Militarizme Direnen Kadın Rela Mazali

Sayı 18, Mayıs 2014

İsrailli Rela Mazali, uzun yıllardan bu yana, antimilitarizmin toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkisine dair yaptığı çalışmalarıyla tanınan bir yazar. Kendisini antimilitarist ve feminist olarak tanımlayan Mazali, özellikle İsrail’de sürmekte olan savaş ortamına, zorunlu askerliğe, etnik ayrımcılığa ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmekte ve bu alanda çalışmalar yürütmekte.

İsrail’deki zorunlu askerliğe karşı vicdani ret çalışmaları yürüten New Profile’ın kurucularından olan Mazali ile, dünyanın birçok yerinde 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü etkinliklerinin düzenlendiği şu günlerde buluştuk. İsrail’deki vicdani ret hareketini, New Profile’ı, işgale karşı antimilitarist mücadelenin önemini ve bir kadın olarak antimilitarist mücadelenin toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkisini Rela Mazali’den dinledik.

Merhaba Rela. Sizin de içinde bulunduğunuz ve birlikte mücadele ettiğiniz New Profile, İsrail’de militarizme karşı mücadele etmekte olan örgütlenmelerin arasında en bilinenlerinden. Öncelikli olarak, New Profile’dan kısaca bahsedebilir misiniz?

New Profile 1998’de kuruldu. Kurulumunda ben dahil birçok kadın arkadaşım vardı. Bu süreçte erkek akadaşlarımız da bizlerle birlikte hareket ettiller. Hareketin içinde güçlü bir queer kanat da var. New Profile’ı toplumun militarizasyonunu önlemek için kurduk. Çünkü İsrail’de insanlar maruz kaldıkları militarizasyonun farkında değil. Feminist bir temelde ve hiyerarşik olmayan bir yöntemle bu organizasyonu oluşturmaya çalışıyoruz. Diğer coğrafyalarda benzer niyetlerle kurulmuş oluşumlarla ilişki halinde olarak mücadele alanını genişletmeye çalışıyoruz.

Vicdani ret, militarizme karşı mücadelemizdeki ayaklardan yalnızca biri. Biz, militarist hizmete karşı her türlü direnişi destekliyoruz. İnsanlara sahip oldukları haklar noktasında bilgiler veriyoruz ve vicdani retlerini açıkladıklarında nelerle karşılaştıklarına ilişkin bilgilendiriyoruz. Dürzü retçilerle yakın ilişkilerimiz var.

Dürzü Retçiler:: İsrail’de yaşayan ve Müslüman olan Dürzüler, İsrail devletinin dayattığı zorunlu askerliği reddetmektedir. Kendilerini Filistinli olarak ifade eden ancak İsrail'de yaşayan Dürzüler, işgale karşı İsrail ordusunda yer almayı reddetmektedir. Dürzülerden bazıları vicdani retlerini pasifist ya da eline silah almama gibi bir zeminde değil, etnik kimlikleri temelinde,bazıları ise dini temelde açıklıyor. Orduya katılmayı reddederek vicdani retlerini açıklayan Dürzü retçiler arasında, askeri cezaevlerine kapatılanlar da vardır.

Militarizmin, yaşadığımız coğrafyada, sirayet ettiği gündelik yaşamlardaki belirleyiciliği çok yüksek. Bu durumİsrail’de de benzer sanıyorum. Buna ilişkin birkaç örnek verebilmeniz mümkün mü?

İsrail ‘de özellikle eğitimin bu noktadaki belirleyiciliği çok fazla. Her lisede ordu mensupları bulunuyor ve okullar bazen askeri üslere ziyaretler düzenleniyor. Hatta kreşlerde bile benzer uygulamalara rastlıyoruz. Örneğin öğretmenler çocuklara askerlerin “ne kadar kahraman olduğunu” anlatıyor ve çocuklardan askerler için paketler hazırlamasını istiyor. Sonrasında çocuklar genelde gidip “annelerine” bunu söylüyor ve paket hazırlamak için onlardan yardım istiyor. Bazen ailelerden talepler alıyoruz; örneğin okuldan askerler için paketler istendiğinde, askerler yerine hastanedeki çocuklar için paketler hazırlamak istiyorlar ya da çocuklarının Batı Şeria’ya yapılacak bir geziye gitmesini istemiyorlar.

