikayeyi sona erdiriyor.

Filmin konu edindiği soruna ilişkin mantıklı cevap Farrell’ın röportajında belirttiği gibi birden fazla olabilir. Ancak bana kalırsa en bilgece çözüm Akhilleus’un birkaç cümlesinde saklı;
“Kötülükler karşısında hiddetimi, büyük mutluluklar karşısında da sevincimi dizginlemeyi bilirim, çünkü böyle hareket eden insanlar sağduyulu ve ölçülü bir hayat yaşar. Bazı durumlarda bütün ayrıntıları düşünmekten kaçınmak iyiyken, bazen her şeyi düşünmek gerekebilir. (…)Sizi acılarınızdan kurtarmak üzere büyük bir mücadeleye girmeye hazırım.”
Steven ve Martin’e ilişkin kapsayıcı bir formül geliştirmek ne kadar zor olsa da, Akhilleus’un vurguladığı şekliyle, sağduyu ve ölçülülük rehberimiz olabilir. Ne günümüzün toplumundaki cılız ancak özünü koruyan şekliyle, ne de Martin’de bütünlenen ilkel toplumdaki en yalın, en acımasız haliyle. İntikamı tamamen ortadan kaldırarak, ancak adaletsizliklere de mahal vermeyerek çözülebilir bütün bir düğüm.

Yani bütün bu adaletsizliklere karşı isyan ederek, Akhilleus gibi mücadele ederek!


Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Sinema: “Kutsal Geyiğin Ölümü” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/13/sinema-kutsal-geyigin-olumu-zeynel-cuhadar/feed/ 0
!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Programı Açıklandı https://meydan1.org/2018/01/25/f-istanbul-bagimsiz-filmler-festivalinin-programi-aciklandi/ https://meydan1.org/2018/01/25/f-istanbul-bagimsiz-filmler-festivalinin-programi-aciklandi/#respond Thu, 25 Jan 2018 15:50:24 +0000 https://seninmedyan.org/?p=27242 Her sene İstanbul, Ankara ve İzmir’de Şubat ve Mart aylarında yapılan !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin bu yılki programı açıklandı. 15 – 25 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan festivalde farklı türlerden pek çok film izleyici ile buluşacak. Merak edilen pek çok filme ev sahipliği yapacak festivalde ayrıca bazı filmlerin galaları da düzenlenecek. İşte galası yapılacak […]

The post !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Programı Açıklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Her sene İstanbul, Ankara ve İzmir’de Şubat ve Mart aylarında yapılan !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin bu yılki programı açıklandı.

15 – 25 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan festivalde farklı türlerden pek çok film izleyici ile buluşacak.

Merak edilen pek çok filme ev sahipliği yapacak festivalde ayrıca bazı filmlerin galaları da düzenlenecek.

İşte galası yapılacak filmler:

  • Brad’s Status / Brad’in Durumu: Karmaşık (Mike White, 2017)
  • City of Ghosts / Hayaletler Kenti (Matthew Heineman, 2017)
  • Dark River / Karanlık Nehir (Clio Barnard, 2017)
  • Film Stars Don’t Die in Liverpool / Yıldızlar Asla Ölmez (Paul McGuigan, 2017)
  • How To Talk To Girls At Parties / Partilerde Kız Tavlama Sanatı (John Cameron Mitchell, 2017)
  • Human Flow / İnsan Seli (Ai Weiwei, 2017)
  • Insect / Böcek (Jan Švankmajer, 2018)
  • Lady Bird / Uğur Böceği (Greta Gerwig, 2017)
  • Las Hijas de Abril / Nisan’ın Kızları (Michel Franco, 2017)
  • Last Flag Flying / Son Kahraman (Richard Linklater, 2017)
  • Madame Hyde / Bayan Hyde (Serge Bozon, 2017)
  • Mudbound / Mudbound (Dee Rees, 2017)
  • Phantom Thread / Phantom Thread (Paul Thomas Anderson, 2017)
  • Professor Marston & The Wonder Women / Professor Marston & The Wonder Women (Angela Robinson, 2017)
  • Sevmek Zamanı (Metin Erksan, 1965)
  • Sweet Country / Güzel Ülke (Warwick Thornton, 2017)
  • The Breadwinner / Kabil Sokaklarında Bir Kız: Pervane (Nora Twomey, 2017)
  • The Death of Stalin / Stalin’in Ölümü (Armanda Iannucci, 2017)
  • The Disaster Artist / Felaket Sanatçı (James Franco, 2017)
  • The Florida Project / Florida Project (Sean Baker, 2017)

