TC Devleti – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 10 Aug 2020 13:08:18 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Orduların İlk Hedefi Akdeniz https://meydan1.org/2020/08/10/ordularin-ilk-hedefi-akdeniz/ https://meydan1.org/2020/08/10/ordularin-ilk-hedefi-akdeniz/#respond Mon, 10 Aug 2020 13:08:16 +0000 https://meydan.org/?p=62374 Devletler, savaşlar ve katliamlarla kurulmuştur. Varlıklarını savaşlara ve katliamlara borçlu olduğunun farkında olan devletler, devamlılığını sağlayabilmek için de savaşlara ihtiyaç duyar. Savaş ve katliamlarda milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan devletler, insanları sürekli militarist ve milliyetçi politikalarının neticesinde düşman söylemleriyle kendisine bağlı tutmaya çalışır. Devletler çıkarları için dün söylediğini bugün yalanlayabilir. Dün Kürt Sorunu vardır […]

The post Orduların İlk Hedefi Akdeniz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletler, savaşlar ve katliamlarla kurulmuştur. Varlıklarını savaşlara ve katliamlara borçlu olduğunun farkında olan devletler, devamlılığını sağlayabilmek için de savaşlara ihtiyaç duyar. Savaş ve katliamlarda milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan devletler, insanları sürekli militarist ve milliyetçi politikalarının neticesinde düşman söylemleriyle kendisine bağlı tutmaya çalışır.

Devletler çıkarları için dün söylediğini bugün yalanlayabilir. Dün Kürt Sorunu vardır dediğin ülkede iktidarda kalabilmek için Kürt Sorunu’nu çözdük diye bu sorunu daha da derinleştirebilirsin örneğin. Ya da “NATO’nun Libya’da ne işi var?” dedikten sonra Libya’da gerçekleştirecek saldırılar için İzmir’de NATO karargahı kurulmasına önayak da olabilirsin.

Bu tabloyu güncel olarak Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş politikalarında rahatça görebiliyoruz. Güncel durumda Akdeniz’de birçok sorun birbirine girmiş durumdadır ve bu savaş ortamını Gordion düğümüne rahatlıkla benzetebiliriz. Meşhur hikayeye göre Gordion düğümünü çözecek olan kişi, bütün Asya kıtasının hakimi olacaktır. Gordion düğümüyse çözülmesi imkansıza yakın bir düğümdür. Gordion düğümünü çözmeye çalışan Büyük İskender, düğümü çözmeyi başaramayınca kılıcıyla düğümü keser. Gerçekten de birçok toprakta katliamlar yaparak ilerleyen Büyük İskender Asya’nın tek hakimi olacak gibidir. Ancak İskender’in 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümü Gordion düğümünü çözmek yerine iktidar hırsına dayanamayarak kılıcıyla kesmesinin cezası olarak yorumlanır. Peki bütün Akdeniz’de tek hakim olmayı sağlayabilecek düğüm nedir ve bunu kim, nasıl çözecektir?

Öncelikle devletlerarası ilişkilere baktığımızda tek bir devletin kendi politikasını Akdeniz’deki birçok devlete istediği gibi dayatmasının pek olanaklı olmadığını söyleyebiliriz. Ancak bu durum, devletlerin Gordion düğümünü kılıçla çözmeye çalışmasını engellememektedir.

Akdeniz’e kıyısı bulunan devletler arasında en yakın savaş ihtimali, TC Devleti ve Mısır arasında değerlendirilmektedir. Suriye Başkanı Esad’ı iktidardan indirmek için yıllardan beri uğraşan TC Devleti’nin arkasında durduğu cihatçılarla Suriye arasındaki sıcak çatışmayı devletler arasındaki bir savaş olarak değerlendirmezsek tabi. Peki nasıl oldu de TC ile Mısır arasındaki bir savaş ihtimalinden bahsedilmektedir?

Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin sonuçlarından biri, Libya’da birçok devletin dahil olduğu “iç savaş”ın çıkması oldu. Bu “iç savaşta” Fayez El Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve Libya Ulusal Ordusu lideri Halife Hafter’in başını çektiği başlıca iki güç bulunmaktadır. TC, Fayez El Serrac’a arka çıkarken Mısır da Halife Hafter’in arkasında durmaktadır. Mısır ile birlikte Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de hareket etmektedir. TC ile birlikte UMH’yi destekleyen devletler arasında ise Katar var. ABD de Rusya’nın Libya’da artan rolünden endişe duyarak harekete geçmeye hazır görünüyor.

TC ile Mısır’ı karşı karşıya getiren ilk çatışmaysa Libya’da yaşanmadı. Mısır, Arap Baharı’nın birçok sonuç doğurduğu ülkelerin başında geliyor. Sonucunda Müslüman Kardeşler’i iktidara getiren ayaklanmalar Mısır’da yaşanmıştı örneğin. Ancak şu an Mısır Devlet Başkanı olan Sisi’nin darbesiyle Müslüman Kardeşler iktidardan indirilmişti. Bu süreçte TC, Müslüman Kardeşler’i desteklemekten hala vazgeçmeyen bir devlet olarak Sisi’nin düşmanı pozisyonunda bulunuyor. Mısır’ın Libya’yla uzun bir sınırı var ve Mısır, Libya’da iktidarda Müslüman Kardeşler düşüncesinde bir yönetimin olmasını kendisine tehdit olarak görüyor. TC’nin Libya’da bulunma sebepleri arasında Müslüman Kardeşler’i desteklemesinin yanında geçmiş yıllarda yaptırdığı yatırımlardan dolayı oluşan alacaklarını tahsil etme ve yatırımlarını devam ettirme amacı olduğunu da yeri gelmişken eklemek gerekir.

Ancak Gordion düğümünü oluşturan sadece bunlar değil. Yıllardan beri süren savaşlardan biri de bilindiği üzere Suriye’de yaşanmakta. TC, bu savaşta Suriye Devlet Başkanı Esad’a karşı cihatçıları desteklemekte. TC’nin isteği ve arzusu Suriye’de de Müslüman Kardeşler çizgisinde bir yönetim olması. Ancak Mısır’ın aksine Suriye’de Müslüman Kardeşler’in örgütlenmesi büyük oranda engellenmişti. Suriye’deki Müslüman Kardeşler, “iç savaş” başlamadan önce Esad’a karşı etkili bir hareket oluşturamadığı gibi bunu savaş sırasında da başaramadı. Bu nedenle TC, birçok savaş suçu işleyen cihatçı örgütleri destekledi veya etkin olduğu yerde bu örgütlerin faaliyetine göz yumdu. TC, yeri geldiğinde de Kürtlere karşı cihatçıları kullandı. Suriye topraklarını işgal edilmesine gerekçe olarak Kürtlerin, Antakya’yı da alarak Akdeniz’e açılacağına dair olanaksız bir senaryo iç politikada propaganda aracı olarak kullanıldı. Kürtlerin bırakalım TC’den toprak alıp Akdeniz’deki Gordion düğümüne dahil olmayı amaçladığını Rojava’daki Suriye, Rusya ve ABD arasındaki çatışmalarda devletlerin entrikalarında birer kukla olmaktansa yaşam mücadelesi içerisinde olduklarını belirtmek gerekir.

Mısır’ın mevcut yönetiminin gücü itibariyle etkisi olmasa da Suriye’deki gelişmelerden memnuniyet duymadığı açık. Gordion düğümünü burada daha sıkı hale getiren cihatçıları temsil eden TC’nin karşısında İran’ın desteğini alan Rusya’nın olması. Rusya, Suriye söz konusu olduğunda TC’nin başlıca muhatabı ve Rusya, TC’nin karşısına Libya’da da çıkıyor. TC ve Rusya’nın savaş uçaklarının Suriye’de düşürüldüğünü ve TC’de görevli bir cihatçı polis tarafından Rus Büyükelçi Andrey Karlov’un öldürüldüğünü belirtmek gerek. Libya’da veya Suriye’de yaşanan önemli gelişmeler bu yüzden birbirini etkilemeye oldukça yakın. Zaten TC de Libya’da karada hareket ettirdiği kara gücünü Suriye’deki cihatçılardan devşirmekte. Rusya’nın Libya’da paralı askerlerden oluşan Wagner’i kullanması gibi TC’nin de Suriye ve Libya’da kendi paralı askerlerini sahaya sürdüğü bilinen gerçekler. 21. yüzyılda devletlerin, kendilerinin dahil oldukları savaşları “iç savaş” olarak adlandırdığını ve yüzbinlerce askerden oluşan orduların yerine paralı askerleri kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Akdeniz’i bir savaş alanı olmanın eşiğine getirense sadece Libya ve Suriye’de yaşanan gelişmeler değil. Bir de söz konusu olan Kıbrıs adası çevresindeki olası petrol ve doğalgaz rezervleri. TC Devleti, Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerini başta Güney Kıbrıs ve Yunanistan olmak üzere bir başka devlete bırakmak istemiyor. Bu amaçla ilk olarak kendisinden başka bir devlet tanımadığı için devletlerarası alanda meşruluğu olmayan KKTC ile daha sonra Libya’daki müttefikiyle çeşitli anlaşmalar imzaladı. Buna karşılık olarak da Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve Mısır kendi aralarında bir anlaşma imzaladı. Bu 4 devletin imzaladığı anlaşmayla çıkacak doğalgazsa Avrupa’ya ihraç edilmek isteniyor. Böylece Avrupa Birliği’nin de Rusya’ya doğalgaz bağımlılığı bir nebze de olsa azalıyor.