Bunun dışında, birçok tatil günü, ulusal zafer ya da şehitlik teması ile belirginleşiyor; buralarda yine tehlike, güvenlik ve kahramanlık söylemleri yükseltiliyor.

İsrail gibi, sürmekte olan işgal dolayısıyla ordunun dokunulmaz kılındığı bir coğrafyda, zorunlu askerlik karşıtı çalışmalarda bulunmak, antimilitarist mücadele yürütmek zor olsa gerek. Sizler, yürütmekte olduğunuz savaş karşıtı ve antimilitarist mücadeleden ötürü herhangi bir devlet baskısıyla karşılaştınız mı?

Aslında birkaç yıl önce, sanıyorum 2007’de, 20’nin üzerinde barış aktivisti sorgulama için gözaltına alınmıştı. Birkaçının evleri basılmış ve bilgisayarlarına el konulmuştu. İsrail'de psikolojik olarak orduya elverişli olamamak, askerlik yapmamak için bir neden. Soruşturma dahilinde, bazı arkadaşlarımız gençlere bunu nasıl yapacaklarını öğretmekle suçlanmıştı. Bir soruşturma açıldı fakat sonunda dava açamadılar. Çünkü onlar için buradan bir dosya çıkarmak çok zordu. Fakat baskının birçok şekli var biliyorsun. Bizler çoğu zaman, deli, marjinal kişiler olarak tanımlanıyoruz. Bu da bir çeşit baskı; çünkü bu yüzden insanlar New Profile ile çok ilişkilenmek de tedirgin olabiliyor.

İsrail’de askerlik zorunlu; fakat bunu reddeden vicdani retçilerin sayısı da hayli fazla. İsrail'deki vicdani retçilerin, ret açıklamalarında ortak bir arka plan söz konusu mu?

Askerlik hizmetini yapmayanları daha önce araştırmıştık. Çoğunun bizimle alakası yok ve vicdani retçi ya da muhalif olduklarını bile iddia edemeyiz ama askere gitmiyorlar. İstemediklerinden ya da ekonomik ya da başka nedenlerle askere gitmiyorlar. İnsanlara askerliğin herkesin paylaştığı bir şey olmadığını göstermeye çalışıyoruz. İnsanlar herkesin askere gittiğini varsayıyorlar ve bu yüzden askere gitmezse farklı, garip, marjinal olacağını, herkesin normalde yaptığı bir şeyi yapmamış olacaklarını düşünüyorlar. İnsanların yarısından fazlasının askere gitmediğini gösterdiğimizde insanlar düşünmeye başlıyor: Ben neden gidiyorum?

Peki siz antimilitarist harekete nasıl dahil oldunuz? Kendi hikayenizi anlatır mısınız?

Ben işgal karşıtı hareketin parçasıydım. 1989’da başlayan 1. İntifada hakkında bir film projesi içerisinde yer alıyordum. Film İntifada’yı yapan askerler hakkındaydı, askerlerle röportajlar yapmıştık. Film süreci, beni insanları orduya katılmaya iten nedenler hakkında düşünmeye itti. Ayrıca çocuklarım vardı ve böyle bir toplumda çocuk yetiştirmenin ne demek olduğunu düşünmeye ve yazmaya başladım. O dönemde Amerika’da okuyan bir arkadaşım bana militarizasyon hakkında yazdığımı söyledi. Beni Cynthia Enloe ile tanıştırdı. O dönemde militarizasyon kelimesini bile bilmiyordum. Bana birçok makale gönderdi ve bu konuda çalışmaya başladım.

Daha sonra 1996’da, Netenyahu’nun başbakanlığı döneminde, bir tünelin açılışında çatışma çıktı ve her iki taraftan insanlar yaşamlarını yitirdi. O dönemde birçok insan barışın geldiğine inanıyordu. Ülkenin her yanından, işgal karşıtı hareketten olmayan kadınlar, “gereksiz savaşlara verecek çocularımız yok” dövizleriyle gelmiş, kesişim noktalarında duruyorlardı. Kendilerine “Barış Anneleri” diyorlardı. Onları evimin yakınındaki bir kesişimde gördüm ve gidip konuştum. Kendiliklerinden sokağa çıkmışlar ve öğrenmek istiyorlardı. Politik meseleri anlamak istiyorlardı ve kadın ve militarizm üzerine birlikte çalışabileceğimiz bir çalışma grubu kurduk. İsrail toplumunda askere yazılmayı reddeden ya da bundan kaçınan birçok grupla iletişime geçtik.

