yardım – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 09 Nov 2019 06:35:36 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Hayırseverliğin Sektör Hali: Üçüncü Sektör Vakfı – Selahattin Hantal https://meydan1.org/2019/11/09/hayirseverligin-sektor-hali-ucuncu-sektor-vakfi-selahattin-hantal/ https://meydan1.org/2019/11/09/hayirseverligin-sektor-hali-ucuncu-sektor-vakfi-selahattin-hantal/#respond Sat, 09 Nov 2019 06:35:36 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/09/hayirseverligin-sektor-hali-ucuncu-sektor-vakfi-selahattin-hantal/ Dayanışmanın en önemli topluluk değerlerinden biri olduğu sınıfsız toplumlardan sınıflı toplumlara geçişle birlikte yönetici sınıflar toplumsal değerlere de müdahale etmişler, kendi çıkarlarını gözeterek bu değerleri bozmaya çalışmışlardır. Filantropizm: Bir Kurtarıcı Olarak Hayırseverlik İktidarların bozmaya çalıştıkları değerlerin başında “dayanışma” gelmektedir. İktidarların kendi yarattıkları sistemin sonuçları olan sefalet, açlık ve muhtaçlık problemlerinin çözümü için bugün en çok […]

The post Hayırseverliğin Sektör Hali: Üçüncü Sektör Vakfı – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Dayanışmanın en önemli topluluk değerlerinden biri olduğu sınıfsız toplumlardan sınıflı toplumlara geçişle birlikte yönetici sınıflar toplumsal değerlere de müdahale etmişler, kendi çıkarlarını gözeterek bu değerleri bozmaya çalışmışlardır.

Filantropizm: Bir Kurtarıcı Olarak Hayırseverlik

İktidarların bozmaya çalıştıkları değerlerin başında “dayanışma” gelmektedir. İktidarların kendi yarattıkları sistemin sonuçları olan sefalet, açlık ve muhtaçlık problemlerinin çözümü için bugün en çok yükselttikleri yöntemlerden biri hayırseverlik/ iyilikseverlik/ yardımseverlik olgusundan beslenen ve literatürde filantropizm olarak tanımlanan “profesyonel bağışçılık”tır. Filantropi; bir kişinin zamanını, yeteneğini, uzmanlığını veya varlıklarını, toplumsal faydayı gözeterek gönüllü olarak sunması olarak tanımlanmaktadır. Filantropistler genel olarak bağışçılık faaliyetleriyle sistemin adaletsizlikler yarattığı alanlarda onarma faaliyetleri yürütürler. En temel çelişkileriyse adaletsizliği çözmek için adres gösterdiklerinin bu adaletsizliğin kaynağında yer almasıdır. “Değişim İçin Bağış” gibi sloganlar ile dünyanın değiştirilmesine herkes tarafından küçük bir katkı payı bırakılmasına yönelik duygusal köklerden beslenen reklam kampanyaları yürütürler. Fakat kampanyalarda adaletsizliğin en büyük mimarlarından olan ayrıcalıklı zengin azınlıkların servetlerinden “bağışladıkları” payların küçüklüğü konuşulmaz. Konuşulmaz çünkü, kampanyaların büyük bir kısmı zaten, bahsini ettiğimiz ayrıcalıklı kapitalistler tarafından doğrudan yahut vakıfları aracılığıyla dolaylı olarak desteklenmektedir.

Filantropi, toplumsal bir değerden ziyade “zorunluluk” haline gelen bir ilişkidir. Bu yardımlaşmada veren tarafın her daim üstün durumunu koruyor olmasına dikkat ettiği görülür. Kişi kendini sönümlendirmez. Hiyerarşi her daim korunur. Dolayısıyla günümüz hayırseverliği toptan bir kurtuluşun şifresi değil, güncel problemlere aktarılan yardım kırıntılarıdır. Keza hayırseverlik faaliyetlerinin büyük kampanyalarla sürdürülüyor olması esasında yardım kampanyası yapılan meselede sorumluluğu olan aktörlerin sorumluluklarını ve etkisini gizlemektedir. Böylece genel olarak sistemin kusurları örtülmektedir. Duygusal zeminden yükselen bir istismar ve Meydan Gazetesi’nin 4. sayısında yayınlanan “21. Yy’da Teslimiyet Teorileri Ve Pratikleri: Kapitalistlerin Hayırseverlik Kumpası”(1) yazısında da bahsedilen “hayırsever sömürüsü” söz konusudur.

