toprak – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 04 Jun 2020 08:12:16 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Korona Krizinde Maden Şirketinin Ağaç Katliamı https://meydan1.org/2020/06/04/korona-krizinde-maden-sirketinin-agac-katliami/ https://meydan1.org/2020/06/04/korona-krizinde-maden-sirketinin-agac-katliami/#respond Thu, 04 Jun 2020 08:12:12 +0000 https://meydan.org/?p=59338 Samsun’un Kavak-Havza-Atakum ilçeleri arasındaki Şahin Dağları’ndaki yaklaşık 12 bin hektar alanda altın aramak için 6 ayrı ruhsat alan Kanadalı Eldorado Gold Corporation’ın bağlantılı olduğu TÜPRAG Metal Madencilik şirketi, korona krizi döneminde sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde bile ağaç katliamını sürdürdü. 2024 yılına kadar ruhsatı bulunan şirket bölgede sayıları 462’yi bulacak sondaj noktası açmak için binlerce […]

The post Korona Krizinde Maden Şirketinin Ağaç Katliamı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Samsun’un Kavak-Havza-Atakum ilçeleri arasındaki Şahin Dağları’ndaki yaklaşık 12 bin hektar alanda altın aramak için 6 ayrı ruhsat alan Kanadalı Eldorado Gold Corporation’ın bağlantılı olduğu TÜPRAG Metal Madencilik şirketi, korona krizi döneminde sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde bile ağaç katliamını sürdürdü. 2024 yılına kadar ruhsatı bulunan şirket bölgede sayıları 462’yi bulacak sondaj noktası açmak için binlerce ağaç kesti.

Maden şirketine verilen ruhsat alanı içerisinde bulunan 10 mahallede yaklaşık 10 bin insan yaşıyor. Yaşam alanlarındaki ağaç katliamına tepki veren yöre halkı bu ağaç katliamının bir an önce son bulmasını istiyor. Bu doğrultuda çaba gösteren Samsun Kavak-Havza Şahin Dağları Koruma ve Yaşatma Derneği’nin başkanı İlhan Ayrancı da hukuki mücadele başlatacaklarını söylüyor: “Burada ormanı bitiriyorlar. Ormanların yok olmasına izin vermeyeceğiz.”

Şahin Dağları’nın yok olmasına izin vermeyeceklerini ifade eden Ayrancı, “Bu topraklar bize ait. Çocukluğumuzun geçtiği yerler. Samsun’un akciğerlerini bu şirkete teslim etmeyeceğiz. Şahin Dağları ile ilgili mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.” 

The post Korona Krizinde Maden Şirketinin Ağaç Katliamı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/06/04/korona-krizinde-maden-sirketinin-agac-katliami/feed/ 0
Kentte Kırda Fark Etmez Elin Toprağa Değsin – Özlem Arkun https://meydan1.org/2018/10/08/kentte-kirda-fark-etmez-elin-topraga-degsin-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2018/10/08/kentte-kirda-fark-etmez-elin-topraga-degsin-ozlem-arkun/#respond Mon, 08 Oct 2018 07:34:33 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/08/kentte-kirda-fark-etmez-elin-topraga-degsin-ozlem-arkun/ Oda, bina, yol, metro, metrobüs ve yine bina. Duman, kir, pas, gürültü… Sıcağı çok sıcak; soğuğu daha soğuk. Refüjler, duble yollar, otoparklar, köprüler, köprülü kavşaklar. Millet bahçeleri, kenara köşeye sıkıştırılmış parklar; AVM’ler, AVM’ler, her yerde AVM’ler… Alışveriş arabaları, reklam tabelaları, tanıtım broşürleri… Mesaj bildirimleri, emojiler, gifler… Hız hız, çok hız, daha da hız! Hormonlu domatesler, […]

