Zeus – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 02 May 2017 09:59:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan https://meydan1.org/2017/05/02/anti-anti-demokratik-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2017/05/02/anti-anti-demokratik-mercan-dogan/#respond Tue, 02 May 2017 09:59:59 +0000 https://test.meydan.org/2017/05/02/anti-anti-demokratik-mercan-dogan/ Bugün Avrupa diye kullandığımız sözcük, her ne kadar yoğunluklu olarak coğrafik bir alanı karşılayacak gibi kullanılsa da, aslında kavramın içeriği bundan ötesidir. Kıta olarak tanımlanan coğrafyaların özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’nın coğrafik olarak nerede başlayıp nerede bittiğini tanımlamak çok mümkün değildir. Bu muğlaklığın sebebi, Avrupa sözcüğünün anlamının coğrafya disiplini içerisinde bulunmamasıyla doğrudan ilgilidir. Avrupa fikri, […]

The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bugün Avrupa diye kullandığımız sözcük, her ne kadar yoğunluklu olarak coğrafik bir alanı karşılayacak gibi kullanılsa da, aslında kavramın içeriği bundan ötesidir. Kıta olarak tanımlanan coğrafyaların özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’nın coğrafik olarak nerede başlayıp nerede bittiğini tanımlamak çok mümkün değildir.

Bu muğlaklığın sebebi, Avrupa sözcüğünün anlamının coğrafya disiplini içerisinde bulunmamasıyla doğrudan ilgilidir. Avrupa fikri, coğrafyadan çok kültürden doğmuştur. M.Ö. 7. yüzyılda, Yunanlı yazarlar tarafından, Akdeniz’in kendi taraflarında kalan kısmını Asya’dan ayırmak için kullanılmıştır. Avrupa (Europa) ile ilgili mitolojik söylenceler bile bu “ayrışma” üzerine kurulmuştur. Zeus’un ya da Girit krallarının kaçırdığı Fenike kralının kızı Europa, “ait olduğu topraklardan” Girit’e götürülmüştür.

Avrupa fikrinin temelinde, bu ayrışma süreci önemli bir rol oynar. Kelimenin ilk olarak Yunanlılar tarafından, kendilerinin Akdeniz’in veya Ege Denizi’nin öbür tarafında yaşayan insanlardan daha farklı olduklarını göstermek amacıyla kullandığı söylenir. Avrupa, “biz” ve “onlar” arasına bir sınır çekmek için bilinçli olarak kullanılan bir kavramdır.

Oryantalizm Tartışması

Avrupa’nın “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımını bu denli anlayabilmemize olanak veren en verimli tartışmalardan birisi kuşkusuz oryantalizm tartışmasıdır. Edward Said’in 1978 yılında yazdığı Oryantalizm kitabı, dünya üzerindeki uygarlıkların, Batı-Doğu gibi ayrımların ortaya çıkma nedenlerini anlama çabasıydı. Said’in iddiası, Avrupa’nın kendisinin dünyanın merkezi olduğu inanışıyla ilişkiliydi. Said’e göre “Batı”, bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle, kendini tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu amacını gerçekleştirmek adına hayali bir doğu üretmişti.

Yani Avrupa, kendini Avrupalı olmayan üzerinden tanımlamış ve ondan farklılaştırmış; aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde, insanlığın en ileri aşamasını temsil ettiğini savunmuştur. Buna karşı, Avrupalı olmayansa bu aşamanın dışında tutulmuştur. Avrupalı’nın tanımlandığı “Avrupalı olmayanı öteki olarak görme” aşaması; “ötekini hegemonya altına alma” aşamasına evrilmiştir.

Oryantalizm tartışmalarında Avrupa’ya ilişkin olanı daha iyi anlamamıza olanak veren en kullanışlı kavramlardan birisi; Doğu’nun, Batı’nın kimliğinin kurucu-ötekisi olmasıdır. Yani Avrupa, Avrupalı olmayana ontolojik olarak bağlıdır.

Oksidentalizm

Ian Buruma ve AvishaiMargalit, 2004 yılında Oksidentalizm: Düşmanlarının Gözünden Batı isimli kitaplarını yayınladıklarında, oryantalizm tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Oksidentalizm, oryantalizmin tersine çevrilmiş halidir. Kavram, Doğu’nun Batı ile ilişkili klişe görüşlerini ifade ederken; Avrupalı olmayanların “Avrupa’ya ilişkin olanı” tanımlamasında kullanılır.

Bunun açığa çıkmasında, özellikle 18. ve 19. yüzyıllardaki kolonyalist hareketler etkili olmuştur. Doğu’da yaratılan olumsuz Avrupa imajında, sömürgeleştirilen coğrafyaların ekonomik, toplumsal ve siyasi zararları etkilidir. Bu deneyimler, Avrupa’yla ilgili olanın kötüye kodlanmasına; Avrupa’nın sadece olumsuzla ilintilenmesine yol açmaktadır.

