İki Gün ve Bir Gece SAVAŞMALISIN

Sayı 24, Şubat 2015

Belçikalı yönetmenler Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne kardeşlerin son filmi “Deux Jours Una Nuit” Türkçe çevirisi ile İki Gün ve Bir Gece, 2014 Fransasında, küçük bir güneş paneli işletmesinde çalışan Sandra’nın ve iş arkadaşlarının hikayesini anlatıyor.

Filmin odak noktası olan ana karakter Sandra, hem iki çocuklu bir anne hem de ailesini toplumsal hiyerarşinin üst basamaklarına taşımak için çabalayan bir fabrika işçisidir. Yaşadıkları yeri sosyal konutlardan krediyle alınmış daha lüks bir eve taşımış olmaları, o ve ailesinin sistemin ne kadar içinde bir algıya tarzına sahip olduklarının bir göstergesidir.

Sandranın, sistemin kendi varoluşundan ileri gelen bunalımlarla baş edebilmek için işinden ayrılması öykünün bir anlamda kırılma noktasını oluşturuyor da denebilir. Sandra, kendini toparlayıp işe dönmeye karar verdiğinde kapitalist örgütlenmenin tahammülsüzlük duvarıyla karşılaşır. Sistem onu kendi dişlileri arasında çoktan eritmiştir. İşini elinden almıştır bir kere. Sandra’nın ayrılmasıyla oluşan boşluğu çalışanların fazladan mesai yapmasıyla kapatabildiğini gören iş patronu, onun yokluğunda, iş arkadaşlarına Sandra’nın tamamlanan emeği karşılığında 1000 Euro prim vereceğini açıklar. Artık tehlikede olan sadece Sandra’nın işi değil onunla birlikte gelen sorumluluklardır aslında. Çocuklarının bakımıdır, okul masraflarıdır, imza attığı ev kredisi anlaşmasıdır, toplum gözünde sarsılacak “güçlü” ve “normal” imajıdır da bir bakıma.

Sandranın işi zordur, iş yerindeki kaderini tayin edecek olan oylama gizli olacaktır. Bu oylama, düzenleyenin işine gelmektedir çünkü bir insanın işini kaybetmesine neden olma düşüncesi, diğer işçilere ruhsal bir sorumluluk yükleyeceğinden dolayı, patron akıllıca bir hamleyle verilen oyun, isimlerle bağlantısını keser. Vazgeçilebilir bir kişi olduğu algısıyla değersizleştirilmiş Sandra, bu çalışma hayatının parçası olduğu için girdiği ruhsal bunalımları aşmış bu sefer de “vazgeçilmiş” olmakla yüzleşmek zorunda kalmıştır.

Bu noktadan sonra Sandra, eşinin de büyük desteğiyle durmak bilmeyen “savaşmalısın”, “mücadele etmelisin” telkinleriyle ayağa kalkar ve tek tek iş arkadaşlarıyla görüşüp kendi mücadelesini vermeye başlar. Bu başlangıcında sistem içi bir mücadeledir, ama sonunda radikal bir karşı koyuşa evrilecektir. Sandra kapıları çaldıkça, sistemin çalışma sektörü, sosyo-kültürel konum ya da ilişki kurma biçimi fark etmeksizin bütün yaşamları tektipleştiridiğini görürüz. Çıkarlarının peşinde koşarak yakın olduğu insanlara sırtını dönen, yozlaşmış insan davranışlarıyla karşılaşırız.

Sandra, aslında kendisi gibi ezilen, ek işlerde çalışarak yaşamını süren iş arkadaşlarıyla birlikte sistemin nihai hamlesiyle karşılaşır. İş patronu Sandra’nın mücadelesi sonucunda sözleşmeli işçilerden birinin sözleşmesini yenilemeyip Sandra’yı işe geri almayı teklif eder. Sistem Sandra’nın mücadelesini dahi kendi işleyişine entegre etmenin yolunu bulmuştur. Buradan yola çıkarak ilişkisel bir akıl yürütme yaptığımızda sistemin işleyişine temelden müdahale etmeyen taleplerin, bir anda nasıl sistemin çıkarı doğrultusunda şekillendirilebilme olasılığına sahip olduğunu görürüz.

Ama Sandra suyun akışını değiştirmeyi seçmiştir, makineyi durdurmayı, mücadeleyi büyütmeyi seçmiştir. Patronların kan kokan ağızlarından dökülen her bir kelimenin, ezilenlerin yaşamına bir saldırı olduğunun farkına varmış, kendi gibi olanların safına geçmiştir. Gerçekleştirdiği karşı koyuşla Sandra, hem kendi ruhsal sağlığına kavuşmuş hem de bizlere topyekûn bir mücadelenin önemini yeniden hatırlatmıştır.

Zeynel Çuhadar

Meydan Gazetesi Sayı 24, Şubat 2015

Paylaşın