Söz konusu Akdeniz olunca bu denizde çıkarları olup Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Ortadoğu’da etkinliğini artıran Fransa da Gordion düğümüne dahil oluyor. Fransa, TC’nin güç kazanma çalışmalarını kendisi ve Avrupa için bir tehdit olarak görüyor. Çünkü kendisi de halihazırda Ortadoğu’da ve Afrika’da çeşitli yatırımlarla güçlenmeye çalışıyor.

Tüm bunlar düşünüldüğünde rahatlıkla söyleyebiliriz ki orduların ilk hedefi Akdeniz oluyor. Savaşlar söz konusu olduğunda ilk önce gerçekler ölüyor. 20. yüzyılın başlarında Mustafa Kemal, Büyük Taarruz adı verilen savaşta askerlerine Akdeniz’e gitme emri vermesine rağmen ordular Akdeniz’e değil Ege Denizi’ne gitmişti. Bu basit bir harita hatası mı? Doğal olarak değil. Yunanistan ve Türkiye arasındaki denize Ege Denizi denmesi, Ege isminin geldiği Yunan mitoljisine yapılan atıfla Yunan egemenliğini çağrıştıracağı için orduların ilk hedefi Ege Denizi değil Akdeniz oldu.

Yazının başından beri saydığımız devletlerin de en az TC kadar kendilerinin yön vermek istediği politikalar olduğu için onlar da kendi isimlendirmesini yapacaktır. Devletler, gerçekleri değiştirebildikleri ve gerçeklerin üzerini örtebildikleri sürece ayakta kalabilirler. Bu yüzden TC’yi yöneten ve İslamcı olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın, aşırı milliyetçi Devlet Bahçeli’yi yanına alarak cihatçıları ve TC askerlerini Libya topraklarında kullanması sonucunda Mısır’la savaşa girmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Yunanistan, İsrail, Fransa, Rusya ve ABD gibi devletlerin de ordularını Akdeniz’e sürdüğünü veya sürmeye çalıştığını düşündüğümüzde bu savaşta hayatları hiç önemsenmeden öne sürülen ezilenlere kalan sadece devletlerin savaşlarında hayatlarını kaybetmek mi olacak? Gordion düğümünü çözmek bir lidere mi bırakılacak yoksa ezilenler Gordion düğümü masallarıyla uğraşmadan özgürlükleri için ayaklanacak mı? İktidardakiler ne derlerse desinler biz ezilenler devletlerin savaşında ölmek veya özgürlük için mücadele ederek yaşamak arasında bir seçim yapmak durumundayız.

The post Orduların İlk Hedefi Akdeniz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/08/10/ordularin-ilk-hedefi-akdeniz/feed/ 0
SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/#respond Tue, 07 Apr 2020 14:20:34 +0000 https://meydan.org/?p=56882 Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep […]

The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep süren savaş, yeni görünümüyle de olsa devam ediyor.

Şu an inisiyatif Suriye -daha doğrusu- Rusya’da. Suriye’de iktidarı almaya çalışan cihatçılar TC sınırları yakınındaki İdlib’e sıkışmış durumda. Suriye’nin birçok bölgesinden kaçmak zorunda kalan cihatçılar Suriye’nin de yönlendirmesiyle İdlib’e gitmişti. İdlib’se savaşın ilk yıllarından beri cihatçıların en rahat ettiği bölgelerin başında geliyor. Suriye merkezli olarak yaşanan en önemli son gelişme, TC’nin İdlib’teki cihatçıları temsilen, Rusya’nın da TC’yi temsilen yer aldıkları masada varılan anlaşma. İktidarın kaynak sağladığı, artık anaakım haline gelmiş olan medya her ne kadar bu anlaşmayı bir ateşkes olarak değerlendirmiş olsa da Suriye’de silahların susturulduğundan bahsedemeyiz. 5 Mart 2020’de imzalanan bu anlaşmaya giden süreçse Şubat’ın sonlarında başladı.

Şubat’ın 27’sini 28’ine bağlayan gece -TC’nin Suriye Ordusu’na İdlip’te aldığı yerlerden çekilmesi konusunda verdiği “ültimatomun” dolmasına az bir süre kala- TSK’ye bağlı birliklerin hava saldırısına uğraması sonucu resmi rakamlara göre 34 asker ölmüştü. Saldırı, TC kaynaklarına göre Suriye tarafından gerçekleştirildi. Ancak durduğumuz yerden anlaşılan, TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde yani cihatçıların bulunduğu bölgede olmasıydı. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Ankara’ya verilen ince mesajda, TSK unsurlarının Soçi Mutabakatı uyarınca oluşturulmuş gözlem noktalarından çıkmamaları gerektiği belirtiliyordu. Rusya’nın bunun böyle olmadığını bildiğini ve İdlib’te inisiyatifi ele almaya çalışan TC’yi sıkıştırmak için hava saldırısı gerçekleştirilmesine vesile olduğunu anlamak zor değil.

Rusya ısrarla vurguladığı bu açıklamalarıyla aslında TC’nin, tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği El Kaide türevi HTŞ ile sahadaki ortaklığına vurgu yapıyordu. Çünkü TC, ya Rusya’ya verdiği bilgide TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde olduğunu söyleyecek ya da Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvenerek hareket edecekti. TC, Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvendi ama Rusya -daha doğrusu Putin- pek de öyle hareket etmedi. TC bu güvenin bedelini de kendi açıkladığı sayıya göre 34 askeriyle ödedi. Ve TC, resmi olarak açıklamadığı ama içinde yer aldığı savaşta iyiden iyiye kendini belli etmenin eşiğine geldi. Sonuçsa diplomatik aşağılanmalar eşliğinde 5 Mart’ta istemeye istemeye imzalanan anlaşma oldu. Bu aşağılanmayı katmerleyen bir diğer gelişme de 5 Mart öncesi beliren Rusya tehdidine karşı NATO-ABD ipine sarılıp askeri değil, belli belirsiz bir diplomatik destek sözü alabilmek oldu.

Dış politikada aşağılanan iktidar, bunu iç politikada bir zafer olarak sunma “başarı”sını gösterebildi ve savaş fırsatçılığı yaparak bu durumdan ekonomiden göçmenlere kadar birçok konuda faydalanmaya çalıştı.

Devletin Savaş Fırsatçılığı

Halklar açısından bu kadar büyük yıkımlara yol açan Suriye Savaşı’nın, diğer taraftan TC başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletler açısından “kullanışlılığı” son derece aşikar. TC, Suriye’deki savaşı iç politikada milliyetçiliğin yükseltilmesi; OHAL ve benzeri baskı uygulamalarıyla sokak muhalefetinin bastırılması için araçsallaştırdı. Muhalefeti bastırma konusunda “Savaşa Hayır” içerikli eylemlere izin verilmeyeceğini açıklayacak kadar ileri gitti. Muhalefeti ezerken benzer şekilde Afrin, Fırat Kalkanı ve Bahar Kalkanı gibi bölgelerdeki askeri ve idari varlığıyla iktidar, milliyetçi-muhafazakar tabanına yönelik “Neo Osmanlıcı” vaatlerinin altını fiilen doldurdu.

Biliyoruz ki savaşlar, devletler için sınırları dahilindeki muhalefeti bastırmanın, iktidara yönelik sesleri susturmanın, eylemleri durdurmanın, toplumu “olağanüstü hal” uygulamalarına alıştırmanın süreçleridir. Savaş süreciyle beraber devletin “demokratik” uygulamaları rafa kaldırılır. Toplumsal baskı ve pasifizasyon artar.

Savaş karşıtı eylemlerin yasaklamasıyla net olarak gördük ki savaş vesilesiyle mevcut işleyişe yönelik aykırı söz ve eylem cezalandırılacak, devlet şiddeti en belirgin haline bürünecektir. Devlet bir yandan bu süreçleri istediği gibi şekillendirirken diğer yandan savaşı, bir örneğini Batı’ya salladığı göçmen sopası politikasında gördüğümüz üzere, ekonomik amaçları için kullanacaktır.

Ekonomik Krize Çözüm Olarak Savaş

Ekonomik kriz ezilenlerin yaşamlarını yok ediyor; ekonomik kriz, savaşla hasır altı ediliyor!

