ütopya – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 25 May 2020 15:02:20 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kadının Distopyası – Mercan Doğan https://meydan1.org/2017/08/14/kadinin-distopyasi/ https://meydan1.org/2017/08/14/kadinin-distopyasi/#respond Mon, 14 Aug 2017 14:38:00 +0000 https://meydan.org/?p=58953 Damızlık Kızın Öyküsü’nden Metalaşan Kadının Öyküsüne Bir sabah, her sabah olduğu gibi, en yakın arkadaşınla kadın kadına koşuya çıkıyorsun. Dönüş yolunda, her sabah uğradığınız kafeye uğruyorsunuz kahve almak için. Her sabah size servis yapan kadın, artık orada çalışmıyor. Her sabah orada olmayan, o sabah olan erkekler spor taytlarınıza kınayarak bakıyor. Kafenin yeni erkek çalışanı sana […]

The post Kadının Distopyası – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Damızlık Kızın Öyküsü’nden Metalaşan Kadının Öyküsüne

Bir sabah, her sabah olduğu gibi, en yakın arkadaşınla kadın kadına koşuya çıkıyorsun. Dönüş yolunda, her sabah uğradığınız kafeye uğruyorsunuz kahve almak için. Her sabah size servis yapan kadın, artık orada çalışmıyor. Her sabah orada olmayan, o sabah olan erkekler spor taytlarınıza kınayarak bakıyor. Kafenin yeni erkek çalışanı sana kötü davranıyor, küfrediyor. Kartını uzatıyorsun ödeme için, “Banka yanıt vermiyor.” diyor erkek görevli. Tekrar deniyorsun, olmuyor. O sabah, içinde yaşadığın Gilead’deki bütün kadınlar aynı cevabı alıyor: “Banka yanıt vermiyor.” Çünkü bir gece önce kadınların banka hesaplarına el konmuş ve kartları iptal edilmiş, bütün maddi varlıkları eşlerine, babalarına ya da aileden bir erkeğe aktarılmış, kadın tamamen erkeğe tabii kılınmış.

Aynı gün içinde, işinden sadece “kadın” olduğun için kovulduğunu öğreniyorsun, artık gece dışarı çıkamayacağını, kılığının kıyafetinin sınırlanacağını. Ve anlıyorsun, başına gelecekler bu kadarla kalmayacak…

“Hiçbir şey anında değişmez. Derece derece ısınan bir küvette farkında olmadan haşlanarak ölürsün.”

Margaret Atwood’un 1981 yılında yazdığı The Handmaid’s Tale – “Damızlık Kızın Öyküsü” adlı distopya romanı, geçtiğimiz aylarda yine aynı isimle diziye uyarlandı. İlk 10 bölümü yayınlanan dizi, biz kadınlara yaşatılan distopyayı anımsatması açısından oldukça beğeni topladı.

Atwood, kadının savaşmak ya da ucuz iş gücü için gerekli insan yavrularını basan bir makine, bir çeşit damızlık bir hayvan olarak algılandığı, aslında öyle ya da böyle içinde yaşadığımız sistemi yazmıştır. Hayvanların damızlık olarak tanımlanması ya da evcilleştirilmesi ile doğduğunu söyleyebileceğimiz bu muamelenin kadınlara yönelik de yükseltildiği, eskiden ABD olan bölgede karanlık ve yakın gelecekte yaşananları yazmıştır.

Özellikle kadınlara yönelik baskılar çeşitli uygulamalarla arttırılır. Yaşamın her alanına müdahale eden yasalar çıkarılır. Başkan öldürülür. Ordu yönetime el koyar. Terör saldırıları gerekçesiyle anayasa askıya alınır. Hükümet farklı bir yapıya evrilir, Gilead (Yakup’un Oğulları) Cumhuriyeti çıkar ortaya. Bunlar farklı günlerde, farklı aylarda, toplumun desteği alınarak sırayla gerçekleştirilir. Sonunda baskı zirveye çıkar. Bu sırada ekolojik yıkım, hastalıklar ve radyasyon sebebiyle dünya kadınlarının doğurganlıkları neredeyse sıfıra yaklaşmıştır. Doğan az sayıdaki çocuğun çoğu ise sakat olduğundan imha edilmektedir.

