Popülist Muhafazakarlık

Sayı 37, Mart 2017

Yeni muhafazakarlığın coğrafyamızdaki temsilcisi AKP iktidarının kadın politikasının amacı; toplumda kadının, kendini değerli bulduğu ve kendisi için özel alanlar talep ederek özgür olduğu hissiyatına kapılmasını sağlamaktır. AKP iktidarı uyguladığı kadın politikasıyla yalnızca siyasi tabanına, muhafazakar kadınlara hitap etmeyerek toplumdaki tüm kadınları bu politikaya sıkıştırmak istemektedir. Yeni muhafazakarlığın cazibesine kapılarak yaratılmak istenen özgürlük illüzyonuna sıkışan birçok kadın; hem yeni muhafazakarlığın, hem de ataerkilliğin birer uygulayıcısı haline gelir.

Muhafazakârlığın Kadındaki Siyasi Sembolü Olarak Başörtüsü

Kadının başörtüsü yıllardır siyasi olarak sürdürülen en yoğun ve uzun soluklu tartışmalardan biriydi. AKP ve benzeri muhafazakar tabanlı yapılanmaların içerisinde kesik bir yara gibi kanayan bu mesele, başörtüsü serbestliğinin getirilmesiyle kurumsal anlamda sona erdi. Bu tartışma öyle uzun soluklu bir tartışma oldu ki; her kesimden kadın ister istemez bu tartışmaya dahil oldu. Bir kesim bunu sekülerizme karşı olarak gördü, diğeri dini referansları savundu, bir diğeri kadının beyanını esas aldı ve bir de bu tartışmaya girmeyenler oldu. Çünkü mevzu bahis örtü kadının başındaydı. Öznesi kadın olan bir tartışmanın eyleminde de kadınlar vardı tabi ki. Görmezden gelinmemeli, başörtülü de olsa bu kadınlar ülkedeki değişen siyasi rejimler sonucunda çok sert uygulamalarla karşı karşıya kaldı. Tartışma, AKP iktidarının uygulamalarıyla şimdilik sona erdi, başörtülü kadınlar artık devletin en görünür mekanizmalarında yer alıyor, mecliste koltuk kapıyor, TSK’da ve emniyet teşkilatında görev alıyor, üniversitelerinde ders veriyor, medya kanallarında politika yapıyor… Bir taraf kazandı gibi görünüyor, bir taraf kazanmak için hala savaşıyor, bir diğer taraf olanı biteni sadece izliyor.

AKP iktidarı gelenekçi muhafazakar bir yapılanma ve tabanını da bu çoğunluk oluşturuyor, bu anlamda hitap ettiği bir kesim var. Yani en azından uzun bir süre bu böyleydi. Sonra işler yavaş yavaş değişti, muhafazakar taban önce çatırdadı sonra bozuldu, gelenekçiler ayrıştı, yenilikçiler ayrıştı, can ciğer bilinen cemaatle kanlı bıçaklı olundu; yani şimdilik böyle.

AKP iktidarının şimdilerde bilinen en önemli özelliği tek başkan rejimi savunuculuğu yani “Erdoğancılık”. AKP’de kim varsa artık “Erdoğancılığı” benimsemek zorunda, yoksa bu iktidarın masasına asla oturamaz. Aslında “Erdoğancılık” o kadar da muhafazakar değil, sadece yıllar önce üzerine oynadığı bu kesimi kaybetmeme derdinde. Şu gerçeği göz ardı etmemek gerek, yaşadığımız toplumun yapısı gereği, büyük bir çoğunluk muhafazakarlıktan besleniyor. Dolayısıyla “Erdoğancılık” da bunu kullanıyor, söylemlerini bu muhafazakar geleneğin üzerine inşa etmesi gerektiğini çok iyi biliyor. Ancak yine de her yerde her fırsatta vurguladıkları gibi bir yeninin peşindeler. Ve işte tam da burası çok önemli; çünkü içinde bulunduğumuz sisli hava yüzünden göremediğimiz bir buz dağı var. Dümendekiler çarpmaya odaklı rota aldılar bile. Çarpacağız ve tepetaklak olacağız. Biz buna boğulma süreci diyelim. Uzun bir süre çırpınacağız yani. Çünkü karşı karşıya kaldığımız şey eskiden daha da beter bir hal alabilir.