Üçüncü Sektör: Kurumsallaşan Yardım

Sistemin yarattığı sorunların üzerini örtmek için yükselen “yardımlaşma” olgusu bugün birçok sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf vb. oluşumları yaratmıştır. Bunların arasında birbirinden farklı alanlarda faaliyet gösteren, birçok özel amaçlı oluşum vardır. Tüm bu oluşumlar esasında günümüzdeki ekonomik sistemin farklı bir alanını teşkil etmektedirler. Bu alan üçüncü sektördür. Üçüncü sektör özellikle kapitalizmin yeni bir biçimi olan neoliberal ekonomik sistemde sosyal refah devletine olan güvenin kaybedilmesiyle yükselişe geçen sivil toplumcu anlayışın bir sonucudur. Devlet ve özel sektörün dışında kalan sivil toplum kuruluşları, vakıflar, cemiyetler, platform vb. kuruluşların genel adıdır. Ayırt edici noktası sözde, insanların kâr amacı gütmeksizin bu kuruluşlara katılım sağlıyor olmalarıdır. Neoliberal ekonominin “sürdürülebilir” olacağını savunanların pek çoğu üçüncü sektörü -bölgesel ve küresel boyutlarda- ekonomilerin en önemli unsuru olarak görmektedir. Üçüncü sektörün, kar amacı gütmediği; her iki sektörün (kamu ile özel sektör) de hassasiyetlerini gözeterek aralarındaki dengeyi koruyacağı ve gerçek toplumsal çıkarları gerçekleştirebileceği iddiaları üzerinden yükseltilmesine rağmen faaliyetlerinin neoliberal iktisatçıların dilediği gibi kapitalist mantıkla sürdürüldüğü apaçık ortadadır. Üçüncü sektöre yönelik eleştirilerin en büyüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Üçüncü sektör, özellikle özel sektörü (ve onun anlayışını) toplumsal alanda örgütlemektedir, meşrulaştırmaktadır. Günümüzde üçüncü sektöre dahil olan birçok kuruluş milyonlarca dolarlık fon alışverişi yapmaktadır, binlerce insan birçok kuruluşta maaşlı çalışandır ve hatta bu sektörde kariyer sahibi olmak gibi olgular söz konusudur. Bu alan bir istihdam sahasına dönüşmüştür. Dolayısıyla burada giderek istihdam sahası haline gelen sektör sınıfsız toplumlarda var olan denkler arasındaki dayanışma ilişkisine değil, sektörleşen yardımseverlik ilişkisine dayanmaktadır. Ve yardımseverlik ilişkisinde yine sistemin şartlarının yarattığı “duygusal” motivasyonların söz konusu olduğu görülmektedir. Üçüncü sektörün yardımı ile toplumsal sorunların çözüleceği illüzyonu büyütülmektedir.

TÜSEV: Bir Bağış İllüzyonu

Yaşadığımız coğrafyada üçüncü sektörün kapitalist sistem içerisindeki rolünü örnekleyecek pek çok kuruluş vardır. Fakat bu konuda kavramın kendisine getirilen eleştirilerle örtüştüğünü anlatabilmek için bağışçılığın profesyonelleşmesi amacıyla çalışmalar yürüten Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’ndan özellikle söz etmek gerekir.

Vakıf 1993 yılında büyük kapitalist şirketlerle ilişkisi bilinen vakıf ve derneklerin bulunduğu 23 STK tarafından üçüncü sektörün yasal, mali ve işlevsel altyapısını geliştirmek amacıyla kurulmuştur.