Başta bahsedilen o gecenin ardından, insan ırkının devamlılığı bahanesiyle, “doğurganlık özelliğini kaybetmeyen kadınlar” bir bir toplanırlar devlet tarafından ve yeni yönetimin komutanlarına damızlık olarak verilirler.

“Yürüyüşler yapıldı elbette, bir alay kadın ve biraz da erkek. Ama sayıları düşünebileceğinizden daha azdı. Sanırım insanlar korkmuştu. Polisin ya da ordunun ya da her kimseler, yürüyüşler daha başlar başlamaz ateş açacağı duyulunca, yürüyüşler durdu.”

Bütün kadınlar kategorilere ayrılmıştır. Toplumun en üst tabakasında olanlar, yani önemli görevlerdeki erkeklerle evli olanlar mavi giyinirler. Yeşil elbiseli olanlar, doğurgan olmayan kadınlardır, ev işleriyle ilgilenirler. Damızlıklar baştan ayağa kırmızı giyinenlerdir, kendilerine ait isimleri bile yoktur. Damızlığa, kölesi olduğu komutanın adı Fred ise “Offred” (Fred’inki), Warren ise Ofwarren (Warren’ınki) diye seslenilir.

Damızlıkları eğiten ve kahverengi giyinen “teyze”ler vardır. Henüz regl olmamış damızlık adayları ise beyaz giyinirler. Eğer bir kadın bu sınıflardan hiç birini beğenmezse kolonilerden birine gidip ağır işlerde çalışmak, kirlenmiş hava ve toprak yüzünden yavaş yavaş “ölebilmek özgürlüğü”ne de sahiptir ya da Jezebel olarak anılan, komutanların yasa dışı partilerinde “seks köleliği yapabilmek şansı”na da sahiptirler. Bu kadınların hepsi “Göz” adı verilen gizli polislerce gözlenirler.

“Özgürlük, başka her şey gibi görecelidir.”

Reagan ve Thatcher’in “Kadınlar eve dönsün, çoluk çocuklarına sahip çıksınlar” dediği dönemde kaleme almıştır Margaret Atwood bu romanı. ABD ve Avrupa’da dini kisve altında güçlenen muhafazakarlığın kadınların kazanımları açısından ne kadar ciddi tehdit oluşturduğunu, bu korkuyu yaratarak göstermek istemiştir. Damızlıkları eğiten korkunç teyzelerden Lydia der ki romanda; “Birden fazla özgürlük çeşidi vardır. Bir şeyler yapma ve bir şeylerden sakınma özgürlüğü. Eskiden, bir şeyler yapma özgürlüğü vardı. Şimdiyse size sakınma özgürlüğü veriliyor. Azımsamayın bunu sakın.” Muhafazakar-tepeden inmeci zihniyetin gün geçtikçe daha fazla kabul görmesi, tutuculuğun güçlenmesi ve özgürlük gibi kavramların içini boşaltılması… Senaryo gittikçe daha da tanıdık geliyor, değil mi?

“Susturulanlar duyulmak için yaygara koparacaklardır.”

Sustukça, kabullendikçe, sessiz kaldıkça, boyun eğdikçe daha da yakınlaştığımız kapkara bir distopyanın habercisi aslında bu roman ve dizi. Eleştirilecek yanı yok mudur, elbette vardır ancak bu yazının konusu değildir.

Günümüzde erkek devletin erkek iktidarlarının dillendirdiği en az 3 çocuk – 5 çocuk söylemleri, kürtaj yasaları, kadınlara doğum izni uygulamaları, kadın katillerine uygulanan tahrik ve iyi hal indirimleri, yasalarla düzenlenen yaşamlarımız; sustukça, kabullendikçe, sessiz kaldıkça, boyun eğdikçe daha da yakınlaştığımız kapkara bir distopyanın ta kendisi!