Festivalde ayrıca Keşif, Aşk & Başka Bi’ Dünya, !f Music, Oyun, Gökkuşağı, Sanat Hayat İçindir, !fKolik, !f Yeni, Karanlık & Köşeli, !f Kült, !f Özel Gösterimler & Görme Biçimleri, Türkiye’den Kısalar bölümleri de yer alacak.

The post !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Programı Açıklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/01/25/f-istanbul-bagimsiz-filmler-festivalinin-programi-aciklandi/feed/ 0
Suudi Arabistan’da Sinema Yasağı Kaldırıldı https://meydan1.org/2017/12/22/suudi-arabistanda-sinema-yasagi-kaldirildi/ https://meydan1.org/2017/12/22/suudi-arabistanda-sinema-yasagi-kaldirildi/#respond Thu, 21 Dec 2017 21:11:09 +0000 https://seninmedyan.org/?p=24275   Suudi Arabistan devleti “Ilımlı İslam’a dönüyoruz” açıklamasının ardından geçen her gün bir yasağı kaldırıyor. 35 yıllık sinema yasağından sonra 2018’de gösterime girecek ilk film Suudi’nin eski kralı Faysal’ın hayatını anlatan ‘Born a King’ olacak. 20 tane sinema salonu açılacağı, açıklandı. Şirketlerin rant alanına dönüşecek olan Suudi devleti halinden gayet memnun görünüyor.  

The post Suudi Arabistan’da Sinema Yasağı Kaldırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Suudi Arabistan devleti “Ilımlı İslam’a dönüyoruz” açıklamasının ardından geçen her gün bir yasağı kaldırıyor. 35 yıllık sinema yasağından sonra 2018’de gösterime girecek ilk film Suudi’nin eski kralı Faysal’ın hayatını anlatan ‘Born a King’ olacak. 20 tane sinema salonu açılacağı, açıklandı. Şirketlerin rant alanına dönüşecek olan Suudi devleti halinden gayet memnun görünüyor.

 

The post Suudi Arabistan’da Sinema Yasağı Kaldırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/22/suudi-arabistanda-sinema-yasagi-kaldirildi/feed/ 0
Ermeni Soykırımı’nı Anlatan ‘The Promise’ Vizyona Girdi https://meydan1.org/2017/04/26/ermeni-soykirimini-anlatan-the-promise-vizyona-girdi/ https://meydan1.org/2017/04/26/ermeni-soykirimini-anlatan-the-promise-vizyona-girdi/#respond Wed, 26 Apr 2017 15:15:48 +0000 https://seninmedyan.org/?p=3431 1915 Ermeni Soykırımı’nı anlatan Hollywood yapımı The Promise filmi, ABD’de vizyona girdi. Başrollerinde Christian Bale, Oscar Isaac ve Charlotte Le Bon gibi oyuncuların olduğu filmi, Hotel Rwanda’nın da yönetmenliğini yapmış olan Terry George yönetti. Türkiye’de çekilme olanağı bulunmadığı için Malta, İspanya ve Portekiz’de kurulan setlerde çekilen filmin, Ermeni Soykırımı’nı anlatan şimdiye kadarki en yüksek bütçeli yapım […]

The post Ermeni Soykırımı’nı Anlatan ‘The Promise’ Vizyona Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

1915 Ermeni Soykırımı’nı anlatan Hollywood yapımı The Promise filmi, ABD’de vizyona girdi. Başrollerinde Christian Bale, Oscar Isaac ve Charlotte Le Bon gibi oyuncuların olduğu filmi, Hotel Rwanda’nın da yönetmenliğini yapmış olan Terry George yönetti.

