yalan – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 05 Feb 2020 16:01:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Medya Yalandır – Gürşat Özdamar” https://meydan1.org/2017/01/01/medya-yalandir-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2017/01/01/medya-yalandir-gursat-ozdamar/#respond Sun, 01 Jan 2017 10:20:18 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/01/medya-yalandir-gursat-ozdamar/ Medyayla Sıkıştırılıyoruz! Futbol üzerine “derin” bir program izlemek isteyenler, açtıkları televizyon ekranında dumanların program stüdyosunu kapladığına, mangalda etlerin elden ele gezindiğine ve hatta programcılar şöyle dursun, kameramanlar tarafından bile canlı yayında afiyetle yenildiğine tanık oldular. Aynı gözler, “tan” vaktinde başlayan televizyon haberlerinde, işi haberleri sunmak olan bir sunucunun, işini yapmak yerine, muhalefet partisinden bir milletvekiline […]

The post “Medya Yalandır – Gürşat Özdamar” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

rte

Medya, yapısı gereği gerçekliği çarpıtır, ve medyanın gerçeği hep absürttür. Ama yakın dönemde, bu absürtlükler “olağanüstü” bir şekilde arttı. Eğer bu artış artık olağan ise, o zaman başka bir şeyler kurgulanıyor diye düşünmeli.


Medyayla Sıkıştırılıyoruz!

Futbol üzerine “derin” bir program izlemek isteyenler, açtıkları televizyon ekranında dumanların program stüdyosunu kapladığına, mangalda etlerin elden ele gezindiğine ve hatta programcılar şöyle dursun, kameramanlar tarafından bile canlı yayında afiyetle yenildiğine tanık oldular.

Aynı gözler, “tan” vaktinde başlayan televizyon haberlerinde, işi haberleri sunmak olan bir sunucunun, işini yapmak yerine, muhalefet partisinden bir milletvekiline beddualar yağdırdığına, cehennemde cayır cayır yanmasını istediğine de tanık oldular.

Ve, Gewer’de yıkılmış binaların arasında dolaşan “star” bir habercinin, aklındaki haberi oluşturma uğruna, boş sokaklarda çatışma mizanseni oluşturması yetmezmiş gibi bir de bomba patlattırarak hazırladığı kurmaca haberle “yılın en iyi savaş muhabiri” ödülünü almasına da tanık oldu.

Bunlar, yüzlerce televizyon kanalında yayınlanan binlerce programdan, milyonlarca görüntüden yalnızca bir kaçı. Uzayı ve beynimizi birer çöplüğe çeviren bu tarz görüntüleri düşününce, belki de yukarıdaki cümleleri “tanık oldular” değil de “maruz kaldılar” diye bitirmek daha doğru olabilir.

Gerçekten de, medya denilen şey, yapısı gereği gerçekliği hep tahrif etti, gerçeğe göre hep absürt kaldı. Ama yakın dönemde, bu absürtlükler “olağanüstü” sayıda arttı. Eğer bu artış bir tesadüf değilse, o zaman başkaca bir şeyler kurgulanıyor diye düşünmeli.

O zaman şu soruyu sormakta fayda var: Medya, yalnızca haber aldığımız, gündemi takip ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz bir şey mi; yoksa davranışlarımızı ve düşüncelerimizi biçimleyen bir tuzak mı?

Asıl Hedef İzleyici mi?

Televizyoncuların görüntüdeki belirli bir şeyi vurgulamak için kullandıkları kırmızı okları ya da kırmızı halkayı hatırlayalım. “Aptala anlatır gibi” kullanılan bu işaretler, bir kapkaç ya da trafik kazası haberinde ya da bir paparazzinin çektiği görüntülerde kullanılıyor olabilir. Bu kullanım o kadar yaygınlaşmış ve onlara o kadar alıştırılmışızdır ki, o işaretler olmadan görüntüdeki “hedef”i anlayamaz hale gelmişizdir. Yoksa asıl hedef izleyici midir?

Yalnızca bu işaretler değil, fonda çalan müzikten sunucunun ses tonu/jesti/mimiğine, haberin dilinden uzun süren yorumlanmasına varıncaya dek her şey, haberi vermek üzerine değil vermemek üzerine bir kurgunun parçasıdır. Kanalın ya da haber merkezinin, tutarlı ya da mantıklı olmak gibi bir kaygısı da yoksa, ki özellikle son dönemde bunun sayısız örneği var, metin haber olmaktan çıkıp bütünüyle bir propagandaya dönüşmüş demektir.