*Alıntılar Damızlık Kızın Öyküsü’ndendir.

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post Kadının Distopyası – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/08/14/kadinin-distopyasi/feed/ 0
Kitap: Yeni Dünya’nın Başlangıcı ve Sonu Hikayeleri https://meydan1.org/2014/07/31/kitap-yeni-dunyanin-baslangici-ve-sonu-hikayeleri/ https://meydan1.org/2014/07/31/kitap-yeni-dunyanin-baslangici-ve-sonu-hikayeleri/#respond Thu, 31 Jul 2014 15:43:18 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/31/kitap-yeni-dunyanin-baslangici-ve-sonu-hikayeleri/   George Orwell – 1984 1984 romanı, distopyalarda sık rastlanan öğelerin, totaliter bir dünya düzeniyle egemen güçlerin, insanların her türlü özgürlüğünü denetler hale geldiği bir kabusu betimler. Romanın anti-ütopik dünyasında, totaliter bir merkezi “tek parti”nin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk kontrol altında tutulmakta ve istenildiği şekilde etki edilmektedir.  Ursula K. le Guin […]

The post Kitap: Yeni Dünya’nın Başlangıcı ve Sonu Hikayeleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ütopyalar ve distopyalar, insanın toplumsal yaşamının, olduğu biçiminden farklı kurgulanmasına dayanır.

Sözcüğün kullanımı, genellikle ilk ütopya olarak kabul edilen Thomas More’un 1516 yılında Latince olarak yazdığı “Utopia” isimli kitabıyla yaygınlaşmıştır. More’un Ütopya’sı, birçok açıdan Platon’un “Devlet” adlı eserine dayanır. Bu iki eser dışında, Farabi’nin “Erdemli toplum”u, Francis Bacon’ın “Yeni Atlantis”i önemli ütopyalar arasında yer alır.

Ütopyalar, insanlara daha özgür ve daha mutlu bir yaşamın nasıl örgütlenebileceği üzerine görüşler sunarken; distopyalar ise olumsuz ütopyadır ve genellikle otoriter, baskıcı toplumları ifade eder.

George Orwell’in “1984” ve “Animal Farm” (Hayvan Çiftliği) romanları ile Aldous Leonard Huxley’in “Brave New World” (Cesur Yeni Dünya) romanı en tanınmış distopyalar arasında gelir.

 

George Orwell – 1984

?????????????????????????

1984 romanı, distopyalarda sık rastlanan öğelerin, totaliter bir dünya düzeniyle egemen güçlerin, insanların her türlü özgürlüğünü denetler hale geldiği bir kabusu betimler.

Romanın anti-ütopik dünyasında, totaliter bir merkezi “tek parti”nin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk kontrol altında tutulmakta ve istenildiği şekilde etki edilmektedir. 

Ursula K. le Guin – Mülksüzler

mülksüzler

Mülksüzler’de konu “Anarres” ve “Urras” adlı bir ikili dünya sisteminde geçer. Roman iki farklı dünya, iki farklı gezegen, iki farklı düşünce sistemi, toplumsal yaşantının iki farklı örgütlenme biçimi arasında geçen bir yolculuk, bir arayış üzerinedir. Anarres Odo’cu anarşistlerin, Urras ise kapitalistlerin dünyasıdır.

Mülksüzler, bu yönüyle bir yandan bir ütopya sunarken, diğer yandan bir distopya sunar. Öte yandan, siyasal ve fiziksel açılardan bakıldığında; ütopya distopya, distopya da ütopya olarak okunabilmektedir. Le Guin’in kendisi de Mülksüzler için “ikircikli ütopya” ifadesini kullanır.