The post Kentte Kırda Fark Etmez Elin Toprağa Değsin – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Oda, bina, yol, metro, metrobüs ve yine bina. Duman, kir, pas, gürültü… Sıcağı çok sıcak; soğuğu daha soğuk. Refüjler, duble yollar, otoparklar, köprüler, köprülü kavşaklar. Millet bahçeleri, kenara köşeye sıkıştırılmış parklar; AVM’ler, AVM’ler, her yerde AVM’ler… Alışveriş arabaları, reklam tabelaları, tanıtım broşürleri… Mesaj bildirimleri, emojiler, gifler… Hız hız, çok hız, daha da hız! Hormonlu domatesler, GDO’lu ürünler, hibrit tohumlar, şarbonlu hayvanlar, gezmeyen tavuklar, deliren insanlar, deliren toplumlar, deliren kentler…

Siz de mi bunları yaşıyorsunuz her gün? Siz de mi çocuğunuzun domatesle markette tanışmasından muzdaripsiniz? Sizler de mi toz topraktan korkuyor, her şeye karşı alerji geliştiriyorsunuz? Siz de mi mutsuzsunuz, sağlıksızsınız? Organik pazarlarda mı sabahlıyorsunuz, semt pazarıyla mı idare ediyorsunuz? Yoksa sizler de mi güneye inip verandalı bir ahşap evin bahçesinde küçücük bir bahçeyle oyalanma hayalleri kuruyorsunuz? Cevabınız evet ise kentte yaşıyorsunuz demektir. Hayır ise yaşıyor sayılmazsınız. Belki ise bir köydesinizdir. Artık köylerin de neredeyse kentleştiğine tanıklık ettiğiniz için gidecek hiçbir yeriniz yoktur. O yüzden sonuncular için tek çare hafta sonu köye gelecek manavı beklemektir… Gerçekten tek çare bu mudur?

Pek öyle değil aslında. Çünkü doğada kır da yoktur kent de; her yer birileri için yuva, her kovuk birileri için ocak olabilir. Kır kent ayrımı yapay bir ayrımdır. Kapitalizm ve devlet istediği için bu böyledir. Bir tasarımdır. Hem de çok kötü, işlevsiz, anlaşılmaktan uzak bir tasarım. Ve adaletsizliğin içine sızdığı tüm tasarımlar gibi sac ayakları titreyen, bir tekmede alaşağı edilebilecek bir tasarımdır. Fakat önemlidir sahipleri için kentler. Sanayiler, fabrikalar, iş merkezleri hep burada toplanır. Onları işletmeye mahkum edilenler de öyle. İşçiler, kadınlar, çocuklar ve herkes. Kimisi ilişki üretir sabahtan akşama kadar, kimisi araba farı; biri çorba yapar, diğeri paspas yapar bir gökdelenin zemin katında…

Kentler doyurulması gereken obur canavarlara dönüştürülmüştür kırlar için. Tonlarca patates, tonlarca buğday, tonlarca hayvan, tonlarca insan, tonlarca taş ve moloz kurban edilir kentin gazabından korunmak için. Çiftçinin 5 liraya sattığı, kente gelene kadar 25 lira olur. Tüm bunlara rağmen ne çiftçi kazanır, ne çiftçinin ürettikleri ile karnını doyuran. Ama yine de büyür kentler; çevresindekileri soğura soğura büyür, genişler. Her şeyi ve herkesi kendine dönüştürünceye kadar büyüyecektir. Bunu başardığında ise oburluktan patlayıp yok olacaktır elbette. Sıkıntı şudur ki içindekiler ve dışındakilerle beraber çevresinde ne varsa silip süpürecektir bu patlamanın şok dalgaları.

Sözün kısası, kent kent olmaya devam ettikçe sömürmeye ve öldürmeye mahkumdur. Gustav Launder’in devlet için yaptığı şu yorum kent içinde geçerlidir: “Devlet bir durum, insanoğulları arasındaki belli bir ilişki, onlar arasındaki bir davranış tarzıdır; onu, başka ilişkiler geliştirerek, birbirimize karşı farklı şekillerde davranarak tahrip edeceğiz.” Yani kenti işlevi dışında kullanmak, onun içeriğini de değiştirecektir. Buradaki üretim tüketim ilişkilerinin değiştirilmesi, ilişki biçimlerinin değiştirilmesi, kentin doğayla kurduğu ilişkiye müdahale edilmesi… Onun saldırılarının durdurulması kenti de değiştirecektir; kentlileri de.