Peki, Geleneksel Muhafazakarlıktan Daha Beter Olan Nedir?

Şimdilerde; yeni bir muhafazakarlık, yeni bir anlayış örgütlenmek isteniyor. Yani sadece kılık kıyafete indirgenmeyen, eğitim gibi köktenci uygulamaları yadsımayan, algısal bir muhafazakarlık. Kadını örtmek, dinsel eğitimi zorunlulaştırmak dışında hem algısal hem bütünsel bir kapatılmadan bahsediyoruz. Belki de uzun yıllar kurtulamayacağımız bir kapatılma. Bu yüzden yıllarca muhafazakarlık başlığında sürdürülen başörtüsü tartışması gibi aynı eksene tekrar tekrar dönmek büyük hata olur. Bizi sadece tek bir odağa sıkıştırır, hareketsiz kılar. Meseleye başka bir açıdan bakmak gerek, bu kaçınılmaz.

Nedir Bu “Yeni Muhafazakarlık?”

Bahsettiğimiz bu yeni muhafazakarlığın, siyasi literatürdeki neoconservatism diye adlandırılan muhafazakarlık anlayışıyla karıştırılmaması gerekir. İkisi arasındaki farkın anlaşılmasındaki işe yarar örnek, neo-con’ların Bush yönetimi ABD’si ile yeni seçilen başkan Trump ABD’si arasındaki farktır. Dolayısıyla bugün burada da, başka bir coğrafyada da, yeni muhafazakarlık denilen bu olguyu anlamak için özellikle günümüzün ilerici/laik-gerici/dinci çerçevesi yetmeyecektir. Dünyadaki liberal demokrasi kültürünün, değerlerinin ve işleyişinin bir krizde olduğu gerçektir. Toplumun kültürel değerlerini belirleme noktasında ortaya konulan bütün iddiaların sahte olduğu ortaya çıkmıştır. Birbirinden farklı yaşam tarzlarının meşruluğu, barış içinde birlikte yaşam, bireysel özgürlüklerin değeri, adaletin sağlanması, kadın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi “erdemler”, liberal demokrasinin iddia ettiği gibi gerçekleşmiyor. Böyle bir krizin yarattığı boşluğu ise, yine iktidarlı düşünceler ve yapılanmalar doldurmaya çalışıyor. Bahsettiğimiz bu yeni muhafazakarlık anlayışı yeri geldiğinde geleneksel muhafazarkarlığın siyasal ideolojisini ve söylemlerini kullanarak dine referans verse de, amacı dinsel değerler üzerinden topluma yapacağı bütünsel etkidir. Dünyanın farklı coğrafyalarında özellikle yeni sağ ile birlikte yükseltilen, yeni muhafazakarlık kültürünü yaymaya çalışan tüm yapılanmaların “ırkçı”, “ayrımcı”, “kadın düşmanı” söylem ve politikaları, bu olgunun küresel ölçekte örgütlendiğini görmek açısından önemlidir.

Muhafazakarlar ve Karşıtlarının Sıkışmışlığı

Yaşadığımız coğrafya özelinde muhafazakarlık tartışmaları gericilik-ilericilik, sekülerlik-dincilik ikiliklerine sıkıştırılmakta ve meselenin özünden uzaklaşılmaktadır. “Laiklik savunucuları” tarafından sadece din ile ilişkilendirilen ve adeta paranoyaklaşmış bir kaygı olarak topluma yansıyan bu mesele, İran benzeri devletlerin rejimlerine dönüşme şeklinde vurgulanmaktadır. Diğer taraftan “muhafazakar elitler” ekonomik ve sosyal yaşamlarını sürdürebilmek için muhafazakar yaşam tarzını topluma geleneksel değerler olarak dayatırlar. Özellikle her iki tarafın da yaşam tarzı dediğinde hedef aldığı asıl özne kadındır. Bu, özünde devlet yapısı ve yaşam tarzına odaklanan orta ve üst sınıfların kaygılarını barındırdığı bir tartışma olarak görülebilir. Ancak kadın tüm bu tartışmalara sıkışarak eriyen bir kimlik olarak ezilmeyi sürdürür. Erkek-egemen sistemin en temel dinamiklerinden olan devlet, herhangi bir yapısal değişiklikle iyileştirilemeyeceği gibi; orta ve üst sınıfların “yaşama tarzı” talepleri de ezilenlerin talepleriyle örtüşmeyecektir. Diğer yandan, bu tartışmalarda görünmeyen ya da görülmek istenmeyen bir diğer şey de, yeni muhafazakarlık denilen bu anlayışın tüm kadınlara; yani başı açık ya da kapalı olana da erişebilmesidir.