Aralık ayında asgari ücret açıklanmıştı: 2.324 TL! Sendikaların açıklamalarına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 219,45 TL. İşçiye açlık sınırından sadece 105 tl fazlası reva görülmüş. Üstelik Türkiye’de çalışan işçilerin %43’ü asgari ücretle çalışıyor. Aynı yıl TC devletinin TSK için harcadığı bütçe ise 19 milyar dolar.

“Fırat Kalkanı Operasyonu” ile gerçekleştirilen işgal harekatında kullanılan altı adet İHA(İnsansız Hava Aracı) Bayraktar ailesine ait Baykar Makina adlı şirketten alınmıştı. Bayrak Makina’nın başında ise Erdoğan’ın diğer damadı Selçuk Bayraktar bulunuyor. Meclis’e verilen soru önergesi ile dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın açıklamasına göre altı İHA’ya ödenen para 36 milyon dolar olmuş. Üstelik Baykar Makina bu ihalede vergiden de muaf tutulmuş. Hatırlayacaksanız 2018 Ağustos aylarında yaşanan dolar artışı krizi sırasında Erdoğan doların artışını durdurmak için halka dolar bozdurma çağrıları yapmıştı. Ama damadı görmezden gelmiş ki ihale dolar üzerinden gerçekleştirilmiş!

2019 verilerine göre Türkiye’deki 25 milyarder patronun serveti 43,1 milyar dolar ediyor. Son altı yılda geçinemediği için intihar eden işçi sayısı ise 351!

Patronlar servetlerine servet katarken meclis önünde “Geçinemiyorum!” diyerek kendini yakan inşaat işçisi, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden torna işçisi, iş bulamadığı için belediye başkanının önünde kendisini yakan genç işçi, aldığı maaşla ay sonunu getiremediği için sonunda kendisini 1600 derecelik demir eritme kazanına atan sanayi işçisi…

Kimi çalışıyor, elde avuçta olan geçinmesine yetmiyordu; kimi iş arıyor, bulamıyor, bir lokma yemeğe muhtaç bırakılıyordu. Ekonomik kriz ezilenleri yaşamdan koparacak noktaya getirirken zenginler servetlerinden bir şey kaybetmek bir yana dursun krizi fırsata dönüştürüp yeni savaşlar yaratarak paralarına para katıyordu. Yeni savaşlar yeni ihaleler demekti onlar için. Televizyonlarda savaş çığırtkanlığı yapma ve süsleyip püsleyip “şehit asker” haberleri verirken sorgulanamayan ihalelerle pastadan paylarını büyütme dönemleriydi. Suriye Savaşı’nın içeriye ekonomik faturası “şehitler tepesi” gibi süslü sözlerle gizlenmeye çalışıladursun, TC -bir benzerini Rusya’nın başarıyla uyguladığı- savaşı “yerli ve milli” silahlarını pazarlayacağı bir “showroom” olarak araçsallaştırmanın da peşinde. Ancak TC, her açıdan bir Rusya olmadığı için, bu stratejinin tutup tutmayacağı ise koca bir soru işareti.

Savaşın Teferruatları: Göçmenler

Suriye’nin İdlib bölgesinde TSK’ye yapılan hava saldırısı sonrasında, devletin göçmenlerin kara ya da deniz yoluyla Avrupa’ya geçişlerini engellememe kararı aldığı bildirilmişti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz.” dedi. İzmir, Çanakkale ve İstanbul’daki birçok göçmen, sahillere ve Trakya’ya yönlendirildi. Uzun zamandır Avrupa, İdlib’deki durumun kötüleşmesi halinde Türkiye’deki göçmenlerin Batı’ya hareketinin hızlanmasıyla tehdit ediliyordu. Suriye sahasında alınan yara sonrası önce NATO devreye sokulmaya çalışıldı. Ancak NATO, TC’nin arkasında olduklarını açıklasa ve Rusya’yı kınasa da bundan öteye gitmedi. TC’nin İdlib’te eksikliğini en çok hissettiği nokta hava sahası konusu. Hava sahasını kullanamayan TC, kendisine yönelik gerçekleştirilecek olan hava saldırılarını da durduramıyor. TC buna karşı son çare olarak da Rusya’dan geçtiğimiz aylarda S-400 almak uğruna kendisinden vazgeçtiği Patriot sistemini görüyor. Ancak köprünün altından çok sular aktı ve TC umduğunu bulamadı. Askeri anlamda aradığını NATO’dan ve ABD’den bulamayan TC, Avrupa’yı zorlamaya ve buradan kendisine bir yarar sağlama yoluna gitti.

Bunun için de göçmenleri her fırsatta bir koz olarak kullanan devlet, 27 Şubat sonrasında bu kozuna hevesle sarıldı. AB’ye ve Batı’ya vermek istediği mesajı açık olarak veremeyenler, insan yaşamları üzerinden tehditlerle Suriye’de kendisine destekçi aradı. Bu hareket Avrupa tarafından pek hoş karşılanmasa da onlar bu tehdit sonrasında TC ile anlaşma yoluna gittiler. TC ile Yunanistan sınırı arasında sıkıştırılan göçmenlere yaşatılan her şey gözlerimizin önünde gerçekleşti. İçişleri Bakanı açıklamalarıyla onbinlerce kişi sınırı geçmiş gibi lanse edildi. Yaşadığımız topraklardaki faşistler de Suriye’deki savaştan kaçıp bu topraklara sığınmış göçmenlere mahallelerde saldırdı. Faşist saldırılarla birlikte göçmenler, evlerini ve dükkanlarını terk ederek Avrupa’ya gitmeleri için tehdit edildi. AB ile yapılan anlaşmadan sonraysa her şey “normale” döndürüldü.

Göçmenleri kendi stratejik pozisyonu için kullanmaktan çekinmeyen ve bunu medyası aracılığıyla dünyaya servis eden devlet, kendisine alan açmaya ve “üzerinde oyunlar oynanan” devlet değil “oynayan” devlet olmaya çalışmaktadır. Bu uğurda seçimlerde propaganda unsuruna dönüştürülen ne ensarlık kaldı ne de muhacirlik.

Devletlerarası Stratejik Pozisyon

Devletin tezkere sonrası aleni hale gelen savaş stratejisi, sadece mevcut bölgedeki siyasi ve ekonomik kazanıma odaklı değildir. Hedeflenen, aynı zamanda devletlerarası siyasi arenada “sözü geçen devletler”den biri olmaktır. Libya’dan Kıbrıs’a, Mısır’dan Suriye’ye sürmekte olan savaşlarda taraf olmak, taraflardan birini desteklemek, doğrudan savaşa müdahil olmak gibi eylemlerle bu arenada pozisyon almayı hedefleyen devlet, iç politikadaki “başına buyrukluğu” sınırları dışında da işletmeye çalışıyor. Bu başına buyrukluk, “fetih politikalarına” evriltilerek sınırlar dahilindeki milliyetçi muhafazakar zihniyetten her koşulda destek sağlanıyor. Dış politikada sözü geçen devlet imajı çizilerek, saldırgan politikalarla statü elde etmeye uğraşarak meşruluk sağlanmaya çalışılıyor.

Destansı söylemlerle uzun vadeli hedeflerini (2023, 2071 gibi) her fırsatta dile getirenler için ne 27 Şubat’ta yaşananların ne de başka zaman yaşanacak can kayıplarının önemi vardır. Devletçi söylemlere uygun şekilde yoğrulan her megaloman proje, ırkçı niyetler ve kutsallıkla pazarlanırken savaşta kaybedilen canların hesabı sorulamamakta ve devletin şehitlik muğlaklığında eriyip gitmektedir. Devletlerin çıkarları uğruna birer “teferruat” olarak görülenler bir sonraki hafta, ay ya da yıl hatırlanmayacaktır.