Madem kır – kent ayrımı yapay bir ayrım, madem kentin kır ile kurduğu ilişki adaletsiz ve olağandışı bir ilişki; neden evimizin balkonu, yol ortalarındaki refüjler ya da kullanılmayan araziler ihtiyaçlarımızı karşılamak için kullanılmasın? Karşılıklı Yardımlaşma teorisini ortaya atan P. Kropotkin, 1800’lerin ortalarında yazdığı Ekmeği Fethi kitabında bu konuya değinmiş, bir devrim sürecinde kırın kenti besleyemediği durumlarda kentlilerin ne yapabileceğine dair önerilerde bulunmuştur:

“…Toprağın, tarımın ne olduğundan habersiz kentli yurttaşlara, özellikle de büyük kentlerde yaşayanlara gelince, kendilerine, yaşadıkları kentin çevresinde yürüyüşler yapmalarını ve buralarda bağ bahçe işlerinin nasıl yapıldığını gözlemelerini, bu işleri yapan insanlarla konuşmalarını salık vereceğiz; önlerinde yepyeni bir dünyanın açıldığını görecekler. Yirminci yüzyılda Avrupa tarımının nasıl olacağı konusunda belli ölçüde fikir sahibi olacaklar. Ayrıca toplumsal devrimin elinde ne büyük güç olduğunu anlayacaklar. İnsanların topraktan istedikleri her şeyi ondan nasıl alacaklarını öğrendikleri zaman toprağın nasıl cömert olduğunu görecekler.”

Kropotkin sadece bununla da yetinmemiş, kitabın son bölümünde “Kentte tarım nasıl yapılır?”a dair pratik cevaplar hazırlamış; seracılık, boş arazilerin kullanımı gibi birçok konuda teknik bilgiler vermiştir.

Bu, biz bugünün insanları için de geçerlidir. Hiçbir şey yapmayanların her şeyi kazandığı bugünün üretim tüketim ilişkisinden çıkmak, kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak; mahalle bostanlarında, kent – köy kooperatiflerinde, kolektiflerde buluşmak hem doğal ve gerçek bir şekilde beslenmemizi hem de bizi içine alan bu ekonomik, sosyal ve siyasal çemberden kurtulmamız için ilk adımları atmamızı sağlayacaktır.

Bunun için halihazırda uygulanan yöntemler olduğu gibi yeni yöntemler bulmak ve uygulamak hem yaratıcılığımıza hem de aramızdaki dayanışmaya bağlıdır.

Gerilla Bahçeciliği: Şehirde terk edilmiş -belki de hiç kullanılmış- alanlar, araziler, refüjler sizleri bekliyor. Belediyelerin, kamu arazilerinin, zenginlerin yatırım yapmak için beklettikleri bütün topraklar bizimdir. Bir gece yarısı maskenizi takın, ister etrafı güzelleştirmek için rengarenk çiçekler ekin, ister menemeniniz için domates. Üstelik ulaşılması zor olan noktalar için geliştirilmiş tohum bombalarını da kullanabilirsiniz.

Tohum Bombaları: Toprak ve sudan yoğun ve sert bir çamur hazırlanır. Tohumlarımız bu çamurların içine konulur, çamur yuvarlak bir top haline getirilir. Sonra güneşte kurumaya bırakılan tohumlar, şehri güzelleştirmek için toprakla buluşacakları anı beklemeye koyulurlar.

Apartman Bahçeciliği: İnsanlar arasındaki hiyerarşinin keskinleşmeye başladığı dönemle dikine mimarinin gelişmeye başladığı dönem arasındaki kesişme bir tesadüf değildir. İnsanlığın doğaya sırtını dönüp sanayinin cehennemvari dünyasına adım attığı dönemle aynı dönemdir. Bu dönemin başlangıcında, tıpkı diğer nesneler gibi insanlar da kentler tarafından kendilerine çekilerek ya hammadde ya da iş gücü olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bundan sonra ortaya çıkan nüfus yoğunlaşması bugüne kadar artarak devam etmiş, artan arazi fiyatları dikey mimariyi bizlere dayatmıştır.

