yoksulluk – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 03 Oct 2018 12:45:55 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 KRİZE KARŞl PAYLAŞMA VE DAYANlŞMA https://meydan1.org/2018/10/03/krize-karsl-paylasma-ve-dayanlsma/ https://meydan1.org/2018/10/03/krize-karsl-paylasma-ve-dayanlsma/#respond Wed, 03 Oct 2018 12:45:55 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/03/krize-karsl-paylasma-ve-dayanlsma/       1 Mayıs 2012 tarihinde, 26A Kolektifi Taksim’de bulunan işçilere 5 bin adet sandviç dağıttı. Olmayan Kriz Kabine üyeleri aralarında söz birliği etmiş. Kimse ağzına kriz kelimesini almıyor. Tayyip Erdoğan öyle buyurduktan sonra ters de düşmek istemiyorlar. Kişisel gelişim kitapları gibi; olumlu düşünürsen olumlu olur! Eğer kriz yok dersen kriz olmaz. Ya da […]

The post KRİZE KARŞl PAYLAŞMA VE DAYANlŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

 

  1 Mayıs 2012 tarihinde, 26A Kolektifi Taksim’de bulunan işçilere 5 bin adet sandviç dağıttı.

Olmayan Kriz

Kabine üyeleri aralarında söz birliği etmiş. Kimse ağzına kriz kelimesini almıyor. Tayyip Erdoğan öyle buyurduktan sonra ters de düşmek istemiyorlar. Kişisel gelişim kitapları gibi; olumlu düşünürsen olumlu olur! Eğer kriz yok dersen kriz olmaz. Ya da söylem politikası; söyleme döküp var olmasını istemiyorlar! Medya aracılığıyla krizi oldurmamaya çalışıyorlar!

Eğer para biriminiz bir yıl içerisinde %45 değer kaybediyorsa; %17.9’luk enflasyon, %6.25 faiz artırımı, %15’e varan işsizlik oranları ortaya çıktıysa; farklı ürünlerde değil fiyat artımı yaşanması, gizli stratejik “zam sanatları” oluşturuluyorsa; başkanın damadı Hazine Bakanı ara ara çıkıp kısa, orta ve uzun vadeli programlardan bahsediyorsa; kemer sıkma politikalarının yönetilmesi için Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulmuşsa; ABD kaynaklı olduğu iddia edilen krize, yine aynı kaynaklı ekonomik danışma şirketi McKinsey ile çözüm aranıyorsa; iş yeri kapatmalar, işten atılmalar, ücretlerdeki genel düşüş artmışsa; ekmekten domatese, elektrikten doğal gaza fiyat değişiklikleri sadece bizi şaşırtmakla kalmıyor ihtiyaçlarımızı karşılayamaz bir duruma geliyorsak… O zaman kriz var demektir. Termodinamiğin birinci yasası; enerji yoktan var edilemez, varsa da yok edilemez! Tüm bu somut verilerle, krizin olmadığını iddia edenler var olanı yok etmeye çalışıyorlar.

Daha geçen yıl protesto için dolarlarını yakanlar ya da iphone’larını kıranlar, bugün bu gelişmeleri sessizce izliyor. Ne oldu da ekonomimizi bir ABD şirketine devrettik diye de sormayınca kriz olmayıveriyor!

Ama gerçek ekonomik durum hiç de öyle parlak değil. Kendini ekonomide de tek güç olarak belirleyen Erdoğan, varlık fonuna da kendini başkan olarak atayarak günü kurtarmaya çalışıyor. Sıcak para gelmesi uğruna Venezuela ve Katar gibi ülkelerle ilginç ilişkiler geliştirmesi de, imar barışı bahanesiyle ev sahiplerinden gelecek paraya gözünü dikmesi de bundan.

Son seçimler öncesi her bir oyun peşine düşerek “kardeşinizi destekleyin, görün dövizin faizin halini” diyen Erdoğan, şimdi içine girdiği durumdan nasıl çıkacağını düşünüyor. Bugüne dek olduğu gibi şimdi de ekonomideki kötü gidişin kabahatini hep başkalarına yüklüyor. Böylece bir taşla iki kuş vurmanın hesabını yapıyor.

Oysa olmadığı iddia edilen kriz bırakalım teğet geçmeyi, tam da 12’den hedefini vuruyor. Çünkü bu sistem, ithalatı artırarak dış borcun daha da kabarmasına yol açan, para politikalarındaki uygulamalarıyla dövizin değerini iki katına çıkaran, rantçıya ve köşe dönücüye teşvik veren bir sistem, bu sistem kapitalizm.

Krizden ve Kapitalizmden Çıkış: Yeni Bir Ekonominin Şimdi Yaratılması

Küresel bir kapitalist sistemde, küresel ölçekte bir güce sahip olanların ve sermayeye sahip olanların ezilenlere dayattığı toplumsal bir gerçeklik olarak kriz; ezilenler için işsizlik ve yoksulluk anlamına gelir. Bu yüzden de yoksulluktan, ezilmekten ve krizden kurtuluşun yöntemi kapitalizmden kurtulmayı gerektirir.

