Taksim Yayalaştırma Projesi – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 04 Mar 2014 11:11:21 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/ https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/#respond Tue, 04 Mar 2014 11:11:21 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/ Değişik zamanlarda yaşıyoruz. Nereye baksak kafası karışık ve kaygı içinde insanlar… Herkes mağdur, herkes kırılgan, herkes yine de dünya hakkında bilinmesi gereken her şeyi yalamış, yutmuş ve hazmetmiş görünüyor. İçine gömüldüğümüz gündemler birbirini öyle hızlı takip ediyor ki gündemin içinden bakıp, resmin bütününü görmek pek olası değil sanki. Patladığı günden bu yana bir parçası kılındığımız […]

The post “Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Değişik zamanlarda yaşıyoruz. Nereye baksak kafası karışık ve kaygı içinde insanlar… Herkes mağdur, herkes kırılgan, herkes yine de dünya hakkında bilinmesi gereken her şeyi yalamış, yutmuş ve hazmetmiş görünüyor. İçine gömüldüğümüz gündemler birbirini öyle hızlı takip ediyor ki gündemin içinden bakıp, resmin bütününü görmek pek olası değil sanki.

Patladığı günden bu yana bir parçası kılındığımız Suriye İç Savaşı mı dersiniz, Büyük Ortadoğu Projesi mi, Reyhanlı Katliamı mı? Avrupa’yı sarsan ekonomik krizin gölgesinde AB ilişkileri mi yoksa… Ergenekon operasyonları, KCK operasyonları, “barış” süreci… Devletin el değiştirmesi, cemaat – AKP savaşı, CHP’de kaynayan kazanlar, Taraf’tan ayrılanlar, orduda boy gösteren kadro sıkıntısı… Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi, İsrail’le ilişkiler… Yeniden çizilen sınırlar, küreselleşme, güç gösterileri… Dünyanın dört bir yanında kazanlar kaynarken Türkiye’de kurutulan dereler, Hidroelektrik Santraller, iki milyon ağaç pahasına yapılacak olan İstanbul’daki 3. Köprü ve Havaalanı projeleri, Taksim’in yayalaştırılması ama gösteri yürüyüşlerine kapatılması, dört bir yandan fışkıran AVM’ler, alkol yasağı, ertesi gün haplarının reçeteye bağlanması, internetin kontrol altında tutulması, hapishane kompleksleri, “iki ayyaş”lar, “en az üç çocuk”lar, dört artı dört artı dörtler…

Tüm bunları nefes almadan sıralarken OECD yaşam endeksinde Türkiye’nin sonuncu olmasını filan da es geçmeyelim. Hiçbir gündemin hatırı kalmasın… Bunca şey nefes nefese yaşanırken kimi vatanı korumak peşinde, kimi imanını, kimiyse yaşam tarzını… Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, neyi isteyip neyi istemediğimizi unutturan bir hırgürün içinde, yaşam gailesindeyiz… O halde korkularımızın motorunu durdurup bir nefes almanın tam zamanı…

Algımızı durultmanın, gerçeklikle ilişkimizdeki temassızlıkları gidermenin, Mevlana’nın filine ışıkları açıp bir de öyle bakmanın tam zamanı… “Kardeşim Esad”ın bir günde nasıl “kan emici Esed”e dönüştüğünü anlamanın mesela… Tıpkı yıllar öncesinde kırk yıllık “tedhiş”in bir gecede “terör”e dönüşmesi gibi… Birbiriyle kopuk ve ilişkisiz görünen her şeyin aslında nasıl da birbirine göbekten bağlı olduğunu, hayatın ve hegemonya stratejilerinin boşluk tanımadığını da anlamanın yolu belki bu dil oyunlarını görebilmekten geçmektedir kim bilir…

İki kere iki dört; dilinizi, gündeminizi ve korkularınızı yönetmeyi başaran kişiler algınızı ve davranışlarınızı da yönetebilirler. İşte tekleşmiş bir toplum distopyasına giden yolun köşe taşları… Algınızın iplerini elinizde tutamıyorsanız hayatınızı nasıl savunabilirsiniz ki? Yaşam alanlarınızı ve çocuklarınızı mesela…