Fakat tüm bunlar burada da güzel bir şeyler yapılamayacağı anlamına gelmez. Balkonda saksılar içinde yetiştirdiğimiz bitkiler bir ailenin ihtiyacını karşılayamayacak olsa da salatalarımızı süsleyecek yeşillikler ekmemek için bir nedenimiz yoktur. İsterseniz balkonunuzu saksılarla donatabilirsiniz. İsterseniz mutfak penceresinin önünü kullanabilirsiniz. Toprak için gece yarısı evin yakınlarındaki bir bahçeyi ziyaret etmeniz yeterli olacaktır. Tohum içinse internette küçük bir araştırmayla doğal atalık tohumlara ulaşmak mümkündür. Ya da daha temelden başlamak istiyorsanız, tadını sevdiğiniz bir meyvenin çekirdeğini kullanmak faydalı olacaktır.

Elbette tek alternatifimiz balkon ya da pencere önleri değildir. Bir çok apartmanın küçük de olsa bir bahçesi bulunur. İkna etmeniz gereken bir apartman dolusu insan olsa da çekinmeyin! Onları da bu işe dahil edin. Temiz gıdaya ulaşmak, beraberce bir iş yapmak, komşularını tanımak herkesin hakkı, herkesin arzusudur aslında. Toprak parçası ne kadar küçük de olsa tarihin her döneminde beraberce yapılan bir iştir bu. Balkonda tek bir domates ile başlayan maceranız neden sonra apartman bahçesine hatta herkesin beraberce işleyebileceği ve karnını doyurabileceği mahalle bostanlarına dönüşmesin?

Mahalle Bostanları: Aslında İstanbul’da yaşayanların oldukça aşina olduğu bir şey kent mahalle bostanları. Yedikule Bostanları, Kuzguncuk Bostanı gibi tanıdık mekanlar İstanbul’da oldukça köklü bir kent tarımı geleneği olduğunu gösterir. Hatta tarihe bakacak olursak Bizans – Roma – Osmanlı dönemleri de dahil olmak üzere İstanbulluların her mahallede kurulan ufak tefek bostanlarla bütün sebze ve meyve ihtiyaçlarını karşıladıkları görülebilir. Her ne kadar o günlerden bugüne sadece birkaç tane bostan kalmış olsa da bunları arttırmak, bu geleneği diriltmek yine bizim elimizdedir. Bunun en güzel örneği ise Taksim Gezi İsyanı sonrasında yaşanmıştır. Birçok mahalle, mahalleli ve yaşam savunucuları ile birlikte kendi bostanlarını oluşturmuştur. Bunların azımsanmayacak bir kısmı Gezi’nin rüzgarı dindikten sonra bile halen sürmektedir.

Her ne kadar son yıllarda yaşadığımız tüm şehirler birer açık hava şantiyesine dönüştürülmüş olsa da herkesin mahallesinde şehrin sahiplerinin gözden kaçırdığı bir iki ufak alan vardır. Hiç olmazsa bir park kenarı illa ki vardır. Beraber çalışacağımız bir avuç toprağı bulduktan sonra ihtiyacımız olan şey biraz tohum, belki bir kürek fakat bol bol dayanışma olacaktır.

Ekonomik, ekolojik, psikolojik, sosyal ve siyasal baskılar kırdan kente tüm canlıları dört bir yandan kuşatıyor. Kırda yaşayan kenti istiyor. Kentli güneye inmek için para biriktiriyor. En temel gereksinimlerimizden biri olan sağlıklı beslenmek ve sağlıklı yaşamak bize birer lüks olarak pazarlanıyor. Aslında herkesin hakkı olan “en güzel”, “en pahalı” ile eşleştiriliyor.

