21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: İklim Zirvesi'ne “Karşı” İklim Adaleti Yürüyüşü

Sayı 22, Ekim 2014

Ocak 2014’te Davos’ta gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nda; katılımcısı devletlerin yeryüzü üzerindeki hakimiyetini daha da artıracak bir başka toplantısının tarihi daha belirlenmişti:

Eylül 2014, İklim Zirvesi, New York

Yıl sonunda Peru’nun başkenti Lima’da yapılacak BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 20. Taraflar Konferansı (COP-20) öncesinde siyasi iradenin karar alma süreçlerini hızlandırmak için 120 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının çağrıldığı toplantı aslında 2015’e kadar sürecek bir dizi çevreci toplantının ön organizasyonunu teşkil ediyor.

Özü itibariyle zehirli gaz borsası için kur belirlemekten başka işe yaramayan bu toplantıların cafcaflı isimlerinin altında yatan asıl amaçları daha iyi anlayabilmek için bir kilometre taşı vasfı taşıyan Kyoto Protokolü’nü incelemek gerekir.

Müstakbel Paris Antlaşması’nın Tarihsel Kökenleri

Kyoto Protokolü, fosil yakıt tüketiminin küresel manada yarattığı tehditlerin ciddi çıkmazlara girmesinin ardından, dünyadaki ‘hava kirliliğinin’, yani salınan zararlı gazların emisyonundan doğan tahribatın telafisi için, karbon ticareti- kirli hava ticareti de denilebilir-, yenilenebilir enerji vb. yöntemlerle doğayı bir pazar haline getirerek, bütün bir doğanın metalaşmasını çare olarak sunan mekanizmadır.

Protokol, ‘ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar’ (common but differentiated responsibilities) ilkesini getirerek, farklı yükümlülükteki ülkeler için farklı listeler oluşturmuştur.

Sistemin mevcut ‘sınırsız üretim ve tüketim’ sarfiyatından vazgeçmek yerine, sınırsız bir şekilde kâr etmek için, ‘temiz havayı’ satmayı çözüm olarak sunan bu sertifikalı kredi sistemi, uluslararası karbon ticareti hamlesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kuruluşunda ilk olarak taraf devletler açısından kendi mevcut emisyon salınımlarının 1990’daki oranlarından en az %5 oranında azaltıma gidilmesi yönünde bir yükümlülük veren Kyoto protokolü, Birleşik Devletler’in araya girerek devletlerin yükümlülüklerinin icrası konusunda ‘esnekliklere’ gereksinim duyulduğunun belirtmesinin ardından, ‘azaltım kolaylaştırıcı’ 3 adet esneklik mekanizmasını devreye sokulmuştur:

  1. Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism – CDM)
  2. Ortak Yürütme (JointImplementation – JI)
  3. Salım Ticareti (EmissionsTrading – ET) Temiz Kalkınma Mekanizmasının amacı salım azaltım yükümlülüğünü karşılayamayan ülkelerin yükümlülüklerini sağlamasına yönelik yatırım yapılması ve gelişmekte olan ülkelerin ‘temiz’ sürdürülebilir kalkınmalarını gerçekleştirebilmeye yönelik teknoloji aktarımında bulunabilmesidir.

Ortak Yürütme Mekanizması, Protokole taraf olmuş, ancak kendi emisyon azaltım yaptırımlarını tam olarak karşılayamayan ülkelerin, ‘Emisyon Azaltım Birimleri’(ERU) kazanmak için başka bir ülkedeki emisyon azaltım projelerine katılmasına olanak sağlayan mekanizmadır.

