stres – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 08 Feb 2018 15:09:21 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 BRUKSİZM https://meydan1.org/2018/02/08/bruksizm/ https://meydan1.org/2018/02/08/bruksizm/#respond Thu, 08 Feb 2018 15:09:21 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/08/bruksizm/ “ Bruksizm diye bir hastalık varmış; “CEO, müdür, şef hastalığı”ymış. Şimdi hepimize bulaştığını söylüyorlar. Hepimiz Bruksistmişiz. Bruksizme yakalanınca sinirden, stresten dolayı dişlerini sıkar; geceleri dişlerini gıcırtısına uyanır ve sabahında çene, boyun, baş ağrısıyla kalkarmışsın. Şimdi anlıyoruz ki biz ezilenler de Bruksistmişiz. Ama bizim diş sıkmamız, dişlerimizi gıcırdatmamız diğerlerininkine hiç benzemez. Bizim dişlerimiz ödeyemediğimiz faturaya, kiraya sıkılır; […]

The post BRUKSİZM appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“ Bruksizm diye bir hastalık varmış; “CEO, müdür, şef hastalığı”ymış. Şimdi hepimize bulaştığını söylüyorlar. Hepimiz Bruksistmişiz. Bruksizme yakalanınca sinirden, stresten dolayı dişlerini sıkar; geceleri dişlerini gıcırtısına uyanır ve sabahında çene, boyun, baş ağrısıyla kalkarmışsın. Şimdi anlıyoruz ki biz ezilenler de Bruksistmişiz. Ama bizim diş sıkmamız, dişlerimizi gıcırdatmamız diğerlerininkine hiç benzemez. Bizim dişlerimiz ödeyemediğimiz faturaya, kiraya sıkılır; bu değişmeyen düzene yoksulluğa, ezilmişliğe, kapatılmaya, OHAL’lere, barış halleriyle savaş halleriyle bu sisteme, sinir stresle sarılmış yaşamlarımıza sıkılır. İyice sıktığımız dişlerimiz sıkmaktan kırılmadan yumruklarımızı sıkmalıyız. Yumruklarımızı sıktığımızda belki her şey değişecektir. Özlem duyduğumuz özgürlük ve inandığımız, aradığımız adalet ellerimizde, sıkılmayı bekleyen yumrukların içindedir…’’

Özgür Erdoğan

[email protected]

Sık dişini az kaldı… Sık dişini olur gider… Sık dişini biter, o da geçer… “Sabrın sonu selamettir”, “Sabrın kendisi acı, meyvesi tatlıdır”. Dağın ardında geniş düzlükler, çölün ardında ormanlar, çamurun altında en parlak ışıklar vardır. Hep böyle derler. Sabredersek, sıkarsak dişimizi olurmuş meğer. Sanki kilometrelerce uzanan trafik bir gün bitermiş gibi, gökyüzüne saplanmış gökdelenler ve TOKİ’ler bir anda yıkılıp bizi güneşle buluşturacakmış gibi, fabrikalardaki, plazalardaki, iş yerlerindeki çalış çalış zulmü bitecekmiş gibi, tecavüzler son bulacak, hapishane duvarları aniden çökecek, okulların kapıları bir anda kırılacakmış gibi… Dişlerimiz parçalanıncaya, çenemiz kilitleninceye kadar sıkarız dişlerimizi…

İstem Dışı Bir Yaşam

Hayatta kalmak uğruna sıkarız dişlerimizi; bombaların, yıkılmış şehirlerin, yola düşen insanların sonu varmış gibi… Geçinmek için, yaşamımızı idame ettirebilmek için sıkarız dişlerimizi, sabahın en kör vaktinde güneş doğmadan gireriz iş yerlerimize akşam güneşi batırmadan çıkamayız… Asgari ücretle asgari bir yaşamı sürdürmek için sıkarız dişlerimizi… Tüm kaslarımız eriyene, beynimiz iflas edene kadar çalışırız… Ve biz ezilenler tüm bu yaşadıklarımızı anlamak için birbirimizin gözünün içine bakarız, ağızdan çıkacak tek bir söze odaklanırız, dişlerimizi gıcırdatırız, ancak ne yaparsak yapalım kilitlenip kalırız. Yaşamlarımız parafonksiyonel/istemdışı bir alışkanlıklar silsilesinde akıp gider.

Hep Stres, Hep Stres Mi?

Sıkmak, daraltmak, germek gibi kelimelerin köklerinden türetilen stres belki de son yüzyılın en popüler kelimelerinden biri. Fakat benim burada stresten bahsedeceğimi düşünenler yanılacaktır. Çünkü stres bir sonuçtur. Sabrın sebatın, itaatin bedenimize ve zihnimize ödettiği bir bedeldir. Hem de ağır bir bedeldir. Susmanın, kabul etmenin, bu seferlik bir şey söylememenin, gelecek güzel günler için kendini paralamanın sonucudur. Fabrikadaki işçinin, mutfaktaki kadının, okuldaki çocuğun “içinden geçirdiği isyan kelimelerinin” dışarıya çıkmak için can atarken çarptığı duvardaki derin sarsıntılardır. Yani sabrın sonu selamet değil, hastalıktır.

Bruksizme Yakalandık

Literatüre göre stres kaynaklı bir hastalıktır. Genellikle gece uyku sırasında (gündüz uyanıkken de o an yaşanan stresle ilişkili olarak bilinçsiz bir şekilde gerçekleşebilir) farkında olmadan dişleri sıkmak ve çeneyi kenetlemek eylemine bruksizm denir.