Oryantalizm de oksidentalizm de dünyayı algılama, anlama, açıklama ve tanımlamada iki farklı bakış açısıdır. Avrupa’nın Avrupa olmayan algısı da Avrupa olmayanın Avrupa algısı da sadece birer düşünceden ibaret değildir. Aynı zamanda eylemdir. Her iki tarafta da var olan, diğerini ötekileştirme olgusu ve ötekileştirme sürecinde ortaya çıkan biri gerçek biri kurgu iki farklı Avrupa ve Avrupa olmayanın ortaya çıkmasıdır.

Türkiye-Hollanda ve Almanya Gerilimini Anlamak

Mart ayı içerisinde, Tayyip Erdoğan ve AKP’li bakanların, referandum süreciyle ilgili miting yapmak için Hollanda’ya ve Almanya’ya gitmek istemesi ve iki devletin hükümetinin de talebe olumsuz geri dönüşü üzerine başlayarak devletler arası siyasi gerilime dönen süreci, yukarıda bahsettiğimiz arka plan üzerinden anlamaya çalışmak önemli.

Demokrasi ve faşizm üzerinden karşılıklı ithamlara (hatta tehditlere) ve protesto gösterilerine neden olan gerilim süreci, evet/hayır referandum günlerinde yaşanmakta olduğu gibi, birbirinden beslenen bir zıtlığın içerisine sıkıştırıldı. TC, maruz kaldığı uygulamaların “anti-demokratik”liğini anlatmaya; Hollanda ve Almanya, rahatsız oldukları “anti-demokratik” OHAL sürecinin Erdoğan ve hükümete verdiği “sınırsız olanaklar”ın yalnızca TC ile sınırlı olduğunu göstermeye çalıştı. Erdoğan ve hükümet karşıtı Merkel ve Rutte (ve Avrupa’daki sağ popülist partilerin neredeyse hepsi) de Avrupalı olmayanlara yönelik söylemlerini yükselteceği yeni zeminler bulmuş oldu.

Peki, bu “anti-demokratik” başlıklı gerilimden kim kazançlı çıktı dersiniz? Erdoğan ve hükümet iç-dış siyasetin gündemini değiştirebildi, referandum çalışmasını da bu gündem üzerinden gerçekleştirdi. Rutte, her ne kadar “popülist dalganın sonu” diye seçim zaferini ilan etse de, onun seçim galibiyetinin ardında yatan temel mesele de bu gerilimdi. Almanya, özellikle Türkiye’den göç etmiş vatandaşlarına yönelik (çifte vatandaşlıkların kaldırılması da dahil olmak üzere) bir dizi yeni uygulamayı gündemine aldı, bu değişikliği meşrulaştıracak zemini buldu.

Bizlerse, bu gerilim sürecinde, oryantalizm/oksidentalizm tartışmalarında değindiğimiz iki farklı ötekileştirme biçimiyle karşı karşıya kaldık. Tıpkı başka meselelerde de olduğu gibi…

İki seçeneğin de yanlış olduğunu bildiğiniz bir durumda, daha az yanlış olanı desteklememiz gerekmez. Devletli siyasetin bireyi zorunda bıraktığı şey tam da budur. Avrupa da Erdoğan ve hükümet de içinde bulunduğumuz yeni siyasal konjonktürde kendi “biz”lerini yapılandırıyorlar. Ama emin olun, o “biz”in içinde “biz ötekilerden” kimse yok!


Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/02/anti-anti-demokratik-mercan-dogan/feed/ 0
“Kadının Fıtratında Eşitlik Var ” – Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2014/12/19/kadinin-fitratinda-esitlik-var-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2014/12/19/kadinin-fitratinda-esitlik-var-zeynep-kocaman/#respond Fri, 19 Dec 2014 18:41:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/19/kadinin-fitratinda-esitlik-var-zeynep-kocaman/ İktidar “Kadının Fıtratında Eşitlik Yok” diyerek, her zaman olduğu gibi kadını yok saymayı sürdürüyor. Tarih ve iktidarlar, bize her zamanki gibi yalan söylüyor. Biliyoruz ki kadın, hep iktidarın -yani “erk”in- uzağında, eşitliğin ve özgürlüğün yanıbaşında duruyor. Pandora’nın Kutusu Yunan mitolojisinde tanrılar dışındaki ölümlü ilk kadın, ismi “Tanrıların armağanı” anlamına gelen Pandora’dır. Tanrı erkek Zeus, Pandora’ya […]

The post “Kadının Fıtratında Eşitlik Var ” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İktidar “Kadının Fıtratında Eşitlik Yok” diyerek, her zaman olduğu gibi kadını yok saymayı sürdürüyor. Tarih ve iktidarlar, bize her zamanki gibi yalan söylüyor. Biliyoruz ki kadın, hep iktidarın -yani “erk”in- uzağında, eşitliğin ve özgürlüğün yanıbaşında duruyor.