Değişen Ne Olursa Olsun Ezilen Kadın

Yaşadığımız coğrafyanın yeni muhafazakarları değişimi öncelikli olarak “kadın” üzerinden tartışmaktadır. Son dönemlerde yapılan araştırma sonuçlarına göre, muhafaza edilmesi gereken en önemli şeyin “aile kurumu” olarak görülmesi de değişimin asıl öznesinin kadın olduğunu göstermektedir. Toplumda “ideal kadın” şöyle tanımlanmaktadır: “Erkeklerle hukuken eşit, gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rollerini asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine laf getirmeyen kadın tipi.” Dolayısıyla kadın toplumda ona biçilen tüm rolleri içselleştirmelidir.

Yeni muhafazakarlığın merkezinde yer alan kadının beklentileri ve talepleri de bu yeni anlayışın çerçevesinde şekillenmektedir. İnançlarıyla doğru orantılı olarak aile kurumunu yükselten, dünya trendlerini kendilerine uyarlayan, ekonomik refaha ulaşabilmenin imkanlarını yaratan, yaşam tarzına uygun olanı alternatifler üreterek gerçekleştiren kadınlar yeni muhafazakarlığın kabulündedirler. Ancak burada kadınlık rolü tamamen içselleştirilmiştir. Diğer taraftan bu “muhafazakar kadınlar” toplumda sosyalleşebilecekleri özel alanlara ihtiyaç duyarlar. Bu anlayış ise hem dışlamayı içeren, hem de ataerkil toplumda dışlanmayı içselleştirmiş bir kadın profili yaratır. Dışlama ve dışlanma yoluyla sosyalleşebilen bu kadınların toplumdaki erkeklerden daha fazla muhafazakâr olması eğilimi belki de bu sebepten ötürüdür. Çünkü sadece muhafazakârlığın araçsal kullanımı yoluyla sosyalleşebilmektedirler. Ötekinin var olması, bizim de ötekiler arasında bir diğer “öteki” olmamız olanağını doğurur. Bu durum kaçınılmaz olarak, bireyin yalnızlaşmasına neden olduğu gibi, yeni bağlamlar türeterek kendini ifşa edebileceği alanlarda yer almasına neden olmaktadır. Yeni muhafazakâr kadın profilindekilerin yaşamakta olduğu durum tam olarak budur.

Yeni muhafazakarlığın coğrafyamızdaki temsilcisi AKP iktidarının kadın politikasının amacı; toplumda kadının, kendini değerli bulduğu ve kendisi için özel alanlar talep ederek özgür olduğu hissiyatına kapılmasını sağlamaktır. AKP iktidarı uyguladığı kadın politikasıyla yalnızca siyasi tabanına, muhafazakar kadınlara hitap etmeyerek toplumdaki tüm kadınları bu politikaya sıkıştırmak istemektedir. Yeni muhafazakarlığın cazibesine kapılarak yaratılmak istenen özgürlük illüzyonuna sıkışan birçok kadın; hem yeni muhafazakarlığın, hem de ataerkilliğin birer uygulayıcısı haline gelir. AKP’nin tetiklediği bu uygulamalar dinsel referanslar alınarak gerçekleşiyor gibi yapılır, ancak bu sadece birkaç istisna olarak kalır. Bu uygulamalar yeni muhafazakar anlayışın özellikle de “muhafazakar elitler” tarafından toplumu değiştirme çabasıdır. Bu değişim kendinden olmayanı türlü yöntemlerle kendine uydurma, uyduramadığında da yok etme üzerine kuruludur.

Yeni Muhafazakarlık Kadını Nasıl Etkiliyor?