İktidarlar, kendi çıkarları uğruna milyonlarca insanın yaşamlarını talan etmekten çekinmemekte ve her savaşta olduğu gibi bu savaşta da ezilenleri daha fazla ezmeye çalışmaktadır. Mevcut iktidar ise “sahada ve masadaki” bozgununu, içeride de ekonomik ve siyasi krizini savaşla gizlemenin peşindedir. Ezilenler olarak yapmamız gereken iktidarların savaşında birer piyon olmak değildir. Bizim yapmamız gereken talan edilmeye çalışılan yaşamlarımızı savunmak, bütün savaş propagandalarına karşı mücadelemizi sürdürmek ve özgür bir dünyayı inşa etmektir.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/savas-stratejileri-masada-husran-sahada-yenilgi-sinirda-santaj-emrah-tekin/feed/ 0
Devletten Tacizciye Tecavüzcüye Korona Affı – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2020/03/30/devletten-tacizciye-tecavuzcuye-korona-affi-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2020/03/30/devletten-tacizciye-tecavuzcuye-korona-affi-abdulmelik-yalcin/#respond Mon, 30 Mar 2020 17:59:22 +0000 https://meydan.org/?p=56593 Koronavirüs Krizi kısa süre içinde yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın gündeminde ilk sıraya yerleşirken, virüsün insandan insana yayılma özelliği göz önüne alındığında gözler hapishanelere çevrildi. TC tarihinin “doluluk rekorunun” kırıldığı hapishaneler bu şartlarda, tehdidin kendisini en ciddi hissettirdiği mekanlar. Aslında devlet, halihazırda hak gasplarının ve ihlallerinin yaşandığı hapishanelerde bu koşulları tutsakların aleyhine fırsata dönüştürmekte gecikmemişti. 11 […]

The post Devletten Tacizciye Tecavüzcüye Korona Affı – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Koronavirüs Krizi kısa süre içinde yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın gündeminde ilk sıraya yerleşirken, virüsün insandan insana yayılma özelliği göz önüne alındığında gözler hapishanelere çevrildi. TC tarihinin “doluluk rekorunun” kırıldığı hapishaneler bu şartlarda, tehdidin kendisini en ciddi hissettirdiği mekanlar. Aslında devlet, halihazırda hak gasplarının ve ihlallerinin yaşandığı hapishanelerde bu koşulları tutsakların aleyhine fırsata dönüştürmekte gecikmemişti. 11 Mart’ta Türkiye’de ilk vakaların açıklandığı günlerde, tutsakların kapalı ve açık görüşleri süresiz kısıtlandı. Buna karşın telefon görüşmelerinde süre artışı talebi, insan hakları örgütleri ve tutsak avukatlarının ısrarları sonucu yerine getirilerek 10 dakikadan 20 dakikaya çıkarıldı.

Devlet iktidarının, Koronavirüs Krizi öncesi gündeminde olan “İnfaz Yasası” adı altındaki paket, salgın nedeniyle raftan indirilerek gündeme taşındı. Ancak söz konusu yasa tasarısının güncellenmiş halinde tecavüz ve uyuşturucu suçlarından hapiste olanların da içlerinde bulunduğu yaklaşık 100 bin kişinin salıverilecek olması dikkat ve tepki çekti. Yasa tasarısında ayrıca, beklendiği gibi, politik tutsaklar kapsam dışı bırakıldı. Paketin önceki halinde yer almayan tecavüz ve uyuşturucu suçları eklenerek, bu suçlardan hapiste olanlarla politik tutsaklar arasında apaçık bir adaletsizliğe gidildi.

Yasa tasarısı bu haliyle devletin yargı kurumlarınca, Koronavirüs Krizi’ni politik tutsaklar ve tecavüz edilen kadınlar aleyhine bir fırsata çeviriyor. Tecavüz suçuyla hapiste olanlar için koşullu tahliye süresi üçte ikiden yarı yarıya (%50) oranına çekilirken politik tutsaklar için dörtte üç şeklinde olan oran değişmedi. Aynı şekilde tasarıda, hapishanede 0-6 yaş arası çocuğu olan kadınlar, 70 yaşını aşmış yaşlı ve hasta politik tutsaklar söz konusu olduğunda da benzer bir adaletsizlik mekanizması işletildi.

Tasarının bu hafta içinde parlamentoda görüşülmesi ve önümüzdeki hafta da yasalaşması bekleniyor. Bu paralelde “adımlarını hızlandıran” iktidar partisi, muhalefet partileri ile tasarı üzerinde uzlaşı görüşmeleri gerçekleştirdi. Muhalefet partilerinden CHP ve İYİ Parti uyuşturucu ve tecavüz suçlarına dair indirimin tasarıdan çıkarılmasını öne çıkardı. CHP buna ek olarak kadına şiddet suçlarının kapsam dışı bırakılmasını ve tutsak gazeteciler ile soruşturma açılan akademisyenlere yönelik düzenleme önerisi getirdi.

Uzun zamandır “terör bağlantısı” söylemiyle kriminalize edilerek siyasi muhatap olmaktan çıkarılmaya çalışılan HDP’nin de tasarı üzerine ikna turlarına dahil edilmesi ise dikkat çekici bir nokta olarak not edilmeli. Bununla birlikte HDP de söz konusu tasarıda diğer muhalefet partilerinin talep ve kaygılarını paylaştı. Kadına ve çocuğa yönelik cinsel saldırı ve uyuşturucu suçlarının yanı sıra HDP, politik tutsakların kapsama alınması talebinin altını çizdi.

Peki kısa süre içinde yasalaşması beklenen tasarının son hali nasıl olacak? Muhalefetin önerileri ne kadar dikkate alınacak? Bu anlamda, elimizde kulis bilgisi benzeri bir veri yok. Ancak bu paralelde iktidar paydaşlarının tecavüz, kadına ve çocuğa şiddet ile uyuşturucu suçlarından hapiste olanlara ve bu suçlara ne oranda “suç olarak” baktıklarına dair somut pratikler hafızalarda canlılığını koruyor. Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik fiziksel ve cinsel şiddete karşı son yıllarda sistematik bir cezasızlık normu geliştiren iktidarın, söz konusu yasa tasarısına son halini verirken bu pratiklerine paralel refleksler geliştirmesi olası.

Abdülmelik Yalçın

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devletten Tacizciye Tecavüzcüye Korona Affı – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/03/30/devletten-tacizciye-tecavuzcuye-korona-affi-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/#respond Sun, 14 Oct 2018 11:39:05 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları […]

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları açıkladı. Yaptırım açıklamasıyla 2015 yılı itibariyle ambargonun gevşetilmesiyle hareketlenen İran ekonomisi güçlü bir şekilde sarsıldı. Üstelik yaptırımlar 2 ayaklı olup ilk ayağı Ağustos ayında başlayan yaptırımların ikinci ayağı kasım başında uygulamaya konulacak. Kasım ayındaki yaptırımlar daha sert geçecek olup Türkiye’nin birinci ham petrol ve ikinci doğalgaz tedarikçisi devlet olan İran’dan petrol ve doğalgaz alımının kısıtlanması, daha doğrusu sıfıra indirilmesi hedeflenecek.

Diğer 5+1 ülkelerinin çekilmediklerini açıkladığı anlaşma, ABD tarafından İran’a uygulanan ambargoların gevşetilmesi karşılığında İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamasını öngörüyordu. Başkanlığa aday olduğundan beri kısıtlamaları yeterli görmediği için “korkunç” olarak adlandırdığı anlaşmadan çekileceğini vaat eden Trump yeni ambargolarla İran’ı yeni bir uzlaşmaya zorlamayı amaçlıyor.

Ortadoğu’nun güvenliğinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü İran’a karşı söylemleri de buna paralellik oluşturuyor. Vaadini gerçekleştirerek iç politikadaki popülist tavrını devam ettiren Trump, daha önceki yaptırımlarının amacı olarak “rejimi devirmek değil İran’ı tutumunu değiştirmeye zorlamak” olduğunu açıklamasına rağmen son olarak “Yönetime geldiğimde, soru İran’ın ne zaman Orta Doğu’ya hakim olacağıydı.” dedi ve “Şimdi soru, hayatta kalacaklar mı? Bir buçuk yıldaki büyük fark!” demekten çekinmedi.

Başta Avrupa Birliği üye devletleri olmak üzere içinde TC’nin de olduğu birçok devlet, ABD’nin yeni yaptırım politikası karşı ve uygulamada isteksizler. Bu devletlere karşı Trump son olarak “İran’la iş yapan, ABD ile yapamayacak” diyerek ne kadar ciddi olduğunu tekrar vurguladı. Bu meselede esas sorun, başkan olduğu günden beri hareketlerinin ne olacağı tahmin edilemeyen Trump’ın atabileceği yeni adımların belirsiz oluşu. Özellikle Suriye’de beklenen son olarak Rusya ve İran’ın beraber İdlib’e yönelik harekatı düşünüldüğünde Trump’ın tavrı iyice merak konusu. Son dönemde Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak resmen tanıyarak büyükelçiliği Kudüs’e taşıması, ardından İsrail’in Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkararak “birleşik ve bütün” olarak Kudüs’ü başkent olarak yeniden tanımlaması verileri göz önüne alındığında Suriye’de güçlendiği iddia edilen İran’a karşı İsrail’in de Ortadoğu’da yeni kriz doğurucu hareketlerde bulunması bu bağlamda gözardı edilmemeli.

İran’ın tek sıkıntısı ABD’den gelen yaptırım uygulamaları veya yıllardan beri süren İsrail tehditleri değil. Ambargoların kalkmaya başlamasıyla birlikte İran ekonomisi nefes almaya başlamış olsa da istenilen seviyeye gelmediği için çeşitli şehirlerde yolsuzlukların soruşturulması talepli gösteriler, yürüyüşler gerçekleştiriliyordu. Mevcut cumhurbaşkanı Ruhani sıkışmış durumda. “Ruhani lider” Hamaney, ekonomik darboğazdan ABD’nin yaptırımlarını değil cumhurbaşkanı Ruhani’nin yönetimini sorumlu tutuyor. Hamaney ayrıca Trump’ın yaptırımlarla elde etmeye çalıştığı görüşme masasına oturma ihtimalini ABD’ye sahtekar diyerek elinin tersiyle itmiş durumda. AB ülkeleri özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa’nın destek sözünü alsa da Ruhani’ye yöneltilen bir diğer suçlama, İran’ın sadece kendi gücüne dayanmayıp Avrupa devletleriyle işbirliği içinde olması.

