Sinema da Sınırlar

Sayı 21, Ekim 2014

2014 yapımı Gelin Tarafı (On the Bride's Side) / Yönetmenler: Antonio Augugliaro, Gabriele Del Grande ve Khaled Soliman Al Nassiry / Sahte bir düğün konvoyuyla sınırları aşarak İsveç’e ulaşan 23 kişinin öyküsü

Tel örgüler, çitler, dikenli teller, mayınlar, metrelerce duvar, hendek…

Haritada iki kesikli çizgi olarak gösterilen sınırlar bunlardan oluşuyor. Aslında sınırlar, bölgede yaşayanlar için ayrılık demek, bir coğrafyadan bir başka coğrafyaya aç susuz sürülmek, yollarda katledilmek demek. Sınırlar, bir geçim kaynağına dönüştüğünde ise, tepene yağan bombalar demek.

Diğer sanat dalları olduğu kadar sinema da sınır öyküleri anlatır sık sık. Geçtiğimiz yıl çekilmiş “Gelin Tarafı” isimli belgesel de bunlardan biri.

Sınırlara ve Avrupa’nın göçmen politikalarına karşı bir manifesto niteliğinde sayılabilecek film, aslında, Suriye’de de görev yapmış bir savaş muhabiri olan İtalyan gazeteci Gabriele Del Grande’nin çabasıyla, İtalya üzerinden Avrupa’ya girmeye çalışan 500 kadar Suriyelinin bindiği 2 geminin Ekim 2013 tarihinde Lampedusa açıklarında batması üzerine ortaya çıktı denebilir. Çünkü Grande, bu tarihten sonra Milano’daki Suriyeli kaçaklarla daha yakından ilişki kurar. Hatta birkaçını evinde ağırlar. Sonrasında da onları İsveç’e kaçırma düşüncesi gelişir. Ama nasıl olacaktır bu? Çok geçmeden, bu konuda yönetmen arkadaşı Antonio Augugliaro ve Filistin asıllı Suriyeli şair Khaled Soliman al Nassiry ile de görüşen Grande sonunda bir yöntem bulur. Bir düğün konvoyu ile yola koyulmak. “Hangi sınır polisi bir düğün konvoyunu durdurup beyazlar içindeki bir geline belge sorar ki?”

Gerçekten de düşündükleri gibi olur. Suriye’deki bir Filistin mülteci kampından kaçan Tasneem’in de “gelin” rolünü oynamasıyla, 5 göçmen (üniversite öğrencisi Abdullah, Suriyeli muhalif çift Mona ile Ahmed, rapçi Manar ile babası Alaa) İsveç’e doğru yolculuklarına başlarlar.

14 Kasım 2013’te yola çıkan ve 4 günde 3 bin km yol kat eden konvoy, İtalya’dan sonra Fransa, Lüksemburg, Almanya, Danimarka üzerinden İsveç’e ulaşır. Konvoy, geçtiği 5 sınır kapısında da herhangi bir sorguyla ya da zorlukla karşılaşmadan hedefe ulaşmayı başarır.

Bu yolculuğun “yasadışı” olduğu suçlamalarına ise Grande “Savaştan kaçan binlerce kişinin, Avrupa’nın sınır politikaları yüzünden kaçak yollarla seyahat etmeye çalışırken denizde ölmesi ortadayken, bu 5 kişiye yardım etmenin ahlaki değer taşıyan bir hareket olduğunu düşünüyoruz” diye yanıt veriyor.

Elbette her sınır, bu filmdeki gibi kolay aşılmıyor. Abdurrahman Gök ile Ubeydullah Hakan’ın çektiği Sînor û Mirin (Sınır ve Ölüm) belgeseli, yaşamlarını sürdürebilmek için at sırtında ya da yaya olarak sınırları aşarak bir bidon mazot almaya giden ve bir daha evlerine dönemeyenleri anlatıyor. Belgesel, Van’ın Özalp ve Saray ilçelerinde yaşayan köylülerle yapılan röportajlardan oluşuyor ve ekmeklerinin peşinde koşan köylülerin sınırda askerler tarafından vurulması konu ediniliyor.

Tıpkı 1943 yılında olduğu gibi. Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın, Ahmet Arif’in “Birbirine karışır tavuklarımız, bilmezlikten değil fukaralıktan.../ Pasaporta ısınmamış içimiz, gayri eşkiyaya çıkar adımız...” dizelerinin olduğu 33 Kurşun şiirine konu olan katliam emrini vermesinden, 33 Kürt köylüsünün öldürülmesinden beri, sınırlarda ölüm bitmedi.

Dünyanın kocaman küresel bir köy olarak addedildiği günümüz dünyasında sınır boylarındaki köylerde değişen bir şey olmadı. Bu bölgelerde yaşamaya çalışanların kurşunsuz geçirdiği bir günleri yok. Serbestçe gezindiği dağların, ovaların devletlerce bölüşülmesi, sınır çizgileri çizilmesi sonucu “kaçak”a düşenlerin öyküsü bununla bitmiyor. İranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” filmi de, küçük bir çocuğun bedensel engelli kardeşine ameliyat parası biriktirmek için zorlu şartlarda verdiği mücadeleyi anlatır. Katır sırtında bir o coğrafyaya bir diğer coğrafyaya geçerler yaşamları boyunca.

Aynen Roboski’de olduğu gibi. Sınır, katırlar, bir bidon mazot getirip eve bir lokma ekmek götürebilmek için çıkılan o dönülmez yol, parçalanan bedenler, yok edilen hayaller...

Sınırlar can almaya devam ediyor. Günümüzde de IŞİD’in sınır tanımayan katliamlarından bin bir güçlükle kaçarak yollara düşen Ezidiler, bu kez de TC devletinin sınırları önünde aç susuz bekletiliyor. Sınırı geçebilen az sayıda Ezidi ise Roboski’de kurulan bir kampta günler sonra yiyecek bir şeyler bulmuş olarak yaşama tutunmaya çalışıyor.

Elbette, hiçbir sözcük bu yaşanan acıları tariflemeye yetmez, hiçbir film de öyle. Üç bir yanı denizlerle ama dört bir yanı sınırlarla çevrili bu topraklarda bir şeyler değişmezse, daha pek çok katliam yaşanacak ve sinemacılar da yıllar sonra da olsa, bunları anlatmaya çalışsa bile yeterli olmayacak. Çünkü sinemanın da en nihayetinde bir sınırı var!

Erdem Kaya

Meydan Gazetesi Sayı 21, Ekim 2014

Paylaşın