Elbette bruksizmin stres dışında başka nedenleri de bulunmaktadır. Uyku bozuklukları, dişlerin sıralanışındaki yapısal bozuklar ve vücudumuzdaki bazı vitamin (anti-stres vitamini olarak da bilinen B5 vitamini) ve minerallerin eksikliği de hastalığın nedenleri arasında yer almaktadır.

Bu hastalığın vücuda, öncelikle dişlere çok fazla zararı bulunmaktadır. Gün içinde yaşanılanların ardından gece uykuya dalındığında farkında olmadan dişlerin sıkılıp rahatsız edici seslerin çıkarıldığı bu eylemin sonunda diş kırılmaları, diş yüzeyinde aşınma, dişlerde hassasiyet, diş etinin çekilmesi, yanaklarda tahriş, baş, eklem ve kas ağrıları meydana gelebilmektedir.

Her ne kadar bir “CEO, müdür, şef hastalığı” olduğu söylense de değildir. Çünkü belirli bir güruh dışında, hemen hemen hiç bir ezilen, dişlerini sıktığı için doktora gitmez, gidemez. Çünkü insanların büyük çoğunluğu doğar doğmaz dişlerini sıkmaya başlar. Hayat bir çok kişi için sabredilecek bir serüven, istemsiz bir hareketler zinciridir. Ha eğer bir gün bir ezilen yanlışlıkla dişlerini sıkmadığını fark ederse belki o zaman bir doktora gitmeyi düşünebilir.

Bruksizmin Tedavisi

Bruksizmin tedavisinde bahsedilen yöntemler genel olarak geçicidir. Depresyonu Prozac’la, şizofreniyi elektroşokla tedavi etmeye çalışan akıl, bunu da aynı şekilde tedavi etmeye çalışır. Dişleri korumak için, silikon bir plak önerir. Yani sabrın kendisi acı, meyvesi ise “Gece Plağı”dır. Kas gevşeticiler, rahatlatıcılar, küpür küpür haplar, kaşık kaşık şuruplar içilir yine de olmaz, olamaz. Hipnoterapi bile uygulanır. İnsanlar uyutulur ve dişlerini sıkmamaları yönünde telkin edilir. Meditasyon yapılır, akupunktur denenir, hatta ve hatta “iyi bir tatil” önerilir. Bunlar da olmayınca nedeni bilinmeyen strese bağlı bir hastalık denilerek kabullenilir. Çünkü tedavi çoğu zaman olduğu gibi, yanlış yerde aranır.

Kasılmış bedenler, hızlıca kırpılan göz kapakları, takır takır titreyen dişler, saçları, bıyıkları ve sakalları yolan eller, çeşit çeşit tikler… Böyle istemsizce yapılan hareketlerin arkasında istemsizce yaşanan bir hayattan başka bir şey yoktur. Ezilenin, ezenin çizdiği sınırlar dahilinde yaşamaya zorlanması ve tüm hayatını ezenin ihtiyaçlarını doyurmak için paralamasıdır. Akmak ya da olmak yerine sürüklenen, savrulan ve itilen biz ezilenlerin bir yere; bir şeye tutunmaya çalışırken çıldırmasıdır Bruksizm. İşte bu yüzden ne ilaçlar ne de gidilip gelinen “iyi bir tatil” derman olabilir bu hastalığa… Derman çemberin dışında, kapitalizmin ve iktidarın yokluğunda aranmalıdır.

Derman devrimdir, tek tek bizlerden başlayan ve bütün toplumları özgürleştirecek olan devrim!

 

Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 43. Sayısında Yayınlanmıştır

 

The post BRUKSİZM appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/08/bruksizm/feed/ 0
Meslek Hastalıkları (8): Raynaud Hastalığı – Nergis Şen https://meydan1.org/2017/12/14/meslek-hastaliklari-8-raynaud-hastaligi-nergis-sen/ https://meydan1.org/2017/12/14/meslek-hastaliklari-8-raynaud-hastaligi-nergis-sen/#respond Thu, 14 Dec 2017 12:31:42 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/14/meslek-hastaliklari-8-raynaud-hastaligi-nergis-sen/ Raynaud Hastalığı Nedir? Raynaud Hastalığı; genel olarak el parmaklarında meydana gelse de kulak, burun veya ayak parmaklarında da oluşabilen bir kan dolaşımı bozukluğudur. Tarım, inşaat, ormancılık, dökümcülük, mobilyacılık, demir-çelik, metal, maden, gemi inşa, tekstil, ayakkabıcılık gibi pek çok iş alanında görülen bir tür meslek hastalığıdır. İş yerlerindeki titreşimli el aletleri veya titreşimli makinelerden kaynaklı olduğu […]

The post Meslek Hastalıkları (8): Raynaud Hastalığı – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Meslek hastalıklarına ayırdığımız yazı dizimizin bu sayısında, inşaat işçilerinden ayakkabıcılara, metal işçilerinden tarım işçilerine kadar rastlayabileceğimiz ve pek çok iş alanında karşılaşabileceğimiz bir hastalığı ele alacağız: Raynaud Hastalığı.  

Raynaud Hastalığı Nedir?