Roman, Shevek adlı Anarres’li bir fizikçinin Urras’a seyahatiyle Anarres’te alıştığı yaşamın tam aksini deneyimleyişini anlatır. Anarres paylaşmacı, dayanışmacı bir topluluğu barındıran ve özverinin gündelik bir norm olduğu çorak bir gezegendir. Urras ise tam aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada kapitalist ve sosyalist iki rejim birlikte süregelmektedir. Urras gezegeni eşitsizliğin kök saldığı ama kamufle edildiği, tüketimin yüceltildiği, bilimin savaşların ve silahların emrine koşulduğu bir ülkedir.

Aslında le Guin’in Mülksüzler ile, bir yandan kapitalist sistemi, öte yandan da eşitlikçi gibi gözükse de arka planda farklı egemen ilişkilerinin, hiyerarşilerin ortaya çıktığı, özgürlük ve bireysellik sorunlarının ötelendiği “reel sosyalizm” tarzı rejimleri eleştirdiği söylenebilir.

Thomas More – Ütopya

ütopyakitap

More’un eseri, var olmayan bir kurgusal adada geçmektedir. More kitabında aslında döneminin (16. yüzyıl) İngiltere’sine bir eleştiri getirmektedir. Zaten dönemin İngiltere Kralı da bunu böyle algıladığı için, eserleri, görüşleri ve yaşam tarzıyla krala ters düşen Thomas More, 6 Temmuz 1535′te idama mahkum edilmiştir.

More ütopyasında siyasi iktidarın tek elde toplanmasına ve sınıfsal imtiyazlara karşı çıkan bir metin yazmıştır. İlk bakışta eşitlikçi görünen bu ütopyanın altında, bireyi yok sayan ve tek tipleştirici bir toplum mühendisliği ile karşı karşıya kalırız.

Ama yine de çağın belli başlı özelliklerini barındıran More’un kitabı; eşitlik, adalet, özgürlük arayışını barındıran ilk radikal örneklerden biri olarak kabul edilir. 

Ray Bradbury – Fahrenheit 571

fahrenheit

Kitapların yakıldığı, insanların totaliter kişiler tarafından yönetildiği bir dünyayı anlatır Bradbury. Fahrenheit 571 kitapların tutuşma derecesidir. Günümüzde yangın söndürmekle görevli olan itfaiyeciler yerine, burada itfaiyecilerin görevi kitapları yakmaktır.

Kitapların yakıldığı bir dünyadaki insanların düşüncelerini okuyucuya doğrudan aktaran eser; sansüre, endüstri haline gelen sanat yapısına eleştiri sunmaktadır.

Romanda bu kitaplardaki bilgiyi onlar yok edilmeden belleklerine almaya çalışan insanlar diğer önemli kahramanlardır.

Romanda, itfaiyeci önemli bir değişimden geçerek kitapları yakmak yerine korumaya almaya karar verir. Artık mücadele kitapları yakmak ve yaktırmak isteyenlerle bilgiyi korumak isteyenlerin mücadelesine dönüşmüştür.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

The post Kitap: Yeni Dünya’nın Başlangıcı ve Sonu Hikayeleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/31/kitap-yeni-dunyanin-baslangici-ve-sonu-hikayeleri/feed/ 0
“Ütopyacı Aranıyor Acun Medya Kazanıyor” – Merve Arkun https://meydan1.org/2014/07/28/utopyaci-araniyor-acun-medya-kazaniyor-merve-arkun/ https://meydan1.org/2014/07/28/utopyaci-araniyor-acun-medya-kazaniyor-merve-arkun/#respond Mon, 28 Jul 2014 11:53:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/28/utopyaci-araniyor-acun-medya-kazaniyor-merve-arkun/ Acun’un yeni dönemde ekranlara taşıyacağı bu program içerisinde yaratılacak mikro toplum her ne kadar şimdiden merakla bekleniyor olsa da, programla birlikte “Acun’un Ütopyası”nda milyar dolarların katlanarak artacağını görmek çok da zor değil. Bir yer düşünün. Bir ormanın ortasında, bir dağın tepesinde ya da bir nehrin kenarında, ıssız bir arazi. Elinizde iki inek, 25 tavuk ve […]

The post “Ütopyacı Aranıyor Acun Medya Kazanıyor” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Acun’un yeni dönemde ekranlara taşıyacağı bu program içerisinde yaratılacak mikro toplum her ne kadar şimdiden merakla bekleniyor olsa da, programla birlikte “Acun’un Ütopyası”nda milyar dolarların katlanarak artacağını görmek çok da zor değil.

