AIDS’ten Ebolaya Kapitalizm Hastalıktır

Sayı 21, Ekim 2014

Ebola ismi Afrika’daki bir nehirden gelir. İnsanlarda ve insan dışı primatlarda viral hemorajik ateş şeklinde ciddi hastalık formlarına yol açar. Mikrop, hastaların kan ve vücut sıvıları ile bulaşır. İshal, kanama, deri döküntüleri ve yüksek ateşe neden olur.

Salgın yüzünden 2 bin 300 kişi yaşamını yitirirken, 20 bin kişinin Batı Afrika ülkeleri Nijerya, Liberya, Gine ve Sierra Leone’da yayılan Ebola salgını tehdidi altında olduğu biliniyor. Ebolanın bulaştığı kişinin bir hafta içeresinde yaşamını yitirme oranı ise %90.

Bu bir hastalığın hikâyesidir. Siyah ile beyazın, fakir ile zenginin, köle ile efendinin, ezilen ile ezenin hikâyesidir. Bu ölürken acı içinde ölüp, kireçlenerek toplu mezarlara gömülenler ile huzur içinde ölüp nur içinde yatanların hikâyesidir. Bu “beyazlar ölüp gitmesin” diye, üzerinde bin bir türlü deneyler yapılıp “gebertilen” siyah çocukların hikâyesidir. Bu senin hikâyendir, bu benim hikâyemdir. Bu, ebolanın AIDS’in, sarsın, deli dananın, vebanın, bu ALS’nin, ilaç şirketlerinin, ölümle kardeş olan bir kıtanın ve nihayetinde kapitalizm denen ölümcül hastalığın hikâyesidir!

Salgın

Son günlerde dünya yeni bir hastalıkla çalkalanıyor. Batılı ülkeler havaalanlarındaki siyahilere şüpheli gözlerle bakıp, en ufak bir hastalık belirtisi gösteren Afrikalıyı karantinaya alıyor. Her gün onlarca Afrikalı bu hastalık yüzünden ölürken, beyazlar korkuyla bu hastalıktan bahsediyor.

Ebola, bir zamanlar bütün Avrupa’yı kasıp kavuran “veba” ya benzetiliyor. Anlaşılan o ki, efendiler geçmişte saraylarına saklanıp kurtulmayı umdukları veba salgınından sonra benzer bir yöntem bulmuşlar; kendilerini bir saraya kapatmak yerine, bu sefer salgının olduğu ülkeleri kapatıyorlar. Salgının yoğunlaştığı Orta ve Batı Afrika ülkelerinin birçoğunda sınırlar kapatıldı, sadece belli başlı birkaç havaalanı çalışıyor.

Mikrop da Bir Silah Olabilir

Size de, bu hikâye tanıdık gelmedi mi? AİDS, sars, deli dana, kuş gribi, domuz gribi, her yıl ortaya çıkan bu hastalıklarla hayatını kaybeden onlarca, yüzlerce yoksul… Peki, tüm bu ölen insanların büyük çoğunluğunun Afrikalı siyahiler olduğunu fark ettiniz mi?

Tabi ki bu hikâyenin bir öncesi var; bayağı bir öncesi… Jared Diamond, Tüfek, Mikrop Çelik adlı çalışmasında, beyazların nasıl olup da, siyahlara üstün geldiğini, bu toplulukları nasıl kendi himayesine alıp onları köleleştirildiğini araştırırken diğer ikisiyle birlikte şunu da bulur: Beyazların kendi topraklarından getirdikleri ve kendilerinin bağışıklık kazandığı hastalıklar. Avrupalıların, Amerika kıtasında giriştiği katliamda 20 milyon yerlinin katledildiği ve bunların %95’inin Avrupa’dan gelen hastalıklardan öldüğü biliniyor. Niyetim hastalığın sömürgeci değil, hastalığı yayanların sömürgeci olduğunu anlatmak. Teksas’taki Kızılderili Soykırım Müzesi’nde ortaya çıkan bir belgeye göre, suçiçeği hastalığı, Lenape Kızılderililerine, Teksas-Kızılderili savaşları sırasında, Teksas askerlerinin çiçek hastalığı ile enfekte olmuş battaniyelerinin vermesiyle yayılıyor.

Sömürgecilerin Afrika’daki hikâyesi biraz farklı seyretse de, aynı şekilde sonuçlanıyor. Beyaz yerleşimciler, Afrika kıtasını boydan boya kat ederek, önlerine ne çıkarsa yağmaladılar, insanları köleleştirip katlettiler, kısacası Afrika’yı “yaşanabilecek” hale getirdiler. Fakat bu sefer bir problemle karşılaştılar. Bu defa yerlilerin bağışıklığının bulunduğu sıtma hastalığı Tropikal iklimle ilk defa karşılaşan beyazları vurmuştu. Beyazlar ve beraberinde getirdikleri hayvanlar topluca ölüyorlardı. Beyazlar bunun da çaresini buldular. Yerleşimciler, geçmişte siyahların yaşadığı geniş alanlara yayılmış yerlere kendileri yerleşip, sıtmanın yayılımını en aza indirgeyerek, siyahları da yüksek nüfus yoğunluğuna sahip modern şehirlerdeki ve kasabalardaki açlığa, yoksulluğa ve hastalığa bulanmış kenar mahallerine tıktılar. Bu da enfeksiyonun biçim değiştirerek, geçmişte bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmış yerlileri tekrar öldürmeye başlamasına yol açtı. Bugün sıtma, birçok Afrika ülkesinde yaşamları hala ciddi anlamda tehdit eden bir hastalık. Son beş yıl içinde ortalama 450 bin ila 750 bin kişi sıtmaya yakalanıyor ve ölüm oranı da 300 bin ile 400 bin kişi arasında değişiyor. Özellikle çocuklara baktığınızda, herhangi bir hastanede, günde ortalama 7 çocuk ölüyor ve hastanelerin ayakta tedavi servisindeki çocukların % 45'inde sıtma var.