O zaman bütün bu muhabbetlerin rotasını kısaca çizmek gerekir: Algı manipülasyonunun ilk adımı bildiklerini unutturmaktır. Buyurun size enformasyon bombardımanı… Gerçeklerle harmanlanmış yalanlar. Arzulara bulanmış kaygılar… Havuç ve sopa… Şeyler arasındaki bağıntıları takip etme yetimizin elimizden alınması izler bunu. Akışı takip etme yeteneğimizin güdükleştirilmesi. Bağlam ile algımız arasına çekilen perdeler… Gerçeklikle aramızda örülen duvarlar…

Masa başında oluşturulan bir dille malul olmak… Tedhiş, dehşetten gelir mesela. Sizi dehşete düşürerek, korku salarak algınızı ya da davranışlarınızı yönlendiren her hareket bir tedhiş hareketidir. Dehşet yoksa tedhiş yoktur. “Üniversite Harçları Kaldırılsın” diyen 17’lik çocuğu tedhiş suçlamasıyla hapislerde süründüremezsiniz mesela… Bağlam ortadadır… Devletin işkencesinin, gözaltında kayıpların, infazların tedhişle ilişkisini gözlerden gizlemeniz de olası değildir. Zira dehşet saçarak algınıza ve davranışlarınıza yapılan bir müdahaledir söz konusu olan… Ama terör dediğinizde her şey değişiverir. Kavramın aslında aynı köke erişmesinin bir önemi yoktur bu noktada. O kökü kimse algılayamamaktadır çünkü. Ve böylece “silahsız terör örgütü” gibi kavramlar bile icat etmeniz mümkündür artık. Sonra kaos ve anarşi vardır. Mutlaka çok “kötü” şeylerdir böyle ama ne olduklarını kim bilebilir ki… Şeyler bağlamlarından tek tek kopartılıp kavramlar yeniden içeriklendirilirken, birbiriyle alakasız her şeyi birbiriyle ilişkilendirebilmek de mümkün olur… Kaos eşittir anarşi, anarşi eşittir terör. E tedhiş ne oldu? Suya düştü… Su ne oldu? Paralel devlet içti… Gerisi oldu da bitti maşallah. “Operasyon”un adı eskiden “ameliyat”mış kimin umurunda? Ne yaptık? Devletin düzenine karşı kargaşa çıkartmaya terör denir… Peki ya kargaşa? “Emek Sineması yıkılmasın” dersin. Polis gelir gaz sıkar. Kargaşa olur. Çocuklarımız ölmesin dersin. Polis gelir cop çeker, kargaşa olur. Ve kargaşa her zaman devletin düzenine karşı girişilmiş bir eylem olduğu içindir ki polis seni dövüyorsa bir bildiği vardır mutlaka. Ve bildiği o şey de senin bir terörist olduğundur… Tenis seyircisinden de, tiyatrocudan da, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’dan da terörist çıkarmanın formülü budur işte. Kuşkusuz postmodern zamanlarda simya, sosyal bilimlerin en mühimidir.

Bağlamları kopar, dün bildiğini bugün unuttur, kavramları yeniden içeriklendir, şeyleri nasıl algılatmak istiyorsan öyle ilişkilendir. Sözde soykırım, sözde vatandaş, sözde muhalefet… Dersim bir kararnameyle böyle Tunceli olur. 1 Mayıs Mahallesi, Mustafa Kemal… Kart-Kurt işte güzel kardeşim. Çaktınız köfteyi… Sonra bir sabah kalkmışsınız “Esad Kardeş” olmuş, “kan emici Esed…” Hani böyle şeyleri pek merak edenlerden değilseniz boşluğu doldurmak yine benim işim olsun: Ondan sonra 11 Mayıs… Ne güzel kasabamızdın sen Reyhanlı.