Türkiye’de çekilme olanağı bulunmadığı için Malta, İspanya ve Portekiz’de kurulan setlerde çekilen filmin, Ermeni Soykırımı’nı anlatan şimdiye kadarki en yüksek bütçeli yapım olduğu belirtiliyor.

The Promise’in Türkiye’de vizyona girmesi beklenmiyor. Film derecelendirme sitesi IMDB’de, sosyal medyada örgütlenen Türkiye’den kullanıcılar, filme düşük not vererek alt sıralarda kalmasına çalışıyorlar.

The post Ermeni Soykırımı’nı Anlatan ‘The Promise’ Vizyona Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/26/ermeni-soykirimini-anlatan-the-promise-vizyona-girdi/feed/ 0
Sinema: ” Abluka ” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2015/12/20/sinema-abluka-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2015/12/20/sinema-abluka-gursat-ozdamar/#respond Sun, 20 Dec 2015 21:05:52 +0000 https://test.meydan.org/2015/12/20/sinema-abluka-gursat-ozdamar/ Bir belediyede köpek itlaf işinde çalışıyor olsanız, ama günün birinde öldürmek için ateş ettiğiniz köpeklerden biri yaralanarak ölmekten kurtulsa, siz de o köpeği iyileştirmek için evinizde saklasanız, bu durumu, duyulursa işinizden olacağınız korkusuyla iş arkadaşlarınızdan, evde köpek beslemeyi efemine bularak sizi aşağılayacağı korkusuyla abinizden saklamak zorunda kalsanız… Ya da, uzun süre hapis yattıktan sonra salıverilseniz, […]

The post Sinema: ” Abluka ” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Abluka

Bir belediyede köpek itlaf işinde çalışıyor olsanız, ama günün birinde öldürmek için ateş ettiğiniz köpeklerden biri yaralanarak ölmekten kurtulsa, siz de o köpeği iyileştirmek için evinizde saklasanız, bu durumu, duyulursa işinizden olacağınız korkusuyla iş arkadaşlarınızdan, evde köpek beslemeyi efemine bularak sizi aşağılayacağı korkusuyla abinizden saklamak zorunda kalsanız…

Ya da, uzun süre hapis yattıktan sonra salıverilseniz, ama bunun karşılığında, sürekli bombalar patlayan bir gecekondu mahallesinde bombacı “terörist”leri bulmak için çöp toplayıcısı görünümü altında muhbirlik işi yapmak durumunda bırakılsanız… Ancak işinizi iyi yapmazsanız, yani bombalarla ya da bombacılarla ilgili herhangi bir bilgi veremezseniz gerisin geri hapse döneceğiniz tehdidiyle ve korkusuyla her şeye şüpheli olarak yaklaşsanız…

Emin Alper’in Tepenin Ardı’nın ardından senaryosunu yazıp çektiği Abluka filmi, böyle iki insanın, iki kardeşin, Ahmet’in ve Kadir’in öyküleri üzerinden ilerliyor. Üstelik her biri, bir diğerinin korkusunu daha da pekiştirerek bir sarmal biçiminde çoğalmasına zemin sağlıyor. Biri, diğerinin ablukası oluyor da denebilir.

Üstüne üstlük, yaşadıkları yer, polis noktaları, kimlik kontrolleri, devriye atan polis araçları, durmadan çalan sirenleri eksik olmayan, devletin kontrolü altındaki bir gecekondu mahallesi olunca, var olan ablukalarına bir de devlet ablukası ekleniyor. Her ne kadar filmde buranın neresi olduğu söylenmese de, geçtiğimiz haftalarda devletin polis ve asker gücüyle abluka altına aldığı “öteki” yerlerden birine benzer bir mahalle olduğuna kuşku yok.

