Devlet Bize Ne Mi Yaptı?

Sayı 28, Ağustos 2015

Gever’de (Hakkari Yüksekova) kaydedilmiş, elleri arkalarından kelepçeli olarak yüzüstü yere yatırılan onlarca işçiye nefretle bağıran bir özel harekatçı polis amiri, sosyal medyada dolaşan bir videoda “Ne yaptı ulan size bu devlet?” diye soruyor. Ve bağırıyor: “Bakma ulan bana, herkes yere baksın!”

Çünkü devlet hep güçlü olan olarak anlatır kendini, ona göre yenilmezdir ve vazgeçilmezdir. Oysa gücünü başkalarını güçsüz bırakmaktan, zenginliğini başkalarını sömürmekten alır. Büyüklüğünü ise baş eğdirerek, boyun eğdirerek göstermek ister.

Burada seçtiğimiz fotoğraflar, farklı dönemlerde, farklı yerlerde, farklı olaylarda çekilmiş olsa da, ‘‘devletin gücünü’’ bizlere göstermek istediği karelerden bazılarıdır… Devletin dayatmalarına baş eğmeyenlere, ona başkaldıran ve isyan edenlere yıllar boyunca neler yaptığı sorusunun da kısa bir yanıtıdır.

Devlet Cenazeleri, Öğrenciler Vapuru Kaçırdı

Devletin faşist baskılarına karşı mücadele yürüten birçok devrimci, faili saklanan kurşunların hedefi oldu. 2 arkadaşları yine bu kurşunlar yüzünden katledilen devrimci öğrenciler, cenazeleri vermeyen devleti protesto için şehir hatlarına ait Suadiye yolcu vapurunu kaçırdı. Yaklaşık 400 öğrenci Karaköy iskelesinde işgal ettikleri vapurun kaptan köşküne çıkıp önce Harem ve Kadıköy’e, ardından da Boğaz’a doğru hareket ettiler. Yanaşacakları Karaköy İskelesi’nde hazır bekleyen polislere, öğrenciler direniş gösterdi. Eylem sonunda polis öğrencilerin bir kısmını kaptan köşkünde bir kısmını yolcu salonlarında yüzüstü yatırarak gözaltına aldı.

1 Mayıs Yasak

Ezilenlerin, her yıl 1 Mayıs’ta fabrikalarda değil alanlarda olmaya yönelik çağrısı, 1886 yılında Haymarket’te başlayan patronlara karşı direnişin devletin kanlı saldırılarıyla boğulmaya çalışılmasına da bir tepkidir, o kavganın devamıdır. Bu topraklarda da devletin 1977 yılında kana buladığı 1 Mayıs, sonraki yıllarda yasaklandı, yetmedi sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 1979’da bu yasağı dinlemeyen binlerce devrimci işçi, sokaklara çıktı, ancak erken saatlerden itibaren yolları tutan polis ve asker havaya ateş açarak önlerini kesti. Resmi rakamlara göre 1139 kişi, üzerlerine silah doğrultulmuş biçimde yüzükoyun yerlere yatırılıp bir süre bekletildikten sonra İnönü Stadı’na toplandı, daha sonra askeri kışlalara nakledildi.

Taksim’e Giriş Yasak

80 darbesinden sonra yasaklanan 1 Mayıs’larda devlet, 77’deki katliamda ölenleri anmaya bile izin vermedi. Devletin tüm yasaklamalarına, ulaşım araçlarını engellemesine, Taksim’i polis bariyerleriyle sarmasına rağmen, on binlerce kişi sokağa çıktı ve Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. 2015 yılına ait olan bu görüntü, Fulya’ dan Taksim’e çıkmaya çalışanların, polisin gaz ve tazyikli suyuyla durdurulması sonrası polisler tarafından yere yatırılarak kelepçelenmesini gösteriyor.

Polis IŞİD’in Yanında

IŞİD’in Kobane’ye saldırıp katliamlarını sürdürdüğü süreçte Beyazıt Meydanı’nda bir araya gelen devrimciler IŞİD’i protesto etti. Polis burada da katillerle nasıl bir işbirliği içerisinde olduğunu gösterdi ve meydanda pankart açarak “Katil IŞİD hesap verecek” sloganları atan devrimcilere saldırdı. Direnen devrimcilere işkence yapan polis, ters kelepçeyle gözaltına aldığı 23 devrimciyi yüzükoyun yere yatırarak bekletti ve ardından gözaltı araçlarına aldı.

Kobane Düşmeyince...