Anarşistler için temel gereksinimlerin neler olduğu, bunların nasıl karşılandığı ve nasıl bölüşüldüğü oldukça önemlidir. Bu yüzden tarih boyunca anarşistler “Devletlerin ve kapitalizmin stratejilerine karşı biz bugüne kadar ne yaptık, bundan sonra ne yapacağız?” sorusunu tartışıp çözümlerini hayata geçirmeye uğraşmışlardır. Dolayısıyla ister kentte olsun ister kırda, yapılana ve yapılmak istenene basit bir “hobi bahçeciliği” olarak bakmazlar. Biz anarşistler için küresel kapitalist şirketlerin temeline konulan dinamitle, devlete zarar veren her eylemle, bireylerin ve toplumların kapitalizmin kanallarını kullanmadan oluşturduğu adaletli bir üretim-tüketim ilişkisi birbirinden çok da farklı değildir.

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesinin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kentte Kırda Fark Etmez Elin Toprağa Değsin – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/08/kentte-kirda-fark-etmez-elin-topraga-degsin-ozlem-arkun/feed/ 0
“Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/ https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/#respond Wed, 22 Apr 2015 15:08:34 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/ Boğaziçi Soma Dayanışması ve yapılan saha çalışmaları gösteriyor ki, tarımdaki neo-liberal dönüşümlerle yeni şehir tarzları oluşturularak, tarlalar ıssızlaştırılmaktadır. Özellikle de, sanayinin tarım alanlarını yok ederek genişlemesi, küçük çiftçiyi topraktan uzaklaştırmıştır, endüstriyel üretimde ve şehirlerde çalışacak ucuz iş gücü haline getirmiştir. Çiftçiliğe devam eden üreticiler ise, piyasa karşısında ne emeklerini ne de maliyetlerini karşılayacak bir alan […]

The post “Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Şirket Tarımclığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri

Boğaziçi Soma Dayanışması ve yapılan saha çalışmaları gösteriyor ki, tarımdaki neo-liberal dönüşümlerle yeni şehir tarzları oluşturularak, tarlalar ıssızlaştırılmaktadır. Özellikle de, sanayinin tarım alanlarını yok ederek genişlemesi, küçük çiftçiyi topraktan uzaklaştırmıştır, endüstriyel üretimde ve şehirlerde çalışacak ucuz iş gücü haline getirmiştir. Çiftçiliğe devam eden üreticiler ise, piyasa karşısında ne emeklerini ne de maliyetlerini karşılayacak bir alan bulamamıştır. Uygulanan bu neo-liberal politikalar karşısında ise, yerel örgütlenme ve yerel yönetim fikirleri tartışılmaktadır. Üniversiteler bu politikalar karşısında nasıl bir örgütlenme modeli oluşturabilir, oluşturmalıdır? Piyasadan tasfiye edilen küçük çiftçi ile nasıl bir ilişki kurmalıdır ki, alternatif ekonomi tartışmalarını hayata geçirebilsin?

Boğaziçi Üniversitesi’nde bulunan üç oluşum, Bu-Koop, Öğrenci Kooperatifi ve Tarlataban İnsiyatifi, bu sorulara cevaben, birer örgütlenme örneği oluşturmaktadır. Boğaziçi Tüketim Kooperatifi, piyasadaki aracıları ortadan kaldırarak örgütlenen, üreticilerden doğrudan ürünlerini alan bir tüketici örgütlenmesidir. “Bu ürünleri ürettik ama kime satacağız” sorusunu soran çiftçiye, ürünlerini satabilmesi için bir alan yaratmaktadır. Tüketiciler için de, tarım politikaları karşısında pratik uygulamaların yanında söylem ürettikleri, ayrıca yarı üretici konuma geçtikleri bir oluşumken, Tarlataban İnsiyatifi bir üretim ayağıdır. Toprak ile ilişiği kesilenleri, yeniden toprakla buluşturan, pratikte karşılaştıkları, tarımdaki dönüşümler ile yüzleşmesini sağlayan bir örgütlenmedir. Örneğin, insanlar nadir bulunan atalık tohumlar ile yapılan üretimde hibrit tohum gerçeği ve tohum yasası ile karşılaşır. Tarımda yok sayılan emek maliyetini ise birebir deneyimleyerek öğrenir. Şirketlerin kapitalist projelerine karşı, halkın kendi yaşam alanlarını savunması ve bunun üzerinden söylem belirliyor olması kadar doğal bir durum yoktur. Serbest piyasanın vicdanına sığınmadan üretilen ürünler, Bukoop ve Öğrencikoop aracılığıyla tüketici ile buluşur.

