Yalınayak: İşkenceye Dönüşen Hobi Atölyeleri

Sayı 22, Ekim 2014

İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nde tutsak olan Umut Fırat Süvarioğulları, gazetemize yolladığı mektupta, bulunduğu cezaevinde işletilen hobi atölyelerinin, tutsaklara yönelik sistematik bir işkenceye dönüşme sürecinden bahsetti. Devletin cezaevlerini “ucuz işgücüne dayalı üretim politikası” doğrultusunda da kullandığını yeniden hatırlayarak, Süvarioğulları’nın yolladığı mektubu sizlerle paylaşıyoruz.

“Kapitalizmin üretim “mantığı”, devletin en organik tahakküm merkezlerinden olan hapishanelerle kesiştiğinde sistematik işkencenin bir aracına dönüşüyor. Devletin son yıllarda adeta “her ilçeye bir hapishane” kampanyasına dönüştürdüğü ülkeyi hapishanelerle donatma –bu arada yandaşlarını yemleme- politikasıyla buraları ucuz işgücüne dayalı üretim mabetlerine dönüştürmektedir. Bu eğilimden feyz alarak, üstlerine yaranabilmek için, iş yaptığını gösterebilmek hevesindeki yöneticiler, zaten var oluşlarıyla, kurumlarıyla tahammül edilemez noktadaki mekânları, kendi menfaatleri için araçsallaştırmaktan çekinmiyor.

Kısa süre önce hapishanede kaldığım odamı bir vesile ile değiştirdim. Yeni yerleştiğim oda, bloğun en sonunda, hobi atölyelerinin hemen yanında. Atölyeler ağırlaştırılmış müebbetlik mahkûmların kaldığı tekli odaların üstünde yer alıyor. Diğer bloklardaki atölyelerde resim, bilgisayar, çini desenleme ve hobi kursu bulunurken, bizim bloktaki atölyede kompresör ve darbeli matkap, mesai saatleri içinde çalıştırılıyor. Dediğim gibi, burası alt katında, sağında, solunda insanların yaşadığı; 8-10 metrelik odalarda günün 24 saati beton içinde tutulan mahkûmların yaşam alanının üstü oluyor. Hapishanede hazır beton kullanılıp, sese karşı herhangi bir izolasyon ve tedbir alınmadığından, zaten bir blok ötesindeki gürültüye daha fazla tahammül edemeyen aynı koridorda kalan Abdullah adındaki mahkum, kapıları vurarak tepki gösterdiğinde, odaya üşüşen gardiyanlar kendisini alıp “plastik oda”ya (işkence sırasında genelde bozulan kamerası olan, duvarları plastik maddeyle “izolasyonlu” cezalandırma hücresi) götürdüler. Arkadaş, “bu gürültüde nasıl yaşanır, o zaman odaları değiştirin, dayanamıyorum” dediğinde, başgardiyan “mesai saatlerinin dışında çalışmıyor makineler” diyerek savunma yapacak seviyede. Burayı bir fabrika, sanayi bölgesi olarak görüp, burada insanların yaşadığının farkında bile değil. Oysa alt personellerle konuştuğumuzda, onlar da yakınıp “mesai saatinin bitmesini, eve dönmeyi dört gözle bekliyoruz” diyorlar. Diğer yandan, Abdullah kapıya vurup hızarın sesini bile bastıramamışken, hakkında kamu malına zarar vermekten muhtemelen hücre cezası veya ziyaret yasağı verilecek.

Hızar makinesinin alt katındaki ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü adli mahkûmlar nasıl dayanıyor derseniz, Meydan Gazetesi’nin Temmuz sayısında yayınlanan uyuşturucu haplar konulu yazım hatırlanabilir. Orada kalanlar genelde mesai saatlerinde haplar vesilesiyle uyudukları için problem olmuyor.

Ayrıca edindiğim bilgilere göre bu atölye kurulduğundan beri, kurs öğretmeni dâhil, birkaç mahkûmun hızar makinesinde parmakları kopmuş. Kurs olarak düzenlendiği için, bir sigorta ve güvence olmadığı gibi, son derece düşük ücretle çalışan mahkûmlar alabildiğine sömürülüyorlar. Sonrasında ne oluyor derseniz, idare açısından; çıkan mamuller, kurumun başka bölümünde hazırlanan sergide gösterilip, mamullerden birkaçı denetçiler için paketlenip araçlarına taşınırken, Ankara’daki ağababaları tabi ki unutulmuyor. Mahkûmlar açısından ise, eğer uyuşturulmuş olanlardan değilseniz, başınızın üstünde hızar, kompresör ve matkap sesleriyle güne başlayıp, öyle bitirip, yaşam kalitesi son derece düşmüş, okuduğu kitaplar hızar sesleri arasında yitmiş, asabi, depresif bir ruh halinin yanında, yapılan şikâyetlerin neticesinde, hali hazırda başka hapishaneye “sürgün” olma tehlikesi altındayız. Sistematik gürültü işkencesiyle, sürgün tehditleriyle, tahakküm zincirini tamamlamaya çalışsa da, bu politikalarla hiçbir şekilde istedikleri sonuca ulaşamayacaklar.”

