Masadaki Boş Tabak

Sayı 10, Haziran 2013

En son neyinizi kaybettiniz? Anahtarınızı? Nasıl da aramışsınızdır. Ya içerde kalmışsınızdır ya da dışarda çünkü. Ama çok da dert etmemişsinizdir. Nasılsa bir çilingir açacaktır kapınızı, anahtarcı size dilediğiniz kadar çoğaltacaktır anahtarınızdan.

Cüzdanınızı? Evet, tahmin ederiz, bu da çok can sıkıcıdır. İçinde bir sürü kimlik vardır. Şimdi hepsini yeniden çıkarmanız gerekecektir. Banka kartı varsa da hemen iptal etmelisinizdir, yoksa birisi sizin yerinize hesabınızı boşaltabilir. Belki bir miktar nakit de gider cüzdanınızla birlikte. Ama kimlik kartlarınız da, bankaların verdiği kartlarda yeniden çıkarılır.

Belki de işinizi kaybettiniz yakın bir zamanda. Biraz alacağınız kalmıştır üstelik içerde. Ama zaten çok da sevmiyordunuz o yerde çalışmayı. En iyisi biraz dinlenmek. Sonra yine uygun bir iş bakarsınız kendinize. İşinizi kaybetmeniz de çok da üzmez aslında sizi. Hatta sevindirir.

Bir kitabınızı da kaybetmiş olabilirsiniz pekâlâ. Daha henüz okumamıştınız oysa. Yeni almıştınız ya da bir arkadaşınız vermişti size. Geri vermeseniz olmayacak. Neyse ki yakındaki bir kitapçıdan alabilirsiniz o kitabı. Belki baskısı kalmadıysa sahafların birinde mutlaka karşınıza çıkacaktır kaybettiğinizi düşündüğünüz o kitap.

Anlaşıldı, bir akrabanızı kaybettiniz. Size çok emeği geçmişti ama çok da yaşlıydı zaten. Üstelik bir de hastalığı vardı ki, “allah kurtardı” diyebilirsiniz onun ölümüne. Toprağı bol olsun, arada gider mezarını ziyaret ederek anarsınız. Ne de olsa ölümlü dünya.

Aklınızı kaybetmek! İşte bu en son akla gelecek bir şey olurdu herhalde sizin için. Önce sabrınızı kaybetmeniz gerekirdi. Sonra umutlarınızı kaybetmeniz. Neyse ki tıp her gün ilerliyor, antidepresanlar ile mutluluk veren ilaçlar ile daha sabırlı daha da mutlu görünebilirsiniz. Hatta unutkanlığın bile bir çaresi var artık. Aklımızı kaybetmek de üzülecek şey değil artık günümüzde.

Sanırım artık neyimi kaybettiğimi söyleme sırası bana geldi. Ben çocuğumu kaybettim. Kaybettim dediğim, unutmadım da düşürmedim de. Aklımdan da çıkmadı. Tam tersine yani nerde olduğunu bilmiyorum. Bilmiyorum da değil biliyorum ama söyleyemiyorum. Ya da söylüyorum da sesimi işiten yok.

Biliyorum, karışık oldu biraz. Yani dostlar, demem o ki, ben çocuğumu kaybettim, ama onu kaybeden ben değilim.

Onu, onu kaybetmek isteyenler kaybetti. Onun düşüncelerini, ideallerini, duygularını, özlemlerini kaybetmek isteyenler kaybetti.

Aldılar ve bir daha getirmediler. Çocuğumu yalnızca onlar da kaybetmedi. Çocuğumu bu duruma ses çıkarmayanlar da, bu durumdan çıkarı olanlar da, bu durumu kabullenenler de kaybetti aslında.

Ben kaybettim, onlar da kaybetti. Biz kaybettikçe herkes kaybetti.

Herkes kaybettikçe daha da kaybolduk.

O masadaki tabak mı? Çocuğumun.

Mutlaka dönecek, biliyorum. Gittiğinden beri nasıl onun tabağını da yemeğini de ayırıyorsam, bugün de, aradan onca yıl geçmesine rağmen bugün de hala ayırıyorum.

Onu kaybetmiş olabilirler. Ama onun yok olmasına izin verecek değilim.

Onun mezarı yok diye yaşamadı da demek değil.

O, ben yaşadıkça yaşayacak.

O yaşadıkça da ben.

(“Uluslararası Gözaltında Kayıplar Haftası”, dünyanın farklı ülkelerinde kayıplar gerçeğine dikkat çekmek için düzenlenen bir hafta. Bu yıl 17-31 Mayıs tarihleri arasında Uluslararası Gözaltında Kayıplar Haftası dahilinde Türkiye’de de birçok eylem düzenledi. Gözaltında kaybetme suçunu sistematik bir şekilde işleyen TC Devleti’nin gözaltında kaybettiklerine, katlettiklerine karşı hesap soran Cumartesi Anneleri kaybettiklerinin hesabını hafta boyunca sokaklarda, meydanlarda, Adli Tıp Kurumu’nun önünde sormaya devam etti.)

Sezgin Bulut

Meydan Gazetesi Sayı 10, Haziran 2013

Paylaşın