İşte bu bağlamda, farklı farklı coğrafyalarda ve dönemlerde ekonomik krizlere karşı kolektif çabalarla gerçekleştirilen yeni ekonomik işleyişler, sadece ekonomik krizin etkilerine karşı değil, tüm bu krizlerin sebebi olan kapitalizmin var olmadığı bir dünyayı yaratmak adına da önemlidir.

Ekonomik krize, kapitalizmin sömürü, yoksulluk ve katliam sistemine karşı uygulanan, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gereken, kolektif işleyişe sahip pek çok ekonomik çaba bulunmaktadır.

Yerel üretici birliklerinin, gıda topluluklarının, kentlerde üretim ve tüketim kolektiflerinin, kooperatiflerinin kurulması ve bu toplulukların aralarında oluşturdukları ağlarla dayanışmacı ve kolektif bir şekilde üretim ve dağıtım ilişkilerinin yeniden biçimlendirilmesi bahsedilen ekonomik çabalara en önemli örneklerdendir. Bu yollarla rekabete ve kar etmeye odaklı bir ekonomi yerine paylaşma ve dayanışmaya dayalı, ihtiyaçların giderilmesine odaklı bir ekonomik işleyişin kuruluşu sağlanabilir.

Tüketim ağlarını ve bütçelerini ortaklaştırmak, yerellerde dayanışma ilişkileri geliştirmek, bütünlüklü bir mücadele hattı kurmak ve yaşamlarımızı dönüştürmek, alternatif üretim-tüketim ilişkilerinin oluşturulması, yaşamla iç içe oluşturulacak yaşamsal bir kültür aracılığıyla kapitalist ve devletli ilişkilerin yıkıcılığından kurtulmak.

Tüm bu alternatifler, mevcut ekonomik krizlere karşı çözüm için birer ihtiyaç olduğu gibi, kapitalizmden çıkışın ve yeni bir toplumsal yaşamın örgütlenmesinde uygulamamız gereken yöntemlerdir.

Mülkiyete ve Otoriteye Dayalı Tüm Mekanizmalara Karşı Örgütlenmeliyiz!

Tabi ki kapitalizmin etkilerinden kurtulmak ya da kapitalizmden çıkış, sadece alternatif ekonomik çabalar üretmekle gerçekleştirilemez. Kapitalizm özgür bir dünyanın önünde engel olan iktidarın biçimlerinden biri olduğu için, kapitalizmden kurtulmayı istemek, diğer tüm iktidar biçimlerine karşı doğrudan politik faaliyetler yürütmeyi de gerektirir.

Bahsedilen politik faaliyetler, giderek yaklaşmakta olan, tüm toplumu -sistemin tamamına karşı çıkma konusunda- pasifize eden (yerel) seçimler değildir. Sözü edilen, sistemi doğrudan hedef alan faaliyetlerdir. Bu alternatif ekonomik işleyişleri güçlendirecek, toplumsallaştıracak, diğer tüm alanlarda gerçekleşen sosyal ve siyasal krizlere direniş gösterecek, bu krizlere çözüm olacak ve sistemin kendisine karşı verilecek bir bütünlüklü mücadeledir. Bu bütünlüklü mücadele de tüm iktidar biçimlerine karşı örgütlenerek gerçekleştirilebilir.

İçerisinde bulunduğumuz ekonomik, siyasi ve toplumsal durum oldukça belirsiz. Ekonomik krize dair konuşulanlar ya da tartışılanlar ört bas edilmek istense de; ekonominin yakın bir zamanda daha büyük sorunlarla karşılaşacağı aşikar. Hazırlıklı olunması gereken şey, devlet ve kapitalizm dışı bir ekonomiyi kolektif bir şekilde oluşturmanın koşullarını hazırlamaktır. Bu hazırlık, devletin yapay gündemleri dışında, toplumsal muhalefetin örgütlemesi gereken bir süreçtir. Paylaşma ve dayanışma ilişkilerini örgütsel düzeyde somutlaştırmak ve toplumsallaştırmak gereklidir.

Bizleri bir arada ve ayakta tutacak olan öz-örgütlülüğümüzden başka güvenebileceğimiz hiçbir şey yok. İktidarlar “kriz yok” yalanıyla bizleri bir krizin en derinine sürüklerken; patronlar krizden pay kapmaya ve daha da zengin olmaya çalışırken; yapabileceğimiz tek şey yüzümüzü birbirimize dönmektir; dayanışmayı örgütlemektir.