Türkiye’nin en zengin ailelerinden ve en büyük holdinglerinin vakıflarından pek çok kişinin bu vakfın mütevelli heyetinde boy gösterdiğini göz önünde tutmak önemlidir. Epey iddialı sloganları dillendiren isimlerin kimler olduğuna da bakabiliriz. Vakıfta son olarak yönetim kurulu başkanı Deniz Ataç (TEMA Yönetim Kurulu Başkanı) seçilmiştir. Vakfın yönetim kurulu ise şu şekildedir: Alparslan Tansuğ (ENKA Spor Eğitim ve Sosyal Yardım Vakfı), Bahadır Kaleağası (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği), Candan Fetvacı (Aydın Doğan Vakfı), Erdal Yıldırım (Vehbi Koç Vakfı), Gün Han Başik (Kadir Has Vakfı), Hasan Süel (Türkiye Vodafone Vakfı), Nevgül Bilsel Safkan (Sabancı Vakfı), Öner Günçavdı (Elginkan Vakfı), Selim Güven (Anadolu Eğitim ve Sosyal Yardım Vakfı).

“Küçük Kaynaklarla Büyük Değişimler Yaratmak” sloganı ile “yardım etmek” istedikleri kesime yönelik gerçekleştirdikleri büyük sömürü ve kazandıkları büyük servetin topluma doğru olan geri dönüşünün “küçük” olacağını itiraf etmişlerdir. Kendilerinin büyük zenginliklerine rağmen ve aslında onları hiç kullanmadan, başka büyük patronlar, orta sınıflar ya da alt orta sınıflardan yoksullar için “küçük” bağış dilenmeye çalışmaktadırlar.

Var olan yoksulluğun “bağışçılık kültürü” ile, bağışlarla değişebileceğine inanarak ve inandırarak kendilerinin yarattığı ya da sürdürücüsü olduğu sömürü ve adaletsizlikler sistemini görünmez kılmaya çalışan vakfın, “Değişim İçin Bağış” adlı projesiyle neyi ne kadar değiştirebileceği büyük bir muğlaklık taşımaktadır. Burada vakıf tam da ismiyle müsemma bir biçimde davranarak sosyal değişimi, refahı gerçekleştiremeyen devletin yerine özel sektörün kontrolüyle sistemin sürdürülebilirliği için çalışmaktadır.

Bu vakfın mütevelliler listesinde yerini alan Sabancı Vakfı’nın, Ford, Rockefeller Brothers ve Robert Bosh vakıflarının da yer aldığı uluslararası bir vakıflar birliği olan Avrupa Vakıflar Merkezi’nin de yönetim kuruluna girmiş olması ise yöntemin kaynağı konusunda bizlere adres göstermektedir.

Türkiye’nin en zengin ailelerine ve holdinglerine ait olan vakıfların yöneticilerinin toplandığı, adeta üçüncü sektörün TÜSİAD’ı niteliğine sahip olan vakıf filantropizminin esasında günümüzde nasıl bir illüzyonu ifade ettiğini bizlere açıkça göstermektedir.

Bazı Veriler

İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2013 yılında 27.905 olan dernek sayısı 2019 yılında 114.294’e ulaşmıştır.(2) Bu derneklerin birçoğu tabela derneği statüsündedir. Fakat yine de sayının ne kadar fazla olduğunu görmek bizim için önemlidir. Yine aynı kaynaktan aldığımız bilgiye göre 2014 yılında derneklerin gelir toplamı 8 milyar 837 milyon iken 2019 yılında bu sayı 22 milyar TL olmuştur. Bu derneklerde sırasıyla sayı olarak en çok mesleki dayanışma dernekleri, spor ve sporla ilgili dernekler, dini hizmetlerin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyet gösteren dernekler, eğitim araştırma dernekleri, kültür-sanat ve turizm dernekleri, insani yardım dernekleri gelmektedir. Bu sıralama bizlere, bahsedilen gelirlerin dayanışma ve yardımlaşmayla ilgili olan boyutuna dair bir fikir vermektedir. Elbette dernek halinde olan ve salt olarak dünyayı değiştirmeyi yahut kurtarmayı amaçlamaktan ziyade belli bir faaliyet alanını destekleyen kuruluşların varlığı mevcuttur. Dolayısıyla verilen sayılara bunların da dahil olduğunu ifade etmek gerekir. Bunların dışında “muhtaç” olanlara “yardım amaçlı” olarak kurulan derneklerin sayısının ve bu derneklerin gelirlerinin kısa bir süre içerisinde artmasının yanı sıra var olan toplumsal adaletsizliklerin de şiddetle devam ediyor oluşu, bize bu sektörün kime fayda getirdiğini sorgulatmaktadır.