Kobanê’ye geçmek için Suruç’ta bir araya gelen 300 devrimci basın açıklaması yaptığı sırada bir IŞİD’li, üzerine bağladığı bombaları patlatarak 33 devrimciyi katletti. Bunun üzerine öfkeleriyle birçok gençlik örgütü sokaklara çıktı. Bu eylemlerden biri de Kadıköy’de gerçekleşti. Yüzlerce devrimci Bahariye’den Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na “Katillerden hesabı gençlik soracak!” “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganlarıyla yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında katledilen devrimcilerin isimleri söylenerek hep bir ağızdan “Yaşıyor!” denildi. Suruç’ta bombayı patlatanlardan bir farkı olmayan polis, yürüyüşe “Aranızda maskeliler var” diyerek saldırdı. Polisin bu şiddetine tepki gösteren halka da küfreden polisler onlarca insanı yerlere yatırıp ters kelepçeyle gözaltına aldı.

Katliama Karşı Eylem Yapan Liselilere İşkence

Devletin ülkücü faşistlerine yaptırdığı Maraş Katliamına karşı her yerde protestolar yükseldi. Bunlardan biri de İstanbul Güngören’deki İzzet Ünver Lisesi öğrencilerinin dersleri boykot çağrısı yaparak okulu işgal etmeleri ve okula pankart asmalarıydı. Okulun içerisinde kurdukları barikatlarla direnen öğrencilere polisin saldırısı sert oldu. Polis okula girdi ve eyleme katılan yaklaşık 500 öğrenciye okulun içinde coplarla saldırdı. Tüm öğrencileri okulun bahçesine çıkarıp yüzükoyun yere yatırarak üzerlerini aradıktan sonra gözaltına aldı.

Dersim Politikasında Bir Değişiklik Yok

Devlet, gücünü farklı din ve mezheplere, özellikle de Alevilere göstermekten çekinmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında önce Dersim’i karalama kampanyası başlatıp sorunun çözümü olarak da Alevilerin katledilmesini planladı ve uyguladı. Dersimlileri mağaralara doluşturup üzerlerine kimyasal gaz sıkarak ya da nehirlere atarak toplu ölümler gerçekleştirdi. Sonraki yıllarda da Dersim, hep polisin ve jandarmanın operasyonları, köy baskınları, köy meydanına topladığı köylüleri yere yatırıp işkence yapması ve gözaltına almasıyla bilinir oldu.

Viranşehir, Roboski...

Devletlerin katliamları saymakla bitmiyor. Yakın tarihteki Roboski’nin bir benzeri, 1975 yılında Viranşehir’de yaşanmış, kaçakçılık yaptıkları iddiasıyla 9 köylüye ateş açılarak katledilmiş, göstermelik yargılamadan da bir sonuç çıkmamıştı.

Katiller ellerini kollarını sallayarak dolaşırken, bu katliamı protesto etmek üzere Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen mitinge “izinsiz” diyerek saldıran polis, göz yaşartıcı gaz sıktıktan sonra yere yatırılan eylemcileri coplarla döverek kelepçeleyip gözaltına almıştı.

1 Mayıs’ın Mahallesi de Yasak

Farklı kentlerden iş bulmak umuduyla gelen binlerce insanın kendi imkanlarıyla yaptıkları gecekondulardan oluşan 1 Mayıs Mahallesi’ndeki devrimci dayanışma, devleti rahatsız etti. Devlet burada da gücünü göstermeliydi! Bu birlikteliği yıkmaya gelen polis ekipleri ile mahalle halkı arasında 2 Eylül 1977 tarihinde saatlerce süren bir çatışma çıktı. Yanlarında polisiyle, jandarmasıyla yıkım için gelen iş makinelerine direnen mahallelilerin ve devrimcilerin üzerlerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Polis kurşunlarına sopa ve taşlarla karşılık verildi. 12 mahallelinin katledildiği, onlarcasının yaralandığı çatışmalarda 100’den fazla kişi yere çökertilerek elleri enselerinde saatlerce bekletildi, ardından gözaltı araçlarına alındı.

