“Çingene”yi Kim Öldürdü

Sayı 22, Ekim 2014

Şiddet kavramını değerlendirirken içinde yaşadığımız toplumun dini inançlarını, sosyo-ekonomik yapısını, geçirdiği tarihsel süreçleri ve yapısal sorunlarını ele almadan yapacağımız her değerlendirmenin bir ayağı boşta kalacaktır. Zira “genel ahlak” olarak adlandırdığımız yapıyı oluşturan da bu kavramlardır. Bu sebeple; bireysel şiddetten erkek şiddetine, devlet şiddetinden toplumsal şiddete kadar yaşanan birçok olayın zeminini “genel ahlak” olarak tabir ettiğimiz kavram hazırlıyor.

Türkiye’de her yıl onlarca trans kadın nefret cinayetlerine kurban gidiyor. Sadece 2009’dan bu yana 34 trans kadın katledildi. Geçtiğimiz hafta ise bir trans kadını daha, Çingene Gül’ü, nefret saldırısı sonucu kaybettik. Bu yazımızda ise Gül’ü kaybetmemizi sağlayan şiddet kültürü üzerine bir kez daha düşüneceğiz.

Devlet Kaynaklı Şiddet

Devlet şiddetine sadece LGBT bireylerin maruz kalmadığını biliyoruz. Kan ve gözyaşı üzerinden değirmenini döndüren devletin ayakta kalabilmek adına kendinden olmayan herkese pervasızca saldırdığının ve kıyımlarına aynı hızla devam ettiğinin-edeceğinin de bilincindeyiz. Roboski ve Reyhanlı katliamları, işçi cinayetleri, Hrant Dink davası, Gezi Direnişi’nde katledilenler ve Gezi tutsakları bunların en yakın örneklerini oluşturmakta.

Meclis, Yargı ve Polis İşbirliği

“Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.”

Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın bu açıklaması devlet kaynaklı şiddetin çıkış noktalarından birini teşkil ediyor. Açıkça, siz katletmeye devam edin, biz hükümet olarak arkanızdayız mesajını içeriyor. Bakanları aracılığıyla nefret söylemi üreten devlet, şiddeti sadece sözlü olarak üretmiyor. Trans cinayetlerinde uyguladığı “ağır tahrik” indirimleriyle pratik olarak da uyguluyor. Bu da beraberinde katillerin kısa sürede aramıza dönmesini sağlıyor. Bunlar toplumun stres toplarıdır, istediğiniz gibi dövebilir, yaralayabilir ve öldürebilirsiniz mesajını da kitlelere yaymayı görev ediniyor.

Tabi bunlara ek olarak bir de katillerin karakolda verdiği ifadeler var. Katillerin savunmalarının %99’unun aynı olması, tesadüf değil. Polis tarafından yönlendirilen katillerin ifadeleri değiştiriliyor ve ağır tahrik indiriminden yararlanması sağlanıyor. Peki, ciddi anlamda indirim sağlayan ifade ne? “Bana ters ilişki teklif etti…” Kolluk kuvvetlerinin bu desteğini bir köşeye koyalım. Ya iddia makamına ne demeli? İndirimi uygulayan hâkime? Klasik birer tiyatro sahnesini andıran Türk yargı makamları alışılagelmiş ifadeleri kabul ederek katilleri kısa süreli cezalarla aramıza geri yolluyor. Transseksüel bir arkadaşımızın ölümünde dahi, aynı ifadeyi indirime gerekçe gösteren hâkimler trans katliamlarındaki rollerini açığa seriyor. Buraya kadar kısaca bahsettiklerim sadece ölümle sonuçlanan vakalarda yaşananlar. Bir de gündelik hayatta sıkça yaşanan hak ihlalleri var. Bunların başında polis tarafından “kabahatler kanunu” baz alınarak kesilen 83 liralık cezalar var. Hüseyin Çapkın’ın İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne getirilmesiyle başlayan bonus uygulaması, cezayı kabul etmeyenlere şiddeti de beraberinde getirdi. Bir katili yakalamakla bir trans kadını yakalamak aynı puan olunca, hem terfi hızlandı hem de primler arttı. Peki, siz olsanız kimi yakalardınız?

Şiddetin birçok çeşidini devlet uygulamalarında görmek mümkün. Adalete, sağlık hakkına ya da barınma hakkına erişim trans bireyler için geçerli değil.

İstanbul Beyoğlu’nda boğazı kesilip, gasp edildikten sonra verilen taksi ücreti ile hastaneye yollanan arkadaşımızın karakolda işlem başlatılmadan geri yollanması adalete erişimi, Avcılar-Meis Sitesi’nde arsa rantlarının artmasıyla birlikte trans kadınlara uygulanan sürgün politikası barınma hakkına erişimi, devlet hastanelerinde trans bireylerin maruz kaldığı aşağılama ise sağlık hakkına erişimin önündeki engelleri net bir şekilde gözler önüne seriyor.

Toplumsal Dışlanma

Genel ahlak kuralları gerekçe gösterilerek toplumsal yaşamdan dışlanan transların yaşadığı şiddet sadece devlet ve kurumları tarafından uygulanmıyor. Din, ahlak, namus kisvesi altında yok sayılan, öldürülen translar zorunlu seks işçiliğine itiliyor. Ve yine yaptıkları iş gerekçe gösterilerek eleştiriliyor, aşağılanıyor, lanetleniyor… Tüm kapıların kapatıldığı bir alanda geriye tek seçenek kalıyor o da zorunlu seks işçiliği. Tabi burada başka bir soru akla geliyor; trans kadınlara müşteri olarak gidenler kimler? Tabii ki yine toplumsal yaşamın kapılarını kapatanlar. Yani ikiyüzlü ahlak anlayışının ikiyüzlü bekçileri…

Şiddete karşı ses çıkartırken artık tekrardan düşünmek lazım. Zulmün, katliamın ve acının hayatımızın günlük birer parçası olduğu böylesi bir düzende hak, adalet ve özgürlük arayışımız toplumun tüm kesimleri için olmalıdır. Zira ötekilenen bir gruba uygulanan şiddet döner dolaşır ve tüm toplumsal kesimleri vurur. Bu bilinçle şimdi tekrardan sormak istiyorum; Kadına yönelik şiddet mi dediniz?

Bu yazının hemen ardından gelen iki haber oldu; trans kadın Aylin İstanbul’da çok sayıda bıçak darbesiyle yaraladı ve yine İstanbul’da trans kadın Corti Emel, Tarlabaşı’nda başına balta vurularak katledildi. Bu topraklarda, “genel ahlak” kılıfının ardında, erkek devletin ürettiği nefret söylemleriyle, hemen her gün, transfobik saldırılar sürüyor.

Ebru Kırancı

Meydan Gazetesi Sayı 22, Ekim 2014

Paylaşın