Sonra gelsin dindar nesil, gitsin Taksim. Gitsin kürtaj, gelsin üç çocuk… Neyin yenilip neyin içileceği, neyin giyilip neyin çıkarılacağı, kaç çocuk yapılacağı, nasıl yapılacağı, kime ne denilip ne denilmeyeceği, neye itiraz edilip neye edilmeyeceği, nerede toplanılıp nerede dağılınacağı filan artık “usta”nın bileceği iştir ve fakat neyin özel hayata ve yaşam tarzlarına müdahale olup olmadığını da o bilecektir elbette… Burada başbakan konuşuyorken, onun lafı üstüne laf söylemek ne haddimize…

Ve ondan sonra aslına bakarsanız on iki gelir… Algımızın ipleri “usta”ların elinde olduktan sonra apoletliymiş apoletsizmiş ne fark eder… Ve her gün 12 olduktan sonra Mart’mış Eylül’müş beyhude…

 

Erdinç Yücel

 

Bu yazı Meydan Gazetes’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kafanın İçinde “Ne” Var?” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/04/kafanin-icinde-ne-var-erdinc-yucel/feed/ 0
Belgesel Fotoğraf Topluluğu’ndan Direnişin Kitabı Çıktı https://meydan1.org/2014/03/02/belgesel-fotograf-toplulugundan-direnisin-kitabi-cikti/ https://meydan1.org/2014/03/02/belgesel-fotograf-toplulugundan-direnisin-kitabi-cikti/#respond Sun, 02 Mar 2014 08:46:16 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/02/belgesel-fotograf-toplulugundan-direnisin-kitabi-cikti/ 2012 yılında Taksim Yayalaştırma Projesi onaylandığından bu yana Taksim Meydanı’nda yaşanan değişimleri kaydeden fotoğrafçılar, özellikle geçtiğimiz Mayıs ayında başlayan direnişin her karesini, her anını unutulmayacak görüntülerle hafızalarımıza kazıdılar. Ellerinde biriken binlerce fotoğraftan bir seçki yaptılar ve “Fotoğraf Notları” adıyla devam ettirmek istedikleri çalışmanın ilk ürününü, Taksim Direnişi fotoğraflarından oluşan “Gezi Direnişi” başlığıyla kitaplaştırdılar. Kitabı hazırlayan […]

The post Belgesel Fotoğraf Topluluğu’ndan Direnişin Kitabı Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
2012 yılında Taksim Yayalaştırma Projesi onaylandığından bu yana Taksim Meydanı’nda yaşanan değişimleri kaydeden fotoğrafçılar, özellikle geçtiğimiz Mayıs ayında başlayan direnişin her karesini, her anını unutulmayacak görüntülerle hafızalarımıza kazıdılar. Ellerinde biriken binlerce fotoğraftan bir seçki yaptılar ve “Fotoğraf Notları” adıyla devam ettirmek istedikleri çalışmanın ilk ürününü, Taksim Direnişi fotoğraflarından oluşan “Gezi Direnişi” başlığıyla kitaplaştırdılar. Kitabı hazırlayan Belgesel Fotoğraf Topluluğu’ndan Bahar Gökten ve Yücel Tunca ile yaşanan bu süreci konuştuk.

Meydan: Önce kısaca kendinizden söz ederek başlayalım isterseniz. Kimdir Bahar ve Yücel, ve böyle bir çalışma yapmaya nasıl karar verdiniz?

Bahar Gökten: Ben fotoğrafçılık okudum, şimdi de fotoğraf çekiyorum. Gezi sürecinde de fotoğrafçı ile direnişçi arasında gidip gelmeler yaşayan, o süreci fotoğrafla anlatmaya çalışan biri diyelim kısaca.

Yücel Tunca: Ben eskiden gazeteciydim, 10 yıldır Galata Fotoğrafhanesi’ndeyim. Fotoğraf Vakfı’ndayım ve fotoğraf dersleri veriyorum. Son 7 yıldır, bu çalışmanın pratik kısımlarını Gezi Parkı’nda yapıyordum. Dolayısıyla 2011 sonlarında bu parkın ortadan kaldırılma planlarını yavaş yavaş duymaya başladığımızda, bir şehir refleksinin ötesinde başka bir dikkatle de dinlemeye başladım. Çünkü burası aynı zamanda benim yaşam alanımdı. Bu konuya biraz daha eğildim, Fotoğrafçı İnisiyatifi’nin kurulması da böylece ortaya çıktı.