Raynaud Hastalığı; genel olarak el parmaklarında meydana gelse de kulak, burun veya ayak parmaklarında da oluşabilen bir kan dolaşımı bozukluğudur. Tarım, inşaat, ormancılık, dökümcülük, mobilyacılık, demir-çelik, metal, maden, gemi inşa, tekstil, ayakkabıcılık gibi pek çok iş alanında görülen bir tür meslek hastalığıdır. İş yerlerindeki titreşimli el aletleri veya titreşimli makinelerden kaynaklı olduğu gibi soğuk ve stresten de meydana gelen hastalık, “beyaz parmak hastalığı” olarak da bilinir. Ayrıca sürekli titreşime maruz kalmak Raynaud hastalığı dışında el ve koldaki sinirlere, kaslara, kemiklere ve eklemlere de zarar verecek başka hastalıklara da sebep olabilir.

Raynaud Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Raynaud Hastalığı üç evreden oluşmaktadır. Soğuğa, titreşime veya strese maruz kalma durumunda, damarların daralmasından dolayı kan akışının aniden ve geçici bir süre yavaşlar, kan derinin yüzeyine çıkamaz ve etkilenen bölgenin rengi soluklaşır, beyaza döner. Belli bir süre sonra parmaklar soğur ve hissizleşir. Daha sonra kan akışı tekrar başladığında, bölgenin rengi bu sefer kırmızıya döner ve karıncalanma yaşanır. Bu değişimlerin ardından bölge tekrar normale döner. Meydana gelen bu ataklar bazen bir dakika, bazen ise saatlerce sürebilir.
Genellikle el parmaklarında görülen bu hastalıka, ellerde renk değişimiyle önce beyazlama, sonra morarma ve kızarma meydana gelmektedir. Renk değişimiyle birlikte bazı hastalarda uyuşma, karıncalanma, hafif his kaybı ya da iğne batması gibi semptomlar yaşanırken ağrı da belirtiler arasındadır. Hastalığın ilerlemesi durumunda parmaklarda yaralar oluşmaya başlar, hatta kangren belirtileri görülebilir.

Raynaud Hastalığı Tedavisi Nasıldır?

Raynaud Hastalığı’nın başlangıç aşamalarında, yani kan damarlarında kalıcı hasarların oluşmasından önce, titreşime maruz kalma durumu ortadan kaldırılırsa tedavi mümkündür. Ancak hastalık ilerlemiş ve kalıcı hasar meydana gelmişse, iyileşme oranı çok düşüktür. Soğuğa maruz kalan bölgede hastalığın atağının meydana geldiği sırada, bu bölge sıcak suya sokulmalıdır. Bu mümkün değilse, olabildiğince sıcak tutulmalıdır. Karıncalanma ya da uyuşma yaşanan bölgeyse yine aynı şekilde sıcak tutularak hafif hafif masaj yapılmalıdır.
Hastalığın ayrıca bir tedavisi yoktur fakat ilaç tedavisinde olumlu yanıt verme ihtimali yüzde ellidir. İlaç tedavisinde amaçlanan beyaz parmak ataklarının sıklığını ve şiddetini azaltmaktır. Hastalığın daha fazla ilerlememesi için, titreşime maruz kalma durumunun en aza indirilmesi, çalışan ortamda soğuktan korunmak için kalın giysi giyilip eldiven kullanılması gerekir. İş molalarında egzersiz yapmak ve parmaklara masaj yapmak da oldukça önemlidir.
İşçilerde çalışılan işten kaynaklanan pek çok hastalık meslek hastalığı olarak kabul edilmese de Raynaud Hastalığı Sağlık Bakanlığı tarafından meslek hastalığı olarak kabul edilmektedir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

Nergis Şen
[email protected]

The post Meslek Hastalıkları (8): Raynaud Hastalığı – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/14/meslek-hastaliklari-8-raynaud-hastaligi-nergis-sen/feed/ 0
Sisteme Uyum Sağlamak Bizi Öldürüyor mu? – Emircan Kunuk https://meydan1.org/2017/11/13/sisteme-uyum-saglamak-bizi-olduruyor-mu-emircan-kunuk-2/ https://meydan1.org/2017/11/13/sisteme-uyum-saglamak-bizi-olduruyor-mu-emircan-kunuk-2/#respond Mon, 13 Nov 2017 09:09:38 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/13/sisteme-uyum-saglamak-bizi-olduruyor-mu-emircan-kunuk-2/   Neden Sürekli Yorgunuz? İngiltere’de bir üniversitenin (Royal College of Psychiatrics) yaptığı bir araştırmaya göre, her beş insandan biri günün belirli bölümlerinde kendisini aşırı yorgun hissediyor, her on kişiden biri ise tükenmişlik derecesinde yorgun hissediyor. Bir başka istatistik ise 2006-2014 yılları arasında enerji içeceği satışlarının yüzde 115 oranında arttığını ve doktora gidenlerin yüzde 20’sinin “yorgunluk” […]

The post Sisteme Uyum Sağlamak Bizi Öldürüyor mu? – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 


Gece kafamızı yastığa koyduğumuzda saatlerce uyuyamıyor muyuz? Sabah üç kat aşağımızda yaşayan komşumuzu bile uyandıran alarmı duyamıyor, uyanamıyor muyuz? 8 saat uyusak bile yorgun mu uyanıyoruz? Geçmeyen bu yorgunluk, gün boyunca yapacağımız işlere engel olacak boyutlara mı ulaşıyor? Yorgunluk hissiyle verimsizleşiyor muyuz? Bu sorulardan bir veya birkaçına cevabımız evetse, ortada bir problem var; YORGUNUZ…


Neden Sürekli Yorgunuz?