İran’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle gerçekleşen eylemlerin yüksek sayıda gözaltılarla bastırıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki ayların belki de günlerin İran için hiç de kolay geçmeyeceği açık. TC Devleti’nin de bu durumdan azade olmadığını ayrıca vurgulamak gerekiyor. Başta vurguladığımız gibi TC Devleti’nin petrol ve doğalgaz alımında İran ciddi bir pay oluşturuyor. Petrol alım seçenekleri bakımından TC’nin önünde başka olanaklar varken doğalgazda durum böyle değil. Zaten bunun için İran ile uzun yıllara dayanan sözleşmeler yapılmış durumda. Üstelik TC, doğalgaz alımı yapmasa dahi ödeme garantili sözleşmeler gereği İran’a belirlenen miktarı ödemek zorunda.

Devlet başkanının veya bakanların ambargoya uymayacaklarına yönelik sözlerine rağmen TC’de faaliyet gösteren özel şirketler geçen süre içinde petrol alımını kademe kademe azaltmaya başladı bile. Ama doğalgaz alımında bu olanak yok. Geçen yıllarda uygulanan ambargolarda TC’nin ABD’yle anlaşması gereği doğalgaz alımında muafiyeti vardı ancak Kasım ayında başlayacak yaptırımlar için henüz bir muafiyet de yok. Kısa süre içinde bu yönde bir anlaşma yapılmazsa hem ısınmak için hem de elektrik üretmek için çok önemli bir payı olan doğalgaz dolayısıyla TC Devleti’nde var olan ekonomik krize bir de doğalgaz krizi eklenecek. Söylemeye gerek yok, faturası yine halka çıkacak.

Gökhan Soysal

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/feed/ 0
TSK İdlib İşgali Açıklaması: “Gözlem noktaları oluşturulmaya başlandı” https://meydan1.org/2017/10/13/tsk-idlib-isgali-aciklamasi-gozlem-noktalari-olusturulmaya-baslandi/ https://meydan1.org/2017/10/13/tsk-idlib-isgali-aciklamasi-gozlem-noktalari-olusturulmaya-baslandi/#respond Fri, 13 Oct 2017 07:42:33 +0000 https://seninmedyan.org/?p=16990 Genelkurmay Başkanlığı’nca, Astana Süreci kapsamında, “ateşkesin tesis, gözetim ve devamını sağlamak, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve yerlerinden edilenlerin evlerine dönmesi için uygun şartları temin etmek amacıyla” bahanesiyle işgal ettiği Suriye’nin İdlib kentine bir süredir yaptığı keşif gözlemlerin ardından, dün keşif bölgelerine giriş yaptığını ve TC askerlerini oraya konuşlandırdığını duyurdu. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Astana […]

The post TSK İdlib İşgali Açıklaması: “Gözlem noktaları oluşturulmaya başlandı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Genelkurmay Başkanlığı’nca, Astana Süreci kapsamında, “ateşkesin tesis, gözetim ve devamını sağlamak, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve yerlerinden edilenlerin evlerine dönmesi için uygun şartları temin etmek amacıyla” bahanesiyle işgal ettiği Suriye’nin İdlib kentine bir süredir yaptığı keşif gözlemlerin ardından, dün keşif bölgelerine giriş yaptığını ve TC askerlerini oraya konuşlandırdığını duyurdu.

Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Astana Süreci kapsamında, ateşkesin tesis, gözetim ve devamını sağlamak, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve yerlerinden edilenlerin evlerine dönmesi için uygun şartları temin etmek maksadıyla İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesinde görev yapacak Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları, 08 Ekim 2017 tarihinde icrasına başlanan keşif faaliyetleri ile koordineli olarak, 12 Ekim 2017 tarihinden itibaren Gözlem Noktalarını teşkil faaliyetlerine başlamıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları bölgedeki görevlerini Astana sürecinde Garantör ülkelerce mutabık kalınan angajman kuralları çerçevesinde sürdürmektedirler.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

TC Devleti Nusra’yla Anlaştı

Öte yandan TSK  uzun bir süredir İdlib’deki El Kaide çete örgütü olan Cephet El Nusra’ya karşı operasyon yapacağı algısı oluştururken, son dönemde bu söylemini sınıra getirdiği ÖSO, tankları ve yetkilileriyle daha da yükseltmişti.

Fakat 8 Ekim günü bambaşka bir tablo ortaya çıktı. TSK’ya bağlı zırhlı araçlar Nusra  refakatinde İdlib’in sınır bölgesine girdi. Daha sonra ise Nusra ve TC devleti arasında bir anlaşma yapıldığı kamuoyuna yansıdı.

ANF’de yer alan habere göre ise, TC devleti, Nusra’ya bu görüşmede kendisine saldırmayacağına ve rejimin de saldırmasını önleyeceklerine dair şu şekilde söz verdi: “Bizim size karşı savaşmak gibi bir amacımız yok. Amacımız gelip sizleri Kürtlerden korumak. Çünkü Rakka sonrası Kürtlerin İdlib üzerinden Akdeniz’e ulaşma gibi bir niyetleri var ve sizi vuracaklar. Meşruiyetinizi sağlamak için lojistik destekle geliyoruz. Biz gelip arkanızdaki 3 noktayı alacağız ve Kürtler size saldırmak istediğinde uçakla vurup size destek olacağız. Biz artık Rejim’in de size saldırmasını engelleyeceğiz.”

Bu anlaşmada bahsedilen lojistik desteğin de Astana’da ulaşılan karar doğrultusunda çatışmasızlık bölgelerine insani yardım olduğu sonucunu çıkarmak çok zor değil.

SGD  yetkilileri bu anlaşmayla Nusra’ya farklı bir biçim verilerek aslında Afrin ve Kürtlere karşı daha fazla kullanılmasının da hedeflendiğini düşünüyor.

Erdoğan’ın İtiraf Ettiği İlişkiler Astana’yla Gerilmişti

Birçok kişi Türkiye ile Nusra arasında gelişen bu anlaşmaya şaşırmadığını zira bu Nusra ve Türk Devleti arasındaki ilişkilerin bizzat Erdoğan tarafından itiraf edildiğini söyleyebilir. Evet, Erdoğan kameralar önünde 2014 yılında “Nusra’ya neden terörist diyorsun?” diye ABD’ye çıkışmış; 24 Ocak 2015’te gelişen uçak krizi ardından ilk defa bir araya geldiği, 9 Ocak 2016 Putin görüşmesi sonrasında ise Halep’deki Nusra’yı ve diğer cihatçı gurupları kast ederek onlarla ilişkilerini itiraf etmişti.

2016 yılı sonlarında Rusya’yla Haleb’e karşı BAB anlaşması yapılmış. Türkiye tarafından cihatçılar İdlib’e geçmeye ikna edilmiş Rusya’da TC devletinin Şehba’yı işgalini onaylamıştı.

Türkiye, Rusya arasındaki yakınlaşma ve Haleb anlaşmasıyla Türkiye ve Nusra’nın bazı gurupları arasında çelişkiler yaşansa da Şam’ın Fethi ismini kullanan Nusra, Türkiye’nin bu önerisine pratikte biat etmişti. Öte yandan binlerce selefi cihatçının Halep’ten İdlib’e taşınmaları basına da yansımıştı.

Fakat Erdoğan ve öncülüğündeki TC devleti diğer ortaklarına yaptığı ihaneti 2017 başlarından itibaren Nusra’ya da yapınca ortaklık tümden bozulmaya doğru evrilmişti.

Ocak 2017 sonunda geliştirilen ilk Astana Görüşmesi TC devleti ve Nusra arasında da temel gerilim noktası olmuş Nusra, Astana’yı tanımayacağını duyurmuştu.

Astana görüşmelerinin başlamasıyla Mart 2015’te, İdlib’in Suriye ordusundan alınması için “Fetih Ordusu” adı altında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan organizasyonuyla bir araya getirilen çete koalisyonu dağıldı. İdlib’deki cihadi selefi çeteler karşıt iki ayrı koalisyon şeklinde ayrıştı. Bu ayrışmanın başını Astana Anlaşması’yla Türkiye’yle çelişkiye giren Cephet El Nusra ve yine Türkiye’ye tabiliğiyle bilinen Ahrar Şam çekti.

Fetih El Şam (Nusra) Astana’yı tanımadığını ifade ederken Ahrar-u Şam, Astana görüşmelerine katılmadı; fakat burada muhalif guruplarla bir anlaşmaya varılması durumunda bunu destekleyeceklerini açıkladı.