Kobanê’ye yönelik IŞİD saldırılarını ve TC’nin bu saldırılardaki rolünü protesto etmek için sokaklara çıkan insanlar, polis, jandarma ve hizbul-kontra çeteleri tarafından öldürülürken, Erdoğan kameraların karşısında arz-ı endam etti: “TBMM inşallah Salı’dan sonra yeni yasal düzenlemeleri gerçekleştirerek, hükümet idari tedbirleri alarak, diğer tüm kurumlarımız üzerine düşeni yaparak sokakları bu vandallardan süratle temizleyecektir” dedi. İki gün öncesinde söyledikleri bu yasal düzenlemelerin ne minvalde olacağının habercisiydi : “Artık ne polisimizin ne askerimizin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır”.

Hükümet kendilerine verilen bu görevi derhal üstlenerek çalışmalara başladı ve adına da İç Güvenlik Reformu dedi. Bu paketle TCK ve CMK başta olmak üzere birçok yasada değişiklikler yapılacak. Peki neler var bu pakette, bir göz atalım.

  • Yapılacak değişiklikle polise-jandarmaya daha ortada işlenmiş ya da işlenmekte olan bir suç olmasa da, suç işlenme olasılığı gerekçesiyle istediği kişileri 24 saate kadar gözaltında tutabilecek. Bunun için savcı emri veya hakim kararı aranmayacak.

  • Arama kararı için somut delillere dayalı kuvvetli şüphe aranmaktayken artık ne idüğü belirsiz “makul şüphe” yeterli olacak.

  • En basit bir basın açıklamasına dahi uygulanan “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşlerine Muhalefet” suçunun cezası arttırılacak.

  • Daha önce birçok kez görülen duruma, gözaltına alınan kişilerin stadyum-otopark gibi yerlerde tutulması uygulamasına “güvenlikli bölge” kılıfıyla yasallık kazandırılacak.

  • Polis istediği kişinin telefonlarını somut delil veya kuvvetli suç şüphesi olmasa da dinleyebilecek. Bu kararları tek hakimli sulh ceza hakimlikleri verecek.

  • Yakın zamanda kaldırılan, soruşturma dosyasının avukatlara karşı gizliliği uygulaması geri dönecek. Avukatlar dosyayı inceleyemeyecek, delilleri öğrenemeyecek. Yine kitlesel eylemlerde gözaltına alınanların avukatla görüşmeleri engellenebilecek.

  • Göstericilerin kullandığı molotof ateşli silah sayılarak cezası arttırılacak. Bu sayede polise-jandarmaya molotoflu kişiye “doğrudan ateş etme” yetkisi de verilmiş olacak.

  • Polis ve jandarmanın toplumsal olaylara müdahale ederken işledikleri yaralama-işkence-cinayet suçları “görev suçu” kapsamına alınacak ve bu suçlardan soruşturma açmak valilik-bakanlığın izniyle mümkün olacak. Zaten cezasız kalan bu suçların işlenmesi için kolluğa yasal ve idari güvence verilmiş olacak.

  • Katili koruyan devlet, katile laf edilmesinin cezasını da ağırlaştırılacak. “Katil polis hesap verecek” demenin bile “memuru tehdit” olarak algılandığı yargı düzeninde bu suçun cezası da arttırılacak.

Devlet, kanunları istediği gibi eğip bükerek toplumsal muhalefeti ezmeyi, insanları korkutup sokaklardan çekmeyi amaçlıyor. İnsan hakları, hukukun evrensel ilkeleri gibi normların fiilen geçersizliğini artık yasal güvenceye kavuşturuyor. Ancak devletin hesaplayamadığı bir şey var; o da, arttırmayı sürdürdüğü tehditlerine, gizlilik kararlarına, hapis cezalarına, sıkılacak her yeni mermisine rağmen mücadele etmeye, direnmeye devam edecek olanlar...

Meydan Gazetesi Sayı 22, Ekim 2014

Paylaşın