İngiltere’de bir üniversitenin (Royal College of Psychiatrics) yaptığı bir araştırmaya göre, her beş insandan biri günün belirli bölümlerinde kendisini aşırı yorgun hissediyor, her on kişiden biri ise tükenmişlik derecesinde yorgun hissediyor. Bir başka istatistik ise 2006-2014 yılları arasında enerji içeceği satışlarının yüzde 115 oranında arttığını ve doktora gidenlerin yüzde 20’sinin “yorgunluk” gerekçesiyle gittiğini söylüyor.

Dünya çapında yaşanan bu sıkıntı, elbette beraberinde birçok çalışmayı ve çözüm arayışını getirdi. Bu çalışmaların birçoğu, yorgunluğun ve uykusuzluğun sebebi olarak, vücudun mitokondrinin etkin çalışmasını sağlayacak hormonları yeterli salgılayamaması olduğunu öne sürüyor. (Hücrelerimizde bulunan mitokondri organelleri oksijen, şeker, yağ ve proteinleri “ATP” adı verilen kimyasal enerjilere çevirir. Yani mitokondrinin yeterli çalışmaması enerji üretiminin azalmasına sebep olur.)

Buradan hareketle, son yıllarda “Sirkadiyen Ritim” kavramı, uykuya ve bedenin gündelik diğer faaliyetlerine olan etkisi daha çok konuşulur oldu.

Sirkadiyen Ritim Ne Demektir?

Sirkadiyen Ritim kavramı, Latince “circa” (yaklaşık) ve “dies” (gün) kelimelerinden türetilmiştir ve aslında yalnızca uyku ile alakalı bir kavram değildir. Bitkilerin, hayvanların, insanların ve siyanobakterilerin -yaklaşık- 24 saat içinde gerçekleştirdiği biyokimyasal ve psikolojik davranışlarının bütünü anlamına geliyor. Sirkadiyen Ritim, dünyanın hareketleriyle oluşan gece-gündüz döngüsünün canlılar üzerindeki etkisini araştıran “kronobiyoloji” bilim dalının inceleme alanlarından biridir. “Biyolojik ritim” ya da “vücut saati” de denilebilir.

2017 Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan araştırmacıların bile konusu olan sirkadiyen ritim meselesinin ilk kez gündeme gelmesi, 1972’de sinirbilimcilerin hipotalamustaki küçük bir bölgenin vücudun ana saati olduğunu bulmasıyla gerçekleşmişti. “Suprakiazmatik çekirdek” denilen, yaklaşık 20.000 sinir hücresinden oluşan bu bölge, 24 saatlik döngümüzün işlemesi için gerekli sinyalleri yolluyor, enerjimizi 24 saatlik döngüler halinde açıp kapatarak yüzlerce yaşamsal faaliyeti düzenliyor ve bunları yaparken, zaman hesabını güneş ışığına göre yapıyor.

Bu çekirdek, gözden gelen ışık sinyallerini işleyip; uyku döngüsü, büyüme hormonu sentezi gibi pek çok görevi yerine getiriyor. Hava kararıp gözümüze giren ışık azaldıkça bu bilgiyi epifiz bezine iletiyor ve epifiz bezi uykumuzun gelmesini sağlayan melatonin hormonunu salgılıyor. Bu süreç eğer ortamda -özellikle mavi- ışık yoksa gün doğana kadar olağan seyrinde ilerler. Gündelik yaşam normal kabul edilen seyrin dışında işlediğindeyse, işte o zaman sırasıyla birincil ve ikincil sirkadiyen ritimlerimizde bozulmalar başlar.

Sirkadiyen Ritimlerimiz Nasıl Bozuluyor?
Yapay ışıktan sıcaklığa, yediğimiz yemekten egzersiz yapıp yapmamamıza ve sosyal etkileşimlere kadar sirkadiyen ritmimizi bozabilen pek çok dış etken olsa da, gündelik yaşamda yapay ışığın en etkilisi olduğunu söyleyebiliriz.

Gün boyunca kapalı alanda maruz kaldığımız yapay aydınlatma, izlediğimiz televizyon, çalıştığımız bilgisayar, gece uyumak için yatağa girdiğimizde dahi sosyal medya hesaplarımızı kontrol ettiğimiz tablet ya da akıllı telefon; farkında olsak da olmasak da sirkadiyen ritimlerimize karşı geliyor. Çünkü bu ekranlardan, öğle saatindeki gün ışığı olarak algıladığımız mavi ışık yayılıyor. Mavi ışık, -amiyane tabirle- saatimizin ayarıyla oynayıp duruyor.

Elektriğin bulunmasından bugüne, ritmimizi bozma konusunda büyük bir deneyin hem sürdürücüsü hem de deneği konumundayız, risk altındayız.

İnsandaki Sirkadiyen Ritmin Keşfi

Kronobiyolojinin tarihi aslında 60’lara kadar gidiyor. O dönemde bazı sürüngenlerin ve memelilerin sirkadiyen ritme sahip oldukları biliniyordu. Bir mağarabilimci olan Michel Siffre, ilk deneyini 1962’de yaptıktan sonra, 1972 yılında uyku ve sirkadiyen ritmi araştırmak için 6 ay boyunca karanlık bir mağarada zamandan izole bir şekilde yaşam sürmüştü. Tek ışık kaynağı, ihtiyaç duyduğunda kullandığı kamp lambası olan Siffre için zaman farklı işlemiş ve alışkın olduğumuz 24 saatlik uyku-uyanıklık döngüsü yerine, bir süre sonra vücudu 48 saate adapte olmuştur.(36 saat uyanıklık-12 saat uyku) Bu deneyler neticesinde insanların da sirkadiyen ritimleri olduğu açığa çıkmıştır. 