Nusra ve Ahrar Şam arasındaki bu ayrışma diğer guruplarda da bu yönlü bir ayrışmayı geliştirmiş; Nusra Cephesi, Nurettin Zengi, Ceyşül’l Sünne, Ensaruddin ve Liva El Hak gurupları, Heyet Tahrir Şam’ı kurarken; Sukur-el Şam, Fastakim Kema Umirt, Ceyşül İslam, Suvvar el Şam, Mücahidi İbni Tevmiyye, Şam Cephesi, Ceyş El Mücahid ve El Mikdat Tugayı da Ahraru’ş Şam Hareketine (AŞH) katıldı.

 

The post TSK İdlib İşgali Açıklaması: “Gözlem noktaları oluşturulmaya başlandı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/10/13/tsk-idlib-isgali-aciklamasi-gozlem-noktalari-olusturulmaya-baslandi/feed/ 0
Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun https://meydan1.org/2017/07/13/rant-sirkete-zehir-askere-merve-arkun/ https://meydan1.org/2017/07/13/rant-sirkete-zehir-askere-merve-arkun/#respond Thu, 13 Jul 2017 09:43:23 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/13/rant-sirkete-zehir-askere-merve-arkun/ TC devletinin 600.000’e varan asker sayısıyla en kalabalık yapılanması olan ordu, her üç ayda bir, “vatanı koruma” diyerek evlerinden kopardığı ve “zorunlu askerlik hizmeti” diye askere çağırdığı yeni yeni gençleri bünyesine katıyor. Her üç ayda bir, kendisi nöbet tutarsa ailesinin evlerinde rahat uyuyacağı iknasıyla ellerine silah tutuşturduğu gençleri 15 aylığına kışlalara doluşturuyor. Ama daha kışladan […]

The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

TC devletinin 600.000’e varan asker sayısıyla en kalabalık yapılanması olan ordu, her üç ayda bir, “vatanı koruma” diyerek evlerinden kopardığı ve “zorunlu askerlik hizmeti” diye askere çağırdığı yeni yeni gençleri bünyesine katıyor. Her üç ayda bir, kendisi nöbet tutarsa ailesinin evlerinde rahat uyuyacağı iknasıyla ellerine silah tutuşturduğu gençleri 15 aylığına kışlalara doluşturuyor.

Ama daha kışladan adım atar atmaz kendilerini bekleyen militarizm kendisini en şiddetli biçimiyle gösteriyor. En ufak bir farklılığa tahammülü olmayan ordu, gençleri zorla tektipleştirmeye, birer kurşun asker haline getirmeye çalışıyor. Uymayanları döverek, disko denen işkence odalarına atarak dönüştürmeye çalışıyor. Karşı çıkanları ise eğitim zayiatı adı altında ya da intihar etti bahanesiyle katlediyor.

Zaten savaşta ilk kurban edilecek olanlar olarak görülen bu gençleri diğer zamanlarda da düşünen yok. Hatta günde üç öğün verdikleri yemekler kötü ve besin değerleri düşük. Bu nedenle kışlalardan çok sık zehirlenme haberleri geliyor.

İşte daha geçtiğimiz günlerde Manisa’daki 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda tutulan 500’den fazla asker, kışlada yedikleri yemekten zehirlenerek hastaneye kaldırıldılar. Hastaneye kaldırıldılar, ama hala asker sayıldıkları için rahat konuşamıyorlar. Bir asker “Zehirli yemeği önümüze koyuyorlar. Memleketimizi bırakıp geliyoruz biz. Analarımız ağlıyor orada.” diyebiliyor sadece. İşin daha da çarpıcı kısmı “Konuşursak döndüğümüzde bizi döverler” diyor olmaları. Nasıl bir dayakmış ki, zehirlenip ölmekten değil rütbelilerden dayak yemekten korkuyor bu insanlar!

Ama gazetelere baksan, televizyonlara baksan kimse bu zehirlenme olayının aslı astarı ile ilgilenmiyor. Hayatları emanet edilen bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.

Bu zehirli yemek olayının sorumlusu şirketin hastanelerin yemek ihalelerini de aldığı ortaya çıktı. Başka bir kışlada ya da bir hastanede her an yeni bir zehirlenme yaşanabilir. Geçmişte kışlalarda yaşanan kimi ölüm olaylarının bu tarz bir zehirlenme ile ilgili olup olmadığı hala bilinmiyor.

Yandaş medya ise, bu yalan ve taraflı haberleriyle gerçeği çok iyi gizlemesini biliyor. Dahası operasyonlar, görselleriyle süslediği “kahraman mehmetçik” edebiyatıyla okuyucusunu ya da izleyicisini bir anlamda zehirliyor. Bu, yemeklerin askerleri zehirlemesinden daha tehlikeli!

Bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.


Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/13/rant-sirkete-zehir-askere-merve-arkun/feed/ 0
Kürdistan’da Militarizmin Katliamları Sürüyor https://meydan1.org/2017/06/14/kurdistanda-militarizmin-katliamlari-suruyor/ https://meydan1.org/2017/06/14/kurdistanda-militarizmin-katliamlari-suruyor/#respond Wed, 14 Jun 2017 12:47:29 +0000 https://seninmedyan.org/?p=9087 Kürdistan’da TC devletinin, askeri ve polis zırhlı araçlarıyla gerçekleştirdiği cinayetler sürüyor. Lice’de askeri zırhlı aracın çarptığı Pakize Hazar adlı yaşlı kadın yaşamını yitirdi. Amed’in Lice ilçesinde askeri zırhlı araç sokakta yürüyen Pakize Hazar isimli yaşlı kadına çarptı. Zırhlı aracın çarptığı Hazar, yaşamını yitirdi.  Daha sonra olay yerine gelen polis incelemeler yaparken, cenaze uzun süre sokak ortasında bekletildi. Hazar’ın […]

The post Kürdistan’da Militarizmin Katliamları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kürdistan’da TC devletinin, askeri ve polis zırhlı araçlarıyla gerçekleştirdiği cinayetler sürüyor. Lice’de askeri zırhlı aracın çarptığı Pakize Hazar adlı yaşlı kadın yaşamını yitirdi.

Amed’in Lice ilçesinde askeri zırhlı araç sokakta yürüyen Pakize Hazar isimli yaşlı kadına çarptı. Zırhlı aracın çarptığı Hazar, yaşamını yitirdi.  Daha sonra olay yerine gelen polis incelemeler yaparken, cenaze uzun süre sokak ortasında bekletildi.

Hazar’ın cenazesi, otopsi işlemleri için Halis Toprak Vakfı Lice Devlet Hastanesi’ne götürüldü.

TC devletinin Kürdistan’da zırhlı araçlarla işlediği cinayetlerde bu ilk değildi:

6 Eylül 2016 tarihinde Dersim kent merkezi Seyit Rıza Meydanı’nda polise ait Kobra tipi zırhlı araç yoldan karşıya geçmeye çalışan 71 yaşındaki Naciye Özdemir’e çarpmış, yaşlı kadın yaşamını yitirmişti.

9 Şubat 2017’de Mardin’in Dargeçit ilçesinde okuldan eve giden ilkokul öğrencisi 7 yaşındaki Berfin Dilek, zırhlı polis aracın çarpması sonucu yaşamını yitirdi.

27 Nisan 2017’de Amed kent merkezi Gevran Caddesi’nde askeri zırhlı aracın çarptığı 55 yaşındaki Hatun Elhuman yaşamını yitirdi.

28 Nisan 2017’de Van’da zırhlı polis aracının çarptığı 2 kişiden Sami Uçan kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Yine Van’da takip eden bir hafta içinde 7 kişi zırhlı araçların çarpması sonucu yaralandı.

En son 4 Mayıs 2017 gecesi Şırnak’ın Silopi ilçesinde zırhlı bir polis aracının bir eve çarpması sonucu Furkan ve Muhammed Yıldırım adındaki iki kardeş hayatını kaybetmişti.

The post Kürdistan’da Militarizmin Katliamları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/06/14/kurdistanda-militarizmin-katliamlari-suruyor/feed/ 0
Anarşistler TC’nin Zürih Başkonsolosluğu’na Yönelik Eylem Gerçekleştirdi https://meydan1.org/2017/05/01/anarsistler-tcnin-zurih-baskonsolosluguna-yonelik-eylem-gerceklestirdi/ https://meydan1.org/2017/05/01/anarsistler-tcnin-zurih-baskonsolosluguna-yonelik-eylem-gerceklestirdi/#respond Mon, 01 May 2017 18:44:03 +0000 https://seninmedyan.org/?p=4130 İsviçre’de TC devletinin Zürih Başkonsolosluğu’nun önüne gelen anarşistler, konsolosluğun cam ve duvarlarına boyalar atarak eylem gerçekleştirdi. Yapılan eylemde, bina çevresinde Erdoğan’a ölüm (Kill Erdogan) yazılarının yazıldığı görüldü.