Pandora’nın Kutusu

Yunan mitolojisinde tanrılar dışındaki ölümlü ilk kadın, ismi “Tanrıların armağanı” anlamına gelen Pandora’dır. Tanrı erkek Zeus, Pandora’ya yeryüzüne inerken “Asla açmayacaksın!” dediği bir kutu verir. Fakat Pandora kutunun içinde ne olduğunu merak eder, kutuyu açar. Kutunun açılmasıyla tüm yeryüzüne hastalıklar, savaşlar ve felaketler yayılır. Pandora “Açmayacaksın!” denilen kutuyu açarak hem merakına yenilmiş, hem de tanrı erkeğe itaatsizlik etmiştir.

Günümüzdeyse “Pandora’nın kutusu”, “olumsuz ve kötü şeyleri içinde saklayan” anlamında bir deyim olarak kullanılır.

Lilith’in İsyanı

Mitolojide kadın ve erkek arasındaki cinsiyet çatışmasını tetikleyen ilk etken, kadının erkeğe itaatsizliği olmuştur. Yunan mitolojisindeki Pandora gibi bir başka kadın, Lilith de karşımıza itaatsizliğiyle çıkar. Pandora her ne kadar tanrı erkeğe itaatsizlik etmişse de, cinsiyetler arası çatışmanın en net ve belirgin izlerini, Lilith mitinde görebiliriz. Çünkü Lilith’in itaatsizliğinin çıkış noktası, kadın ve erkek arasındaki eşitlik istemidir.

Lilith, erkeğin kendisinden itaat etmesini istemesine karşı çıkmıştır. Cinsel birleşme sırasında Lilith’in sırtı yere, toprağa değmektedir; Adem’inkiyse gökyüzüne. Simgesel olarak; yeryüzü anaerkil, gökyüzü ataerkildir. Yer, yani toprak ile gökyüzü iki uç noktadır. Toprak, doğurganlık ve üretkenlik çağrışımlarıyla kadını imgelerken; diğer yandan ölüm, cehennem, lanetlenme ve kötülük gibi olumsuz çağrışımları da içinde barındırır. Gökyüzüyse tanrısal olanı, temizliği ve saflığı çağrıştırmaktadır. Bu büyük bir farklılıktır ve Lilith bunu kabul etmez. Lilith, yalnız cinsel birleşmelerinde Adem’in hep üstte olmasına itiraz etmekle kalmaz; onun gibi her alanda söz sahibi olma isteğini de dile getirir, savunur. Adem ise Lilith’in bu isteklerini kabul etmez. Bunun üzerine Lilith, Adem’i terk ederek birlikte yaşadıkları cennetten kaçar. Lilith’in isyanı, kadın ile erkek arasındaki cinsiyet çatışmasının başlangıcı olarak görülmüştür. Birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Adem’den ayrılan Lilith, Tanrı’nın söylenmemesi gereken adını anarak hep imrendiği göğe doğru yükselir. Artık Lilith, dışlanmışların arasındadır.

Lilith’in isyanı, beraberinde ölümü doğurur, cehenneme dönüşür, kötülükleri çağırır. Eski Ahit’teki şeytanlardan birinin, çocuk hırsızı Lilith olduğu söylenir. İnanışa göre Lilith hamile, doğum yapmış kadınlara ve bebeklerine zarar vermektedir. Yahudi mitolojisinde de Lilith önemli bir rol oynar. Çocukları geceleri boğarak öldürdüğü, ancak çocuklar uyurken ona tebessüm ederlerse, o zaman onlarla oynadığı söylenir. Çeşitli kültürlerde, yeni doğan çocukların kötü kalpli Lilith’e karşı korunması için muskalar kullanılır.

Günümüzde Anadolu’da da benzeri bir inanç hala sürmektedir. Alkarası, albastı, alanası ya da değişik yörelerde başkaca isimlerle karşımıza çıkan bu kadın canavarın, doğum yapmış kadınlara ve bebeklerine zarar vereceğine inanılır.