Titizlikle sıralandığı belli olan haberler, izleyeni bir üzüp bir sevindirirken, duygu sömürüsü tavan yaparken, aslında duygu nasırlaşmasına yol açıyor. İşte bu ortamda izleyici, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul eder hale geliyor. Bir politikacının birbirini tutmayan açıklamalarını fark edemiyor bile. Bir gün olumlananın, ertesi gün düşman ilan edilmesine de hiç mi hiç şaşırmıyor. Aslında bir süre sonra bunu fark edemiyor bile. Bu durum da iktidara, kendi propagandasını yapması için vazgeçilmez bir fırsat sunuyor ister istemez.

Haber Alalım Derken Trolleniyoruz

Günümüzde sosyal medya, haber almak ve yaymak için müthiş bir olanak gibi düşünülse de, özellikle trol olarak nitelenen sahte hesaplarca dolaşıma sokulan “haberler”, bu olanağı kuşkuya çeviriyor. Çünkü, o denli hızlı ve yaygın olarak yayılan bir “trol”, herhangi bir sorgulama imkanı tanımadığından, çok geçmeden kendini “gerçek” olarak dayatıyor. Sonrasında, paylaşım sayıları da, gerçek olduğunun bir tescili gibi algılandığından, bu paylaşımların sorgulanmamasının bir gerekçesi haline gelebiliyor. Bir başka deyişle, trol trolü besliyor.

Bırakalım gerçekmiş gibi sunulan haberleri, absürt olduğu, saçma olduğu ilk bakışta anlaşılabilecek pek çok paylaşımın gerçekmiş gibi görülmesi de, sosyal medyadaki bir başka sıkıntıdır. Örneğin, adını “15 Temmuz Şehitleri Kenan” olarak değiştiren birisinin varlığı, daha başında absürtken, sosyal medyadan o kadar hızla ve yüksek paylaşımla yayılan bu asılsız “haber”i okuyan herkes bu durumu da hiç sorgulamaksızın doğru kabul etmiştir.

Tabii, her şey bu kadar masum da olmayabiliyor. İktidar tarafından hedefe alınan biri, bu bir belediye başkanı ya da bir akademisyen olabilir, trol hesaplarca yapılan trol paylaşımların hedefi haline getirilebilir. Sonuçta sosyal medya, o kişi hakkında ya bir linç kampanyasına başlanmasına ya da bir soruşturma açılmasına neden olacak kadar bir etki alanına dönüşebilir. Sosyal medyada bu trolü sorgulamayan bireylerin, bu aşamada bunu kabullenmekten başka hiç bir şansları kalmamıştır. Çünkü “gerçekler apaçık ortada”dır ve bu kadar kabul görmüş bir gerçeği sorgulamak “mantıksız” olacaktır. Böylesi bir durum, elbette, gerçeğin bilinmesinden korkanların ya da çarpıtılmasından menfaati olanların işine gelir, aslen de bu trolleri onlar besler, bu durumu onlar organize ederler.

Dizilerle Yeniden Yazılan Dünümüz ve Bugünümüz

Sadece bugünü değil dünü de baştan yazan, tarihin tanığı gibi sunulan dönem dizileri, özellikle 15 Temmuz sonrası çekilen bölümlerinde edindiği konularla, tarihin belli bölümlerini alıyor ve kalan boşlukları yine iktidarın rengine boyamayı sürdürüyor.

Erdoğan’ın “bu millet sizi bağrına basmış” diyerek övgüler dizdiği “Diriliş: Ertuğrul” isimli dizi de bunlardan biri. Buradaki çarpıtmalardan en belirgini; gerçek tarihte böyle bir bayrak olmamasına rağmen, Oğuzların Kayı boyuna ait olduğu söylenen mavi renkli IYI yazılı bir bayrağın dizide yer almasıdır. Bu tarih çarpıtması o kadar ustaca kurgulanmıştır ki; etkileri günümüze(!) ulaşmış, Avrasya Tüneli’nin açılışında bile dalgalandırılmıştır.