Film, Ahmet’in ya da Kadir’in gözünden anlatılarak ilerliyor. Buna ek olarak, kimi sahnelerde zaman atlaması ile kamera dış göze geçiyor ve böylece o olayı bir de başka açıdan görebilmemiz olanaklı oluyor.

Aslında kapitalist sistemin, büyük iktidarların, otoritenin görünmez baskıları altında, kendilerini çaresiz hisseden, çıkmazları olan, çaresizlikler yaşayanlardan yalnızca ikisi, Ahmet ve Kadir. Ahmet yaptığı işe öylesine yabancılaşmış ki, bir köpeği evinde saklayabiliyor. Bunu yapmaya iten şey, işine eleştirel gözle bakması ya da farkındalığının gelişmesi de değil üstelik. Ertesi gün bir başka semte gidip köpekleri öldürme görevini sürdürüyor. Köpekler de abluka altında olmayı sürdürüyor. Evdeki köpeği başka bir kategoride tutuyor yalnızca. Bir işkenceci polisin akşam evine gittiğinde sevecen bir baba olarak çocuğuna sarılabilmesi gibi bir durumu anımsatıyor bu.

Kadir’in korkuları daha cezaevinden çıktığı ilk gün başlamıştır. Sürekli bombalar patlayan bu mahallede, çöplerdeki atıkları inceleyip bomba yapımında kullanılan malzemeler olup olmadığını bildirmesi şartıyla tahliye etmiştir. Kadir, Ahmet’in arkadaşı Ali’nin üst katında bir ev kiralar. Burada Ali’nin eşi Meral’e duyduğu saplantı ve kurduğu fanteziler onu fazlasıyla bunaltır.

Ahmet’in köpeği saklamak için evine kapanması, Kadir’i daha da bir kuşkucu yapar ve Ahmet’i bombaları patlatan “terör” örgütüyle ilişkilendirecek bir mantık kurmasına yol açar. Üstelik kaderi, topladığı çöplerden farksız, sistemin değersiz gördüğü bir atık gibi, eline güç ve yetki verilmiş, beceriksiz bir polis müdürünün iki dudağının arasındadır.

Kendi korkuları, kendi paranoyaları, büyük ablukayı görmelerine mani oluyor. Sistemin onlara da bulaştırdığı paranoya onları gerçeklikten uzaklaştırıyor. Örneğin bombalar tepelerinde patlar, silahlar susmazken, onları en çok korkutan şey bir kapı zili oluyor.

Medyası da suskunluğuyla bu ablukayı derinleştiriyor. “Belediye Başkanı, sokak hayvanlarını modern barınaklara yerleştirdi” haberinin ardından “Terörist ölü ele geçirildi” haberi bize hiç de yabancı değil. Kadir, Ahmet’i ihbar etmiştir. Ahmet ve Kadir bu ablukadan sağ çıkamaz. Onların ablukaları biter, ama abluka sürer.

Filmin genelde distopik sayılabilecek tadı olsa da, tersine, sokaklara yazılmış ”Güvenlik noktası tecrit demek; ablukaya hayır!’’ yazılaması ile bir umut taşıyor. O umut şimdi çok daha gerekli.

Gürşat Özdamar
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 30.sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Sinema: ” Abluka ” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/12/20/sinema-abluka-gursat-ozdamar/feed/ 0
Sinema: ” Sıkıyönetim “ https://meydan1.org/2015/09/19/sinema-sikiyonetim/ https://meydan1.org/2015/09/19/sinema-sikiyonetim/#respond Fri, 18 Sep 2015 21:54:12 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/sinema-sikiyonetim/ “Olağanüstü zamanlarda ve durumlarda ülkede güvenliğin sağlanması için ordunun yardımıyla gerçekleştirilen yönetim, örfi idare.” TDK, Güncel Türkçe Sözlük “Görünmeyen Ayaklanma” ya da “Sıkıyönetim” adlarıyla Türkçeye çevrilen “Etat de Siege”, 1972 yılında Fransa’da çekildi. Filmlerinde politik suikastlerden, faşist çeteler ve devletler arasındaki işbirliğinden bahsetmesiyle öne çıkan Costa-Gavras’ın, senarist arkadaşı Franco Solinas ile beraber yazdığı film Gavras’ın […]

The post Sinema: ” Sıkıyönetim “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
film

“Olağanüstü zamanlarda ve durumlarda ülkede güvenliğin sağlanması için ordunun yardımıyla gerçekleştirilen yönetim, örfi idare.”