En Güvenilir Saatlerimiz Bozulunca…

Sirkadiyen ritimlerimizi düzenleyen genlerin hepsi metabolizmaya bağlıdır, dolayısıyla biri bozulduğunda diğeri de etkilenir. Bir örnekle anlatacak olursak, gece geç saatte -metabolizmamız savunmasının gardını indirdikten sonra- yediğimiz yemek, obeziteye yakalanma riskimizi arttırıyor. Karaciğerimiz yağlanıyor, iltihap ve kanser olasılığı yükseliyor.

Risk altında olan, sadece birbiriyle etkileşim halinde olan organlarımız değil; aklımız tehlikenin tam ortasında. Normal zaman kabul edilen zamanda uyumayı engelleyen hastalıklardan muzdarip bireylerin %70’inin ciddi depresyon ve anksiyete gibi rahatsızlıklarının da olduğu söyleniyor. Bipolar bozukluktan yakınan bireylerinse üçte ikisinin anormal uyku döngüsü var.

Sirkadiyen ritim bozukluğunun tetiklemesiyle uykusuzluktan obeziteye, karaciğer yağlanmasından pankreas iltihabına, şeker hastalığından kansere ve hatta kalp hastalıklarına varan sonuçlar doğabiliyor.

Sirkadiyen Ritim Bozukluğu Hastalık mı, Uyumsuzluk mu?

Sadece insanlarda değil, hayvanlarda da işlediği bilinen sirkadiyen ritmin “bozulması” belirlenimine dair çeşitli eleştiriler de bulunuyor. Her bireyin uyuma, uyanma ve başkaca yaşamsal faaliyetlerinin yakın zamanlarda olmayabileceği, güneş ışığının davranışları belirleme konusunda bu kadar etkili ilan edilmemesi gerektiği iki çeşit kuş (baykuş ve tavuk) üzerinden anlatılıyor. Elbette bu iki hayvanın gündelik yaşamı eş zamanlı değildir.

Bu tartışmalarda, kronobiyoloji araştırmalarının, ancak bireylerin yaşamlarının tektipleştirilmesine faydasının olacağını, sistemin “uyumsuz” dediği bireylerin “hasta oldukları” ön kabulüyle yapıldığını iddia edenler bile var.

Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda, bu eleştirilerin haklılık payını gözardı etmesek de bir kenarda bırakarak meselenin çok da bahsedilmeyen boyutuna vurgu yapmak istiyoruz.

Bozukluk Bizde mi?

Kimilerimiz vardiyalı işlerde çalışıyor, haftanın belirli günlerinde gece vardiyasında oluyor. Bazılarımız masa başında bilgisayarla çalışıyoruz. Çoğumuz gün boyu okulda ya da işyerinde kapalı alanlara hapsedilip rutin bir işle uğraştığımız için geceleri televizyon izleyerek yaşantımıza renk katmaya çalışıyoruz. Yine çoğumuz güneşi pek görmüyor ve sağlıksız besleniyoruz. Neredeyse hepimiz -gün boyu zaten elimizden düşürmediğimiz- tablet ya da cep telefonumuzla her gece son bir kez sosyal medya hesaplarımızı kontrol ediyoruz… Her gün sirkadiyen ritimlerimizi daha da bozacak hareketler yapıyoruz.

Bütün bunları yapmak zorunda mıyız? Aslında hayır! Ama bunları bize dayatan sisteme uyum sağlamak zorunda hissettirildiğimiz için “evet” diyoruz.

Peki bozukluk, bu koşullarda yaşadığı için sirkadiyen ritimleri bozulan bizlerde mi?

Yoksa başlangıçta uykusuzluk, zamanla yorgunluk ve bitkinliğin getirdiği sosyal ölüm; şeker, tansiyon, böbrek yetmezliği, karaciğer yağlanması gibi rahatsızlıklarla yavaş yavaş ölüm; kanser gibi biraz daha hızlı ama sancılı bir ölüm ya da kalp krizi gibi ani bir ölüm dışında seçenek bırakmayan sistemde mi?

Çeşitli ölüm seçeneklerinden birinde mi karar kılacağız yoksa bizi öldüren sistemi mi yıkacağız? İşte asıl sorumuz bu!

Emircan Kunuk

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Sisteme Uyum Sağlamak Bizi Öldürüyor mu? – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/13/sisteme-uyum-saglamak-bizi-olduruyor-mu-emircan-kunuk-2/feed/ 0
Sınav Depresyon Eğitim Entegrasyon – Şeyma Çopur, Ada Sapan https://meydan1.org/2017/07/13/sinav-depresyon-egitim-entegrasyon-seyma-copur-ada-sapan/ https://meydan1.org/2017/07/13/sinav-depresyon-egitim-entegrasyon-seyma-copur-ada-sapan/#respond Thu, 13 Jul 2017 14:16:36 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/13/sinav-depresyon-egitim-entegrasyon-seyma-copur-ada-sapan/ Kapıda Kalanlar, Kapıdan Geçenler Bu yıl üniversite sınavına girmek için 2.162.895 kişi başvuru yaptı. 102.949 kişi kapıdan geçemezken 1457 kişinin ise kapıdan geçtiği halde sınavı geçersiz sayıldı. Kapıdan geçenler şimdilerde üniversite kapılarının önünde tercih yapma telaşındalar. 15 Dakika Kuralı’yla kapıda kalanlarsa ya bir sene daha bekleyip “kazanma” maratonunu sürdürecek ya da üniversiteyi “kaybetmeyi” kabullenerek başka […]