Ataerkil kültürün Lilith’i bir canavar haline getirmesiyle, kadınlara yüklenilen olumsuzluklar bitmemiştir. Bu olumsuzluklardan Havva da nasibini almıştır. Üç büyük dinde de, Havva yasak meyve olan elmayı, Adem’i kandırarak yedirmiştir. Havva’ya elmayı veren bir yılandır ve bu yılanın ise Lilith olduğu söylenir. Havva, Tevrat’a göre, her ne kadar Adem’in cennetten kovulmasına neden olsa da; itaatkâr ve uysal bir kadındır. Lilith ise baştan çıkarıcı, fettan ve şeytandır. Başlangıçta kadın ile erkeği topraktan yaratan tanrı, Adem’in Lilith onu terk ettikten sonra yalvarması ve yalnız kalmak istemediğini söylemesi üzerine, erkeğin gereksiz bir organından kadını yaratır. Yani yeni yaratılan kadın, Lilith gibi eşitlik istemeyecektir.

Lilith, mitolojide bu şekilde biçimlendirilirken, yazınlarda da benzer şekillerde yer bulur. Goethe’nin Faust adlı kitabında “Walpurgin Gecesi” adlı bölümde, Faust ile Mephisto arasında geçen konuşmada, Faust’un “Bu kim?” sorusuna Mephisto “Lilith” diye cevap verir ve devam eder; “Adem’in ilk eşi o, sakın kendini ondan, onun güzel saçlarından, süsünden ve ışıltısından. Çünkü ağına düşürürse genç bir erkeği, asla bırakmaz bir daha geri.” Bu cevabıyla Mephisto, Lilith’in diğer bir özelliği olan, erkekleri güzelliğiyle etkisi altına almasına göndermede bulunur. Lilith, güzel ve arzulu bir kadın olarak söz konusu edilir ve geceleri ziyaret ettiği erkeklere şeytani zevkler yaşatır. Lilith, fantastik roman yazarlarının kitaplarında kullanmaktan hoşlandıkları bir figürdür. Sanat alanında da “femma fatale” (fevkalade tehlikeli olan anlamında) figürüyle karşımıza çıkar.

Lamia’nın Kaçışı

Yunan mitolojisindeki isyankar bir başka kadınsa Lamia’dır. Lamia, mitolojide Tanrı Zeus’un eşi Hera tarafından lanetlenmiş ve şeytani bir canavara dönüştürülmüştür. Zeus’la yaşadığı yasak ilişkiden olan çocukları, Hera tarafından hunharca öldürtülünce, yaşadıklarına dayanamayarak deliren ve kaçan; sonrasında da bir mağarada tek başına yaşamaya başlayan Lamia’nın, bu mağarada geceleri kaçırdığı çocukları yediği söylenir. Aynı zamanda uykusuzluk hastalığına yakalanan Lamia, kaçırdığı çocukların kanlarını emerek bir vampire dönüşmüştür. İlk çağlarda, Yunanlı anneler yaramaz çocuklarını “Lamia canavarı gelecek!” diye korkuturlarmış.

Bu anlatıda, bir erkek için savaşan iki kadın yoktur; aslında güçlü olan erkeğin, her iki kadını kendine itaatkar kılma isteği vardır. Ancak Lamia, Hera gibi Zeus’un isteklerine itaat etmemiştir ve bu yüzden kaçarak lanetlenmiştir. Lilith ve Lamia çeşitli kültürlerde, erkekleri korkutan ve güçlerini çoğunlukla yaptıkları kötülüklerden alan kadınlar olarak varlıklarını sürdürürler.

Medea’nın İntikamı

Medea mitini ilk anlatanın, üçüncü yüzyılda yaşamış bir erkek olan Rodos’lu Apollonios olduğu söylenir. Ama anlatının bilinen birkaç değişik versiyonu vardır. Medea, Iolkos Kralı’nın oğlu Iason’u görünce, ona bir anda aşık oluverir. Aşık olmayı kendi seçmemiştir, onu Iason’a aşık eden, aslında Tanrıça Hera’dır. Hatta Hera’nın Eros’a, okunu Medea’nın kalbine saplamasını emrettiğinden söz edilir.

Medea, ailesindeki diğer kadınlar gibi; simyacı, otacı ve bir büyücüdür. Medea, aşık olduğu erkeğe tahtı ele geçirmesi için yardım eder. Karşılığında istediği tek şey ise, onu Yunanistan’a, ailesinin yanına götürmesidir. Iason, planlandığı gibi Medea’nın yardımıyla tahta çıkar ve birlikte Yunanistan’a dönerler. Iason’un amcası Korinthlilerin kralı Pelias, -hak etse dahi- tahtını Iason’a vermek istemeyince Medea, Pelias’ın kızlarına babalarını gençleştireceği sözünü vererek onların yardımını alır ve Pelias’ı öldürür. Böylece Iason, belirli bir süre için de olsa, tahta geçmeyi başarır. Daha sonra, Pelias’ı öldürdükleri için Iason ve Medea çocuklarıyla birlikte sürgün edilir ve Korinth’e yerleşirler. Iason, kralın kızı Glauke’ye aşık olur ve Medea’ya onunla evlenmek istediğini, çocukları da yanına alacağını söyler. Bir başka kadın yüzünden terk edildiğini düşünen Medea, Glauke’ye zehirli bir gelinlik hediye eder. Glauke gelinliği giyince yanarak ölür. Bu kez Medea bu olaydan dolayı sürgün edilir, yedi kızını ve yedi oğlunu ise koruması için Hera’ya bırakır. Korinthliler kralları ile prenseslerinin öcünü almak için Hera’nın tapınağına gelip Medea’nın bütün çocuklarını öldürürler.