Bir yer düşünün. Bir ormanın ortasında, bir dağın tepesinde ya da bir nehrin kenarında, ıssız bir arazi. Elinizde iki inek, 25 tavuk ve birkaç araç-gereç var. Tek varlığınız olan bu hayvanlarla hayvancılık yapabilir ya da birkaç tarım aletiyle hayatta kalmanız için yeterli olacak şekilde tarım yapabilirsiniz. Hatta isterseniz sizinle aynı araziyi paylaşmak zorunda olan diğer 14 kişiyle yaşamsal ihtiyaçlarınızı ve yapmanız gereken işleri de paylaşır, bu dayanışmayla daha kolektif bir yaşam örgütlersiniz. Birlikte ekip-biçer, birlikte yaşarsınız. Yani “kendi küçük dünyanız”da huzurlu ve mutlu yaşarsınız. Bu, ütopik olarak kurgulananın bir minyatürü olabilir.

Ama eğer siz “kendi küçük dünyanız”da yaşıyor iken, her anınız 7 gün 24 saat boyunca kameralarca kaydediliyor, sizin dünyanız dışında yaşayan milyonlar istedikleri her an sizin dünyanızı izleyebiliyor/dikizleyebiliyorsa, birlikte yaşamak zorunda olduğunuz 14 kişi ile birlikte içinde bulunduğunuz dünyadan elenmemek için bencillik ve rekabete bürünüyorsanız, bu ütopya olmaktan çıkar, içinde yaşadığımız distopik durumun sıkıştırılmış bir formatı haline gelir.

Show dünyasının neredeyse “tek adam”ı haline gelen Acun Ilıcalı’nın yeni sezonda yayınlayacağı program ÜTOPYA, işte böyle bir dünyayı tasvir ediyor. Daha yeri belirlenmemiş ıssız bir arazide, kendilerine verilen birkaç hayvan ve araç-gereçle, 15 yarışmacının “mikro bir toplum” inşa edeceği Ütopya’nın başvuruları henüz başlamış olsa da, yarışmanın hem televizyon dünyasında hem de sosyal medyada yarattığı etkiye bakılacak olunursa, gelecek sezonun en çok tartışılan ve en çok izlenen programları arasında olacağı açık. Acun Ilıcalı’nın “Biri Bizi Gözetliyor”, “Var mısın Yok musun?”, “O Ses Türkiye/O Ses Çocuklar” ve “Survivor”ın ardından yayına sokacağı bu programla, show dünyasında yeniden bir ilki başlatacağı anlaşılıyor.

Sunuculuktan Medya Patronluğuna: John de Mol ve Acun Ilıcalı

Acun’un daha önce ekranlara getirdiği birçok show programı gibi Ütopya’nın formatı da yabancı kanallardan satın alınmış. Ütopya’nın yaratıcısı da, “Var mısın Yok musun?”, “O Ses Türkiye/O Ses Çocuklar”, “Survivor” ve “Fear Factor”un yapımcısı olan televizyoncu John De Mol’un şirketi Talpa Medya.

Aslında Acun’un yalnızca televizyon programları değil kariyeri de Mol’ün kariyeriyle büyük oranda benzerlik gösteriyor. Forbes’in “Dünyanın En Zenginleri” listesinde 2009 yılında 334. sırayı alan John De Mol’un geçmişinde de sunuculuk yatıyor. Yıllar öncesinde (tıpkı Acun gibi) bir sunucu olarak televizyonculuk kariyerine giriş yapan Mol, kariyerini ilerlettikçe (Acun’un yakın bir zamanda yaptığı gibi) bir televizyon kanalı satın almış.