Sonuç

Günümüz kapitalist toplumunun çarpık yardımlaşma ağlarının bir tezahürü olarak yükselen hayırseverlik olgusu, yine kapitalistler tarafından bir kurtuluş yolu olarak gösterilmektedir. Öyledir ki kâr odaklı şirketleriyle toplumsal üretimi kontrol ve üretilenleri gasp etmeyi sürdüren bu kişiler kâr amacı gütmeksizin varlığını sürdürdüğünü iddia ettikleri yardım kuruluşlarını bir imaj paravanı olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca bu kuruluşlar, kapitalistlerin sistemin içinde nasıl bir konumda olduklarına dair yükselecek olan mücadelenin önünü kapayarak apolitikliği öğütler konumdadırlar. Nihayetinde dünyayı kurtarması beklenen hayırseverlik, kısa vadede işe yarar kazanımlardan çok uzun vadede sistemin şu andaki durumunu sürdürmeye yaramaktadır. Velhasıl üçüncü sektörün kapsamakta olduğu dernekleşmeler ve hayırseverlik faaliyetleri yeni bir iş sahası olarak sistemin çarklarından bir diğeri haline gelmiştir. En büyük marifeti devlet, özel sektör ve kendinin dahil olduğu üçgenin bozulmadığı alana kadar yükselme çabasıdır.

Kaynak

1) https://meydan1.org/gundem/2012/10/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kapitalistlerin-hayirseverlik-kumpasi/

2) https://www.siviltoplum.gov.tr/dernekler-bilgi-sistemi-derbis-kullanici-sayisi

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.

The post Hayırseverliğin Sektör Hali: Üçüncü Sektör Vakfı – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/09/hayirseverligin-sektor-hali-ucuncu-sektor-vakfi-selahattin-hantal/feed/ 0
Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Felaket Yenemez – Gizem Şahin https://meydan1.org/2019/11/08/orgutlu-bir-halki-hicbir-felaket-yenemez-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2019/11/08/orgutlu-bir-halki-hicbir-felaket-yenemez-gizem-sahin/#respond Fri, 08 Nov 2019 06:35:20 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/08/orgutlu-bir-halki-hicbir-felaket-yenemez-gizem-sahin/ Geçtiğimiz ay İstanbul’da 5.7 şiddetinde yaşadığımız deprem saniyeler sürmüş olsa da üzerimizdeki etkisi hala sürmekte. Art arda gerçekleşen küçük depremler ve ardından gelen 5.7 şiddetindeki deprem, “Büyük İstanbul Depremi”ni tekrar konuşulur hale getirdi. Depremin ardından hepimizin düşüncesi aynıydı: “Büyük İstanbul Depremi olduğunda ne yapacağız?” Bu soruyu sorarken herkes oldukça endişeli. Çünkü beklenen büyük depremi bırakalım […]

The post Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Felaket Yenemez – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz ay İstanbul’da 5.7 şiddetinde yaşadığımız deprem saniyeler sürmüş olsa da üzerimizdeki etkisi hala sürmekte. Art arda gerçekleşen küçük depremler ve ardından gelen 5.7 şiddetindeki deprem, “Büyük İstanbul Depremi”ni tekrar konuşulur hale getirdi. Depremin ardından hepimizin düşüncesi aynıydı: “Büyük İstanbul Depremi olduğunda ne yapacağız?”

Bu soruyu sorarken herkes oldukça endişeli. Çünkü beklenen büyük depremi bırakalım bir kenara, bu küçük depremlerde bile birçok konuda sıkıntıların olduğunu gördük. Cep telefonlarının saatlerce şebekeye bağlanmaması, bazı binalarda görülen çatlaklar, deprem anında ve sonrasında toplanabilecek alanların olmaması gibi birçok konu var olan endişelerimizi arttırdı.

Deprem Değil Kapitalizm Öldürür

Günlerdir 15 milyon nüfuslu bir şehirde gerçekleşecek olan, en az 7 şiddetinde bir depremden söz ediyoruz. Bu olası depremin gerçekleştiği anda yaratacağı tahribatı tahmin etmeye uğraşıyoruz: Hangi binalar yıkılır? Hangi semtler daha güvenilir? Deprem anında nerede toplanacağız, toplanma alanları nerede?