Yazar Eleonora Pfeifer, Yunan mitolojisinde özellikle kadınların bu hallere sokulmasının tarihsel nedenleri üzerinde durmuş ve şöyle yazmıştır:

“Antik dönemde açıkça dile getirilen, ama bize derslerde asla anlatılmayan bir kadın düşmanlığı olduğu gerçeğini bilmek gerekir. Antik dönem, yalnız erkeklerin söz sahibi olduğu ilk toplumsal durumları ortaya koymuştur. Bu dönemin öncesinde, özellikle çocuk doğurdukları için özel bir ayrıcalığın, kadınlara karşı saygının olduğu biliyoruz. Ataerkilliğin başlamasıyla, ideolojik nedenlerden dolayı, dişil olan her şey aşağılanıp ayaklar altına alındı. O zamanlar ortaya çıkan felsefeye göre kadınlar, tam bir insan sayılmazdı. Aristo: ‘Kadın, gelişiminin ilk basamaklarında kalmış eksik bir erkektir. Erkek doğasına uygun olarak daha yücedir; kadın ise daha aşağıdır…’ Antik Yunan’da erkeğin erkeğe duyduğu aşk, erkeğin kadına duyduğu aşktan resmen daha yücedir. Eski anlatılarda geçen, ‘gökyüzünde oturan tanrıçalar’ın yerini erkek Tanrılar aldı. Anlatılarda o kadar korkunç kişilik özellikleri taşıyan kadınlar görüyoruz ki, kadınlar şeytanlaştırıldılar.”

Medea’yı intikama sürükleyen anlatıda, çılgın bir kadının öfkesinin zavallı kurbanı olan bir erkek anlatılır. Aslında gerçek kurban, en başından beri Medea’dır. Çünkü sevdiği erkek için yaşadığı yerden, ailesinden kopmuş, onu yüceltmek ve başarıya ulaştırmak için her şeyi yapmıştır. Ama ataerkil kültür, yarattığı bu fedakar kadına, sonunda ihanete uğradığı için girdiği bunalım sonucu korkunç bir çılgınlık yakıştırmış; onu yalnızca bir katile değil, dahası kendi çocuklarını öldüren bir canavara dönüştürmüştür.

Sonuç

Bahsedilen üç mitolojik figür de, ilk başta eş, sevgili ve erkeğin isteklerini yerine getiren kadınlar olarak ortaya çıkmakta ve erkeğe itaat ettikleri süre boyunca herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Ancak Lilith’te olduğu gibi erkekle eşitlik isteminde bulunup tanrı tarafından cezalandırılınca, Lamia gibi Zeus’un yasak aşkı olduğu ve ondan çocuklar doğurduğu için Zeus’un eşi Tanrıça Hera tarafından cezalandırılınca, mitolojide adeta kıskançlığın ve intikamın trajik figürü olarak anlatılan Medea gibi eşi Iason’a karşı bütün özverisine rağmen çocuklarıyla birlikte terk edilip cezalandırılınca, bu üç kadın figürü de birer canavara dönüştürülmüştür.

Antik Yunan’ın Medea’ya kazandırdığı olumsuz özellikler sonucunda günümüzdeki boşanmalar da Medea’nın ruhsal durumuyla özdeşleştirilerek, bir tarafın diğerine karşı çocuğu kışkırtıcı bir şekilde kullanması “Medea Kompleksi” olarak ifade edilir.