Emisyon(Salım) Ticareti, tamamı piyasaya yönelik hareket eden, kendi emisyon azaltım yükümlülüklerini yerine getiremeyen ülkelerin, emisyon ticareti yapmasına olanak veren bir hamledir. Emisyon ticareti yapma doğrultusunda taraflar, Protokol kapsamında edindikleri üç birimi Emisyon Ticareti Sistemleri’nde satabilmektedirler:

• Kendilerine belirlenmiş emisyon azaltım yükümlülüğü olan ‘Belirlenmiş Emisyon Birimleri’nin (AAU) kullanmadıkları birimleri • Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan kazandıkları, Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımları (CER) • Ortak Yürütme Mekanizması’ndan kazandıkları Emisyon Azaltım birimleri (ERU) Bu bağlamda ‘temiz bir dünya’ için ‘karbon ticareti’ tablosu çizen Kyoto Protokolü’nün, aslında kısa vadede fosil yakıt tüketimi ve dolayısıyla kapitalist üretim biçiminden kat’i suretle vazgeçemeyişinin, aksine bu ‘sınırsız’ üretim biçimini devam ettirebilmek için kâr odaklı büyüme ve kalkınma programlarını ancak ve ancak havayı, suyu, ormanları -yani yaşamın tümünü- kredi unsuruna dönüştürerek devam ettirebildiği görülmektedir.

Bugün dünyada Kyoto Protokolü’ne taraf olan ülkelere ‘havayı kirletme kotası’ veren bu sistem, yeteri kadar havayı kirletmeyenlere ‘temiz hava’ kredisi vermekte ve protokole taraf ülkelerden kendi yükümlülüğünden fazla emisyon üretenlerine, az emisyon üretmiş ülkelerden ‘temiz havayı satın alma’ imkanı sağlamaktadır. Bu şekilde taraflar bazında dünyadaki sera gazı emisyon salınımı miktarında bir değişiklik olmadığı gibi, ‘temiz enerji üretimi’ olarak gösterilen yenilenebilir enerji kullanımı ile de rüzgardan güneşe, suyumuzdan ormanlarımıza kadar yaşamın her bileşeni, şirketlere kredi olarak pazarda sunulmaktadır.1

Protokol çerçevesinde kendi yükümlülüğünden fazla emisyon üreten ülkeler, yükümlülüklerini denkleştirebilmek için almaları gereken karbon kredisini ödeyebilmek için, az gelişmiş ve yatırım kaynaklarının ‘bol ve ucuz olduğu’ 3. dünya ülkelerine yenilenebilir enerji yatırımları yaparak, doğayı tamamen kendi hegemonyaları altına almayı planlamaktadır. Bu şekilde ‘çok gelişmiş’ ülkelerin silah sanayi, enerji, ulaşım, sağlık vb. her türlü sektörünün ‘havayı kirletme’ faturasını, az gelişmiş ülkelerin doğasını ve yaşamlarını sömürerek ödetmektedir kapitalizm.

Sermaye, Kyoto Protokolü’ndeki esnekleştirme hamleleriyle bir yandan ‘temiz’ teknolojilerini pazarlamak için yeni pazarlar açarken, diğer yanıyla sıcaklığını yitiren parayı yeni alanlara yönlendirerek pazarı hareketlendirmektedir. Bu hareketlendirmeyi ise ‘az gelişmiş ülkelerin’ sürdürülebilir kalkınmalarına yardımcı olmak adı altında yaparak, faturayı yine ezilenlere kesmekte, bunu da şirket ve devlet ortaklığıyla katlettikleri doğayı ‘yeşillendirmek’ için son çare olarak yaşamlarımıza saldırarak yapmaktadır..

