Devlet Politikası Olarak Muhafazakarlaştırma

Sayı 32, Mart 2016

Toplum içerisindeki geleneksel kurumların sürdürülmesini savunan siyasi ya da toplumsal bir felsefe olarak tanımlanabilen muhafazakarlığın kökenlerini, Avrupa’da yükselişe geçen bir sınıfa karşı başka bir sınıfın mevcut konumunu “muhafaza etme” kaygısıyla giriştiği hareketliliğe kadar dayandırabiliriz. Tabiki bu sınıf aristokratlardı. 19. yüzyılda, kendi ekonomik, siyasi ve toplumsal düzenini oturtmaya çalışan burjuvaziye karşı, aristokrasinin eski değerler ve toplumsal işleyiş savunusu, aynı zamanda bu sınıfın ayrıcalıklı varlığını sürdürebilme çırpınışıydı.

Bu çırpınışın, şimdilerde bir siyasal söylem ve hareket üzerinden konumlanıyor oluşu, belki aristokrasinin yitip gitmesini engelleyemedi ancak toplumsal, ekonomik ya da siyasi konumunu “muhafaza” etmeye çalışan başkaca kesimlerin ortaya çıkmasına ve bu söylemi kullanmasına yol açtı.

Batılı tarihsel kökeniyle ilişkili ancak kendi dinamiklerinden beslenen bir olgu olarak, içinde bulunduğumuz coğrafyadaki muhafazakarlığın beslendiği en büyük değer kümelerinden biri de patriyarkadır.

Muhafazakarlık, din, devlet, militarizm, aile vb. kavramlar üzerinden temellenir. Bahsi geçen kavramlar, kadının ezilen ve erkeğin de ezen olduğu bir ilişki biçimini oluşturan, tahsis eden ve devamlılığını sağlayan mekanizmalardır.

İktidar, siyasal söylemini de bu mekanizmaları korumak, onlarla ilintili değerleri sahiplenmek üzerine oturtur. Yaşadığımız coğrafyada, II. Meşrutiyet’le beraber kurulan Ahrar Fırkası’ndan 1911’de kurulan Hüriyet ve İhtilaf Fırkası’na; muhafazakar siyasal söylemin popülist bir anlamına kavuştuğu Demokrat Parti’den, muhafazakarlığın daha özelde İslam’la ilişkilendirilerek algılandığı Milli Nizam Partisi’ne, aynı siyasal geleneğin “Milli Görüş”ü içinde yer alan diğer partilerinden bu siyasal gelenekten kopan “yenilikçi” kanadın AKP’sine kadar muhafazakarlık, kendi siyasal söylem ve hareketliliğini her daim bulabilmiştir.

Bu siyasi gelenekle ilişkili olarak, bugün, devlet eliyle işletilen “muhafazakar politikalar” içinde bulunduğumuz süreç yeni bir aşamaya tekabül etmektedir. Kadın, sadece ekonomik ve siyasi alanlardan soyutlanmamakta, statü sahibi erkeklerin tamamlayıcı parçaları olarak yeniden tanımlanmaktadır. Hareket alanı, kuralları ve biçimi erkek tarafından saptanmış bir çerçeve içinde toplumsal işleyişlere katılabilmektedir.

Savaş koşullarına dayalı bir siyasal işleyişin, faşizmi aratmayan uygulamalarının gerçekleşebilmesi için yaratılması gereken disiplin toplumu, kadın üzerinden denetlenebilir.

Siyasal iktidarların, “çok çocuk doğurmak” üzerinden şekillendirmeye çalıştıkları toplumsal mühendislik projeleriyle, biyolojik yeniden üretim; “kutsal annelik”i toplumsal bir değer haline getirmesiyle, gelecek neslin iktidarın değerleriyle yetişmesi hedeflenmektedir.

Kadının toplum içerisindeki konumu her geçen gün, sistematik erkek şiddetinin de etkisiyle, erkeğe bağlı ve bağımlı kılınmaya çalışılırken; patriyarkal ilişki ve cinsiyete dayalı işbölümü, devletin muhafazakar politikaları aracılığıyla sağlama alınmaktadır. Kadınlara yönelik cinsel saldırı ya da kadın cinayetlerinin önünü almayı değil; tam tersine pekiştirmeyi ilke edinmiş kadın politikalarıyla devlet; aile politikaları aracılığıyla kadını önce kocasına, sonra da yine bu politikaların etkisiyle, devlete tabi kılmaktadır.

Devletin yeni muhafazakar politikalarının neyi muhafaza etmeye çalıştığı açık; erkek iktidarını. Bu politikaların aynı zamanda neyi muhafaza altına almaya çalıştığı da; kadını. Buradan yola çıktığımızda, devletin, kadını muhafaza etme maskesi altında, muhafaza altına almasını meşrulaştırması da diyebiliriz muhafazakarlığa.

Merve Arkun

Meydan Gazetesi Sayı 32, Mart 2016

Paylaşın