Devletin Gezi Korkusu

Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası için ağaçların kesilmek istenmesine tepki olarak başlayan eylemler, kısa sürede on binlerce insanın katılımıyla tüm sokaklara sıçradı. Tomasıyla, akrebiyle, biber gazlarıyla halka saldıran polislerle direnişçiler arasında günlerce süren çatışmalar yaşandı. Gezi Parkı’ndaki eylemlere destek vermek, iktidara olan öfkesini haykırmak için hemen her kentte eylemler yapıldı. Ancak polis tıpkı İstanbul’da olduğu gibi çok sert saldırdı. Ankara’da Ethem Sarısülük’ü, İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş’ı, Berkin Elvan’ı, Antakya’da Abdullah Cömert’i, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ı katletti. Tüm bu yaşananların ardından isyanın bir yıl sonrasında yaşamını yitirenleri anmak için başta İstanbul olmak üzere birçok kentte eylemler yapıldı. Yapılan eylemlerde polis saldırısı yine çok sertti. İstanbul’da 103 eylemci gözaltına alındı. Yoğun gazdan, üzerlerine sürülen toma ve akrepler yüzünden birçok insan yaralandı. İstiklal Caddesi’nde gözaltına alınan eylemciler yerlerde ters kelepçeyle yüzüstü yatırıldı.

Soygun Bahane!

Beyazıt’ta bir banka şubesinde ülkücü faşistlerle karşılaşan devrimci öğrencilerin başlattığı kavga, banka önünde bekleyen jandarmanın bunu soygun zannedip havaya ateş açması ve ardından gelen polis ekiplerinin banka şubesini kurşun yağmuruna tutmasıyla çatışmaya dönüştü. ‘Güçlü devletin’ polisinin içerdeki birçok kişinin yaralanmasına neden olması yetmezmiş gibi, bir de dışarda yüzükoyun yatırarak bekletmesi, ardından gözaltına alması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.

Devlet Korkmamamızdan Korkar

Askeri darbe dönemlerinden öğrenci eylemlerine, sendikal mücadeleden gecekondu direnişlerine, Roboski’den Kobanê’ye kadar hemen her yerde karşımıza aynı tablo çıkıyor: Boyun eğdirmeye çalışan devlet ve boyun eğmeyen bir halk.

Yukarda sıraladığımız görüntülerde, asıl fail olan devletin rolü gizlenerek, yapılanlar olan politik sürece, devletin gizli ya da açık teşkilatlarına bazen de devlet yetkililerin kişisel tutumuna mal edilir. Devlet kendini böylece aklamaya çalışır.

Bizler biliyoruz ki, devlet yok olmadığı sürece boyun eğdirme görüntüleri tekrarlanacaktır. Çünkü bu, devletin varoluşunun bir gereğidir. Devlet gücünü göstermek için her zaman baş eğdirmek zorundadır.

“Bakma ulan bana, herkes yere baksın” diyerek dillenen devletin; baş eğdirmeye çalışırken sakladığı büyük bir korkusu vardır. Ve bu cümleyle, özel harekatçının ağzından kaçırdığı gerçek şudur: Korktuğu gerçeği. Yıllarca adaletli ve özgür bir yaşam için direnen insanlara polisiyle, jandarmasıyla saldırmaktan geri durmayan bu devlet; yıllarca özgürlük mücadelesi veren bir halkı bombalayarak, kurşunlayarak, işkence ederek yok etmeye çalışan, kendisine direnenlerin iradesini teslim alarak kimliksizleştirmeye çalışan bir devlet; sebebi ne olursa olsun baş eğdirmeye çalışan bir devlet, korkuyordur.

Bütün varoluşunu korkutmak üzerine kuran devlet, gücünü ve iktidarını kaybetmekten korkar. Bunun için daha da korku salan yöntemler geliştirir. Ama bu onun korktuğu gerçeğini değiştirmez. Üstelik o, korktuğunun fark edilmesinden daha da çok korkar.

Korkmakta haklıdır! Gerçekten de, yıllarca baş eğdirmeye çalıştığı fakat bitiremediği, her seferinde küllerinden yeniden doğan halkların mücadelesi, korkulmaya değerdir.

Çünkü bakışlarını yerden kaldırmaya cüret eden yalnızca bir çift göz değildir artık. O bir çift gözün içinde parlayan, Ceylan’ın, Uğur’un, Berkin’in ve katledilen yüzlercesinin bakışlarıdır.

Ve evet; devlet bu bakışların karşısında, korkmalıdır. Korkmalıdır çünkü bulduğu her çatlakta yeniden filizlenen direnişimiz, öldürdükçe yeniden doğan kardeşlerimiz ve bize her saldırdığında daha da bilenen öfkemizle baş eğmeyeceğiz. Ve haykırıyoruz, biz kazanıyoruz.

Aylin Sal - Pelin Derici

Meydan Gazetesi Sayı 28, Ağustos 2015

Paylaşın