Şimdilerde yaklaşık 2.2 milyar dolar serveti olan John De Mol’ün kurduğu Talpa Medya’nın ürettiği her yarışma programı, televizyonculuk tarihine yeni bir bakış açısı katmak noktasındaki kararlılığıyla, büyük yankı uyandırıyor. Mol’un deyimiyle “sıradan bir şirket olmayan” Talpa’nın 25 kişilik ekibi, her pazartesi bir araya gelerek yarışma programlarının formatı üzerine kafa yoruyor. “Yaratıcılığın sınırlarını zorlayan” bu ekip, çalışmalarına öyle yoğunlaşıyor ki, pazartesi buluşmalarında yaptıkları sosyo-ekonomik tahlillerle, yarışmalarına arka planlar hazırlıyor. Öyle ki “2013 yılı boyunca tam anlamıyla sabit bir şeyi fark ettik; insanlar güvensiz, ekonomik geleceklerinden endişeli, sistemden mutsuzlardı. Kendimize şunu sorduk: İnsanlara her şeyi yeniden başlatmak için bir şans verilseydi ne olurdu? Şimdi yaşadığımız dünya yerine, mini bir toplum inşa edebilirler miydi?” sorusunun ardından 2014 yılı başında Ütopya ile birlikte, ekonomik krizlerden endişeli, geleceklerinden kaygılı 15 kişiye yeni bir “şans” sunmaya karar vermişlerdi.

İdealin Hayâlini Ararken

Birer hayal mekânı olan ütopyalar, içinde bulundukları dünyadan mutlu olamayan kimselerin, ideal olanı simgeleştirdikleri “kurgulanmış dünya”lardır. Günümüz kapitalist dünyasında ise asla gerçekten mutlu olamayacakların ideal olana ulaşabilme adına sarıldıkları bu hayaller, çoğu zaman düşünsel bir uğraş olmanın ötesine geçememektedir. Gündelik uyumun mümkün olduğu, yaşamsal ilişkilerin sorunsuz ilerlediği, “mutlu toplum”un hâkim olduğu ütopyalar, her ne kadar “en çok arzulanan”ı işaret etse de, salt bir uğraş olarak kalmakta ve yalnızca bir tasvirden ibaret olmaktadır. Bu “ideal evren” tahayyülü, hemen her zaman sadece hayalini mümkün kıldığı ideali hayal etmenin rahatlığını sunmaktadır.

Ütopyalar aslında “idealin hayali”ni sunarken, hayal kuranı içinde bulunduğu distopyaya da razı kılmaktadır. Distopyalarda hep “bugünden daha kötü” olanın tasviri sunulduğundan, kişi içinde bulunduğu zamanı da mutluluğu zorunlu kılan ideale yakın tutar. Aslında yaşanmakta olan günün bir distopya olduğunun (sanal yaşamların, gözetlenmenin, kapatılmanın böylesine olağanlaşmasının) görmezden gelinmesi de, içinde bulunulan hali giderek normalleştirir.

Kapitalizmin belirlediği sınırlar içerisinde insan yalnızca hayal edebilmenin özgürlüğüne sahiptir. Ütopyalar, daha mutlu bir evrenin yalnızca bir hayal olabileceğini, asıl olanın ise yaşanmakta olan gerçeklik olduğunu vurgulamakta, hayal eden kimselere de yalnızca ‘hayal etmenin mümkünlüğü’nü dikte etmektedir.

Gerçekten de “her şey açık”

Yaklaşan yeni sezonda yayınlanmaya başlayacak Ütopya şimdiden konuşulmaya başlandı bile. John De Mol’un “sosyal bir deney” dediği Ütopya’nın bu coğrafyaya uyarlanmış hali ve yaratacağı etki ise merak konusu. Yarışmanın düzenleneceği ve her bir köşesi kameralarla gözetlenecek olan sınırlı arazi içerisinde özel banyoların, tuvaletlerin kısacası mahremiyetin olmaması, yarışmanın Hollanda formatındaki kadar ilgi çeker mi bilinmez. Ancak Ütopya’nın Amerika formatında olduğu gibi, bir eşcinselin de yarışmaya “renk katacak” biçimde katılımının sağlanması, sanıyoruz “buranın ütopyası”nın tahammül sınırlarını zorlar.