Anlatılarda şeytan, büyücü, canavar olarak geçen kadınların her birinin öyküsü, bir eşitlik ve özgürlük öyküsüdür aslında. Yaratılış mitlerinin hemen hepsinde kadınların yaratılışıyla ilgili kısımlar, farklı kültürlerde olsa bile birbiriyle bağlantılıdır. Çünkü dini kitaplar ve kültürlerde kadının var oluş nedeni “erkek” olarak anlatılır. “Evrende ilk önce kaos vardı” diye başlayan sözde, kadınların söz konusu edilen tanrı ve tanrıçalar arasındaki cinsiyete dayalı eşitsizliğe karşı çıkmaları, aslında kadının yüzyıllardır süren toplumsal yapıdaki kabul görme savaşımının ön hazırlıkları gibidir. Kadına biçilen roller -tanrıça da olsa- genellikle ataerkil yapının kadınlara benimsettiği pasiflik, doğurganlık ve ev içi roller olarak karşımıza çıkar. Buna itaat etmeyenlerse bir şekilde cezalandırılır. Tıpkı Lilith’in Adem’e karşı çıkarak eşitlik istemesi ve tanrıya başkaldırdığı için baştan çıkartıcı dişi şeytan, cadı olarak, erkeklere karşı cinselliğini kullanarak kendi istediği şeyleri yaptıran femme fatale bir kadın olması gibi.

Antik dönemden modern çağa kadar kadın ile erkek arasındaki ilişki, hep erkekler lehine düzenlenmiş; erkek egemenliği, gerek anlatılara kültürün verdiği biçimle, formunu değiştirerek yaşamlarını sürdüren simgelerle, gerekse bu tür figürlere dinsel görünüm katarak desteklenmiştir. Ataerkil sistem, tüm dinlerde kadını ikincil konuma yerleştirilerek kadınlar üzerinde tarih boyunca sürecek bir baskı kurmayı başarmıştır.

 

Zeynep Kocaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kadının Fıtratında Eşitlik Var ” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/19/kadinin-fitratinda-esitlik-var-zeynep-kocaman/feed/ 0
“Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/ https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/#respond Sat, 20 Sep 2014 14:13:25 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/ Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nin üçüncüsü bu sene 3-5 Eylül tarihleri arasında Aristoteles Üniversitesinde gerçekleşti. Festivalin ilk gününde Yunanistan’ın güney doğusunda altın madeni projelerine karşı mücadele veren Halkidiki halkı ve çalıştıkları fabrikayı işgal ederek öz-yönetimle işleten ve yeniden üretime geçen Vio.Me. işçileri konuştu. Panelde ana hatlarıyla mücadelelerin ortaklaştırılmasından ve dayanışmanın nasıl büyütülebileceğinden bahsedildi. “Sorunlarımız aynı, […]

The post “Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nin üçüncüsü bu sene 3-5 Eylül tarihleri arasında Aristoteles Üniversitesinde gerçekleşti.

Festivalin ilk gününde Yunanistan’ın güney doğusunda altın madeni projelerine karşı mücadele veren Halkidiki halkı ve çalıştıkları fabrikayı işgal ederek öz-yönetimle işleten ve yeniden üretime geçen Vio.Me. işçileri konuştu. Panelde ana hatlarıyla mücadelelerin ortaklaştırılmasından ve dayanışmanın nasıl büyütülebileceğinden bahsedildi. “Sorunlarımız aynı, düşmanlarımız ortak. Bu yüzden birliğimizi güçlendirmeliyiz.” mesajı verildi.

İkinci gün konuşmalarında Kanada, İtalya, Japonya ve Fransa’dan katılan anti-otoriter oluşumlar “commons” (kamusal ya da kolektif) kavramı üzerine bir tartışma gerçekleştirdiler.

Festivalin üçüncü ve son gününde gerçekleştirilen, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz’in de konuşmacı olarak katıldığı kapanış panelinde, Bosna’dan Minel Abaz, Saraybosna başta olmak üzere tüm Bosna’da yükselen faşizmin ve anti faşist hareketin gelişimini aktardı. Panelde Hollanda’dan RoarMag editörlerinden Jerome Roos “Ölmekte olan dünyanın yerine doğan yeni dünyada patlak veren isyanlar” başlığı altında gerçekleştirdiği konuşmasında son süreçte birbiri ardına gelişen toplumsal isyanların siyasi arka planını ve birbirine olan etkilerini yorumladı. Alp Temiz ise Devrimci Anarşist Faaliyet adına yaptığı konuşmasında “Taksim Gezi İsyanından Geriye Ne Kaldı?” başlığıyla bir sunum gerçekleştirdi. Bir önceki yıl yine Doğrudan Demokrasi Festivali’nde ayrıntılı olarak Taksim Gezi isyanından ve onun toplumsal etkilerinden, sonrasında gelişen mahalle forumlarından ve mahalle forumlarında doğrudan demokrasinin işleyip işlemediğinden bahseden Alp Temiz bu sunumda yalnızca Taksim Gezi İsyanından sonraki toplumsal politizasyonun değişimini inceledi.