The post Sınav Depresyon Eğitim Entegrasyon – Şeyma Çopur, Ada Sapan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapıda Kalanlar, Kapıdan Geçenler

Bu yıl üniversite sınavına girmek için 2.162.895 kişi başvuru yaptı. 102.949 kişi kapıdan geçemezken 1457 kişinin ise kapıdan geçtiği halde sınavı geçersiz sayıldı. Kapıdan geçenler şimdilerde üniversite kapılarının önünde tercih yapma telaşındalar. 15 Dakika Kuralı’yla kapıda kalanlarsa ya bir sene daha bekleyip “kazanma” maratonunu sürdürecek ya da üniversiteyi “kaybetmeyi” kabullenerek başka tercihler yapacaklar.

Aileler, dershaneler, okul müdürleri durmadan aynı şeyi söyledi: “Bu tercih hayatını belirleyecek.” Peki hayatımız bir sınavla değişir mi? Otoriter ve kapitalizme entegre bir eğitimle değişmeyeceğini bilsek de bazı arkadaşlarımız baskılar karşısında bir sınavı kaybetmenin korkusunu yaşıyorlar. Bazılarımız sınavın stresiyle depresyona giriyoruz, bazılarımız üniversite ile kapitalizme entegre oluyoruz.

Sınav Depresyon

Yıllar boyu hazırlanılan sınavın sonunda yapılan tercih, öz iradeyle yapılan bir seçim değildir. Tercih yapmak, önüne sunulan seçeneklerden birini seçmek zorunda olmaktır. Üniversite tercihleri de sınava girenleri kapitalizmin seçeneklerinden birini seçmek zorunda bırakır. Bu şekilde kapitalizmin dışında bir yaşam olamayacağı yanılgısı yaratılır ve sınavı kazanamayanların her şeyi kaybettiklerine inandırılır.

Sınava hazırlanma sürecinde ise esas kaybedilen rakibe dönüşen arkadaşlar, sınavın stresiyle bozulan psikolojimiz ve çalışarak harcanan tüm zamanımızdır. Ev, dershane, okul üçgeninde sabahtan akşama, haftalarca, aylarca süren bu yarışta nefes almak için verilen molalardaysa “sosyalleşme” arkadaşlarla içilen bir bardak çay ya da sosyal medyadan takip edilen hesaplarla mümkün olur. Çünkü sınav asosyalleştirir. Sınava çalışırken yapmayı sevdiği ne varsa bırakan, evden günlerce çıkamayan, sınav bitince her şeyin değişeceğine inanan da çoktur. Peki aylarca süren bu yarışta çözdüğümüz testler bizdeki bu sorunları çözer mi? Tabi ki hayır, biz sınavın yoğun temposuyla aslında birçok şeyi kaybetmişizdir. Rekabet ettiğimiz arkadaşlarımızı, bozulan sağlığımızı ve sevdiğimiz şeyleri yaparak geçirdiğimiz tüm zamanı.

Kapıda kalan da kapıdan geçen de büyük belirsizliğin içinde bulur kendini. Aslında her iki durumda da sonuç değişmez. Bu belirsizliğin sonucu sınavların bizden çaldığı bir gelecek ve yaşamdır. Bazılarımız ne yazık ki bu sonucu dahi beklemeden belirsizliğin yarattığı depresyonla kaybolur.

Eğitim Entegrasyon

Eğitim, düzene uygun bireyler yetiştirir. İktidar, kendi ideolojisini taşıyan bir toplum yaratmak için eğitim sistemini de kendi istediği doğrultuda şekillendirir. Ancak iktidar kim olursa olsun eğitim sisteminin olmazsa olmazı itaatkar bireyler yetiştirmesidir. Yıllardır süregelen ve uygulanan Kemalik Eğitim, militarist algısıyla hizaya sokulmayı, and içmeyi, marş söylemeyi ve tek tip kıyafeti dayattı. Kurallarına uymayanları ise disiplin cezalarıyla terbiye etmeye çalıştı, başaramayınca da okuldan attı.

AKP’nin iktidarıyla birlikte toplumun genelinde bir muhafazakarlaşma başladı. Bu muhafazakarlaşmanın yansımaları en başta da eğitim sistemi içinde görüldü. 4+4+4 sistemiyle ve kılık kıyafet yönetmeliğinin AKP’nin istediği öğrenci tipini yaratma yönünde değiştirilmesiyle daha da belirginleşen bu yansımalar, Proje Okulları ve İmam-Hatipleşen okullarla sürdü. Patlak veren “FETÖ krizi” sonrasında Fethullah dershanelerine verilen destek kesildi. Temel Liseler açıldı. Böylece iktidar kendi tarafında olmayanı kendine uydurmuş olma stratejisini sürdürdü. Bu sene çokça konuşulan ve tartışılan müfredat değişikliği ise Kemalik Eğitim’den arta kalanı, OHAL’den alınan güçle değiştirme çabasıydı. Tüm bu uygulamalardan sonraysa devletin eğitimi bir entegrasyon aracı olarak kullandığını herkes açık bir şekilde gördü.