The post Anarşistler TC’nin Zürih Başkonsolosluğu’na Yönelik Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İsviçre’de TC devletinin Zürih Başkonsolosluğu’nun önüne gelen anarşistler, konsolosluğun cam ve duvarlarına boyalar atarak eylem gerçekleştirdi.

Yapılan eylemde, bina çevresinde Erdoğan’a ölüm (Kill Erdogan) yazılarının yazıldığı görüldü.

The post Anarşistler TC’nin Zürih Başkonsolosluğu’na Yönelik Eylem Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/01/anarsistler-tcnin-zurih-baskonsolosluguna-yonelik-eylem-gerceklestirdi/feed/ 0
Urfa’da Tel Abyad’ın Karşısındaki Mahallelere Mevziler Kazılıyor https://meydan1.org/2017/05/01/urfada-tel-abyadin-karsisindaki-mahallelere-mevziler-kaziliyor/ https://meydan1.org/2017/05/01/urfada-tel-abyadin-karsisindaki-mahallelere-mevziler-kaziliyor/#respond Mon, 01 May 2017 14:10:54 +0000 https://seninmedyan.org/?p=4097 Urfa’da Tel Abyad’a sınır olan Tatlıca, Hürriyet ve Öncül mahallelerine mevziler kazılıyor. TC devleti Rojava’ya yaptığı saldırıların hemen ardından sınıra “güvenlik” bahanesiyle ördüğü duvarların bir kısmını bazı bölgelerde kaldırmıştı.  Bugün de, Urfa’da Tel Abyad’a sınır olan Tatlıca, Hürriyet ve Öncül mahallelerine mevziler kazdığı görüldü. Sınır hattında kazılan bu mevzilerin askeri zırhlı araçlar,top,tank,howitzer ve hava sistemleri için  oluşturulduğu […]

The post Urfa’da Tel Abyad’ın Karşısındaki Mahallelere Mevziler Kazılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Urfa’da Tel Abyad’a sınır olan Tatlıca, Hürriyet ve Öncül mahallelerine mevziler kazılıyor.

TC devleti Rojava’ya yaptığı saldırıların hemen ardından sınıra “güvenlik” bahanesiyle ördüğü duvarların bir kısmını bazı bölgelerde kaldırmıştı.  Bugün de, Urfa’da Tel Abyad’a sınır olan Tatlıca, Hürriyet ve Öncül mahallelerine mevziler kazdığı görüldü. Sınır hattında kazılan bu mevzilerin askeri zırhlı araçlar,top,tank,howitzer ve hava sistemleri için  oluşturulduğu belirtiliyor.

Sınır hattındaki bölgelerde ise edinilen bilgilere göre beton kulelerin inşaatı devam ediyor.

The post Urfa’da Tel Abyad’ın Karşısındaki Mahallelere Mevziler Kazılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/01/urfada-tel-abyadin-karsisindaki-mahallelere-mevziler-kaziliyor/feed/ 0
“Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/#respond Fri, 29 Apr 2016 10:57:54 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar. Çoğunluğu yoksul […]

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Suriyeleşme Pakistanlaşma Emrah Tekin

Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar.

Çoğunluğu yoksul yaklaşık 200 milyonluk nüfusu ve elinde bulundurduğu nükleer silahlarla Pakistan devleti, bölgesel çapta bir süper güç. Pakistan, işte tam da bu “özgüvenle”, özellikle 1980’lerin başlarında, etnik ve siyasal anlamda zaten fazlasıyla karmaşık olan coğrafyasında, bir takım dengeleri değiştirmeye soyundu. Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edilmesiyle ABD tarafından devreye sokulan ve komünizm tehdidine karşı İslami akımları desteklemek şeklinde özetlenebilecek “Yeşil Kuşak” doktrininde Pakistan kilit bir devletti. Pakistan bu süreçte Afganistan’daki SSCB karşıtı mücahitleri (yazının girişinde bahsi geçen katliamın faili Taliban başta olmak üzere) desteklerken, nihai amacı ise burada kendi himayesinde İslami bir yönetim kurmaktı. Bu anlamda Afganistan’da savaşacak selefi cihatçılar için sınırında “açık kapı politikası” uyguladı. İstihbarat servisi aracılığıyla, cihatçılara eğitim verdi. Tüm bunları yaparken en büyük destekçileri ise ABD ve Suudi Arabistan idi. Pakistan’da Lahor’daki katliam benzeri saldırıları adeta yaşamın normal seyrinde bir sıradanlığa çeviren süreç, bizzat devlet tarafından, işte böyle adım adım örüldü.

Benzer devlet politikalarıyla, coğrafyamızda Pakistanlaşma sürecini de bizler yaşıyoruz. Sultanahmet, İstiklal Caddesi bombalamaları ve sonrasında devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, toplumu benzer saldırılara hazırlama yönünde adeta. Ancak işin trajikomik yanı ise olası saldırıların toplum olarak ön bilgisini, Alman ve ABD konsolosluklarından alıyor oluşumuz. Devlet erkanı tutturduğu “güvenlik zafiyeti yok” teranesinden milim sapmamışken; durum, burnundan kıl aldırmayan devlet kibrine takdirlik(!) bir örnek.

Oysa hayaller büyüktü TC için, özgüven de bir o kadar yüksekti. Cihatçı örgütler eliyle Suriye’de rejim değişecek, Neo-Osmanlıcı politikalar tıkır tıkır işleyecekti. Olmadı. Suriye’de rejimin -en azından kısa vadede değişmeyecek biçimde- kalıcı olduğunun anlaşılması, TC’nin elini bir kademe düşürdü. Bu kez, henüz hala “kullanışlı olan” cihatçı örgütler, Kürtler ve muhaliflerin üzerine salındı. Pirsus ve 10 Ekim Ankara katliamları ile hayata geçirilen plan buydu. Bu planın da süresi doldu, bizzat kendileri yapıyorlar şimdi daha büyüklerini. Şimdilerde de, küresel devletlere dönük değerli yalnızlık böbürlenmelerinden, “Suriye’de bizi niye yalnız bıraktınız” sızlanmalarına geçildi.

Devletin kolluk güçlerinin “eskort”luğunda sınırlardan geçirilen cihatçılar… Onlara eskortluk yapan, aynı devlet birimlerinin mühimmat geçişlerindeki rolleri… Olan bitenin adı da baştan konmuş “Şii rejimlere öfkeli gençlere” destek…

Desteğin ulaşılabileceği boyutun bir evresinde ise, devletin en tepesinden gelen, IŞİD’in bir ton açığı An-Nusra’nın neden desteklenmediği serzenişi…

Tüm bu içi boş ve bedeli bizlere katliamlarla ödetilen politikalarının somut sonuçları ise Pakistan benzeri bir bumerang etkisi. Şimdilik Pakistan coğrafyasındaki kadar sıradanlık arz etmese de Sultanahmet ve İstiklal Caddesi’nde patlayan bombalar, IŞİD başta olmak üzere cihatçı örgütlerin “kullanım süresinin” dolmaya başladığını gösteriyor. Pakistan-Afganistan-Suriye-TC hattında yaşanan bumerang etkisi ise İstiklal Caddesi patlamasıyla devlete yakın medya kalemşorlarınca “bombalara alışmalıyız” diye sıradanlaştırılmak isteniyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/feed/ 0
“Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/#respond Thu, 28 Apr 2016 06:38:16 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/ Geçtiğimiz günlerde, Dikili’de gerçekleştirilen bir “eylem” haberi düştü ajanslara. Habere göre Dikili’de yaşayan bir grup insan, ilçede yapılması düşünülen göçmen kampı için “Dikilimiz cennet gibi, buraya kıymayın” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. Türk bayraklarının taşındığı açıklamada yapılan konuşmalarda söz alanlardan biri de Dikili Belediyespor başkanı Ahmet Öcal’dı. Öcal konuşmasında, göçmenlerin spor salonunu kullanmasından yakınarak “Spor […]

The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Meydan Gazetesi- Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması-Emrah tekin
G
eçtiğimiz günlerde, Dikili’de gerçekleştirilen bir “eylem” haberi düştü ajanslara. Habere göre Dikili’de yaşayan bir grup insan, ilçede yapılması düşünülen göçmen kampı için “Dikilimiz cennet gibi, buraya kıymayın” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. Türk bayraklarının taşındığı açıklamada yapılan konuşmalarda söz alanlardan biri de Dikili Belediyespor başkanı Ahmet Öcal’dı. Öcal konuşmasında, göçmenlerin spor salonunu kullanmasından yakınarak “Spor salonu kullanılamaz hale geldi. Salonun camlarını ve kapılarını kırdılar, formalarımızı yaktılar, toplarımızı patlattılar” diyordu.