Meydan Gazetesi- Yunanistan'da Yeniden Doğrudan Demokrasi- Furkan Çelik Didem Deniz Erbak1

Politik olarak gittikçe homojenleşen ve liberalleşen algılarda toplumsal muhalefetin örgütsüzleştirildiği, bireye indirgendiği bir dönemde Soma katliamı ile sonrası kapitalizme karşı verilen mücadelede örgütlülüğün şart olduğunun toplum nezdinde daha anlaşılır hale geldiğine değindi.

Öte yandan özellikle Taksim Gezi İsyanıyla birlikte artan toplumsal muhalefetin, AKP ve Erdoğan karşıtlığına indirgenerek etkisizleştirilmesine vurgu yaptı. AKP karşıtlığıyla seçimlerden medet uman siyasi partiler ve örgütlerin, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile üst üste yenilgiye ve hayal kırıklığına uğrayarak derin bir sessizliğe gömüldüğünden bahsetti.

 

Taksim Gezi İsyanının ve diğer toplumsal olayların yarattığı politizasyonu seçimlerde oy’a dönüştürmeye çalışan siyasi yapıların; mücadeleye yeni adım atmış olan bireylerin algılarında yeşeren umudu seçimlere kanalize ettiğinden ve seçimlerde gerçekleşen yenilgilerle de bu bireylerde umutsuzluğa ve devrime olan inancın yitmesine yol açtığından bahsetti. Tıpkı bugün, geçmişte yaşadığı yenilgilerin etkisiyle “Biz zamanında çok mücadele ettik olmadı, sen kendini kurtarmaya bak” propagandası yapan ebeveynler gibi bu yenilgiyi içselleştiren günümüz gençlerinin bir on sene sonra kendi çocuklarına aynı propagandayı yapan ebeveynlere dönüşebileceği örneğini verdi.

Festival süreci boyunca festivale katılan siyasi grupların yanı sıra suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele eden grupların, üretim ve tüketim kooperatiflerinin, çeşitli kitapevlerinin ve Vio.Me. işçilerinin ürettiği temizlik malzemelerinin tanıtımı ve ürün satışları yapıldı.

Patronlarla Devlet El Sıkışırken Selanik Halkı Sokaklardaydı
Üç gün süren festivalin ardından 6 Eylül günü Selanik’te kapitalist şirketlerle yunan devletinin yöneticilerinin pazarlık konferansına karşı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Aralarında Yunanistan başbakanı ve bakanlarının ve Yunanistan’daki en büyük holdinglerin patronlarının da olduğu konferansın katılımcılarını korumak için Atina dahil pek çok şehirden otuz binin üzerinde polis Selanik’e getirildi.

Aristoteles Üniversitesi önünde toplanan Doğrudan Demokrasi Bloğu pankartının arkasında Antiotoriter Hareket, Vio.Me. işçileri ve Halkidiki’de madenlere karşı mücadele veren köylüler ortaklaşa bir kortej oluşturdu.

Devrimci Anarşist Faaliyet de, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Doğrudan Demokrasi Bloğu içerisinde “Anarşist Devrime Faaliyetle” pankartıyla ve kara bayraklarıyla yürüyüşe katıldı.

Konferansı protesto etmek için sokaklara çıkan on binlerce kişi Selanik içerisinde uzun bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe katılımın fazla olması nedeniyle dükkanların büyük bir bölümü kepenk kapattı. Yürüyüş sırasında sık sık kapitalizme ve devlete karşı sloganlar atılırken yürüyüş kortejlerini sağlı sollu ablukaya alan polis, eylemcileri sürekli provoke etti.

Geçtiğimiz yıl kapatılan, ardından işsiz kalan işçilerinin binayı işgal etmesiyle bu sefer özyönetimle yeniden yayın yapmaya başlayan Yunanistan Devlet Radyosu ve Televizyonu’nun (ERT) önüne gelindiğinde Doğrudan Demokrasi Bloğu korteji ERT binasına dayanışma pankartı astı. Bu bekleme sırasında eylemcileri kalkanlarıyla itmeye başlayan polis, korteje biber gazı sıktı. Bu esnada ERT televizyonu penceresinden bir ERT işçisi de slogan atarak polisin saldırısını protesto etti. Eylemcilerin kol kola girerek sloganlar atmasıyla polis geri çekilmek zorunda kaldı ve Doğrudan Demokrasi Bloğu yürüyüşüne devam etti. Yürüyüşün başladığı noktaya gelindiğinde ise eylem sonlandırıldı.