Toplumda eğitim her zaman tartışma konusu olarak gündeme geldi. Farklı düşüncelerin kendi çıkarları doğrultusunda eğitimi bir araç olarak kullanmak istemesiyle eğitim sistemi sürekli değişti. Laik olanın yerine muhafazakar, ya da herhangi başka bir kalıp eğitim fark etmiyor, bu değişimden etkilenen hep yaşamlarımız oluyor. Çünkü hepsinin aslında tek bir amacı var; itaatkar bireyler yaratmak, itaat etmeyeni de ortadan kaldırmak.

Öğretenin, öğrenene kurallarla düşüncelerini dayattığı, yasaklarla sınırladığı bir öğrenme sürecinde öğreten her kim olursa olsun, bu yöntem öğreneni itaatkarlaştırır. Eğitim sisteminin şekli ne olursa olsun yaratılan gelecek kaygısı depresyona, sınavı kazanmanın hayatı kazanmak olduğu sanısıysa yaşamlarımızı, kapitalizme entegrasyona sürükler. Ancak bizler devletin ve kapitalizmin önümüze sunduğu seçenekler arasından bir tercih yapmak zorunda değiliz. Önemli olan kazanacağımız diploma, statü ve kariyer değildir. Bunlar kapitalist bir düzenin olmazsa olmaz seçenekleridir. Devletin eğitim sistemine, kapitalizmin bencil düzenine uyum sağlamak zorunda değiliz. Bizden beklendiği gibi bir başkasının üzerine basıp yükselerek, bu uğurda her şeyi kaybederek “başarılı” olmak zorunda değiliz. Sonucu “kazanmak” odaklı bir yaşamın kaybedeni olduğumuzda da kazanacağımız şeyler var, unutmayalım. Çünkü önemli olan biziz. Önemli olan paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle donatılmış adaletli ve özgür bir geleceği kazanmaktır. Bunun için örgütlenerek Anarşizm mücadelemizi her yere yaymaktan başka seçeneğimiz yok. Çünkü sınav depresyon, eğitim entegrasyon! Ama yaşamlarımız bizimdir!


Şeyma Çopur – Ada Sapan

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Sınav Depresyon Eğitim Entegrasyon – Şeyma Çopur, Ada Sapan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/13/sinav-depresyon-egitim-entegrasyon-seyma-copur-ada-sapan/feed/ 0
” YALANCI ” – Okan Özduman https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:14:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter “Kendi inanıyorsa yalan değildir” Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler […]

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
yalan

Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter

“Kendi inanıyorsa yalan değildir”

Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler lakin. Gelgelelim, bu sendrom sahibi kişi genelde özgüveni yerindeyken yalan makinesinde stres ve suçluluk hislerini gösterir. Ve bu özellikleriyle Mitomani, patalojik seviyede yalan söylerken bu hisleri göstermeyen psikopati ya da anti-sosyal davranış bozukluklarından, ya da kişinin kendi yalanına inandığı yanlış hafıza gibi bozukluklardan ayrılır.

“İyi geliyorsa yalan değildir”

Hastalar bazen hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan şikayetlerde bulunurlar. Sağlık uzmanları da bu durumlarda hastanın şikayetiyle hiç ilgisi olmayan, hatta şekerli su ya da C vitamini gibi hiçbir şeye hiçbir etkisi olmayan maddeleri, çok iyi geleceğini ve hiçbir şeylerinin kalmayacağını söyleyerek uygularlar. Birçok durumda hasta kısa sürede kendini daha iyi hisseder. Buna tıp dilinde plasebo etkisi denir.

 “Herkes inanıyorsa yalan değildir”

Çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film karakterlerinden biridir, muziptir, ama kanlı canlı değildir. Tahtadandır ve yalan söylediğinde burnu uzar. Evet, herkesin bildiği Pinokyo’dur o. Gel gelelim, İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1878’de yayınladığı orijinal eserinde yarattığı karakterden çok farklıdır bu Pinokyo. Romanın orijinalini çocuklar için “sakıncalı” bulan Disney, 1940’ta yayınladığı uyarlamada, uzayan burun sadece önemsiz bir sahneyken, bunu senaryonun merkezine yerleştirmiş, hikayenin sonunu değiştirmiş ve sadece çocukların büyüklerine yalan söylemeyip, sözlerinden çıkmamasını öğütleyen, sığlaştırılmış bir film yaparak işin içinden sıyrılmıştır.

“İhtiyacı karşılıyorsa yalan değildir”

Reklam, pazarlama, promosyon, fırsat ve kampanyaların ana sloganı bireyin ihtiyacı olmayan metaları ona ihtiyacı olduğunu düşündürtmektedir. Bunlar işletme bölümlerinin ders kitaplarında ihtiyaç yaratma adıyla da geçer. Bu amaçla yolda yakanıza yapışmaktan, telefonla tacize, “cesur ol” gibi buyurgan panolarından istismarcı filmlere kadar her yol mubahtır bu işin profesyonellerine. Sizi tüketici yapmak için uyguladıkları şiddetin on katını patronları uygular kotalar ve rekabetçi performans değerlendirmeleriyle. Ödülleri de eşantiyonlar ve konferanslar olur yılda bir ucuz otellerde.