Öğrenci Kooperatifi, kampüsteki kolektif alanların sermaye tarafından işgali ile mekan, tarımdaki dönüşümler ile de adil, ulaşılabilir gıda ilkeleriyle oluşmuştur. Bu-Koop aracılığı ile gelen ve Tarlataban ürünleri ile bireylerin emek sürecine dahil olarak gıdaya müdahil olduğu, sağlıklı gıdaya ulaşmayı neredeyse imkansızlaştıran ve her geçen gün, güvenilir gıdaya ulaşma noktasında kapanmayacak yaralar açmaya çalışan kapitalist kurumlar tarafından değil, yine bu işin gönüllüleri tarafından işletildiği aracı konumdaki bir oluşumdur.

Çiftçiliği, her geçen gün ortadan kaldırmaya yönelik yasalar çıkaran, küresel bir politikalar zinciri ile karşı karşıyayız. Şirket tarımcılığını yaşamlarımıza sokan bu kapitalist düzende bizler, tarımda ve sistemin yaşamlarımızı kanserli hücrelere dönüştürme planları yaptığı diğer tüm alanlarda, öz örgütlenmeler ile, halka ulaştırılan besin maddelerinin kimler tarafından, nasıl üretildiğini bilmesine zemin sağlamalıyız.

Çiğdem Artık – Tarlataban Kolektifi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Şirket Tarımcılığına Karşı Kolektif Tarım Yöntemleri” – Çiğdem Artık appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/sirket-tarimciligina-karsi-kolektif-tarim-yontemleri-cigdem-artik/feed/ 0
“Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/#respond Fri, 09 May 2014 17:17:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/ Elibelinde topraktır, toprakta yetişen buğday, buğdaya yaşam veren sırdır…  Elibelinde hem kadın, hem doğadır… Doğa kadar kadındır… Elibelinde  Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında anlatılagelen binlerce öyküde dilden dile bugüne gelmiş, binlerce öyküde yüzlerce farklı isim almış ve anlatıldıkça başka  öykülere ilham vermiştir. Belki de Elibelinde’yi kendi öyküleriyle ve ilham verdiği öykülerle dillendirirsek, daha iyi anlatabiliriz onu. […]

The post “Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Elibelinde topraktır, toprakta yetişen buğday, buğdaya yaşam veren sırdır…  Elibelinde hem kadın, hem doğadır… Doğa kadar kadındır… Elibelinde  Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında anlatılagelen binlerce öyküde dilden dile bugüne gelmiş, binlerce öyküde yüzlerce farklı isim almış ve anlatıldıkça başka  öykülere ilham vermiştir. Belki de Elibelinde’yi kendi öyküleriyle ve ilham verdiği öykülerle dillendirirsek, daha iyi anlatabiliriz onu.

Elibelinde topraktan geldi ve toprağa denkti. O toprak gibi hoşgörülü ve sabırlı, toprak gibi cömertti. Ve ona arkadaşlık etsinler diye kendinden verdi;  göğü, nehirleri ve dağları yarattı; sonra onlarla yeniden birleşti ve birçok çocuğu oldu. Güneşi, rüzgarı, yağmuru, gökkuşağını, ağaçları,  dünyaya getirdi. Yeryüzüne hayat veren oydu.

O hem toprak, hem toprakta yetişen buğday, hem buğdaya yaşam veren sırdır. O doğadır, doğa kadar bereketli, doğa kadar kadındır… Baharın gelmesi, fidanın yeşermesi, çiçeğin açması hep onun neşesiyledir. Elibelinde baharı getirendir, ama bu hikayeyi biraz daha uzun anlatmak gerekir…