Devletlerin tarih boyunca yarattıkları ekonomik krizlere karşı yaşamanın ve krizden kurtulmanın yolunu yeni bir ekonomik model yaratmakta bulan farklı deneyimlerde olduğu gibi; yapmamız gereken bizleri özgürleştirecek ve kapitalist krizin sıkışmışlığından çıkartacak olan üretim-dağıtım-tüketim kolektiflerini, öz-örgütlülükle oluşturulmuş atölyeleri ve kooperatifleri, paylaşma ve dayanışma temelli ilişkilerle bugünden yaratmaktır.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

The post KRİZE KARŞl PAYLAŞMA VE DAYANlŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/03/krize-karsl-paylasma-ve-dayanlsma/feed/ 0
Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/#respond Wed, 20 Dec 2017 12:50:46 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/ Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır. Anarşist Marius Jacob   Marius Jacob, Eylül 1879 yılında bir liman kenti olan Marsilya’da dünya gelmişti. Henüz 11 yaşındayken çalışma sertifikasını almış, yaşadığı kentin koşulları nedeniyle gemilerde çalışmaya başlamıştı. 16 yaşında denizde geçirdiği kaza ve […]

The post Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır.

Anarşist Marius Jacob

 

Marius Jacob, Eylül 1879 yılında bir liman kenti olan Marsilya’da dünya gelmişti. Henüz 11 yaşındayken çalışma sertifikasını almış, yaşadığı kentin koşulları nedeniyle gemilerde çalışmaya başlamıştı. 16 yaşında denizde geçirdiği kaza ve fırtınalı okyanusların onu sürekli hasta etmesi sebebiyle “ayağının toprağa basması gerektiği”ni düşünerek gemilerdeki işini bırakmıştı.

1896’da Fransa’ya dönen Jacob, matbaada dizgicilik işine başladığı sırada Kropotkin’in anarşist fikirleriyle tanıştı. Anarşistlerin düzenlediği toplantılara katılarak onlarla iletişim kurdu. Paris Komünü’nden beri toplumsal bir ayaklanmanın olmadığı Fransa’da, devletin anarşistlere yönelik baskıları oldukça yoğundu. Anarşistlerse bu baskılı dönemde bir yandan bireysel eylemlere yönelirken diğer yandan gizli toplantılarla örgütlenme çalışmaları içerisindeydiler. Ravachol gibi birçok anarşistin eylemleri, aynı tarihlerde anarşistlerle tanışık olan Jacob’u da etkilemişti.

Aynı dönemdeki sosyalistlerin hedefi ise, yasal yollarla seçilip parlamentoya girmekti. Jacob bu durumu görmesinin ardından ilk eylemini, seçim sandıklarının muhafaza edildiği binada, sandıklara bomba yerleştirip patlatarak gerçekleştirmişti. Komünü unutanlara çok sert bir mesajdı bu… Bu eylemi sebebiyle 6 ay tutsak edilen Jacob, hapishaneden çıktığında fikirleri daha da netleşmişti. Çıkar çıkmaz zenginlerin evlerine girerek soygunlar yapmaya başladı. Çaldıklarını anarşistlerin sendikalarına, dergilerine ve matbaalarına dayanışma olarak veriyordu. Bir hırsızlık sırasında yakalanmasının ardından deli taklidi yapmış ve hapishane yerine deliler hastanesine gönderilmişti. Buradan kaçmaksa Jacob için çocuk oyuncağıydı.

Gece İşe Çıkan İşçiler

1900-1903 yılları arasında Jacob, 2-3 kişilik gruplar oluşturup birçok eve girerek hırsızlık yapmaya başladı. Seçtikleri evlerin hepsinin ortak bir özelliği vardı. Hepsi patronlar, hâkimler, askerler ve din adamları gibi toplumu yöneterek zengin olanların; kendi tabiriyle “sosyal paratistlerin” evleriydi. Bu evleri soymayı bir eylem olarak görüyordu. Soyduğu evlerin duvarlarına mesajlar bırakıyorlardı, mesajların altına “Gece İşçileri Çetesi” imzası atmayı da hiçbir zaman ihmal etmezlerdi. 3 senede 160’a yakın ev ve kilise soygunu gerçekleştirdikleri halde -polis dahil- hiç kimse bu çeteyi deşifre edememişti. Kimseler bu çetede kimlerin olduğunu bilmiyordu, tek bilinen işçi oldukları ve gündüz onlardan çalınanları akşam geri aldıklarıydı.

Gece İşçileri Çetesi’nde kimse zenginleşmemişti. Çete üyeleri gündüz emeklerini satarak çalışıyor, emeklerinin karşılığını alamadıkları için akşamları patronlarının evlerini soyuyorlardı. Hiçbir zaman zanaatkar, doktor ya da yoksul olan birinin evine girmemişlerdi. Patronlarsa her gün milyonlarca yoksulun evlerine girip onların lokmalarını çalıyordu. Bu, Gece İşçileri’nin eylemlerinin meşruluk kaynağıydı.

Pierre Loti ile Jacob’un Hikayesi

Bir keresinde bir eve giren Jacob hiçbir şey almadan evden çıkmıştır. Jacob ilk defa bir soygunu yarım bırakmıştır. Sonradan olayı anlattığında, evin roman yazarı Pierre Loti’ye ait olduğunu anlayınca evi soymaktan vazgeçtiğini ifade etmiştir.