Dizilerin 15 Temmuz sonrası çarpıtma yarışına, 80’leri anlatan bir dizi bile “dahiyane” bir şekilde dahil oluyor. Seksenler dizisinde karakterlere, sanki 15 Temmuz’u yaşamışçasına “Bir daha bu ülkede darbe olmaz. Eğer bir daha darbe olursa millet bizzat dikilecek”, “Bir daha darbe yapsınlar bizzat ben tankın altına yatarım.” replikleri söyletiliyor.

“Sevda Kuşun Kanadında” ise neredeyse yalnızca çarpıtmak üzerine kurulu bir dizi. Bugün AKP ile MHP’nin yakınlaşması, kendisini bu diziye de aksettiriyor ve tarihte Kıbrıs meselesi için milliyetçileri ve muhafazakarları ortak stand açmış olarak gösteriyor. Böyle bir olayın gerçekte hiç olmadığını söylemeye bile gerek yoktur, ama o dizi izleyicileri için artık tarih başkadır.

Bu sabık dizi, bununla da kalmıyor, yine gerçeğe uygun olmayan biçimde, bu standa devrimcilerin silahlı saldırıda bulunduğunu konu ediyor.

Yine günümüze paralel olarak, 15 Temmuz’dan sonra yayınlanan bir bölümde, “tesadüfen” Gülen karakteri de diziye dahil ediliyor, kendisi “daha o zamandan” hain ve işbirlikçi birisi olarak vurgulanıyor.

Manipülasyonlar Gerçeği Saklar

Haydi diziler neyse de, Rusya Büyükelçisi’ne yapılan suikast sonrası yapılan açıklamalara ne demeli? El Nusra’nın suikasti üstlenip üstlenmediği tartışmaları muğlaklığını koruyorken, iktidar suikastin “FETÖ işi” olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Medya da netleştirmek yerine bu karışıklığı besliyor. Suikastçi polisin yanlış eliyle tekbir işareti yaptığını söyleyerek FETÖ’cü diyenler, suikast sırasında El Nusracıların sözünü söyledi diyerek Nusracı diyenler… Manipülasyonlarla kafa karışıklığı yaratılıyor; büyükelçi suikastinin hangi cihatçı örgüt tarafından planlandığı tartışması, onun bir TC polisi tarafından Ankara’nın göbeğinde vurulmuş olmasının da tamamen önüne geçiyor.

Tartışma programlarıyla da algılarımızla oynanıyor. Birbirinden farklı düşünür gibi görünen konuklar toplanıyor stüdyoya: Başkanlık yanlıları, başkanlık karşıtları, başkanlık karşıtı gibi görünüp aslında yanlısı olanlar ya da başkanlık karşıtlarının karşıtı olanlar… Derken mesele iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Kimi programda ise bir evreden sonra “evet evet haklısınız”a bağlanıyor tartışmalar. Farklı fikirde oldukları tek konunun “başkanı kimin daha çok sevdiği” olduğu ortaya çıkıyor. Es kaza sevmeyen birisi çıkarsa, ya da biri az da olsa bir eleştiri getirecek olursa, izleyici daha neyin ne olduğunu anlamadan stüdyo bir arenaya dönüşüyor ve az önce güle oynaya konuşanlar tarafından hemen orada kurbanın infazı gerçekleşiyor.

Muhakeme Edemez Hale Geliyoruz

Televizyonda gördüklerimiz, gazetelerde okuduklarımız zaten uzun zamandır davranışlarımızda değişime yol açıyordu. Sözde “haber alma özgürlüğü” bizi ekrana ya da sütunlara hapsedip hareketsiz bırakıyordu. Günümüzün gözdesi sosyal medya da -özgürlükçü diye pazarlanmasına karşın- pek farklı değil. Şu bir gerçek ki; haber alma isteği ile başlayan bu serüven, kişiliklerimizi teslim almış durumda. Davranışlarımız değişiyor, belli hareketleri tekrar edip duran birer makineye dönüşüyoruz. Düşüncelerimiz daralıyor, muhakeme edemez hale geliyoruz. İktidarın propagandası karşısında savunma yeteneğimizi kaybetmeye başlıyoruz. Gördüğümüze değil bize anlatılan duygu sömürülerine, manipülasyonlara, absürtlüklere ve tutarsızlıklara inanır hale geliyoruz.