Ben de o zamandan bu yana antimilitarist mücadele içerisinde hareket etmeye devam ediyorum.

İsrail’de askerlik hizmeti kadınlar için de zorunlu, fakat bunu reddeden kadınlar da var. Vicdani retçi kadınların karşılaştığı başlıca sorunlar neler?

Militarist bir toplum oldukça cinsiyetçidir. Kadınlar askere çağırılıyorlar, bazıları çarpışmalara giriyor, bazıları ise orduyla ilgili işlerde çalışıyor fakat yine de “gerçek askerler” gibi muamele görmüyorlar, ne toplumda ne de askeriye içerisinde. Bu nedenle kadınlar genelde askere gitmeyi reddetmeyi daha kolay buluyorlar. Ordu, birçok kadının reddini kabul ediyor. Kadınların askerlik yapmaması, erkeklere göre daha “kolay”. Fakat geçtiğimiz yıllarda biraz daha zorlaştı. Bazı kadın retçiler askeri cezaevine gönderildi. Eğer bir vicdani retçi olarak tanınmaya başlarsanız, işler daha da zorlaşıyor. Sorgulanıyorsunuz, aşağılanıyorsuz, size inanmıyorlar… Bunlar çok stresli süreçler, genelde ilk görüşmede reddinizi kabul etmiyorlar ve işi yokuşa sürüyorlar. Bu genelde çok uzun sürüyor ne olacağını bilmiyorsunuz.

Bununla birlikte New Profile’da değil fakat daha büyük vicdani ret hareketlerinde de kadınlar çok “önemli” değildir. Kadınlar, devletin gözünde “gerçek askerler” olmadıkları için “gerçek vicdani retçiler” gibi de görünmezler.

İsrail devletinin Filistin topraklarındaki işgali, İsrail’deki antimilitarist hareket açısından çok büyük anlam taşıyor. Antimilitarist hareket, işgale karşı nasıl bir mücadele öngörüyor?

Doğrudan işgale karşı çalışma yürüten birçok grup var ve biz birçoğuyla farklı nedenlerle biraraya geliyoruz. Barış İçin Kadın Koalisyonu, şu anda bağımsız hareket eden bir yapı fakat ilk kurulduğunda bir koalisyon olarak hareket ediyordu ve New Profil da bu koalisyonu kuranların arasındaydı. Biz bu koalisyonu kurarken, New Profile olarak farklı bir odağımız olsa da, işgale karşı mücadele etmeye odaklanan böyle bir koalisyonun bir parçası olmayı da önemsiyorduk. Şu anda New Profile olarak hala bu koalisyonun eylemlerine katılıyoruz, çalışma gruplarında yer alıyoruz.

İşgale karşı mücadelede sistematik bir programımız yok fakat sistematik olarak çalışma gruplarıyla dayanışma gösteriyoruz. Diğer taraftan İsrail’in militarizasyonu üzerine çalışmalar ortaya koyan bir başka grup daha yok. Biz gruplar arasında çalışmaları önemsiyoruz fakat diğer taraftan toplumu dönüştürmeye çalışmak da önemli. Çünkü böylece işgali, baskıyı ve topraksızlaştırmayı engelleyebiliriz. Tüm bunlar militarizasyonla çok temelden ilişkili. Düşman ve tehdit algısıyla sürekli yeniden üretilen bir durum.

Aslında işgal, İsrail toplumunda militarizasyonun normalleşmesinde ve meşrulaştırılmasında çok büyük rol oynuyor.