Jacob ve Gece İşçileri, 21 Nisan 1903’te Abbeville’de soygun yaparken tuzağa düşürüldü. Çetenin yakalanması sırasında bir polisin vurulması dahil birçok şeyle suçlanan Jacob, 18 ay sonra çıkarıldığı mahkemede yaptığı tüm eylemleri savundu. Savunmasının son kısmında şöyle demişti;

“Tabi ki, ben de zor kullanarak ya da kurnazlıklarla bir başkasının emeğinin meyvelerine sahip olunması eylemini kınıyorum/onaylamıyorum. Fakirlerin mal varlığının hırsızı olan zenginlere karşı savaş açmamın sebebi de kesinlikle budur. Ben de hırsızlığın yasaklandığı bir toplumda yaşamak istiyorum. Ben hırsızlığı sadece -hırsızlıkların en kötüsü olan- bireysel mülkiyete karşı en uygun başkaldırı yöntemi olduğu için onayladım ve kullandım.

‘Sonucu’ ortadan kaldırmak için öncelikle ‘sebep’i ortadan kaldırmalısın. Eğer ortada bir hırsızlık varsa, her şey yalnızca bazı insanlara ait olduğu içindir; bir tarafta bolluk, diğer tarafta yokluk vardır. Mücadele yalnızca insanlar acı ve kederlerini, emek ve zenginliklerini ortaklaştırdıklarında, her şey herkesin olduğunda son bulacaktır.
Ben Devrimci Anarşistim. Ben devrimimi yaptım. Yaşasın anarşi!”

Mahkemede patronların ve özel mülkiyet sahiplerinin baskısıyla Jacob 20 yıl hapse mahkum edilerek Şeytan Adası’na sürgün edilir. Defalarca adadan kaçma girişiminde bulunduğu için 9 yılını tek kişilik hücrede geçirir. 1927 yılında serbest bırakıldıktan sonra Fransa’ya geri döner. Libertaire Gazetesi çevresinde faaliyet göstermeye başlayan Jacob, Sacco ve Vanzetti’nin idamına karşı yapılan kampanyalara katılır. Durruti’nin sürgündeyken İspanya’da ölüm cezasına çarptırılmasına karşı Durruti ve arkadaşlarıyla dayanışma içerisine girer. 1936’da toplumsal devrim sırasında İberya’ya giderek CNT’ye destek olur. Şeytan Adası’nda yıllarını geçirdikten sonra hırsızlıktan emekli olsa da, 1954’deki ölümüne dek fikirlerinden vazgeçmemiş; yasaklı, aranan anarşistleri evinde saklamış ve anarşist dergilerin çıkarılması için çaba harcamıştır.

 

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Ben Neden mi Hırsızım? – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/20/ben-neden-mi-hirsizim-furkan-celik/feed/ 0
Trump’tan Zengine Vergi İndirimi Yoksula Daha Fazla Yoksulluk https://meydan1.org/2017/09/29/trumptan-zengine-vergi-indirimi-yoksula-daha-fazla-yoksulluk/ https://meydan1.org/2017/09/29/trumptan-zengine-vergi-indirimi-yoksula-daha-fazla-yoksulluk/#respond Fri, 29 Sep 2017 07:01:57 +0000 https://seninmedyan.org/?p=14822 ABD’de Başkan Donald Trump tarafından ‘Tarihin en büyük vergi indirimi’ şeklinde tanımlanan uygulamalar, en çok ABD’li patronlara yarayacak. Cumhuriyetçi Parti tarafından yayımlanan çerçeveye göre ülkede kurumlar vergisi yüzde 35’ten yüzde 20’ye indirilecek. Bununla beraber en düşük gelirliler için vergi dilimi yüzde 10 dan 12 ye çıkarılacak. Trump, bu uygulamanın ABD’ nin daha rekabetçi hale gelmesini […]

The post Trump’tan Zengine Vergi İndirimi Yoksula Daha Fazla Yoksulluk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

ABD’de Başkan Donald Trump tarafından ‘Tarihin en büyük vergi indirimi’ şeklinde tanımlanan uygulamalar, en çok ABD’li patronlara yarayacak.

Cumhuriyetçi Parti tarafından yayımlanan çerçeveye göre ülkede kurumlar vergisi yüzde 35’ten yüzde 20’ye indirilecek. Bununla beraber en düşük gelirliler için vergi dilimi yüzde 10 dan 12 ye çıkarılacak. Trump, bu uygulamanın ABD’ nin daha rekabetçi hale gelmesini sağlayacağını ve orta sınıf ailelere de yardımcı olacağını ileri sürdü. Plana göre bireylerin ve ailelerin vergiden düşebileceği gelirlerin miktar yaklaşık iki katına çıkarılarak 12 bin ve 24 bin olacak.