2012’de projeler belli olmaya başladıkça, burayı elden giden bir şey değil de, savunulması gereken bir şey olarak gördük.

O zamanlar Taksim Platformuydu, sonrasında Taksim Dayanışması olarak bizlerinde çalışmalara fotoğraflarımızla destek olabileceğimizi söyledik. Daha sistematik çekimler yapmaya başladık. Belgesel fotoğraf grubumuz da bu konuya özellikle eğildi. Ardından yapılmaya başlanan Taksim nöbetlerine de katıldık. Bununla da yetinmeyip, 20-25 kadar fotoğrafçı kendi fotoğraflarını basıp yine bir Taksim nöbetinde, bir cumartesi günü, çıktık sokağa. Meydanda yürüyüş yaparak, insanların biraz daha bu konudan haberdar olması için gayret göstermeye çalıştık. Çünkü hala o tarihlerde, birçok kişi Gezi Parkı’nın nasıl bir tehdit altında olduğunu bilmiyordu.

Böylece yavaş yavaş kendi çevremizde de daha fazla sayıda fotoğrafçı bu yaptıklarımızdan haberdar oldu. Mayıs sonrasında başlayan saldırılarda da, daha önce oluşmuş olan “ortak akıl”, bundan sonra da beraber hareket edelim demeye başladı. Haziran ayının sonunda da “Taksim’den Elini Çek” internet sayfası oluşturup, çektiğimiz fotoğrafları orada paylaşmaya başladık. Ağustos ayının sonlarına doğru da bu kitabı hazırlamaya karar verdik. Kasım ayına yetiştirmeyi planlıyorduk ama olmadı. Şimdiye kalmış oldu.

Meydan: Taksim Direnişi haftalarca süren, birçok mekana sıçrayan bir eylemliliğe dönüştü. Tüm bunları fotoğraflamak elbette oldukça zor bir iş. Çekilen binlerce kare arasından bu kitapta kullandığınız fotoğrafları seçme işi de bir o denli zor olsa gerek. Neydi sizin hassasiyetleriniz, bu seçkiyi yaparken nelere dikkat ettiniz?

Yücel: Kitaptaki fotoğrafların seçiminde belli bir editör olmasın dedik. Herkesin gelip fotoğraflarla ilgili görüşlerini söyleyebileceği bir ortamda fotoğrafları seçtik. Binlerce fotoğraftan, daralta daralta, fotoğraf sayısını 350’ye kadar indirdik. Daha az fotoğrafla Gezi Parkı’nın istediğimiz bütünsellikte anlatılamayacağına ikna olunca, elemeyi durdurduk.

Elimizde bir liste oluşturmuş ve birçok başlık belirlemiştik, seçtiğimiz fotoğrafların bu başlıklarda olmasına gayret ettik. Hem temsiliyetler anlamında, yani kadın temsiliyeti, lgbt temsiliyeti, anarşist temsiliyeti, siyasi yapılar, örgütler, hem de revirinden kütüphanesine, bostanından seyyar satıcısına varıncaya dek, tüm o parçalı yapıyı eksiksiz verebilmeyi amaçladık. Dolayısıyla seçkiyi de bu gözle yaptık.

Hep geri dönüşler yaparak, eksik olan kısımları doldurmaya gayret ettik. Ama asıl eksenimiz kronolojik bir sıralamaydı. Gezi öncesi günlük hayat, yavaş yavaş başlayan protestolar, inşaat çalışmalarının başlaması, ondan sonra da en son Ağustos ayında başlayan forumlara, yeryüzü sofralarına varıncaya değin bizim tanık olabildiğimiz hemen her türlü eylemliliğin kitaba yansıyabilmesini sağlamaya gayret ettik.

Meydan: Direniş, Gezi Parkı’na başta söylendiği gibi bir kışla yapılmasına mani olabildi ama bugün hala tam da bizim istediğimiz gibi bir alan değil. Gezi Parkı’nın çevresine dökülen betonlar adeta bir beton çölünü andırıyor, AKM hala polis işgalinde. Sizin bu bölgeyi fotoğraflama çabanız devam edecek mi?