Ütopya yalnızca sahip olduğu formatıyla değil, show dünyasının kurallarına getireceği yenilikler ve yeni yöntemleriyle de merak uyandırıyor. Bugüne kadar düzenlenen tüm yarışmaların aksine, yarışmacıların eleneceği açık oylamalar için, “her şey açık ve adil” denilse de, düzenlenecek açık oturumların sonucunda katılımcılardan birinin elenecek olmasının yarışmacılar arasında büyüteceği hırs ve rekabet duygusu, bu duygunun Ütopya’daki gündelik yaşayışlara yansıması ise bugünden belli.

Biri Bizi Gözetliyor’dan bu yana show dünyasında büyük yer edinen “gözetlenme”, Ütopya ile doruk noktasına ulaşacak gibi görünüyor. Kısa süreli şöhretlerin, 7/24 gözetlenmelerin, kayıt altına alınan yaşamların sergilendiği reality showların belki de son noktası olacak “Ütopya deneyi”.

“Mahremiyet”in olmadığı, “her şeyin açık ve adil” olduğu, sınırları belirli bir alanda her anınızın kaydedildiği ve naklen yayınlandığı bir dünyanın ne kadar idealize olduğu tartışılır. Ancak bir yıl boyunca yaşayacağınız her günün, Orwell’ın 1984’üne benzerliğini düşündüğünüze, bir distopyaya dönüşeceği fikri de çok da uzak sayılmaz.

Rekabetçi Topluma Geçiş

Öteden beri sistem karşıtlarına “atfedilen” ütopya kavramının kapitalizmin ve show dünyasının kazananları arasında yer alan Acun ve De Mol tarafından bu şekilde piyasaya sürülmesi, bu programın esasen neye hizmet edeceği konusunda bizlere yeterince fikir vermelidir.

Programın yapımcıları bugünkü kapitalist sistemin koşullarının geçerli olmadığı bir dünyayı “sıfırdan yaratma şansı”nı katılımcılara sunmakta ve yarışma boyunca yaşanacak her şeyi internet ve televizyon aracılığıyla tüm toplumun gözetimine açmakta. Programın ismi itibariyle oluşması beklenen mutlu tablonun yerine hırs, rekabet ve bencilliğin ortaya çıkması halinde ise, topluma-düzene ilişkin eleştirilerin boş birer safsata olduğu, sorunun sistem sorunu değil insan doğasına ilişkin olduğu mesajı verilmekte. Tabi ki programın baştan sona kurgu olduğu iddiasında değiliz. Ancak, ayda üç kez yapılan ve her elemede bir katılımcının, programdan çıkarılacağı elemelerin ve yarışmanın sonunda bir kazananın olacak olmasının katılımcılar arasında bencillik, rekabet ve gruplaşmalara yol açacağı aşikârdır.

Böylesi bir tablonun izleyiciye sunduğu alt metin, “hayalcilere” düşünü kurdukları koşullar sağlandığında dahi, eninde sonunda bugünkü dünyanın yeniden yaratılmasının kaçınılmaz olduğudur. Yani kapitalizm kaçınılmaz bir sonuç olarak dikte edilmekte ve bu şekilde topluma hayalcilikten vazgeçip, mevcut sisteme razı olmaları ve sisteme adapte olmaları öğütlenmektedir.

Acun’un yeni dönemde ekranlara taşıyacağı bu program içerisinde yaratılacak mikro toplum her ne kadar şimdiden merakla bekleniyor olsa da, programla birlikte “Acun’un Ütopyası”nda milyar dolarların katlanarak artacağını görmek çok da zor değil.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Ütopyacı Aranıyor Acun Medya Kazanıyor” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/28/utopyaci-araniyor-acun-medya-kazaniyor-merve-arkun/feed/ 0