İlaç Şirketleri

Beyazlar, kucaklarında götürdükleri ölüm, kölelik, yıkım ve hastalık karşılığında, elmas, altın, platin ve gümüşle dönüyorlardı. Afrika kapitalizm için adeta bir cennetti, bir yandan değerli madenler, diğer yandan tropikal meyveler, ucuz hatta bedava insan gücü. Kapitalizmin içindeki tüm sektörler bu kıtadan paylarını alırken tabi ki ilaç şirketleri de boş durmuyor, kendilerine düşen payları da alıyorlardı.

İlaç şirketlerinin insanlar üzerinde yaptığı deneyler, genellikle gizli kapaklı bir şekilde yürütüldüğünden bu konuda çok sağlıklı veriler bulmak mümkün olmuyor. Ama hastalıkların ve çözüm için üretilen aşıların muhakkak ki insanların üzerinde denendiği aşikâr.

1957-1960 yılları arasında Kongo civarındaki bir milyon kişi üzerinde çocuk felci aşısı denemeleri yapılmıştı. Ne büyük tesadüftür ki, AIDS de aynı yıllarda, aynı bölge civarında ortaya çıkmıştı. Tabi ki ilaç şirketleri ve akademi bu iddiayı yalanlamak ve olayın üstünü örtmek için çalışmaya başladı. AIDS’i ilaç şirketlerinin ortaya çıkardığını iddia edenler akademilerden ötelendiler, makaleleri reddedildi ve AIDS’in çıkış hikâyesi için yeni senaryolar türetildi. Tabii ki örnekler AIDS ile sınırlı değil. ABD Devleti ve ilaç şirketleri Kübalı tutsaklar ve hastalara ve yine Filipin’de tutsaklara sarıhumma, frengi ve kolera mikrobu vererek, onları türlü deneylerde kullanmıştır; dünya üzerinde birçok masum insanı ya katletmiş ya da hasta etmiştir.

Tekrar ebolaya dönecek olursak; ilaç şirketlerinin bu hastalığa neden olup olmamasından ziyade asıl mesele, bu hastalığa karşı bir çare üretmekte isteksiz olmalarıdır. 1976’dan beri bilinen Ebola son günlerdeki salgına kadar 3000 insanın ölümüne neden olmuş, fakat ilaç şirketleri bunun için kılını dahi kıpırdatmamıştır. Bunun nedeni ise açıktır: Birincisi, “Afrika Pazarı”nın çok karlı olmaması, yani bir Afrikalının 15.000 dolar bulamayacağını bildiği için ölümü “tercih edecek” olması. Bir diğeri ise hastalığın hızlı ilerleyip, hastayı kısa zaman içerisinde öldürmesi nedeniyle uzun ve devamlı bir tedavi sürecine izin vermemesi; yani istikrarlı bir kar sağlamaması. Bu konuda çalışma yapan Teksas Üniversitesi’nden Thomas Geisbert’in “...büyük ilaç şirketlerini ebola aşısına özendirecek bir sebep yok” sözleri de, burada söylemeye çalıştıklarımızı özetliyor.

Katillerin Hayırseverliği

Bill Melinda Gates Vakfı, hastalık ilerleyip beyazları da tehdit etmeye başlayınca, hastalığın çözümü için Dünya Sağlık Örgütü’ne 20 milyon dolar bağışta bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü ise hastalığı çözmek için hastalığı sorumlu olduğu “dünyanın geri kalanı”ndan uzak tutmak için 100 milyon dolar veriyor. BBC ebolanın 3 Amerikalıya bulaştığını manşetten verirken, ölen 2100 Afrikalıdan da “bahsetmeden” edemiyor.

Kapitalizmin kapitalistlerin bir vicdanı var mıdır? Bütün bunlar onların vicdanını hafifletmek için midir? Tabi ki hayır, kapitalizmin vicdanı yoktur. Fakat muktedirlerin, altında yaşayanları, “Avrupalı ve Amerikalı vatandaşlarını” rahatlatmaları, geceleri iyi uyumalarını sağlamaları gerekir. Hem her türlü hastalığı kendilerinden uzak tuttuklarını göstermek hem de dünyada kendi neden oldukları yıkımları onardıkları imajını yaratmak için.

Böylece beyazlar rahat uyurlar, dünya ölüm, yıkım ve salgınlarla sarsılırken tıpkı vebadan kurtulmak için kendilerini saraylara kapatan ataları gibi kendilerini evlerine işlerine kapatıp mutlu mesut yaşayıp giderler. Hiçbir şeyi olmayanların, madenleriyle kurulan kapitalist uygarlıklarında 2 yaşında eboladan hayatını kaybeden bir Afrikalı çocuğun yaşayamadığı hayatını yaşarlar. Devletlerinin yaptıkları minik bağışlarla ya da kafalarından aşağı, kahkahalarla boca edilen bir kova dolusu buzlu suyla vicdanlarını dondurarak uyuştururlar. Artık vicdanlar rahat olmasa bile, sıkıntı vermekten uzaktır. Her şey yolundadır.

Özgür Erdoğan

Meydan Gazetesi Sayı 21, Ekim 2014

Paylaşın