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi hepimizin hafızasındaki yerini tazeledi bu günlerde. 7.6 şiddetinde yaşadığımız bu depremde 17.480 kişi yaşamını yitirmişti. Bu rakam bir yıl sonra 18.373 olarak düzeltildi.

Bir doğa olayı olan depremlerde, bu kadar yüksek tahribatın, kaybedilen binlerce yaşamın sebebi doğal afet denilip geçilemez. Üzerimizdeki bu tahribatın sebebi gerçekten deprem mi, yoksa rant hırsıyla gözü dönmüş, kentsel dönüşümlerle, devlet projeleriyle 15 milyonun yaşadığı bir şehri bina yığınına çevirmiş, olası bir felakette toplanma alanı ve yollar dahi bırakmamış olan kapitalist sistem mi?

Doğa Verdiğini Alır

Hepimizin bildiği bir gerçek var ki: Doğa verdiğini alır. Neredeyse akan bütün nehirlerin üzerine barajların yapıldığı; “başı boş akan” suların kurutulduğu; yeşilin kalmadığı; ormanların, ağaçların kesilip yerine gökdelenlerin inşa edildiği; yoksul mahallelerimizde yaşayanlarımızın evlerinin yıkılarak yerine 2+1 konutların yapıldığı; yol çalışmalarıyla imkansızı “başarıp” en olmadık yerlerden yeni yolların açıldığı bir şehirde, İstanbul’da bizi öldürecek olan şey deprem değil kapitalizmdir.

Çünkü beklenen “Büyük İstanbul Depremi” gerçekleştiğinde yaşamlarımızı ne 2+1 konutlara ne her yanımızı kaplayan AVM’lere ne de başka bir yere sığdıramayacağız. Ve kuşkusuz böylesi bir depremden sonra, ilk olarak yaşadığımız binalar yıkılmış olacak. Köprüler, yollar, viyadükler enkaza dönüşecek. Yollar çökecek, kalanlarda ise hareket etmek mümkün olmayacak. Patlayan su boruları, çalışmayan doğalgaz vanaları ve daha birçok şeyle baş etmek zorunda kalacağız. Bu anda ne devleti ne de devletin herhangi bir kurumunu yanımızda göremeyeceğiz.

Deprem En Çok Ezilenleri Sarsar

Yaşadığımız deprem, sel ya da başka bir afette sanki ezilenler ile ezenler denkmiş gibi açıklamalar duyarız. Yöneticiler ve patronlar depremin etkisini arttıranlar kendileri değilmiş gibi davranırlar. “Biz de bu felaketten etkilendik, ama takdiri ilahi işte” ya da “kader” derler. Gölcük depreminde dediler, Trabzon’da HES borusu patlayınca dediler, SOMA’da dedier. Ama biz ezilenler, ezenlerle denk değiliz. Çünkü deprem en çok ezilenleri sarsar.

Deprem sonrası başlayan arama-kurtarma çalışmalarının nereden başlayacağı en başından bellidir. 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde, depremzedeler ilk yardımların 3 gün sonra geldiğini söylemişti. Enkaz altında kalanlarımız hayatta kalabilmek için dakikalarla yarıştı. Bu yüzden her türlü dayanışmanın, her çabanın değeri büyük. Fakat akıllarda bazı soruların oluşmasına sebep oluyor böylesi “gecikmeler”. Büyük İstanbul Depremi olduğunda arama-kurtarma ekipleri (ilk) kimleri kurtaracak?

Ezilenleri Dayanışma Yaşatır

Bu sorunun cevabı, geçmişte yaşanan olaylarda saklı. “Bizi kim kurtaracak” diye sorsak da ancak biz, birbirimizin hayatlarını kurtaracak, kendi özörgütlülüğümüzle hayatta kalacağız. Yıkılan evlerimizi beraber inşa edeceğiz, çünkü ilk kurtarılacak bölgeler bizim mahallelerimize çok uzak olacak, biliyoruz. Sadece deprem değil herhangi bir felakette “umursanmayan”lardan olacağız, bunu da biliyoruz.