 

The post Trump’tan Zengine Vergi İndirimi Yoksula Daha Fazla Yoksulluk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/29/trumptan-zengine-vergi-indirimi-yoksula-daha-fazla-yoksulluk/feed/ 0
“Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/#respond Thu, 18 Sep 2014 17:57:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/ Öyle bir Harun ki kanunla düzelmez bu düzen. Öyle bir erkek ki her bucak, kadından öte çoraklık yok. Öyle bir keskin ki bıçak, kana susar, kan kusturur. Öyle bir yaşamak ki vakitsizce ölmenin adı kader olmuş. Öyle bir mücadele ki direnerek özgürleşmekten başka hiçbir yol yok. Kadın Katliamı Var…  Her gün beş kadından birinin erkekler […]

The post “Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Öyle bir Harun ki kanunla düzelmez bu düzen. Öyle bir erkek ki her bucak, kadından öte çoraklık yok. Öyle bir keskin ki bıçak, kana susar, kan kusturur. Öyle bir yaşamak ki vakitsizce ölmenin adı kader olmuş. Öyle bir mücadele ki direnerek özgürleşmekten başka hiçbir yol yok.

Kadın Katliamı Var…
 Her gün beş kadından birinin erkekler tarafından katledildiği bir coğrafyanın kadınlarıyız. Devlet politikasıyla ev içine hapsedilen, sosyal yaşamdan dışlanan, görmezden gelinen pasif ve edilgen özneleriz. Bedeni üzerinden kaç çocuk doğuracağına, kaç kez evlenebileceğine, nasıl giysiler giymesi gerektiğine, nerede nasıl konuşacağına kendi kararı olmaksızın hüküm verilen kadınlarız. Medya üzerinden reklam panolarına, gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına cinsel obje görüntüsüyle pazarlanan kazanç kapısıyız. Ucuz, vasıfsız, güvencesiz, kaçak sıfatıyla emeği sömürülen, ev içindeki görünmeyen emeğiyle ataerkil düzenin sürdürülmesinde kadınlık rolünü kusursuzca işletmek zorunda bırakılmış kadınlarız. Militarist dünyada barıştan yana saf tutan, belki de savaşların en büyük mağduru olan yine biz kadınlarız. Savaşların sadece tank, bomba ve tüfekle değil yaşamlarımızda militarizmle yeniden üretildiğini ve şiddetin en çok da böyle beslendiğini bizzat yaşayanlarız. Şiddete karşı direnmenin zorluğuyla yaşama tutunmaya çalışan, töre benzeri toplumsal dayatmalarla 11-12 yaşlarında, çocuk yaşta gelin edilenleriz. Alınan, satılan, tecavüzcüsüyle evlendirilen, çocuk yaşta cinsel istismara çaresizce katlanmak zorunda bırakılan, hayalleri çalınmış kadınlarız. Yoksulluğun en çok da kadını vurduğu kapitalist düzende, yoksullukla yaşamları mahvedilmiş, yaşamak adına başka bir seçenek bırakılmamış “hayat kadınlarıyız”. Toplumsal ahlakın bıçak gibi kestiği ataerkil düzende, keskin bakışların hedefinde aşağılanan, umarsızca katledilen kadınlarız. Anneliğin “vatana hayırlı evlatlar” yetiştirmek olduğu rolüne sıkıştırıldığı, yetiştirilen evlatların birer kadın katiline dönüştüğü bu düzenin anneleri, eşleri ve kız kardeşleri olarak her gün erkekler tarafından katledilen kadınlarız. Yazılanlar birçok kadın tarafından anlaşılabilir, çünkü bu tablonun bir parçasında mutlaka kendimiz varız.

Peki, tüm bu yaşadıklarımıza karşı nasıl mücadele etmeliyiz? Kadın cinayetlerini durduracak acil önlemde 5’te 1’in mücadelesi…

Devlet, kadın cinayetleriyle ilgili sözde önlemler aldığını, katliamlara son verme adına sözde çalışmalar yürüttüğünü iddia ederken, şiddet gören kadınları da “sığınma evi”, “yakın ev koruması”, “uzaklaştırma” gibi göstermelik uygulamalarla “koruyabileceğini” vaat ediyor.

Toplumun her alanında şiddet gören kadına başvurabileceği tek çözüm olarak “devlet” işaret ediliyor. Meclisteki kimi duyarlı vekiller kadın katillerinin “adil” yargılanması, anayasal haklar gibi konularda peşi sıra tasarılar hazırlayadururken, diğer yandan kimi kadın örgütleri yargıdan “devlet koruması” talep ededururken, kadınlar devlet-meclis-yargı üçgeninde adı “koruma” olan bir politikayla her geçen gün katlediliyor.

Peki, neden devlet-meclis-yargı kadını koruyamıyor?

