Devletin Bonzai KUMPASI

Sayı 21, Ekim 2014

Yaşadığımız topraklara ilk girişi 2010 yılında gerçekleşse de, 2012 yılı itibariyle “piyasa”nın zirvesine yerleşen ve son bir yıldır siyasal, ekonomik ve sosyal gündemde en az Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar kadar yer edinen, (bilinen ismiyle) “bonzai”, her geçen gün yeni bir cinayetin faili olarak karşımıza çıkıyor. Peki, “seri katil” olarak da isimlendirebileceğimiz bu uyuşturucu madde nasıl bu kadar yaygınlaştı? Bir toplumu nasıl oldu da bu kadar çabuk etkisi altına alabildi? Basit bir piyasa mantığıyla arz-talep üzerinden değerlendirilebilir mi? Gündemde geniş yer kaplayan “gelişmelerle” nasıl bir paralellik kurulabilir? Ve belki de en kritik soru: Seri katilin, katliam şebekesiyle nasıl bir bağı var?

Bir Seri Katilin Anatomisi

Öncelikle belirtmek gerekir ki, bonzai uyuşturucusunun özel tekniklerle saksıda yetiştirilen minyatür ağaç yetiştirme sanatı anlamına gelen Japon geleneği olan Bonsai ile organik bir bağı bulunmamaktadır. Yetiştirilme tarzı benzetildiğinden ve uyuşturucunun kimyevi olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesini sağlamak için aynı isim kullanılmaktadır. Hepimizin “bonzai” olarak bildiği bu uyuşturucunun gerçek ismi, Sentetik Kannabinoid’dir. Dünya genelinde Spice Silver, Spice Gold, Spice Diamond, Spice Tropiccl Synergy, Spice Egypt, Yucatan Fire, Smoke, Sence, ChillX, Earth Impact, Gorillaz, Moon Rocks gibi birçok farklı isim ve ambalaj adı altına satılmaktadır. Kurutulan bitki yapraklarına Kannabinoid gibi maddelerin emdirilmesiyle üretilen bu yeni nesil uyarıcı çeşidi, tamamen kimyasaldır. Esrarın etkin maddesi olan THC(TetraHydroCanabinol)ye benzer etkilere sahip olması sebebiyle kuru otlara emdirilmek suretiyle esrar görünümü kazandırılmaktadır. İlk kullanımda bile yüksek derecede bağımlılık yapması ve aynı zamanda %40 civarında ölüm riski söz konusudur.

“Ölüm riskinin bu kadar yüksek olduğu ve alışagelinen uyarıcılarla neredeyse hiçbir alakası olmayan bu maddenin kullanımı niçin bu kadar yüksek?” sorusuna cevap vermek için bonzai uyuşturucu maddesinin dolaşım alanlarına, bu alanlarda yaşayanlara bakmak gerekiyor. Bonzai son derece ucuz ve etkili bir madde. Etkiliden kastım kullanım sonrası görülen halüsinasyonların “son derece gerçekçi, heyecanlı, korkulu, dehşet derecede endişeli” olmasıdır. Kullanımdan sonra kullanıcı, çevresindeki insanları ve maddeleri “vahşet” içerisinde görmekte, canavarlarla boğuşmakta ve bunların hayal olduğunu idrak edememektedir. Çeşitli video paylaşım sitelerinde örnek simülasyonları-canlandırmaları gördükten sonra izleyenin bile psikolojisini tarumar edebiliyor. Kullanıcılara baktığımızda -en azından İstanbul örneğinden yola çıkarsak- çok cüzi miktarlarda çok uzun sürelerde çalışan emekçileri ve yoksul mahallelerde yaşayanları görüyoruz. Selamsız, Alibeyköy, Güngören, Okmeydanı, Dolapdere, Fatih, Gaziosmanpaşa… bu listede akla ilk gelenler. Büyük bir ekonomik yıkımın içinde yaşayan, kapitalist tahakküm tarafından her gün bin bir türlü sömürü çarkına tabi tutulan kalabalıklar, yani ezilenler için bonzai, cazibe unsuru bir oyun olarak sunuluyor. Ayağa kalktığı zaman her türden sömürünün canına okuyabilecek gücü ve haklılığı olan milyonları “uyutmanın-uyuşturmanın” elzemliğinin de, muktedirler tarafından oldukça gerekli görüldüğü ayan beyan ortada. Bu yüzden, devrimci karşı koyuşun örgütlendiği, faaliyetlerin yürütüldüğü yoksul çoğunluğun yaşadığı bölgelere devletin ve kapitalizmin sistematik saldırılarının ilk ayağını uyuşturucu maddenin oluşturması İstanbul/Gülsuyu’ndan Amed/Fiskaya’ya, Meksika’dan İspanya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya değişmez bir kaide. Bu kaide ise iki ayaktan oluşuyor. Devlet, ya çeteleri devrimci odaklar üzerine saldırtıp sindirmeye, katletmeye çalışıyor ya da devrimci güçlere “büyük uyuşturucu tüccarları” gibi iftiralar atıp, kurumları ve mücadelelerini gayri-meşrulaştırma çabasını güdüyor.