TDK, Güncel Türkçe Sözlük

“Görünmeyen Ayaklanma” ya da “Sıkıyönetim” adlarıyla Türkçeye çevrilen “Etat de Siege”, 1972 yılında Fransa’da çekildi. Filmlerinde politik suikastlerden, faşist çeteler ve devletler arasındaki işbirliğinden bahsetmesiyle öne çıkan Costa-Gavras’ın, senarist arkadaşı Franco Solinas ile beraber yazdığı film Gavras’ın “Sıkıyönetim Üçlemesi”nin üçüncü filmi. 1963 yılında, Gregoris Lambrakis’in öldürülmesi üzerine çektiği “Z” (Ölümsüz) ve daha sonra 1952 Prag Mahkemeleri döneminde Çekoslovakya’da yaşanılanları konu eden “L’aveu” (İtiraf)’nün ardından yönetmen, serinin bu son filminde 60’lı yılların sonunda Uruguay devletinin şiddetini artırmasıyla başlayan süreci ve sonrasında yaşanılanları anlatıyor.

Film, Ağustos ayında Uruguay’a postallar, tanklar ve uzun namlulu silahlarla gelen kış mevsiminde geçiyor. Otoyollara, sokaklara, caddelere serilmiş yüzlerce kolluk kuvveti, devletin yetiştirdiği yüzlerce ölüm makinesi bütün bir halkı denetimden geçirmektedir.

Uruguay’da Askeri Darbe

Film boyunca hiç yabancı olmadığımız görüntülerle karşılaşırız. Tek suçu yolu kullanmak olan, didik didik aranan şoförler, okullarına polisi sokmadıkları için saldırılan öğrenciler… Toplumun politiğinden, apolitiğine her bireyi darbenin kanlı çizmeleri altında ezilmektedir.

Devlet nereden, ne oranda saldırırsa saldırsın, direniş her daim varlığını sürdürür. Bir yerde iktidar varsa ona karşı direniş de mutlaka oluyor çünkü. Film ilerliyor… Tupamarolar, gerçekleştirecekleri bir eylem için yolda seyahat eden arabalara el koymaya başlıyor. El koydukları arabaların sahiplerini yoksul mahallelerde bir gezintiye çıkarıyorlar. Hemen sonraki sahnede ise bu sefer bir polis şefi, trafikte durdurduğu araçların birinden içeri kafasını uzatıyor ve konuşuyor; “Polis… Özel bir durum nedeniyle arabanıza el koymak zorundayım.” Film, iki el koymanın arasındaki farkları net olarak gösteriyor.

Tupamaros (Tupamaro Gerillaları)

1936’da Uruguay’da kurulan Ulusal Kurtuluş Örgütü’nün yaygın adı. “Söz ayrıştırır, eylem birleştirir” temel sloganlarıydı. İsimlerini Peru köylü direnişinin simgesi Tupac Amaru II’den alan şehir gerillası örgütü, bankaları ve işyerlerini soyup yoksulların ihtiyacını karşıladığı eylemlerle adını duyurdu. 1975’teki askeri darbeyle birçok üyesi zindanlarda tutsak edildi, 300 kadar Tupamaro bizzat devlet tarafından katledildi. 1985 yılında Uruguay’ın sözde “demokrasi”ye dönmesiyle, yasal bir zeminde, parti olarak siyaset yürütmeye başladılar. 