Bir maçta şike yapıldığı açığa çıkmışken yine de maç sonucunu beklemek, oy pusulalarını çöplüklerde görmüşken yine de sabaha kadar seçim sonuçlarını beklemek, ses ya da görüntü kaydı ortalara serilmişken “aman canım o öyle şeyler yapmaz” deyip hiçbir şey olmamış gibi davranmak, eğer bu işte bir çıkarın yoksa, akıl tutulması değildir de nedir? 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL’le yükseltilen paranoya ve güvensizlik ortamında, daha bir ihtiyaç duyduğumuz kralın çıplaklığını haykırmak yerine kendimizden şüphe duymaya başlıyorsak; durum daha da vahim demektir.

Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Medya Yalandır – Gürşat Özdamar” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/01/medya-yalandir-gursat-ozdamar/feed/ 0
“Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/ https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/#respond Tue, 26 Apr 2016 08:27:59 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/ Birkaç hafta önce, Ahmet Davutoğlu, yasalaşması için meclise gönderilecek olan tasarıda “taşeronlara kadro müjdesi” dedi. Bu açıklama işçiyi sevindirdi, neden mi? Tüm taşeron işçileri devlet güvencesi altında kadrolu olacaktı ve bu, devletin patronluğunda ücretli kölelik de olsa taşeron olmaktan yeğdi. Devletin işçiye anlatacak masalı çok, dinleyeni oldukça tabi. Davutoğlu’nun meclise gönderdiği bu tasarı da devletin […]

The post “Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisine Kadro Masalı Rıfat Güven

Birkaç hafta önce, Ahmet Davutoğlu, yasalaşması için meclise gönderilecek olan tasarıda “taşeronlara kadro müjdesi” dedi. Bu açıklama işçiyi sevindirdi, neden mi? Tüm taşeron işçileri devlet güvencesi altında kadrolu olacaktı ve bu, devletin patronluğunda ücretli kölelik de olsa taşeron olmaktan yeğdi.

Devletin işçiye anlatacak masalı çok, dinleyeni oldukça tabi. Davutoğlu’nun meclise gönderdiği bu tasarı da devletin bir başka masalı. Yüzeysel okuduğunuzda masalda patron değişmiş, sanki devlet tüm taşeron(alt işveren) işçilerini sahip olduğu kurumlarda çalıştıracakmış, kadroya alacakmış. Bazı masallar gerçekten uzaktır ve dinleyene yalan söyler. Buna örnek olarak dünya çapında bilinen bir masal vardır; Fareli Köyün Kavalcısı.

Bir köy farelerin istilası altındadır. Günün birinde kaval çalan bir adam, köyü farelerden temizleyebileceğini söyler. Köylüler de adam bunu başarırsa ona yüklü miktarda para vereceklerini söylerler; anlaşma yapılır. Adam, kaval çalarak tüm fareleri etkileyip peşinden sürükleyerek köyün dışına çıkarır. Ama köylüler adama parasını vermeyi reddeder. Bunun üzerine kavalcı, tüm köyün çocuklarını bir nehre sürükleyerek, çocukların boğulmasına sebep olur. Sadece topal bir çocuk, diğerlerinin hızına yetişemediği için kurtulur. Yani aslında bize masallar hep mutlu sonla biter deseler de öyle değildir.

Devletlerin ve politikacıların yaptığı da buna benzer. Yöntem de gaye de aynı: Yanıltmak. Mutlu sonla bitecek bir gerçeklik uydurarak yanıltmak.

Gelgelelim Davutoğlu ve akabinde Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın açıklamalarına; onların masallarına. 720 bin taşeron işçisi alınacakmış kadroya. Kimse dışarıda kalmayacak diyor Davutoğlu; fakat biraz derinleştirerek okuduğunuzda, hepsinin yalan olduğunu açıkça görüyorsunuz. Neden mi yalan? Sıralayalım.