Bugün karbon salımının başını çeken hava yolu şirketlerinin, otomobil üreticilerinin, silah sanayi ve benzeri büyük şirketlerin aynı zamanda karbon piyasasında en görünür yatırımcılar olması şaşırtıcı değildir. Zira bugünkü tek suçlunun insan olduğunu söyleyerek mevcut üretimin ‘insanların ihtiyacını karşılamak’ için olduğu yalanını uyduranlar, açlıktan ölen milyonların, su kıtlığı yaşayan onlarca coğrafyanın varlığına rağmen süpermarketlerinde stokladığı ürünleri bayatlatıp çöpe atmaktadır. Milyonlarca insanın açlıktan ölmediği, onlarca halkın su kıtlığı çekmediği bir dünyada açıktır ki, az gelişmişler ‘daha az gelişmiş’, zenginler ise daha zengin olamayacaktır. Havanın kirlendiği oranda ‘değerlendiği’ ve kirlendikçe daha fazla para ederek ‘kara borsaya’ düştüğü böylesi bir düzende, nefes almak dahi paralı hale gelmekte; efendilerin kâr oranı, aşağıdakileri, yoksul Güney’i, Ortadoğu’yu, Afrika’yı daha ‘yoksun’ bırakabildiği oranda artış gösterebilmektedir.

Aslında toplanış amaçları bakımından ‘iklim değişikliğine’ dur demek için bir araya geldiklerini iddia eden bu büyük lobilerin, iklim değişikliğine karşı değil, kendi sömürü düzenlerini daha ‘temiz’ nasıl devam ettirebileceklerini konuşmak için masa başına oturdukları açıktır.

2015’te Paris’te imzalanacak olan yeni antlaşma da kapitalizmin ve devletlerin tam da bu gereksinimleri doğrultusunda hazırlanmaktadır.

1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde imzalanan Kyoto Protokolü’nün yerine geçecek ve yeni küresel iklim anlaşması olacak Paris Antlaşması’nın Kyoto Protokolü’ne göre belki de en önemli farkı kapsayıcılığı noktasında belirginleşiyor. Paris Antlaşması 2020 yılından itibaren tüm dünya ülkeleri için geçerli olacak.

Ön toplantılarda bahsi geçen konuşmalara bakılırsa önümüzdeki süreçte katledilen derelere, yok edilen ormanlara, betonlarla doldurulan vadilere daha sık rastlayacağız. Öyle ki; “düşük karbon yoğunluklu bir ekonomiye geçişin, kömür başta olmak üzere fosil yakıtların kullanımından vazgeçilmesi, onların yerine güneş ve rüzgâr başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmesi” ile mümkün olduğuna değiniyorlar.

Bu sözlerin, içinde bulunduğumuz coğrafyada yüzlerce vadide yıllardır yaşanan talan projelerine şahit olmuş bizler için, aslında ne manaya geldiğini anlamak hiç de zor değil. Ancak zor olan buna karşı kimin nasıl hangi motivasyonla mücadele ettiği ve kimlerle yan yana gelinmesi gerektiği olsa gerek.

İklim Adaleti Yürüyüşü

20- 21 Eylül’de dünyanın pek çok kentinde İklim Zirvesi’ni protesto eylemleri gerçekleşti. Bu eylemlerin İstanbul’da gerçekleşeninde ise protestoyu yapanlar protestoyu hak eden ilişki ağlarından hiç de uzak olmayan kurumlardı.

Mesela İklim Zirvesi’ni protesto etmek isteyen yürüyüşte Greenpeace’i gördük. Hani şu petrol devi Rockefeller’lardan aldığı parayla çevrecilik yapan Greenpeace. Hani şu sitesinde yayınladığı “Enerjide Bağımlılığa Son” başlıklı makalesinde su, güneş ve rüzgardan elde edilen elektrik ile ulusal ekonomimizi kurtaran milli sermayeci Greenpeace. Hani şu fosil yakıtlar kullanılmasın da biz HES’lere karşı değiliz diyen Greenpeace.(2)