Meydan Gazetesi- Yunanistan'da Yeniden Doğrudan Demokrasi- Furkan Çelik Didem Deniz Erbak2

Vio.Me. Dayanışması Toplantısı
Vio.Me. işçilerinin yanı sıra direnişteki metro işçilerinin, su ve kanalizasyon işçilerinin, Dayanışma Hastaneleri’nin gönüllüsü hekim ve hemşirelerin ve Anarko-sendikalist örgütlenmelerin de yer aldığı toplantıda endüstri işçileri sendikası kurulması önerisine karşılık Selanik yerelinde tüm sektörleri kapsayan ortak bir sendika kurulması önerisi tartışıldı. Tartışma sonrasında sendikal bir çalışma başlatılması noktasında ortaklaşıldı. Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz de toplantıda söz alarak Vio.Me. deneyiminin Anadolu topraklarındaki işçi mücadeleleri için de önemli bir örnek teşkil ettiğini vurguladı. Devletlere ve kapitalizme karşı verilen mücadelede işçilerin yanı sıra tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etti.

Atina Nosotros Sosyal Merkezi’nde Taksim Gezi İsyanı ve Sonrası Etkinliği
Selanik’te düzenlenen Doğrudan Demokrasi Festivali’nde konuşmacı olarak davet edilen Devrimci Anarşist Faaliyet, festivalin sonlanmasının ardından, 11 Eylül günü, Atina’da gerçekleştirilen bir etkinlikte daha yer aldı.

2008 yılında Aleksis’in polis tarafından katledildiği Exarcheia Mahallesi’nde yer alan Nosotros Sosyal Merkezi’nde düzenlenen etkinlikte “Taksim Gezi İsyanı, Yeni Bir Siyasal Tarz Mı?” ve “Taksim Gezi İsyanı’ndan Geriye Ne Kaldı?” başlıklı iki sunum gerçekleştirildi. Birincisi isyan süresince gerçekleşen sosyal politik ve kültürel etkileşimler ve mahalle forumlarında doğrudan demokrasinin ne kadar uygulanabildiği incelendi. İkinci sunumda ise isyan sonrasındaki gelişmelerin siyasal etkileri incelendi. Özellikle Soma katliamının toplumsal muhalefet üzerindeki etkileri ve seçimlere yüklenen anlamın toplum üzerindeki etkileri tartışıldı.

Sunumun ardından soru cevaplar, tartışmalar ve değerlendirmelerle etkinlik son buldu.

Yunanistan Devletinden DAF’lılara Polis Baskısı
Doğrudan Demokrasi Festivali’ne konuşmacı olarak Yunanistan’a davet edilen DAF’lılar Selanik’e vardıkları ilk gün polis baskısıyla karşılaştı. Festival’in birinci günü gece saat 1 civarlarında Aristoteles Üniversitesi’nden ayrılıp konakladıkları yere doğru ilerleyen DAF’lılar XANΘ (Hant) meydanından geçerlerken 80 motosikletli polis (yerel adıyla Zeus) ve 3 polis aracıyla toplamda 90’dan fazla polis tarafından etrafları sarılarak durduruldu. “Yasadışı dokümanlar nerede?” “Neden Yunanistan’dasınız” gibi sorularla çantaları ve üstleri aranan DAF’lılar daha sonra Yunanistan’a giriş izinlerinin olup olmadığının kontrol edileceği gerekçesiyle kendilerinden istenen pasaportlarını polislere gösterdi.
Pasaport kontrolünün ardından polis tekrardan üst araması yapmak isterken çıkan gerilim sonucunda Devrimci Anarşist Faaliyet’ten Berk Rona çeşitli bahaneler gösterilerek göz altına alındı. Gözaltına alınarak karakola götürülen Berk Rona’yı diğer DAF’lılar, Selanik’te mücadele veren Antiotoriter Hareket’ten yoldaşları ve avukatlar sabah saatlerine kadar karakol önünde bekleyerek yalnız bırakmadı. Gözaltına alınan Berk Rona ertesi gün öğle saatlerinde çıktığı mahkeme sonrasında “suçsuz bulunarak” serbest bırakıldı.
7 Eylül günü ise Vio.Me. işçilerinin davetiyle işgal edilen fabrikada gerçekleşen Vio.Me. dayanışması toplantısına katılan ve burada bir dayanışma konuşması yapan DAF’lılar fabrikadan ayrıldıkları sırada yine 10 motosikletli polis (Zeus) tarafından arabaları durduruldu. Pasaportlarına el konan DAF’lılara araç içerisinde uzun süre bekletilerek fiili gözaltı işlemi gerçekleştirildi.
DAF’lıların dokümanlarına el koymak isteyen polis ile DAF’lılar arasında çıkan kısa süreli tartışmanın ardından DAF’lılar tüm dokümanlarını ve pasaportlarını geri alarak yollarına devam ettiler.

Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yunanistan’da Yeniden Doğrudan Demokrasi” – Didem Deniz Erbak & Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/20/yunanistanda-yeniden-dogrudan-demokrasi-didem-deniz-erbak-furkan-celik/feed/ 0