Diyelim ki devlet üzerine düşeni yapmış olsaydı… 6284 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun’da yer alan bütün maddeler uygulansaydı ya da yeni maddeler eklenseydi; mesela dini nikâhla evlenmiş ya da evli olmayan ya da boşanmış kadınlar için koruma kararı alınabileceği belirtilseydi; İçişleri Bakanlığı yasaya uymayan veya şiddet mağdurlarına kötü davranan polisler, savcılar ve hâkimlerin şikâyet edilebileceği bir mekanizma oluştursaydı, koruma kararı sistemi kapsamlı olarak izlenebilseydi ve sistemin nasıl kullanıldığına dair kamuya açık veriler oluşturulsaydı… Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclisteki bütün parti liderleri kadına yönelik şiddeti kınasaydı, üstüne bir de Kadın Bakanlığı kurulsaydı, cinsiyet ve cinsel yönelim eşitsizliğini esas alan yeni bir anayasa yapılsaydı, ceza kanununda caydırıcı cezalarla birlikte 6284 etkin bir şekilde uygulansaydı… Hatta daha fazla sığınma evi açılsaydı, kadın katillerine daha ağır cezalar verilseydi…

Ne olurdu? Devlet üzerine düşeni yapmış olur, kadınlar erkekler tarafından öldürülmezler miydi? Kadına yönelik toplumsal tahakküm sürdürülmez miydi?

Bu sorulara cevaben “evet” diyenlerin 5’te 1’in mücadelesine kattığı değer şudur ki; kadını özgürleştirmekten çok topluma geçici makyaj yapıp, mücadeleyi özünden kopartarak erkek devletin himayesindeki erkek egemenliğini yaşatmak. Yaşadığımız sadece bu coğrafyanın değil ataerkil coğrafyaların ortak sorunudur. “Modern” Avrupa’nın kadın politikasında “modernleşme” heveslisi her coğrafyayı kadın cinayetleri hakkında “korumasına” alarak kendi çıkmazlarının üstünü örttüğü ve Ortadoğu’nun “modern” kapısı olan Türkiye’nin kadın politikasındaki “tek başvurucu, tek çözümcü” olarak kendini işaret ettiği görülmektedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da geliştirilen uluslararası stratejiler devletlere ödül olarak sunulur, karşılığında hizmet olarak geri alınır. 1 Ağustos’ta Türkiye ile birlikte 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe giren ve AKP’nin kadınlara bir nefes niyetine sunduğu Avrupa Konseyi Sözleşmesi de böyle bir ödüldür.

Avrupa’nın Türkiye’ye kadın “koruması”: İstanbul Sözleşmesi

Türkiye, ilk imzacısı olmakla övündüğü “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi sözleşmesiyle kadın cinayetleri konusundaki kötü karizmasını toparlamak için makyaj yapmayı sürdürecek. Şöyle ki, bu sözleşmeyle yapılacak makyajın yansıması, 11 yıllık iktidarı boyunca sürdürdüğü, aslen süründürdüğü, kadın politikasını rayına koymuş bir AKP, “sağ”duyulu vekillerini dahi hizaya sokmuş bir meclis, yargıda önlem-koruma-kovuşturma-destek mekanizmaları hakkındaki düzenlemelerin kusursuzca tasarlandığı, sosyal sorumluluklarını fonlar alarak yerine getirmiş liberal sivil toplumcu organizasyonlar olacak. Böylelikle kadının geleceği, yaratılmak istenen “Yeni Türkiye vizyonu”nda yapılan makyajın etkisiyle bir süreliğine parlak görünecek, ancak bize göre kadının ışığı bu vizyonda da kısa sürede sönecek ve yalancılar katliamlar karşısında kör olacaklar. Çünkü bahsi geçen sözleşmedeki açmazlar bunu açıkça belirtiyor.

Bazı kadın örgütlerinin özellikle yasal süreçler hakkında sözleşmeyi AİHM benzeri uluslararası bir başvuru mekanizması olarak görmesi, bu açmazlardan sadece biri. Etki alanları farklı da olsa Birleşmiş Milletler’in CEDAW’ı da benzer bir mekanizma olmasına karşın hiçbir şekilde uygulanmadı ve uygulanmıyor. Özellikle LGBTİ bireylere yönelik gerçekleştirilen nefret cinayetlerini ele aldığımızda her türlü ayrımcılığın, katliamlarla artarak sürdüğü gerçeğini yadsıyamayız.

Yine AİHM’nin karalarının uygulanmasında da durum farksız değil. Örneğin zorunluğu askerliği reddeden vicdani retçilere yönelik usulsüz uygulamalar, AİHM kararlarına rağmen sürüyor. Yine sözleşmenin maddelerinden biri olan “şiddet gören kadınlara mülteci statüsünün verilmesi” konusu da bir muamma. Türkiye’nin taraflarından olduğu Cenevre Protokolü’ne göre mültecilerle ilgili bir “coğrafya kısıtlaması” var ki mülteci statüsü sadece Avrupa’dan gelen göçmelere verilebiliyor. Demek ki; sözleşmeye göre yoksulluktan kaçıp Türkiye’ye sığınan Gürcistanlı göçmen kadın yaşamak adına sürüklendiği fuhuş batağından çıkartılıp kaçak olduğu anlaşıldığında sınır dışı edilerek tekrar yoksulluğun ortasına, ülkesine gönderilecek. Bu durum bir o kadar ironik değil mi? Üstelik sözleşmede yer alan psikolojik şiddetin dahi cezalandırılması maddesi buradaki göçmen kadına yönelik işletilmiyor çünkü sözleşmede kastedilen psikolojik şiddet aynı şey değil! Bu da bir o kadar ironik değil mi?