Yücel: Aslında kolektif olarak henüz böyle bir karar almış değiliz ama bireysel olarak ben hala Taksim’i çekmeye devam ediyorum. Biliyorsunuz, yakın zamanda belediyenin yayınladığı bir plan var Taksim Meydanı için. Bu plana baktığımızda, birkaç ağaç dışında meydan şimdikinden çok farklı konumda değil. Ve tepkilerin yeniden yükselmesi çok olası.

Ağustos’tan sonra biraz daha stabil durumdayız ama seçim öncesi tekrar başladıkları bu durumda taraf olmayı sürdüreceğiz elbette. Mesela, Gezi’nin yıl dönümünde açık hava sergisi düşünüyorduk ama bu planın açıklanmasıyla eylemlilikleri daha önceden başlatacağız gibi görünüyor.

Meydan: Kitabı incelerken, bazı fotoğrafların mozaiklenerek görüntünün netsizleştirilmiş olduğunu fark ettik. Bunun sebebi nedir?

Yücel: İki şey mozaikledik; birincisi, cinsiyetçi küfürler, diğeri de iki ya da üç fotoğrafta da fiili eylem halinde olan protestocular, doktor ve sağlıkçıların yüzlerinin net görünmesini engelledik.

Fotoğrafın yapısını bozuyorduk. Kişinin yüzünü mozaiklediğimiz fotoğrafta, fotoğrafın da anlamını yitirdiğini gördük, ama biz bunun böyle olması gerektiğini düşündüğümüzden yapacak başka bir şeyimiz yoktu.

Bahar: Gezi’de de sıkça bir araya geldiğimizde konuştuğumuz bir şeydi bu. Fotoğrafladığımız kişilerin hayatlarında olumsuzluğa dönüşebilecek birçok şey yaşanabilirdi; yüzlerin görünmeyeceği bir biçimde fotoğraf çekmeye çalışarak bu sorun aşılabilirdi. Bunun farkında olmayan arkadaşların çektiği fotoğraflarda, kameranın bazen polis kamerası konumuna geçtiği uyarısında bulunarak, o arkadaşların da hassas davranmaları konusu çokça konuşuldu. İster istemez bizim fotoğraflarımız bazen delil olarak sorun teşkil edebiliyor.

Meydan: Kitap, baştan sona kolektif bir çabaya vurgu yapıyor. Sizin için birlikte fotoğraflama ne anlam taşıyor?

Bahar: Mayıs’ta çalışmalarına başlayan Fotoğraf İnisiyatifi öncesinde de konuştuğumuz bir konu vardı; fotoğrafçıların fotoğraf çekip ortak bir çalışma yürütemediği, o nedenle çektikleri fotoğrafları kendi dosyalarında eşe dosta göstererek ya da kendi kişisel sitelerinde tuttukları.

Ama Gezi süreciyle beraber, bunun da aşılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Yani bu kitap çalışmasının ve web sitesinin onun için ayrıca bir önemi var, birbirini tamamlayan çalışmalar bunlar. Çünkü hepimiz her yerde olamayacağımızı ve farklı bakış açılarına da sahip olduğumuz için bir araya geldiğimizde çok daha güçlü bir şey yapabileceğimizi, tabii ki biliyorduk. Bu sürecin buna vesile olması çok önemli, çok kıymetli.

Meydan: Son olarak bu kitabı nerelerden edinebileceğimizi söyleyebilir misiniz?

Yücel: Kitabı dağıtıma vermeyi ve birçok noktada okuyucuyla buluşturmayı istiyorduk ancak, dağıtım firmaları kitabı almak istemediler. Gerekçe olarak da Gezi ile ilgili kitapların satmadığını söylediler. Kitabımız şimdilik, elden dağıtım yaptığımız bazı kitapçılarda ve burada, Galata Fotoğrafhanesi’nde bulunuyor.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post Belgesel Fotoğraf Topluluğu’ndan Direnişin Kitabı Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/02/belgesel-fotograf-toplulugundan-direnisin-kitabi-cikti/feed/ 0