Göbeklitepe İnsanlık İçin Tapınaktan Öte

Sayı 31, Şubat 2016

Geçen sayımızda, Göbeklitepe üzerine tartışıp, bu kült merkezinin bize neyi anlatabileceği üzerine kafa yormuştuk. [1] Göbeklitepe’nin bir inanç merkezi olarak, “tarım” gibi bir ekonomik “gelişmenin” öncesinde var olması, bugüne kadar ilk nedene dair yapılan ana akım tespitleri tartışmalı hale getiriyor demiştik. Tarihi, ekonomik bir adımın oluşturduğu bir neden-sonuç silsilesi olarak gören anlayışları tartışmış, illa ki bir ilk neden aranıyorsa, bu ilkin, içerisinde siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal iktidar ilişkilerini barındıran bir merkezileşme hamlesi olduğundan bahsetmiştik.

Fakat ilk yazıda yazılanları tekrar etmek yerine, üzerine yenilerini ekleyerek bakış açımızı genişletmemiz gerekir. Evet eldeki veriler gösteriyor ki, Göbeklitepe ilk tarım faaliyetlerinden önce kurulmuş bir yapı. Pekala Göbeklitepe’den önce ekonomik nedenlere dayanan bir toplumsal tabakalaşma mümkün müydü? Bu tartışmalara bakmakta yarar var.

Göbeklitepe ile birbirine yakın dönemlerde ortaya çıkan bazı bölgelerde, bu dönem insanları tarafından oluşturulmuş tohum depolarının varlığından bahsediliyor. [2] Bu tohum depolarını beraberce yaşayan, beraberce eyleyen insan topluluklarının, olası bir kıtlık durumu ve benzeri nedenlerle topladıkları tohumları saklamak için kullandıkları ve sonrasında faydalandıkları bir ortak alan olarak kullandıkları dair veriler olduğunu biliyoruz. Bu ortak depoların zaman içerisinde, topluluğun arasındaki en çalışkan, en kurnaz ve en güçlü kişilerce sahiplenildiği, bu mercilerin üretim dağıtım ilişkilerini kontrol etmeye başladıkları ve bu verilerin ilk nedene dair ana akım fikirleri tarımdan sonra destekleyen önemli bir gelişme olduğu kaydediliyor. [3]

Fakat burada gözden kaçan bir şey var; nasıl ki tarımdan önce dengeleri değiştiren ekonomik bir hamle varsa, Göbeklitepe’den önce de, toplumsal tabakalaşmaya kaynaklık edebilecek dini ve sosyal gelişmelerin olduğunu söyleyebiliriz. [4] Bu konuda Klaus Schmidt şöyle diyor: “İnsan topluluklarının en geç Üst Paleolitik’ten beri, belki daha da önce dini bir organizasyona sahip olduklarını kabul ediyorum.” diyor ve buna kanıt olarak gömü törenlerini gösteriyor. Kimi ölülerin, bir “mezara” gömüt hediyeleri ile beraber gömülmelerinin bir ahiret inancına, dolayısıyla bir dine işaret ettiğini söylüyor. [5]

Buradaki “kimi ölüler vurgusu” önemli. Çünkü bahsi geçen yerlerde bulunan bir düzine mezarın sadece bir kaç tanesinde gömüt hediyeleri bulunuyor. [6] Bu da bize, dini açıdan önemli sayılabilecek kişilerin üst paleolitik evreden beri var olduğunu, dinin ilk etapta bir sosyal tabakalaşma olmasa bile bir statü kaynağı olabileceğini gösteriyor.

Steven Mithen, “...Ölümün fiziksel olmayan boyuta geçiş olduğu şeklinde bir kavram olmasaydı, gömme ritüellerine Sungir gömütlerinde görüldüğü şekilde bir yatırım yapılabileceğine inanmak güçtür. Gerçekten de, Üst Paleolitik nüfusun yalnızca küçük bir kısmının gömüldüğü anlaşıldığına göre, gömülen bu insanların ait oldukları topluluklar içinde özel bir dini rol oynadıkları muhtemel gözükmektedir.”

Öte dünyayla iletişim kurabildiğine inanılan bu dini karakterlerin, toplulukları üzerinde bir etkisinin olduğunu hatta ve hatta sonrasında sosyal tabakalaşmaya kaynaklık edebilecek bir güce ulaştığını söylemek çok da yanlış değildir.

Buradaki etki, aslında sık sık statü ile ilişkilendirilir. Topluluk üzerinde, ister bilgiye dayalı, ister dini, ister siyasi ya da sosyal anlamıyla olsun; yetkin olan karakterler bir statüye sahiptir. Kimi arkeologlar ve antropologlar devlet fikrinin, bu karakterlerin elde ettikleri statü ve gücün içerisinde tohum halinde bulunduğunu söylerler. [7]

Karl Polanyi, Eski insanların, gündelik hayat rutinlerinde ve gelişimlerinde ekonomik bir motivasyondan ziyade sosyal ve statüye dayalı bir motivasyon olduğunu ifade eder: “İnsan, maddi zenginlik edinmekteki bireysel çıkarlarını korumak gayesiyle hareket etmez; toplumsal konumunu, sosyal hak ve değerlerini korumak üzere hareket eder. Maddi zenginliğe ancak bu amaçlara hizmet ettiği için değer verir. Ne üretim ne de dağıtım süreci, mal sahipliğiyle ilgili özel ekonomik çıkarlara bağlıdır…” [8]

Bu toplumlarda açığa çıkan böylesine bir statü anlayışının, ileriki dönemlerde bir yöneten yönetilen ilişkisini; bir iktidar ilişkisini doğurması mümkündür. Dinsel motivasyona dayanan bu ilişki biçiminin de, yüzünü merkezileşmeye dönmüş Göbeklitepe gibi bir yapıya dönüşmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

Merkezileşme, farklı birçok ilişkinin ürettiği bir örüntüdür. Farklı yerlerde, farklı etmenlerin merkezileşmeye katkısı, farklı ölçülerde olabilir. Din, Göbeklitepe’de önemli bir taşıyıcı güçken, başka bir yerde, üretim tüketim ilişkileri daha belirleyici olabilir. Temel mesele, toplumdaki yarılmadır. Temel mesele, yöneten yönetilen ilişkisinde ve dahası, bu ilişki biçiminin belirli merkezlerde toplanarak zaman içerisinde bütün dünyaya yayılmasında yatar.

(Yazının uzun versiyonu ve kaynakça için www.meydangazetesi.org’a bakınız.)

Özgür Erdoğan

Meydan Gazetesi Sayı 31, Şubat 2016

Paylaşın