Arz-Talep Meselesi ve “Özne Kim?” Sorusu

Yazının başında da belirttiğim üzere bonzai, yaşadığımız topraklara ilk olarak 2010 yılında girdi ancak kendinden bahsettirmesi 2012 yılı itibariyle başladı. 2011 yılında yayınlanan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu, afyon maddesinin Afganistan’da tarla çıkış fiyatının yükselmesi ve bundan dolayı afyon üretiminin düşüşüne bağlı olarak eroin fiyatındaki dalgalanmaların, uyuşturucu şebekelerini ucuz ama kârı yüksek uyuşturuculara sevk ettiğini söylüyor. KOM’un raporuna sadece bakarsak, olayın özünü “görmek” için bir perspektif oluşturamayız. Bir perspektif çizmek için ise bence en iyi yöntem soru sormaktır. Afganistan’da 2001 Ekim’inde başlayan işgal ve Taliban kontrolündeki uyuşturucunun ABD tekeli altına alınma çalışmalarını anımsamak, perspektifi oluşturmanın ilk ayağını oluşturabilir ve “Köktendinci selefi&vahabi İslamcı grupların en büyük kazanç kapısını bir tekele bağlı hale getirmek olarak da açıklanması mümkün olan bu işgalin, 10 yıl içerisinde kontrol mekanizmasını büyük oranda ele geçirmiş her tekelin yaptığını yaparak fiyatları arttırması anlamına mı geliyor" sorusuyla başlayabiliriz. Sorulara devam edecek olursak; 2010 Mortgage Konut Krizi’nin atlatılması için kullanılması planlanan fon kaynağı olarak belirlenen şey uyuşturucunun pazar fiyatına yapılacak olan zam mıydı? Parçalı, birden çok iktidar odağına sahip küresel kapitalizmin kutsal ilkesi olan rekabetçi piyasanın (hem doğal sonucu hem de ironik bir çelişkisi olan) tekeller-tröstler karşısında stratejik bir hamlede bulunmadığı söylenebilir mi? Uyuşturucu ticaretinin bölgedeki dağıtımcısı ve koruyucusu olan El-Kaide’ye karşılık yeni bir çete yaratılmış olabilir mi? 2011'den bu yana Suriye’de yaşanan savaşın en vahşi kiralık katili olan IŞİD, bu denklemde bir yere düşüyor olabilir mi? Öte yandan; IŞİD çetesinin, kendi mensuplarına uyuşturucu kullandırttığı, Ömer kod adlı bir çete mensubu tarafından “Kafa keserek halka bir uyarı veriyorlar. 14 yaşında çocuk kafa kesiyor; düşünün artık. Belki onu o hale getiren hap veriyorlar.” şeklinde itiraf edilirken ve her ne kadar lokal bir örnek olsa da İstanbul/Güngören’de çeteye adam sağlayan ve “abi” olan Hani Mehmet Oruç’un uyuşturucudan birden çok sabıkası olduğu bilinirken; acaba “T.C. Devleti’nin ve onun kendi içindeki devletimsilerinin aradığı kan, IŞİD damarıyla mı sağlanmakta” diyebilir miyiz? IŞİD’in insan ticareti ve fidye kazancıyla beraber en büyük iki kazanç kapısından biri olan uyuşturucu ticareti bir trans-geçiş pozisyonunda olan T.C. için köprüye bağlanan yeni yol mu?

Bu konuyu bağlayıcı son bir soru sormak gerekirse arz-talep kim tarafından gerçekleşiyor?

“Seri Katil” ve “Katliam Şebekesi” İlişkisi

Anlaşıldığı ve bilindiği üzere bonzai örneğiyle birlikte uyuşturucu ticareti “uluslararası ilişkilerin” yansımalarından biri. Ve “uluslararası ilişkilerin” değişmez temel aktörü ise devletler. Yapılan her eylemin, üretilen her ürünün-durumun-yargının odağında devlet vardır. Çoğu devletin kuruluşunda yahut gelişiminde yasadışı kazanç yöntemleri -ki bunların başında uyuşturucu ticareti gelmektedir- kullanılmaktadır. Çoğu devletin içinden biz en bildiğimizi, T.C.’yi ele alalım.