Çünkü kadroya geçmek isteyen işçilerin, öncelikle taşeronda en az 12 ay çalışmış olması, Kasım ayından önce işe başlamış olmaları gerekiyor. Tabi yetmiyor, oyalamanın perdeli hali olan sınava girmeleri gerekiyor. Bu da yetmiyor, sınava girmeleri için de geçmişe dönük hakları için dava açmamaları, hukuki tüm haklarından vazgeçmeleri gerekiyor. Yetmiyor sınavı kazansalar bile, sadece kurumların açtığı kadro kadarı alınabiliyor. İşçiler tüm bu süreçlerden geçseler bile devlet memuru olarak kadroya geçmiş olmuyor, özel sözleşmeli personel oluyorlar. Devletin kadro güvencesi dediği de ömür boyu değil, sadece üç yıl sürüyor. Özel sözleşmeli personelle yalnızca 3 yıllık sözleşme yapılıyor ve devlet, eğer istemezse, üç yıl sonra işçiyi kapı dışarı edebiliyor.

Davutoğlu’nun “taşeronlara kadro” masalında da yalan ve sömürü düşecek dinleyen işçilerin payına. En iyisi mi biz, her masala kanmayalım!

 

Rıfat Güven

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Bir Varmış Bir Yokmuş Taşeron İşçisi Kadro Masalı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/26/bir-varmis-bir-yokmus-taseron-iscisi-kadro-masali-rifat-guven/feed/ 0
” YALANCI ” – Okan Özduman https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:14:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/ Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter “Kendi inanıyorsa yalan değildir” Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler […]

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
yalan

Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter

“Kendi inanıyorsa yalan değildir”

Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler lakin. Gelgelelim, bu sendrom sahibi kişi genelde özgüveni yerindeyken yalan makinesinde stres ve suçluluk hislerini gösterir. Ve bu özellikleriyle Mitomani, patalojik seviyede yalan söylerken bu hisleri göstermeyen psikopati ya da anti-sosyal davranış bozukluklarından, ya da kişinin kendi yalanına inandığı yanlış hafıza gibi bozukluklardan ayrılır.

“İyi geliyorsa yalan değildir”

Hastalar bazen hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan şikayetlerde bulunurlar. Sağlık uzmanları da bu durumlarda hastanın şikayetiyle hiç ilgisi olmayan, hatta şekerli su ya da C vitamini gibi hiçbir şeye hiçbir etkisi olmayan maddeleri, çok iyi geleceğini ve hiçbir şeylerinin kalmayacağını söyleyerek uygularlar. Birçok durumda hasta kısa sürede kendini daha iyi hisseder. Buna tıp dilinde plasebo etkisi denir.

 “Herkes inanıyorsa yalan değildir”

Çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film karakterlerinden biridir, muziptir, ama kanlı canlı değildir. Tahtadandır ve yalan söylediğinde burnu uzar. Evet, herkesin bildiği Pinokyo’dur o. Gel gelelim, İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1878’de yayınladığı orijinal eserinde yarattığı karakterden çok farklıdır bu Pinokyo. Romanın orijinalini çocuklar için “sakıncalı” bulan Disney, 1940’ta yayınladığı uyarlamada, uzayan burun sadece önemsiz bir sahneyken, bunu senaryonun merkezine yerleştirmiş, hikayenin sonunu değiştirmiş ve sadece çocukların büyüklerine yalan söylemeyip, sözlerinden çıkmamasını öğütleyen, sığlaştırılmış bir film yaparak işin içinden sıyrılmıştır.

“İhtiyacı karşılıyorsa yalan değildir”

Reklam, pazarlama, promosyon, fırsat ve kampanyaların ana sloganı bireyin ihtiyacı olmayan metaları ona ihtiyacı olduğunu düşündürtmektedir. Bunlar işletme bölümlerinin ders kitaplarında ihtiyaç yaratma adıyla da geçer. Bu amaçla yolda yakanıza yapışmaktan, telefonla tacize, “cesur ol” gibi buyurgan panolarından istismarcı filmlere kadar her yol mubahtır bu işin profesyonellerine. Sizi tüketici yapmak için uyguladıkları şiddetin on katını patronları uygular kotalar ve rekabetçi performans değerlendirmeleriyle. Ödülleri de eşantiyonlar ve konferanslar olur yılda bir ucuz otellerde.