Yine sözleşmeye göre sözde namus üzerinden işlenen cinayetlerle ilgili yasal süreçte katillere “haksız tahrik indirimi” şeklinde uygulanan cezai durumlar gibi herhangi bir şiddet eylemi de mazeret kabul edilmeyecek. Psikolojik şiddet dâhil, kadına yönelik şiddete yardım yataklık eden herkes sözleşme kapsamında cezaya tabi tutulacak. Buradaki açmaz şu ki, kadının beyanı dışında uygulanan şiddetin herhangi bir denetim mekanizması tarafından belgelenememesi. Yani kanıt yoksa ceza da yok.

Devlet her zaman her koşulda kadına yönelik şiddete karşı hep kör, sağır ve dilsiz oldu, olmaya devam ediyor. Bu yüzden bahsi geçen sözleşmedeki açmazlara da şaşırmamamız gerek. Çünkü tek etkili çözüm olarak devlet-meclis-yargı üçgenini işaret eden ve bu alana sıkışan kadın da, kadın mücadelesi de içinden çıkılmaz bir açmazda. Çünkü en nihayetinde şiddeti önleyebilmek şiddeti üreten ve sürdüren mekanizmaların dışında bir mücadeleyle mümkün kılınabilinir. Yoksa mücadele ne kadar ironik kalır değil mi?

Kadın mücadelesi derken…

Erkekler geçtiğimiz Ağustos ayında, 14 ilde, 22 kadını katletti. Kadınlardan biri öldürülmeden hemen önce polise şikâyetçi olmuştu. Bir erkek ise denetimli serbestlikle cezaevinden çıktıktan sonra eşini öldürdü. Bir kadın boşanmak istediği için, biri cinsel ilişkiyi reddettiği için, biri aile kararıyla öldürüldü ve ve ve daha nicesi…

Biz her şeye rağmen mücadele ederek ve her yerde filizlenerek kök salan bir dayanışmayla durdurabiliriz yaşanan tüm cinayetleri. Bir kadın onu 43 yerinden tornavidayla bıçaklayarak katletmeye çalışan eski eşi tarafından rahatsız edildiğinde, ona sahip çıkan mahalleli; eşi tarafından kan revan çoluk çocuk sokağa atılan kadının, ona dayanışmayla açılan kapısındaki anne-baba-kardeş; tecavüze uğrayan bir kadını en temiz duygularla sevebilen bir sevgili; işe giderken bindiği otobüste tacize uğrayan kadının sessiz çığlığını yükseltecek ses; dokuzuncu katın camını silerken canı pahasına yere çakılan ev işçisinin yaşamını elinden alanlara duyulan öfke; daha 12’sinde gelin edilen çocuğun hayallerini çalmayan bir gelecek; eşi yüzüne kezzap döktüğünde “güzelliği” eriyen kadına güzel bakabilen gözler; yoksulluğun çaresizliğinde yoksunlaşan kadının sermayesine umudu katanlar; cinsel yöneliminden ötürü kadına nefretle değil sevgiyle kucak açanlar; kadınlar, kadınlar ve kadınlar ancak direnerek, örgütlenerek ve dayanışmayı büyüterek yıkacaklar bu düzeni.

Ne bu erkek katil devlet, ne bu erkek katil yasa, ne bu erkek katil meclis değil bir tek kadınlar, kadınlar ve kadınlar değiştirebilir bu soyu erkek düzeni. Ve böylesine birer birer katledilirken bizler, üzüntümüzle değil, adliye saraylarında öfkemiz ve dayanışmayla erkek egemen düzenin boğazında düğümleneceğiz.

Nefes kestikçe, nefes alacağımız gün özgürleşeceğiz!

Zeynep Kocaman
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kadınlar Direnin Örgütlenin, Dayanışmayı Büyütün” -Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/18/kadinlar-direnin-orgutlenin-dayanismayi-buyutun-zeynep-kocaman/feed/ 0
“Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/ https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/#respond Tue, 29 Jul 2014 11:52:19 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/ “ne kaçabiliyorum, ne de kaçmayı biliyorum…” Yoksulluk ve yoksunlukla başa çıkmanın yolu olarak göçüyorlar. Kimisi çoluk çocuk, kimisi bir başına. Sandığımızdan daha yakınımızdalar. “Şanslı” olanları evinizi temizliyor, hastanıza bakıyor. “Şanssız” olanları fuhuş ticaretine sürükleniyor. Yaşadığımız ülkede, yılda ortalama 700 bin ile iki milyon kişi fuhuş mağduru. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 175 milyon kişi ise, doğduğu […]

The post “Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“ne kaçabiliyorum, ne de kaçmayı biliyorum…”

Yoksulluk ve yoksunlukla başa çıkmanın yolu olarak göçüyorlar. Kimisi çoluk çocuk, kimisi bir başına. Sandığımızdan daha yakınımızdalar. “Şanslı” olanları evinizi temizliyor, hastanıza bakıyor. “Şanssız” olanları fuhuş ticaretine sürükleniyor.