Depremin etkisini azaltabilmek için kendi irademizle kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda sağlam, sağlıklı, doğayla uyumlu yaşam alanlarını oluşturmamız gerekiyor. Bunun için şimdi nasıl mücadele ediyorsak, bugün içinde yaşadığımız dönemde depremin etkisini en aza indirgeyecek yöntemleri de düşünmemiz ve yaratmamız gerekiyor. Biz yardım etmeyecek, dayanışmayı büyüterek birbirimize el uzatacağız. Çünkü ihtiyacımız olan şey yardım değil, dayanışmadır. Aslında bunun örneğini 2005 yılında ABD’nin New Orleans eyaletinde meydana gelen Katrina Kasırgası’nda deneyimledik.

Katrina Kasırgası, 2000’e yakın insanın yaşamını yitirmesine yol açmış, 1 milyondan fazla insanın evini yıkmıştı. Afetten birkaç gün sonra eski Kara Panter üyesi Robert Hillary King ve Anarşist Scott Crow, Ortak Taban Kolektifi’ni (Common Ground Collective) kurarak, devletin umursamadığı yoksul mahallelere temel destek götürmüştü. Kolektif, otonomi ve yerel faaliyet ilkeleri ile öz-örgütlü bir yapıda kurulmuştu. Kurulmasının başında sadece yemek ve su gibi ihtiyaçların dağıtımını yapan kolektif, gelen 4 sıhhıyeci ile birlikte Algiers’de bir acil ve ilk yardım kliniği kurdu.

1 Mart’a gelindiğinde kıtanın birçok yerinden gelen 23 bin kişi kolektifte gönüllüydü. Kolektifin felsefesi en başından beri “yardım değil dayanışma” oldu. “Ortak Taban Kolektifi” zamanla internet erişimi sağlayan “Ortak Taban Teknoloji Kolektifi”, “New Orleans Kadın Sığınma Evi” ve “Ortak Taban Kliniği” gibi birçok bağımsız kolektife bölünerek çoğaldı. Bir yıl içinde 7 klinik ve 100 mahalle bahçesi yapıldı. Enkaz temizleme, çatı onarma gibi hizmetleri ücretsiz sunan kolektif, yeri geldiğinde kentsel dönüşüm gibi sosyal, ekonomik ve ırkçı saldırıları da önledi.

2012’de Sandy Kasırgası’ndan etkilenenler için kurulan Occupy Sandy ise Occupy hareketinin bir yan çalışması olup, Ortak Taban Kolektifi’nden insanların da katıldığı ve aynı ilkeler etrafında ve özörgütlü yapıya sahip. Öncekine göre daha hazırlıklı ve örgütlü oldukları için daha da başarılı çalışmalar yapmışlardır.

Yardım Değil Dayanışma Yaşatır

Bu felaketler sonrasında devlet, nüfusun çoğu siyah olan afet bölgelerine destek götürmekten çok kanun düzenini sağlamakla uğraşmıştır. Felaketten 10 yıl sonra bile yıkılan evlerin ancak %10’u yeniden yapılmıştır. Tek bir merkezden yönetilen ve bürokratik bir kurum olarak devlet, bu tür durumlarda aciz ve hantal kalmaktadır. Gönüllülük ve dayanışma üzerine kurulu ve özörgütlü işleyen yapıların başardıkları kamuoyunun dikkatini çekmiş, hatta ABD’nin AFAD’ı FETA bile, daha sonradan bu inisiyatiflerle görüşmeler yapmaya çalışmıştır.

Amerika’daki bu deneyim ve esas aldıkları “yardım değil dayanışma” ilkesi, bizlere bunun mümkün olabileceğini göstermiş oldu. Doğal olarak bu deneyimleri, paylaşma ve dayanışmayı bizler kendi sokağımızda, yan komşumuzda ve mahallelerimizde yıllardır “iyi günde, kötü günde” belirli sorunlar ve konular üzerinden deneyimlemekteyiz. Ancak daha geniş deneyimi yaratmak için afeti beklememek gerekir. Şimdi şu anda özörgütlü deneyimi yaratmak, önceki örneklerin gösterdiği gibi afet zamanında daha hazırlıklı olmamızı sağlayacaktır. Katrina Kasırgası’nın ardından kazanılan deneyimle kendi deneyimlerimizi yaratabiliriz.

Yardımla değil, dayanışmayla…

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51.sayısında yayınlanmıştır.

The post Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Felaket Yenemez – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/08/orgutlu-bir-halki-hicbir-felaket-yenemez-gizem-sahin/feed/ 0