Evet, biz de böyle düşünüyoruz. İşgal, militarizasyonun normalleştirilmesi için de bir bahaneye dönüşüyor. Bu çatışma, iktidarı elinde tutanların kullanabileceği ve onların işine yarayan bir koza dönüşüyor. Toplumsal sorunların üzerini örtüyor. Mesela insanlara cinsiyet rollerine ilişkin bir meseleden bahsettiğinizde, önce çözmemiz gereken başka konular var diyerek, güvenliği konu ediyorlar. Yoksulluk, cinsiyetçilik, ayrımcılık ya da Yahudi toplumundaki ırkçılık, hepsi ikincil sorunlar olarak düşünülüyor. Asıl çelişki burada ortaya çıkıyor. Ve bu arada iktidardakiler yeni neoliberal politikalarını devreye sokarak, yoksulu daha da yoksullaştırıyor. Böylece militarizasyonu, çatışmayı normalleştiriyor ve bunu kendilerine yarayacak şekilde kullanabiliyor.

Son olarak bir kadın ve bir antimilitarist olarak cevabınızı ayrıca önemsediğimiz bir sorumuz olacak. Cinsiyet politikaları üzerine çalıştığınızı, feminist mücadelenin içinde olduğunuzu aynı zamanda miltarizasyona karşı da mücadele içinde de yer aldığınızı biliyoruz. Peki siz, kadın mücadelesi ve antimilitarist mücadele arasındaki ilişkiyi nasıl ele alıyorsunuz?

Genelde ben bunu şu şekilde tanımlarım, militarizasyon her zaman “biz” ve “onlar”a ihtiyaç duyar. “Onlar” hep düşmandır. “Biz” ise kendimizi korumalıyız. “Onlar” “biz”i tehdit ederler ve korkutucudurlar. Algı bu şekilde üretilir. Fakat aslında bence militarizasyonun üç kutbu vardır. “Biz”, “onlar” ve “ev”. “Biz” askerdir. “Onlar” düşmandır. Üçüncüsü ise “ev” kadındır, o kırılgandır ve böyle olmak zorundadır. Çünkü böylece düşmandan korunmak için erkeğe ihtiyaç duyar ve erkek de ayrıcalıklarını ve üstünlüğünü buraya koyar. Kadınlaştırılan, kırılganlaştırılan ve kırılgan olarak kalması gereken bir kutup vardır, böylece onu korumayı vazife edinen erkek kendi ayrıcalılarını kaybetmeden bu rolünü devam ettirebilir ve “seni ben koruyorum” söylemini tekrarlayabilir. Bu kırılgan kadın, evdeki kadın ve çocuklar her daim idealize edilir. Ev sıcaktır ve hep oraya dönmek istenir, ve asker buna da ihtiyaç duyar. Bir “düşman” olmasa dahi, bu gelecekte olmayacağı anlamına gelmez ve korunması gerek bu kırılgan, zayıf şeye her zaman ihtiyaç duyar. Bu nedenle zayıf, kırılgan ve korunmaya muhtaç olan bu kutup hep böyle kalmalıdır.

Militarist bir toplumda kadın kaçınılmaz olarak, hangi yolla olursa olsun, her zaman daha aşağı bir pozisyonda tutulmalıdır. İsrail çok “modern”, çok Batılı görünüyor. Batılı toplumlarda hiç cinsiyetçilik yokmuş gibi bir algı üretiliyor. Kadınlar özgürmüş gibi bir görüntü yaratılıyor. İsaril’de kadınlar o kadar eşit ki, orduya bile katılıyorlar gibi bir hava yaratılıyor. Aslında birçok yönden İsrail toplumunda kadının pozisyonu her daim ikincil. Benim gibi kadınlar, görece ayrıcalıklı olan kadınlar bile ikinci sınıf. Bu nedenle militarizme karşı verilen mücadele, feminist bir mücadeledir. Bu, kadınlara uygulanan ayrımcığa karşı, başka gruplara uygulanan ayrımcılığa karşı bir mücadeledir. Ve kadınların bu militarizasyonun bir bileşeni olarak bu mücadelede tavır alması oldukça önemlidir.

Röportaj için çok teşekkür ederiz. Erkek egemenliğine, militarizme ve onun devamlılığını sağlayan devlete karşı mücadelenin daha da büyümesi ümidiyle…

Merve Arkun

Meydan Gazetesi Sayı 18, Mayıs 2014

Paylaşın