Okan Özduman

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/yalanci-okan-ozduman/feed/ 0
” Karasız Kalma!” – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2015/06/10/karasiz-kalma-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2015/06/10/karasiz-kalma-gokhan-soysal/#respond Wed, 10 Jun 2015 08:32:37 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/10/karasiz-kalma-gokhan-soysal/ Her gün farklı bir siyasi liderin konuştuğu programlar ve bitmek bilmeyen atışmaların, bütün bir coğrafyayı adeta örümcek ağı gibi saran siyasi parti flamalarının, billboardlarda en yalan gülümsemeleriyle boy gösteren profesyonel yalancıların arasında boğulmuş, “kararsız” insanların sayısı gün geçtikçe artıyor olacak ki, geçtiğimiz günlerde Kararsız Kalma isimli on-line bir test yayına girdi. kararsizkalma.com üzerinden erişilen test, […]

The post ” Karasız Kalma!” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- karasız kalma Gökhan Soysal

Her gün farklı bir siyasi liderin konuştuğu programlar ve bitmek bilmeyen atışmaların, bütün bir coğrafyayı adeta örümcek ağı gibi saran siyasi parti flamalarının, billboardlarda en yalan gülümsemeleriyle boy gösteren profesyonel yalancıların arasında boğulmuş, “kararsız” insanların sayısı gün geçtikçe artıyor olacak ki, geçtiğimiz günlerde Kararsız Kalma isimli on-line bir test yayına girdi.

kararsizkalma.com üzerinden erişilen test, kendilerinin ifadesiyle hiçbir finansal destek almadan projeyi hayata geçiren iki grup olan, henüz dernekleşememiş 3H Hareketi ve Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin ortak çalışması. İsterseniz bu kuruluşları biraz daha yakından inceleyelim. Daha önce gazetemizde deşifre ettiğimiz Demokrasi Denetçileri İnisiyatifiyle birlikte yaptıkları yaratıcı eylemlerle adını duyuran 3H Hareketi, liberal Genç Siviller Hareketi’nden ayrılma bir oluşum. Projenin hayata geçirilmesinde rol alan diğer grup Özgürlük Araştırmaları Derneği ise Hollanda’dan liberal Uluslararası Demokratik İnisiyatif Vakfı (D66) ve liberal Özgürlük ve Demokrasi Halk Partisi (VVD) tarafından destekleniyor. Almanya’da 1958’den beri faaliyet yürüten Friedrich Naumann Vakfı ile de ilişkileri olan dernek, Avrupa Parlamentosu fonu alıyor ve Avrupa Liberal Forumuna üye. Ayrıca derneğin yönetim kurulunda Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Ziya Kıvanç da yer alıyor.

Konumuzdan uzaklaşmayalım, söz konusu site kendini tarafsız ve bağımsız bir platform olarak nitelendiriyor ancak tarafsızlığı kendi seçenekleri arasında bir tarafsızlık, bağımsızlığı ise şüpheli..

Teste dönecek olursak; size sorulan soruları önem sırasına koyup cevaplıyorsunuz, konuları önce çok önemliden çok önemsize 5 kademede derecelendiriyorsunuz sonra cevaplandırıp cevaplandırmamakta “özgürsünüz”. Yalnız sorulara müdahale etme şansınız da yok. Sadece yazılmış cevaplardan birini seçebilirsiniz. Örneğin bir soruda devletin sosyal medya üzerindeki müdahalesi sorulurken cevaplar arasında hiç müdahale edilmemesi gibi bir seçeneğe rastlayamıyorsunuz. Ya da zorunlu askerliğin kaldırılması sonucunda sorunun çizdiği senaryo, profesyonel askerliğe geçilmesi oluyor…

Sonuçları incelediğinizde kaderin cilvesine bakın ki hiç ummadığınız kadar Liberal Demokrat Partili çıkmanız işten bile değil.

Ben kararsız kalmakta ısrar ettim ve cevabında kararsızım çıkan her soruya kararsızım dedim. Önem sırasına göre dizilen seçeneklere ise çok az önemli seçeneğini işaretlediğimde çıkan sonuç % 100 AKP’li oluyor! Yani testin belirlediği hiçbir soruna kafa yormadığınızda ve bu yüzden kararsız kaldığınızda mutlaka AKP’lisiniz demektir. Parlamentarizme olan inancın azalmaya başladığı anın devreye girmesiyle işlevi apaçık ortada olan bu “hizmet”, temsili demokrasinin bekası için tutuşan muktedirlerin keyfini yerine getirmek için yeterli mi bilinmez. Ancak sistemin yapma gündemlerinden sıkılmış, yaşama dokunmayan politikalara karnı tok bireylerin liberalizmin yönlendirilmiş özgürlük batağına saplanmaya hiç niyeti olmadığı kesin!