Mesela TEMA Vakfı’nı gördük. Hani şu birkaç ay önce İzmir’deki gönüllüleri; patronu TEMA kurucularından olan Ersin Özince ve Rona Yırcalı olan Karaburun ve Urla’daki RES’leri protesto etti diye İzmir temsilciliğini kapatan TEMA Vakfı. Yine kurucularından Nihat Gökyiğit’in ihalesini kaptığı Akkuyu Nükleer Santrali projesini protesto etti diye gönüllülerini tasfiye eden Tema Vakfı. Hani kurucusu patronlarından Orhan Yavuz’un Loç Vadisindeki HES projelerine ve bir başka kurucusu Asım Kocabıyık’ın Aksu Vadisindeki HES projelerine karşı çıkmayan TEMA Vakfı. Hani Revan Su markasıyla suyu ticarileştiren TEMA Vakfı. Hani “üniversitenin ormanı koruyucu özelliği var” diye mütevelli heyetinden Rahmi Koç’un üniversitesinin Sarıyer ormanlarında yaptığı katliamı savunan TEMA Vakfı.(3)(4)(5)(6)

Mesela WWF’i gördük. Hani şu Hasankeyf’teki Ilısu Barajı’na en yüksek miktarda kredi veren Garanti Bankası ile ortaklaşa Çevreci Bonus Kart projesi yapan WWF. Hani şu yeryüzünün dört bir yanında su varlıklarını sömüren, sendikalaşmaya çalışan işçilerini paramiliter güçlere katlettiren Coca Cola’dan en az 20.000.000$ fon alan WWF. Hani şu yaşamı yok eden banka ve şirketlerden aldığı para karşılığında “doğa dostu şirket” ünvanı satan WWF.(7)

Mesela Doğa Derneği’ni gördük. Hani şu Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı Şirketi’nden aldığı fonlarla Erzincan Ekşisu Sazlığı’nı koruma altına alan Doğa Derneği. Hani şu İlkim Zirvesi’ni organize eden Birleşmiş Milletler’in Kalkınma Programı’ndan fon indirip Beypazarı Doğa Evi’nin tüm masraflarını karşılayan Doğa Derneği. Hani şu İngiltere, Fransa, Hollanda gibi başsömürgeci devletlerden, Avrupa Komisyonu’ndan, Microsoft, Motorola, Koç, OnurAir, Şekerbank gibi şirketlerden gelen hediyeleri geri çevirmeyen Doğa Derneği.(3)

Bundan başka daha pek çoğunu gördük. Yetmez Ama Evet ile dönemin başbakanı Erdoğan’ın özel teşekkürlerini kazanan siyasetlerin çevreci ve diğer yapılanmalarını gördük. Güneş hariç tüm elektrik yöntemlerini eleştiren güneş paneli şirketlerinin derneğini gördük.(8)

Bu yürüyüşün İstanbul ayağının düzenleyicilerinin listesi aşağıda. Bir yanda Birleşmiş Milletler, şirketler ve devletler; diğer yanda onlardan aldığı parayla sözde onları protesto eden STK’lar. Hangisi bozacı hangisi şıracı, karar vermek sizin.

İklim Adaleti Yürüyüşünün İmzacıları: 350.org, Açık Radyo, Yeşil Düşünce Derneği, Yeryüzü Derneği, Su Hakkı Kampanyası, Antikapitalist Çalışanlar, Antikapitalist Öğrenciler, Velotopya, SlowFood Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar, KADOS (Kadıköy Bilim, Kültür ve Sanat Dostları Derneği), Caferağa Dayanışması, Kafkasya Forumu, GOLA Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, DAYKO VAKFI, Greenpeace Akdeniz - Türkiye, Hayata Destek Derneği /SupportTo Life, WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Yesilist, Yeldeğirmeni Dayanışması, TEMA Vakfı, Eurosolar Türkiye, Çevre Hukuku Derneği, SNKP - Sinop Nükleer Karşıtı Platform, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Yeşil Gazete, Doğa Derneği, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, ÇEKÜL, Kuzey Ormanları Savunması, Marksist.org, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Küresel Çevre Derneği(8)

Alp Temiz

Meydan Gazetesi Sayı 22, Ekim 2014

Paylaşın