Daha sonra Tupamaro’ların, uzun süre takip edip kaçırdıkları kişinin kim olduğunu öğreniyoruz. Philip Michael Santore… 1970’te Tupamaro gerillalarının rehin aldığı Uluslararası Gelişme Örgütü üyesi, Amerikalı Dan Mitrione’dan esinlenilerek yaratılan bu karakter, dönemin Latin Amerika siyasetinde ABD etkisini anlatan kilit rollerden birini üstleniyor. Uruguay polisine, halka gözdağı vermek için işlenen cinayetlerin inceliklerini, işkence tekniklerini öğreten Santore, cezaevlerinde kurşuna dizilen devrimcilerin, eylem yaptıkları için katledilenlerin faili oluyor.

Devletin şiddetini en sert uyguladığı darbe dönemlerinde, devletin propagandası, tetiğe dayalı parmağın sahipleri masum birer kurban, ateş altında olanlar ise “ülkesinin kalkınmasını istemeyen, vatanına milletine saygısı olmayan düşmanlar” olarak sunuyor. Costa-Gavras ise yalın bir hikaye içerisinde bu propagandanın gerçek dışılığını ortaya koyuyor.

Gürşat Özdamar
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Sinema: ” Sıkıyönetim “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/sinema-sikiyonetim/feed/ 0
Sinema : ” Körlük “ https://meydan1.org/2015/06/13/sinema-korluk/ https://meydan1.org/2015/06/13/sinema-korluk/#respond Sat, 13 Jun 2015 16:49:36 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/13/sinema-korluk/ Bir bayrak olarak kullanıldığında iyi niyetin, saflığın ve temizliğin rengi olan beyaz renk, farklı kültürlerde masumiyeti temsil eder. Gözlerine aniden beyaz bir perdenin inmesiyle görme yetilerini kaybeden koca bir şehri (belki de ülkeyi) anlatan Körlük isimli kitaptan uyarlanan film, 2008 yılında Fernando Meirelles ve Don McKellar tarafından kameraya alındı. Dünyayı şekillendiren ahlak kurallarından mülkiyete, devlet […]

The post Sinema : ” Körlük “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
korluk01

Bir bayrak olarak kullanıldığında iyi niyetin, saflığın ve temizliğin rengi olan beyaz renk, farklı kültürlerde masumiyeti temsil eder. Gözlerine aniden beyaz bir perdenin inmesiyle görme yetilerini kaybeden koca bir şehri (belki de ülkeyi) anlatan Körlük isimli kitaptan uyarlanan film, 2008 yılında Fernando Meirelles ve Don McKellar tarafından kameraya alındı. Dünyayı şekillendiren ahlak kurallarından mülkiyete, devlet otoritesinden militarizme dek birçok meselenin dolaylı yoldan sorgulanmaya başlandığı bir gelecek tasvir ediyor Körlük. Kimsenin göremediği bir dünyada çıplaklık, ayıp olarak nitelendirilmiyor artık. Mülk sahiplerinin işçilerini sömüremediği, el koydukları zenginliği koruyamadığı bu dünyada marketlerin yağmalanışı kimsenin umurunda olmuyor. Kimsenin binmediği arabalar, yerini sağdan soldan toplananların taşındığı market arabalarına bırakıyor.

Hikayenin odak noktasını görme yetisini kaybedenlerle temasa geçmesine rağmen gözleri görmeye devam eden ve bunu refleksif bir iyi niyetle göremeyenlerin gözü olarak kullanan kadın karakter oluşturuyor. Jose Saramago’nun yazdığı kitaptaki orijinal hikayede de olduğu gibi, karakterlerin isimlerini öğrenemiyoruz. Bu ayrıntı, hikayeyi kimliksizleştirdiği gibi anlatılmak istenenin de evrenselleşmesini sağlıyor.