T.C. Devleti’nin iktisaden kalkınmasını sağlayan ilk adımın, ilk ayağın (ki bu milat cumhuriyet rejimin kurulmasıdır) uyuşturucu olması ilk duyulduğunda şaşırtıcı gelebilir. Birazdan okunacak satırlar, bu şaşkınlığın giderilmesinde oldukça doyurucu olacaktır.

-”Olağanüstü bir ilaç. İnsana rahatlık ve mutluluk verir. Ruhsal gücü çoğaltır. Zihni açar. Neşelendirir ve güçlendirir.”

Pek çoğumuz T.C. Devleti’nde 1926-29 tarihleri arasında ilki 1926’da Mecidiye Kışlası’nda (bugünkü Gezi Parkı civarında) Japon Yakuza sermayesi tarafından, ikincisi Ecza-yı Tıbbıye ve Kimyeviye Şirketi adıyla Eyüp/Bahariye semtinde, üçüncüsü ise 1929 Aralık’ında Kuzguncuk’ta Türk Ecza-yı Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi adıyla yönetim kurulunda Belçikalı Michelaere ve Meksikalı Lapin gibi dönemin büyük uyuşturucu baronları ve milli kahraman olarak anılan İsmail Hakkı ve 1947'de başbakanlık yapacak olan dönemin TBMM meclis başkanı Hasan Saka'nın olduğu 3 tane "yasal eroin fabrikası" kurulduğunu bilmeyiz. Yukarıdaki başlık da bu üç fabrikanın reklam/satış sloganıdır. 1929 yılı devlet arşivlerine baktığımızda “yeni cumhuriyet” bünyesinde faaliyet gösteren sanayi şirketlerinin tamamının sermayesi 10 milyon lira, yıllık kârlarının ise 2 milyon lira olduğunu görüyoruz. Bu üç eroin fabrikasının yıllık kârı ise 15 milyon liraya yakındı! 1929 yılı sadece Türkiye’nin bu durumuna has öneminden kaynaklı bir yıl değildir, aynı zamanda kapitalizmin büyük ekonomik buhranının da yılıdır. (Hani ABD’nin iflas ettiği, tüm dünya kapitalizminin dengesini şaşırtan buhran...).

Yine belirtmek gerekir ki, 1926 yılında Cenevre Sözleşmesi uyarınca “eroin” ilaç kategorisinden çıkartılmış ve üretimi yasaklanan bir meta olarak belirlenmişti. Ama T.C. Devleti ve onun biricik yeni elitleri yasakları kulak arkası ediyordu. Hatta okula giden herkese öğretilen Kuvay-ı Milliye’nin kahraman gemileri (Pierre Loti, Lamartine, Bulgaria gibi) cumhuriyet için uyuşturucu nakliyatı yapmak gibi milli hizmetlerine devam ediyordu. Uluslararası toplumdan (ki bunlar aslında uyuşturucu ticaretinin kendi kontrolleri dışında gelişmesine kızan ABD, İngiltere gibi ülkelerdir) gelen baskıları hafifletmek ve aynı zamanda “özel sektör” kaynaklı bozulmaları düzeltmek gibi gerekçelerle T.C. devleti 1933’te T.C. Uyuşturucu Maddeler Tekeli’ni kurdu ve 1937 yılında da Toprak Mahsulleri Ofisi olarak ismini değiştirdi. T.C. kurucu iktidarın gerek kahramanları gerek kurumları gerekse de büyük ekonomik krizi atlatabilen zekâsı, büyük oranda uyuşturucuya yaslanmıştır.

Toparlamak gerekirse, bonzai gibi kimyevi uyuşturucuların hem üretimi hem de dağıtımı 20.yy kapitalizminde olduğu gibi 21.yy küresel kapitalizminde de her daim devlet organizasyonuna ihtiyaç duymaktadır. “Uyuşturucuyla savaş”, “gençliğin ve toplumun korunmasına yönelik önlem” gibi isimlerle çıkartılan yasalar ve yapılan uygulamalar küresel kapitalizmde şirketlerle özdeş birçok özelliği olan devletlerin serbest rekabet piyasasında “tekel” olma isteğinden başka bir anlam ifade etmemektedir. “Yeni dönemlere” geçmek için ihtiyaç duyulan “yeni elitlerin” yaratılmasında, yapısal krizlerden kurtulmada, devletlerarası savaşı başlatmada-sürdürmede-bitirmede uyuşturucu nev’i şahsına münhasır bir yerde duruyor.

Dolayısıyla uyuşturucu, büyük yıkımlar içinde yaşayan milyonlar için ne bir umut olabilir ne de bir vaha. Çünkü uyuşturucu, en büyük katliam şebekesinin ta kendisidir! Yani; Devlettir!

Berk Yeter

Meydan Gazetesi Sayı 21, Ekim 2014

Paylaşın