Okan Özduman

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/feed/ 0
“Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:16:45 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/ Sedef hastalığı, derinin normalden daha hızlı yenilenmesi yüzünden ciltte kuruma, pullanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Her bünyede farklı bir karakteristik özellik taşıyan sedef hastalığı kimi bünyeler de lokal kimilerinde ise cilt yüzeyinin neredeyse tamamını kaplayacak şekilde yaygındır. Bu hastalık kalıtsal özellikler taşır, bakteri ya da virüsle oluşmaz, bulaşıcı değildir. Kaynağı tam olarak belirlenememiş olan […]

The post “Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Sedef hastalığı, derinin normalden daha hızlı yenilenmesi yüzünden ciltte kuruma, pullanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Her bünyede farklı bir karakteristik özellik taşıyan sedef hastalığı kimi bünyeler de lokal kimilerinde ise cilt yüzeyinin neredeyse tamamını kaplayacak şekilde yaygındır. Bu hastalık kalıtsal özellikler taşır, bakteri ya da virüsle oluşmaz, bulaşıcı değildir. Kaynağı tam olarak belirlenememiş olan hastalık, zamanla kronikleşir ve hiçbir zaman tamamen tedavi edilemez diye bilinir. Oysa dünya nüfusuna oranladığımız da sayısı 140.000.000’u bulan sedef hastaları bilindiği kadar çaresiz değiller.

Sedef hastalığının bilinen en önemli nedeni STRES’ tir. Her yaşta görülebilen hastalık genellikle hayatınızda önemli değişiklikler yaşadığınız dönemlerde, sıkıntılı ya da mutsuz olduğunuz zamanlarda tetiklenir. Örneğin, çocukluktan ergenliğe geçilen yaşlarda, okul – dershane – ev üçgeninde, sınav stresiyle harmanlanmış bir dönem de bu hastalıkla tanışmanız oldukça olası. Saçınızın içinde sedef çıkar, kaşınırsınız, doktora gidersiniz doktor teşhis koyar, “Ne sıkıntın var evladım, kafana tokadan başka bir şey takmıycaksın şu hayatta” der, gönderir. Bu dönemi atlatırsınız sedefiniz geçer, geçmese bile hafifler ama kendinizi şanslı hissetmek için henüz erken. Çünkü sedef yaşta değil başta.

Sınavı kazansanız bile, üniversitede sizi bekleyen şey, yine sınav, yine rekabet, yine stres… Siz büyüdükçe dertler büyür, hoca size takar, arkadaşlarınız sizi satar, yalnızlaştıkça bencilleşir, bencilleştikçe çaresizleşirsiniz. Saçınızdaki sedef gün geçtikçe kudurur, o da yetmez, nereden yara alırsanız oranızda çıkar, okul sıraların da çürüyen dirsekleriniz başlar pul pul dökülmeye, kaşındıkça kaşınırsınız. Tekrar doktora gidersiniz krem yazar, losyon verir, “Kafanı takma her şeye der” gönderir…

Sınavı kazanamadıysanız, sizi bekleyen şey yine stressiz bir hayat değil. Bu kez siz evden işe, işten eve mekik dokurken, hayatınıza asgari ücretle paha biçilir… Kıt kanaat hayatta kalmaya çalışırken vardiya şefi, bölüm amiri, departman müdürü, müdürünün müdürü tarafından azarlanır, itilir kakılır ezilirsiniz… Sabah 8 akşam 5’te, fazla mesailerin de, ücretsiz izinlerin de stresin dibine vurursunuz. Saçınızdaki, dirseklerinizdeki yaralar yayılır, nasırlaşan ellerinizde, tutmayan dizlerinizde yaralar çıkar, kaşınır kaşınır kanatırsınız, doktora gidersiniz, ilaç yazar, psikolojik desteğe ihtiyacınız olduğunu söyler, gönderir. Ama siz bilirsiniz ki, aldığınız ilaçlar derdinize derman olmayacak, bir – iki hafta kullandıktan sonra hiç bir işe yaramayacak… Çünkü her gün aynı dertler tepenize bindikçe yaralarınız azdıkça azacak…

Ve bununla da kalmayacak… Yaralarınız azdıkça, vücudunuzun görünen yerlerine yayıldıkça, derdiniz daha da büyüyecek. Çünkü insanlar görecek, kimi “Ayy burana ne oldu?!” diyecek, kimi “Iıyy bu ne be!” diyecek! Ve hepsinin yüzüne acıma ile karışık bir tiksinti ifadesi oturacak, ya bulaşırsa diye ne elinizi sıkmak, ne birlikte yemek ne de yakınınızda olmak isteyecekler. Görüntünüz kötüleştikçe yalnızlaşacaksınız, kendinize olan güveninizi kaybedeceksiniz. Böylece stres içinden çıkılmaz bir hal alacak sizin için ve siz bir ucubeye benzediğinizi düşündükçe daha çok kaşınacak ve yaralarınızı daha da azdıracak ve kanatacaksınız… Çünkü aslında, size ucube gibi hissettiren şey sedefiniz değil, yaralarınıza bir “çirkine” bir “şişmana” bir “engelliye”, baktığı gibi bakan, tüm diğer ezilenler gibi sizi de ötekileştiren bakışlar.

Hal böyleyken belki de yapmak gereken şey, hayatınızı saran strese ve sedefinize sarılıp derinizi yani kendinizi parçalamak değil, sizi çaresizleştiren, yalnızlaştıran, ötekileştiren kapitalizme karşı, öfkenize sarılıp, hayatınızı saran stresi parçalamaktır.

Özlem Arkun  [email protected]

The post “Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/feed/ 0