Acısıyla Öfkesini Büyüten Kadın

Yeraltı tanrısı onun  kızlarından birine aşık olup, onu da yeraltı dünyasına kaçırıp hapsettiğinde, Elibelinde’nin kederiyle güneş gitmiş. Onun ise; üzüntüsü öfkeye dönmüş, gözyaşları öfkesini büyütmüş, gökyüzünden dökülmüş, şimşekler ve yıldırımlarla yerin üstüne yağmış, sel olup akmış ve geride bir balçık bir enkaz bırakmış… Yine de kızını bulamamanın acısıyla rüzgar olup, fırtına olup esmiş ve yerin üstünde ne varsa söküp götürmüş, geriye bir çorak toprak kalmış… Yerin yüzünde yaşamın solmakta olduğunu gören yeraltı tanrısı, kızın aşkından vazgeçememiş ama yılın dört ayı onun yanında kalması şartıyla kızı bırakmış ve Elibelinde kızına kavuştuğunda bahar gelmiş ve toprak canlanmış yeniden. Bu yüzdendir kızı ne zaman yeraltı tanrısının yanına dönse güneş gider, ekinler solar, kış gelir yeryüzüne. Ama baharın gizi onda saklıdır. Sümbüllerin ve papatyaların yerin yedi kat  altında örgütlenip baharın yağmuruyla fışkırmalarının altında onun neşesi yatmaktadır.

Günler Çoğalırken, Çoğalan Kardeşlik

Elibelinde yarattığı her şeye kendinden bir parça katmış ama onların özüne hiç  dokunmamış, bundandır ki  her çocuğu bambaşka karakterlere bürünmüş. Elibelinde çocuklarına hiç sırtını dönmez, her birini olduğu gibi sever, günlerini hep onlarla sohbetle, oyunla geçirir, kimi günler tarlalarda onlarla çift koşar, kimi günler kil çıkarır, çömlekler yapar onlara da nasıl yapacağını gösterir, eli yüzü çamura bulanan çocuklarının gayretiyle neşelenir, onların elinde şekillenen heykelcikleri çömlekleriyle birlikte fırınlar, yine oynasınlar diye onlara verirmiş. Kimi günler onlarla deniz kenarına iner çakıl taşı deniz kabuğu, deniz yıldızlarını toplar, kimi günler madenlere iner toprağın bağrında saklananlardan kendine görünenleri toplar, bazı günler de bu topladıklarının bazılarını iplere dizer her birine dağıtır, bazılarını da tek tek hepsinin saçlarına takarmış. Günler böyle neşeyle ve kardeşlikle birbiri ardına çoğalmış. Çocuklarının her biri bambaşka karakterlere bürünürken bazısı ona benzemiş, ona dost, ona kardeş olmuş; bazısı ise ona sırtını dönmüş, kıskançlığı büyütmüş, hasım olmuş, zalimleşmiş.

Diktari’nin Bencillikle Zehirlenen Ruhu

Bu hasımlığı yaratanlardan bir tanesi kendini  taşların, kayaların ve madenlerin tanrısı ilan eden Diktari’ymiş. Diktari yeryüzünde ve toprağın altında sahiplendiği onca altın, elmas, zümrüt, bakır, demirle asla yetinemeyip hep daha fazlasını ister ve en çok Elibelinde’nin her şeyden nasiplenerek büyüttüğü neşesini kıskanırmış. Onun neşesinin kaynağında gördüğü ne varsa  ondan almaya yemin etmiş Diktari. Onun güzelliğini ve sevecenliğini kıskanmış; sevecenliğinin kaynağında da çocuklarını görmüş, onlara sahip olursa sevecenliğine de  sahip olabileceğini düşünmüş. Bu haseti yüzünden  doğan her çocuğunu  bir şekilde oyuna getirip ondan almaya çalışmış.

Diktari, kandırdığı çocukları teker teker kaçırmış, kimini  topraklarına çift sürmek için kullanmış; kimini madenlere atmış, kömüre döndürmüş. Onların  özgür ruhlarından korkmuş, kimini zindanlara kapatmış, atmış; kimisini gücünü göstermek ya da eğlenmek  için meydanlarda dövüştürüp, savaştırıp öldürmüş…

Adaletin Peşinde

Bu zulümle beslenen Diktari, gün geçtikçe daha da yağlanıp semirirken, Elibelinde kaybolan çocuklarını teker teker arayıp bulmuş. Diktari’nin  benciliğine karşı  bereketini sunmuş yerin göğsüne, tohumlarını bastığı yerlerden ekinler bitmiş, böylece çift sürenler Diktari’nin elinden kaçıp kurtulmuş. Madenlerde kömüre dönüşenleri, teker teker çıkarmış ve her birini güneşe ve yıldızlara paylaştırmış. Böylece  zalim Diktari’nin ocağında değil, göğün gözünde yanıp, yeri aydınlatıp ısıtarak asla sönmemek onların nihayeti olmuş.