Bu “eylemden” birkaç gün önce ise başka bir haber geldi aynı coğrafyanın hemen yakınından. Dikili’nin karşısında bulunan Yunan adası Midilli’de Türkiye’ye gönderilmek üzere bekletilen Mustafa adlı bir Suriyeli, “Bir cehennemden kaçtık, diğerine gitmek istemiyoruz, eğer bizi oraya gönderirlerse, kendimi ve çocuklarımı denize atarım” diyordu. Savaştan kaçan Suriyeli Mustafa can, Dikilili “beyaz” Ahmet, top ve forma derdindeydi…

TC devleti ile AB arasında yapılan göçmen anlaşması uyarınca, Avrupa’ya geçmek üzere Yunan adalarına ulaşan Suriye ağırlıklı göçmenlerin Türkiye’ye gönderilmeye başlanacağı 4 Nisan tarihinden birkaç gün önce ajanslara düşmeye başlayan bu haberlerin muhtemelen devamı da gelecek gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıl sonlarında başlayan ve TC devletinin başbakanına göre “Kayserili pazarlığı”, dünyadaki ve coğrafyamızdaki muhalif kamuoyuna göre ise “kirli pazarlık” olarak adlandırılan görüşmeler, geçtiğimiz Mart ayı ortalarında sonuçlandı. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü gibi, özünde devletlerin savaş politikalarını aklamakla yükümlü kurumların bile tepkisini çekmesi nedeniyle, söz konusu anlaşma, “kirli” tanımını sonuna dek hak ediyor.

Şantaj Malzemesi Olarak Göçmenler

Anlaşmanın bir tarafındaki TC devleti, yaşamları pahasına topraklarına sığınan insanları bir şantaj malzemesi olarak kullanıyor. Bunu yaparken de bir yandan bu durumu iç politikada propaganda olarak kullanmaktan çekinmiyor: Suriye rejiminin zulmüne uğramış insanlara kucak açan “müşfik” TC devleti. Devlet politikaları paralelinde yayın yapan ana akım medyada servis edilen haberler de hep bu minvalde.

Diğer yanda ise AB devletleri, göçmenlerin sınırlarından içeri girmemesi pahasına, para başta olmak üzere, TC devletinin Kürt halkına yönelik katliamları ve coğrafyadaki diğer ezilenlere yönelik artan baskısına karşı “başını öte tarafa çevirmek” şeklinde özetlenebilecek bir dizi taviz vermeye hazırlanıyor.

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?

Anlaşmayı “yasadışı” ve “gayri insani” olarak niteleyen küresel bazdaki insan hakları kurumları ise TC coğrafyasında devletin Kürtler üzerinde yürüttüğü savaşa gönderme yaparak, göçmenlerin yerleştirilmeleri gereken bölgelerin güvenliğine dikkat çekiyor. Bu kurumlara göre, TC güvenli bir üçüncü ülke değil. Tam da bu sebeple, yaklaşık iki yıldır, savaşın sürdüğü Suriye’de güvenli-tampon bölge ilan ettirmeye çalışan TC devletinin toprakları, anlaşma sonrası Avrupa’nın göndereceği göçmenlerle, fiilen güvenli olmayan-tampon bölge durumuna gelecek.

AB devletlerinin, anlaşma kriterlerinden biri olarak sunulan TC vatandaşlarına vize serbestisi için yerine getirilmesini şart koştuğu 72 maddenin hayata geçirilebilmesi, anlaşmanın önemli parametrelerinden biri. Ancak bu maddelerin uygulamaya geçmesi, devletin muhalifler üzerinde artan baskısını azaltmasıyla ters orantılı bir ilişki içinde. Örneğin böylesi bir durumda “terör” tanımının içeriğinin değişmesiyle birçok davanın düşmesi söz konusu olabilir. Benzer şekilde yolsuzlukla mücadele için de devlet kurumları üzerinde “şeffaf ve bağımsız” denetleme mekanizmalarının oluşturulması, bu 72 kriter arasında yer alıyor. TC devleti tarafından iç politikada seçim malzemesi olarak kullanılması amaçlanan “vize serbestisi” yalanı, aslında bu iki örnekle bile deşifre oluyor.

İnsanların yaşamlarını hiçe sayan ve göçmenlerin kendilerini bekleyen bir bilinmeze sürüklenmesi dışında hayata geçme şansı bulunmayan bu anlaşma, tarihe, devletlerin kirli politikalarının çağımızdaki bir örneği olarak geçmeye hazırlanıyor. Bizler de, TC ve AB özelinde devletlerin, “söz konusu çıkarlar olunca insan yaşamı teferruattır” pratiğine bir kez daha şahit oluyoruz.

Yine geçtiğimiz günlerde bir göçmen haberi daha vardı ajanslarda. Üç çocuk babası 36 yaşındaki Suriyeli Amir Hattab, İstanbul-Bağcılar’da rögar kapağını açıp kanalizasyona atlayarak yaşamına son vermişti. Dikili’deki “duyarlılık”, ilçelerinin göçmenler nedeniyle “kirleneceğinin” derdine yanadursun, Amir’in bu sarsıcı intihar biçimi devletlerin savaş politikaları ve kirli ittifaklarının nasıl bir coğrafya yarattığını seriyor gözler önüne.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/feed/ 0
Vicdanlar Reddetmeyi Sürdürüyor https://meydan1.org/2015/09/15/vicdanlar-reddetmeyi-surduruyor/ https://meydan1.org/2015/09/15/vicdanlar-reddetmeyi-surduruyor/#respond Tue, 15 Sep 2015 16:00:17 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/15/vicdanlar-reddetmeyi-surduruyor/ 7 Haziran seçimlerinin sonrasında yaşanan Suruç Katliamı ve katliamın hemen ertesinde geçici hükümetin savaş politikaları, beraberinde birçok vicdani ret açıklamasını getirdi. Seçimden bu yana gözaltı ve tutuklama furyasının yanı sıra operasyonlar, infazlar devam ederken bir yandan da katliamların ortağı olmayı kabul etmeyen vicdanlar reddetmeye devam etti. Roboski-Der’de ”Roboski’den Suruç’a katliamlara karşı vicdani ret veriyoruz” pankartıyla […]

The post Vicdanlar Reddetmeyi Sürdürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Vicdanlar Reddetmeyi Sürdürüyor

7 Haziran seçimlerinin sonrasında yaşanan Suruç Katliamı ve katliamın hemen ertesinde geçici hükümetin savaş politikaları, beraberinde birçok vicdani ret açıklamasını getirdi. Seçimden bu yana gözaltı ve tutuklama furyasının yanı sıra operasyonlar, infazlar devam ederken bir yandan da katliamların ortağı olmayı kabul etmeyen vicdanlar reddetmeye devam etti.

Roboski-Der’de ”Roboski’den Suruç’a katliamlara karşı vicdani ret veriyoruz” pankartıyla gerçekleştirilen basın açıklamasında Necdet Encü vicdani ret açıkladı. Roboski, Reyhanlı, Amed ve Suruç katliamlarına ve devletin son dönemdeki saldırılarına açıklamasında yer veren Encü “tüm bu katliamların hesabını vermemişken, hatta çoğunun hazırlayıcısı TC devleti iken, beni hangi hak ile askerlik yapmaya çağırıyor? Roboski‘den Suruç’a katleden devletin hiçbir koşulda askeri olmayacağımı ifade ederken vicdani reddimi açıklıyorum.’’ dedi.

Öte yandan Vicdani Ret Derneği’nin web sitesinde yeni vicdani ret açıklamaları yayınlandı.

Oğuz Tomruk, “… tarihi, kendi halkına, doğasına, hayvanlarına yaptığı katliamlarla dolu olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve onun silahlı kuvvetlerinde hiç bir şekilde askerlik yapmayacağımı beyan ederim” diyerek vicdani ret açıkladı.

2012 yılından beri asker kaçağı olduğunu ve askere giderek bu savaşın bir parçası olmak istemediğini belirten Mehmet Şah Çil web sitesine gönderdiği açıklamasında sırf birileri sarayını kaybedecek diye bu kadar insanın ölmesini vicdanının kabul etmediğini belirterek vicdani reddini açıkladı.

Barış Gün Şahin ise ret açıklaması ise şöyle: Ben, tür, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan tüm canlıların yaşam hakkını savunuyorum. İnsan, hayvan, yeryüzü için, topyekün bir kurtuluş için, içimizdeki baskıcı ideolojilere meydan okumamız gerektiğine inanıyorum. Bu amaçla, yaşama düşman, ölü sevici, şiddete aç, ataerkil, militarist, türcü sisteme karşı vicdani reddimi açıklıyorum.

Zorunlu askerlik görevi sırasında Kürt olduğu için birliğindeki askerler ve komutanları tarafından sürekli olarak ayrımcılık gördüğünü ifade eden ve bu nedenle firar eden Ahmet Çetin, Demokrat Haber sitesinde yayınlanan röportajında ‘kulübelerimizden sizin saraylarınız için verecek canımız yok’ diyerek vicdani reddini açıkladı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Vicdanlar Reddetmeyi Sürdürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/15/vicdanlar-reddetmeyi-surduruyor/feed/ 0