Görme yetisini kaybedenler eski bir sanatoryuma kapatılıyor. Felaketten önce kendine entegre edemediği davranışlara sahip insanları hasta olarak nitelendiren, onları dört duvar arasına kapatan, tecrit eden, karantina altına alan devlet bu kez aynı yeri görme yetisini kaybetmiş insanlığın zindanına çeviriyor. Devletin tavrı birbirini çağrıştıran benzer her olayda bu illüzyonun aslında ne kadar  dayanıksız, ne kadar hazırlıksız olduğunu kanıtlar bir niteliğe bürünüyor. Aynı çaresizliği yaşayan insanlar ortaklaştıkları zorluklar gibi ekmeklerini ve yaşama çabalarını da ortaklaştırıyor. Üçüncü koğuş yiyecekleri ele geçirip tabiri caizse pazarlamaya başlayana dek, herkes aynı masada, paylaşmayla yemekleri bölüşüyor, dayanışmayla işlerin üstesinden geliyor.

Bu kara ütopyada, hayal evreninde karakterler mesajın evrenselliğinin vurgulanması için özellikle farklı etnik gruplardan seçiliyor; kimisi Uzakdoğulu, kimisi siyahi… Ayrıca hem film de hem de kitapta dikkat çekici bir başka nokta ise, “Beyaz Körlük” salgını öncesinde halihazırda kör olan bir karakterin, yeni körler dünyasında bir gören olarak karşımıza çıkmasıdır. “Kör” olarak geçirdiği hayatında edindiği deneyimleri salgına maruz kalan insanlarla dayanışmak için kullanmayıp, sanatoryumdaki “üçüncü koğuşun liderleri” ile iş birliği yaparak, baştaki kadın karakterin aksine “kötülükten” yani efendilerden yana kullanıyor.

İktidar, adeta insanlık tarihinin bir panoraması gibi, şiddet yoluyla önce değişim mallarını sonra da artık işe yaramadığından cinselliğin ticaretini ortaya çıkarıyor. Üstelik en aşağılık ve en acımasız haliyle. Kadınlar, tarihin her döneminde olduğu gibi hem var olan adaletsizliklere rağmen besine ulaşılmasını sağlayarak yaşamın kaynağı olmaya devam ediyor hem de bu adaletsizliğe karşı ilk baş kaldırıyı gerçekleştiriyor.

Kim bu körlük örtüsüne tutunacak kadar ürkek olabilirdi ki? Kim içtenliğin yok olacağından korkacak kadar aptal olabilirdi?”

Tutsaklıktan kurtulan mahkumlar kapıları zorladıklarında bütün nöbetçilerin ortadan kaybolduğunu fark ediyorlar, biz ise kurtulma arzusunun olmadığı yerde kapatılmanın normalleştiğini görüyoruz. İnsanların dünyayı algılama şekilleriyle birlikte dini inançları da değişiyor. Göremeyenlerin dünyasında kiliselerdeki heykellerin gözlerine de beyaz bir bant çekiliyor.

…İçindeki o isimsiz parçayı tanıyorum, bu gerçek kimliklerimizdir öyle değil mi?”

Hikayenin asıl yaratıcısı Saramago, “beyaz körlük” salgınıyla kapitalizmin ve iktidarlı ilişkilerin makyajını adeta söküp atıyor. “Beyaz körlük” salgınını bir metafor olarak kullanan yazar – ve dolayısıyla yönetmen- özünde körlüğün salgın başlamadan önce var olduğunu vurguluyor. Kapitalizmin içinde birbirlerine karşı duyarsız kılınan insanların “körlükle” beraber dönüştükleri “şey”i görmeye başladıklarından bahsediyor!

Bütünün içinde sadece küçük bir grup insanı izlediğimiz, diğerlerine ‘kör olduğumuz’ hikayede felaket gidip, gözlerin önündeki perdeler kalktığında hayatta kalanlar bencillikten sıyrılanlar oluyor. Buldukları silahla tehditler savuranlar, eski yaşamlarından kazandıkları kabiliyetlerini diğer insanları sömürmek  için kullananlar değil; kendi bedenlerini diğerleri için siper edenler, etraflarındaki gerçekliğe dayanışmayla çözüm üretenler hayatta kalıyor.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post Sinema : ” Körlük “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/13/sinema-korluk/feed/ 0