Gökhan Soysal

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Karasız Kalma!” – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/10/karasiz-kalma-gokhan-soysal/feed/ 0
“Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/#respond Wed, 22 Apr 2015 16:04:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ Reklamlaar! Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir. Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime […]

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Devletin Yalanı Nükleerin reklamı

Reklamlaar!

Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir.

Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime teşvik etmek gibi bilindik nedenleri saymazsak, bir reklam yalan söylemek için yapılır! O yüzden, reklamı yapılmış hiç bir dondurma gerçeğine benzemez. Reklamda gösterilen hiç bir otomobil, orada göründüğü kadar parlak olmaz ve ne yazık ki “tüketici”ler mevzu bahis arabayı aldıktan sonra, o reklamlardaki insanlar kadar mutlu olamaz. Böylesine bir hayal kırıklığı, “tüketici”lerin fıtratında vardır. Böylesine alçakça yalan söyleme yeteneği de, yalnızca ve yalnızca kapitalizmde vardır.

Devletin Reklamları

Bu yalan söyleme konusunda en az kapitalizm kadar becerikli bir “şey” daha vardır; kapitalizmin büyük iş ortağı olan devletin ta kendisi. Çoğu zaman, bildiğimiz anlamda bir reklama ihtiyaç duymaz. Boyalı basındaki kalemşorleri, iki yüzlü politikacıları ve ana haber bültenleri yoluyla yalanını yayar ve yaptıklarını toplum içerisinde meşrulaştırır. Mesela 40 yıl boyunca katlettiği bir halkı topyekûn “terörist” ilan edebilir ya da herkesin gözü önünde çaldığı paraları, yukarıda saydığımız kanallar vasıtası ile “çalmadığını” söyleyebilir. Yazık ki insanlar buna inanabilir de.

 Gerçekler ya da Çernobil’den Kalanlar!
Nükleer denemeleri, nükleer silahları, diğer bir çok “nükleer kaza”yı bir kenara bırakıp sadece Çernobil Katliamı’na bakacak olursak; nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu, efendilerin bu topraklardaki tüm canlıları nasıl göz göre göre ölüme götürdüğünü anlayabiliriz.


Ukrayna’da 18.000 km2’lik tarım arazisi kullanılamaz hale geldi. Çevredeki ormanlarının %40’ı kirlendi. Katliamdan, en az 600 milyon insan etkilendi. Hatta katliamdan bir kaç gün sonra, Çernobil’den 2726 km uzaklıktaki İngiltere’nin Galler kasabasında bile yüksek oranda radyasyon tespit edildi. Hayvanların otlaklara girmesi yasaklandı. En çok etkilenenler ise “likidatörler” (zorunlu gönüllüler) idi. Bunlardan 112.000’i yaşamını yitirirken, geri kalanların hemen hemen hepsi kanser, yüksek tansiyon, mide ve bağırsak hastalıklarına yakalandı ve halen yakalanıyor! Çernobil’de yaşanan katliamda 49 bin nüfuslu Pripiat’ın boşatılması tam 30 saat sürdü, bölge hayalet şehre dönüştü ve bunun en az 900 yıl daha süreceği düşünülüyor. Çok sayıda insan, hemen ilk saatler içinde yüksek dozda radyoaktif iyodine maruz kaldı. Bu yayılımın neden olduğu en önemli sağlık sorunlarından biri, çocukluk çağı tiroit kanserleri. Katliamdan bir kaç ay sonra radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklarda, yüksek radyasyon tespit edildi. Bununla birlikte, 2002 yılına kadar 4000’den fazla tiroit kanseri teşhis edildi.


Binlerce canlı kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Yeni doğan canlıların çoğu ya kanser ya da sakat olarak doğdu. Ayrıca, 2056 yılına kadar Çernobil katliamı kaynaklı 240.000 kişinin daha kansere yakalanacağı tahmin ediliyor.


Yaşadığımız topraklarda da, özellikle Karadeniz Bölgesi’nin, bu katliamdan etkilendiği biliniyor. Patlamadan sonra ciddi bir artış gösteren kanser vakaları, bölge insanının halen en büyük problemlerinden biri. 