Güzelliğini Saklayan  Bilge

Elibelinde bundan böyle kimse güzelliğini kıskanmasın diye yüzünü dökmüş. Yüzünün yerine bir cilalı taş basmış ve güzelliğini içine gömmüş. Artık gözlerinin ışıltısı, dudaklarının kıvrılışı, yanaklarının pembeliği yokmuş, dişlerinde sedefler parlamaz olmuş. O zaman Diktari anlamış ki onun neşesi güzelliğinden değil; güzelliği neşesinden gelirmiş. Çünkü yüzü olmasa da Elibelinde’nin suratına bakan içindeki hoşluğu görür,  güzelliğinin sırrı ile içi ısınır ya da yüzünün yerinde duran cilalı taşta kendini görür, önce kendi içinin karanlığı ile  hesaplaşırmış.

Kayaların Çatlaklarında Büyüyen Özgürlük

Elibelinde; Diktari’nin zindanlara kapatıp, savaşlarda öldürdüğü tüm çocukların ahını almak için yemin etmiş  ve hepsini incir tohumuna çevirip yeryüzüne dağıtmış. Her kayanın dibinde biten incirler büyüye büyüye birken bin olmuş, büyüdükçe kökleriyle o kayaları da yerlerinden etmiş, kimini patlatıp unufak etmiş, kimini yamaçlardan yuvarlayıp göndermiş.

Diktari tüm zulmüne rağmen yine de bu kadar ağır bir yenilginin nasıl olup da ona geldiğini elbette hiçbir zaman anlamamış, nerede yanlış yaptığını düşünse de hep hırsına ve açgözlülüğüne yenik düşmüş çünkü en sonunda kazanmak için erdemli olmak gerektiğini asla öğrenememiş. Ama yine de yaptıklarının ardından kardeşlerinin ahı onu rahat bırakmamış, bir parçacık da olsa vicdanı onun hep kulaklarında çınlamış. Çünkü ne zaman yeryüzünde özgür ve kardeşçe yaşayanlar bir zulümle karşılaşsalar önce Diktari’nin adını anmış ve her seferinde ilk olarak; o parçalanan kayalardan kopan taşları  toplayıp fırlatır olmuşlar zulmün cisimleştiği her ne ise. Arka arkaya düşen taşların sesleri; o var olduğu sürece onu rahat bırakmamış. Bu ona kaderin bir oyunu olmuş.

Yaşayan bir Mit: Elibelinde’nin Dirilişi

Elibelinde bir kadının öyküsü… Bu kadın, tarih öncesinden bu yana Anadolu’dan Mezopotamya’ya türlü hikayelerde türlü isimlerle anılmış. Bu  hikayeler önce duvarlara, çömleklere işlenmiş sonra ise halılarda kilimlerde örülmüş ilmek ilmek… Elibelinde’nin hikayeleri anlatılırken, toprakta çitler yokmuş, ocaklarda yemekler hep ortak kaynar hep beraber yenirmiş, bütün çocuklar birbirine “kardeşim” diye seslenir, derede balıklarla, sazlıklarla; ormanda böceklerle, kuşlarla, ağaçlarla arkadaşlık ederlermiş.

Fakat günler çoğaldıkça, zaman daha hızlı akmaya başlamış  ve gürültüler çoğalmış. Artık hikayeleri anlatmaya vakti olmayanlar ve anlatılanları kulaklarında çınlayan seslerden duymayanlar da çoğalmış. Oysa Elibelinde hala  var olduğu yerde, sabırla günden güne  yeniden dirilmeyi bekliyor. 

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Bir Yaratılış Efsanesi: Elibelinde” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/09/bir-yaratilis-efsanesi-elibelinde-ozlem-arkun/feed/ 0