Yaşadığımız ülkede, yılda ortalama 700 bin ile iki milyon kişi fuhuş mağduru. Uluslararası Göç Örgütü’ne göre 175 milyon kişi ise, doğduğu ülke dışında yaşıyor ve bunun yarısı kadın. İnsanları “düzensiz göç”, “güvenlik tehdidi” tanımlarına sıkıştırarak zorda bırakan devlet politikalarıysa zaten ortada. Sadece bu değil; ataerkil sistem, kadının mağduriyetini daha da perçinliyor.

Kadınlar, göç eden erkeği memlekette bekleyen konumunda değillerse şayet; erkeğin “eş”i, çocukların annesi olarak geliyor, ev içi bakıma dair her türlü emeği üstlenir konumda yer alıyorlar. Artık günümüz sistemi de büyük oranda kadın emeği üzerinden yükseldiğinden, kadınlar ev içinde ve dışında, her yerde, türlü işlerde çalışır hale geldiler. Bu yüzden, sadece göç eden erkeğe eşlik eden değil; kendi kurgularıyla göç eden de oldular.

Gelişlerin özellikle eski Sovyet ülkelerinden olması, soğuk savaşın bitişi ve Türkiye’nin 80 sonrası küreselleşmeye bodoslama eklemlenmesiyle doğrudan ilişkili; ki çoğu Moldova, Rusya, Ukrayna, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan. Sayıları ise her geçen gün artıyor, çünkü ülkelerinde ciddi boyutta bir işsizlik ve geçim sıkıntısı var. Tek çareyi göç etmekte bulsalar da, onları bekleyen başka başka sıkıntılarla her an yüzleşmeleri kaçınılmaz. Bunlardan biri de fuhuş ticareti.

Fuhuş ticareti yapanlar; pasaportlarına el konularak, hüviyetleri alınarak ya da borçlandırılarak tehdit ediliyor ve fuhuşa zorlanıyorlar. İş bulamayınca borç bitmek bilmiyor ve yine karşılığında fuhuş dayatılıyor. Bu işi bırakmak istediklerindeyse; önce baskı, sonra kaba dayak, ardından psikolojik yıpratma… Zorla fuhuş, kadınların değer yargılarını da alt üst ediyor. Hele ki memleketlerinde bu işi yaptıklarının duyulması, zaten ölüm demek. Bu korkuyla girdiği bataktan çıkmayı göze alamayanlarsa oldukça fazla.

Memleketlerindeki geçim sıkıntısı, daha iyi bir yaşam tahayyülü, biraz para kazanma umudu kadınları çaresizlikte bırakıyor. Yabancı olmaya dair zorluklar, bu çaresizliğin sadece bir parçası. Örneğin, yasal çalışma ve ikamet izni almanın zorluğu, yabancı kadınların hareket alanını oldukça daraltıyor. Çünkü “kaçak” oldukları anlaşıldığında sınır dışı edilmekten korkuyorlar. Henüz türkçe öğrenmemişse, adresleri, yönleri bilmiyorsa; zaten eli, kolu bağlı.

Geçtiğimiz günlerde göçmen kadınların yaşadıkları tacize karşı kadın örgütlerince yapılan bir eylemdeydim. Ancak önyargılarla bezeli ve son derece ataerkil bir toplumuz, hele ki konu kadın ve cinsellik olunca.

Beyazıt’ta başlayan buluşma, Yenikapı’nın ara sokaklarına dek sürmüştü. Sokak aralarında yürürken “Göçmen kadınlara yönelik tacize hayır” sloganlarını duyup kulak tıkayan bakışlar, fuhuş batağına sürüklenen göçmen kadınlar için, ya “Erkeklerimizi elimizden alan Nataşalar” ya da “Bebeklerimize biz yokken iyi bakamayan, canı isteyince de kaçan yabancı bakıcılar” şeklinde konuşmalar duydum, işittim. Daha da kötüsü, onların yaşamlarının arka planından hiç haberimiz yok, yoktu!

Oysa bir gün dayanışmaya hepimizin ihtiyacı olacaktır. Kadın olmanın zorluğuna bir de göçmen olmak eklendiğinde, bu dayanışmaya çok daha fazla ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Kadınların öfkesinin sınır tanımadığı bu düzenin yıkılacağı günün ve sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın özlemiyle…

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kaçabilmiyorum” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/29/kacabilmiyorum-nergis-sen/feed/ 0