Hatta inanmakla kalmaz; artık o halkın “terörist” olduğunu ya da devlet erkanının hırsız olmadığını savunmaya, bunu meşrulaştırmaya da başlayabilir.

Geçtiğimiz günlerde devlet, pek de alışkın olmadığımız bir şekilde, yeni projelerinden birinin reklamını yapmaya başladı. Akkuyu Nükleer Santrali’nin! Peki bir devlet neden ortaya koyduğu projenin reklamını yapmaya ihtiyaç duyar. Cevap basit! Çünkü yalan söylüyordur! Çünkü gün gibi ortada olan gerçekleri örtmek gibi bir kaygısı vardır! Çünkü nükleer santrallerin ve nükleer çalışmaların canlı yaşamına etkisi bu kadar barizken, yaşanan “kaza”ların sonuçları böylesine belirginken, bunu insanlara yutturmanın tek yolu yalan söylemektir.

Cengiz İnşaat

Akkuyu Nükleer Santrali’nin, deniz hidroteknik yapılarının projesi ve inşası ihalesini ise hükümete yakınlığı ile bilinen Cengiz İnşaat isimli şirket aldı. Şirket, tıpkı Kolin ve Limak gibi bu topraklarda son dönemlerde yaşanan iş cinayetleriyle ve tartışmalı enerji ihaleleri ile sık sık adından söz ettiriyor. 2012 yılında 5 işçinin katledildiği Eti-Bakır işletmelerinin sahibi olan Cengiz İnşaat, aynı zamanda Adana Kozan’da yaptırdığı barajın kapaklarının açılması sonucunda bir çok işçinin ölümüne neden olmuştu. Adı bir çok yolsuzlukla anılan şirket, 3. havalimanı projesinin ortaklarından biri olarak da anılıyor. Ayrıca şirket, son dönemde her yerde mantar gibi türeyen bir çok barajın da sahibi. Bununla beraber, inşaat ve enerji alanında devletin önemli ortaklarından biri olarak lanse edilen Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz, 22 Aralık’ta ortaya çıkan tapelerde halka sarfettiği sinkaflı küfürlerle gündeme gelmişti!

“İlerleme” ve Kalkınma Fetişizminin Ardına Saklananlar

Elbette yalan söylemenin de bir yolu yordamı vardır; her yerde her yalan tutmaz. Genelde enerji meselesinde kullanılan yalan ise “gelişme” ve “kalkınma” ya da “enerjide dışa bağımlılığa son” yalanlarıdır. Bu reklam filminde de, yine aynı şey karşımıza çıkar. Filmin içinde 8 defa “daha” kelimesini geçiren efendiler, kendi bencil-rekabetçi algılarıyla “ileri”, “güçlü”, “üretim”, “yükselmek” gibi kavramları kullanarak; ne kadar çok çalışır, ne kadar çok üretim yaparsak o kadar gelişeceğimizi, o kadar kalkınacağımızı söyler. Ama bu kalkınmanın bize ne getireceğinden bahsetmez ya da bugüne kadar ileriye doğru atılan her adımın biz yoksullar için “geriye” doğru atılmış bir adım olduğundan bahsetmez! Ne Çernobil’in adını ağzına alır, ne Fukuşima’dan bahseder. Ne zenginler kalkınsın diye yerin binlerce metre altında katledilen 301 madenciden, ne de bizleri mahallerimizden atıp yerimize diktikleri rezidansların inşaatlarında ölen işçilerden bahseder. Ayrıca bize “enerjide dışa bağımlılığa son” naraları atanların asıl amacının “enerji sorununu” (sanki varmış gibi) çözmek değil; akıllara durgunluk verecek bir üretimle başka topraklardaki insanların enerjide dışa bağımlı hale gelmesini sağlamaktır.

Nihayetinde nükleer ne kadar ölümcülse, bunun meşruluğu için yapılan propagandalar ve reklamlar o kadar yalancıdır. Ve ne yazık ki bu yalanlara kanmak, basit bir reklamın yalanlarına kanmanın yarattığı hayal kırıklığından daha ağır olacaktır; yeni bir nükleer felaket gibi!

Büşra Cengiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/feed/ 0