Yeni muhafazakar anlayışın kadına yansıması olarak değerlendirebilecek sürecin başlangıcı, 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’ın adının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesidir. Tam bu sıralarda kadına yönelik “radikal söylemler” de peşi sıra dillendirilmeye başlanmıştır. Erdoğan’ın “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadınlar ve erkekler birbirinden farklıdır, birbirinin mütemmimidir” açıklamasını kadın örgütleriyle yaptığı bir toplantıda sarf etmesi, sonraki süreçlerde de bu denli cüretkar olmasını normalleştirmeye başlamıştır.

Devletin ekonomik kaygılarla gündeme taşıdığı “kürtaj” ve “doğum kontrol” tartışmaları; geleneksel muhafazakarlığın argümanı olan dini değerler yükseltilerek yapıldı. Bu stratejinin bir nüfus, yani ekonomi politikası olduğu böylece absorbe edilmiş oldu. Altı boş söylemler öylesine kullanıldı ki, dini değerler yükseltilerek nüfus politikası yapmamak gerektiği savunusuyla kürtaj ve doğum kontrolüne dair bilimsel açıklamalar da yapıldı. 2016 yılında “doğum kontrol ihaneti” ve “anne olmayanın eksik, yarım kadın” olması; 2012’deki kürtaj yasası girişimi gibi.

Bahsettiğimiz gibi bu anlayışın hedefinde tüm kadınlar var. Geleneksel muhafazakar anlayışa uygun yaşam tarzı olmayan kadınlar da yeni muhafazakarlık rüzgarının bilinçli/bilinçsiz birer sürdürücüsü olmaktadır. Dini ve manevi değerlerle ideolojik ve yaşamsal hiçbir ortaklığı bulunmayanlar dahi, tıpkı iktidarın yaptığı gibi, söylemlerinde muhafazakarlaşmıştır. Önceden muhafazakarlığın siyasi simgesi başörtüsüyken, şimdi “modern imajlı” kadın da muhafazakar olabilmektedir. Mecliste anayasa oylaması sırasında kavga eden AKP’li ve CHP’li kadın milletvekillerinin dış görünüşü arasında herhangi bir farklılık olmaması bize “hangisi acaba kimden?” sorusunu sordurmuştur. Ama bu yeni muhafazakar anlayışın, bu örnek dışında dış görünüşte değil algılarda örgütlendiğini tekrar hatırlatmakta fayda var.

Amaçlanan; dış görünümü veya kimliği ne olursa olsun; her kadının bu “muhafazakarlığı” benimsemesidir. Geleneksel muhafazakar kesimin değer yargılarına paralel olarak iktidarının öncesinde ve iktidarının ilk döneminde gündemine aldığı “İmam Hatip Liseleri” eğitim alanında bir reform olmaktan çok, bu kesime verilen sözün tutulduğuna dair bir gösterge olarak yorumlanabilir. Keza, imam hatip liselerinde yaratılan ve örgütlenen “kadının toplumdaki pozisyonu” yeni muhafazakar anlayışla paraleldir.

Yeni Muhafazakarlık, kadına yönelik ekonomik stratejileri de beraberinde uygulamaya sokmuştur. 2015’te yapılan yasal düzenlemelerde “ekonomik ve sosyal hayatta erkeklerle eşit şekilde kadınların da dahil olması amacıyla” geliştirilen istihdam projelerinden biri “annelik teşviki”ydi. Annelik izninin bitiminden sonra ilk çocuk için 2, ikinci çocuk için 4 ay olmak üzere yarı zamanlı çalışma izni getirildi. Eğer anne isterse, çocuk ilkokula başlayana kadar yarı zamanlı çalışabilecek, her anneye, 1. çocuk için 300, 2. çocuk için 400, 3. çocuk için 600 lira ödeme yapılacak. Kadının toplumsal hayatta var olması gerektiğini savunurken, annelik teşviki ile ekonomik yaşantının dışında bırakan istihdam uygulamaları yeni anlayışın bir çelişkisi.

Sonuç

Yeni muhafazakarlık, kadını belli söylemler üzerinden geliştirdiği politikalara sıkıştırmayı ve bu söylemleri kadına benimsetmeyi amaçlar. Burada, yaratılan bu muhafazakar anlayışın dışına çıkmak kadınlar için büyük önem taşımaktadır. Verilmesi gereken mücadele hattı, muhafazakarlık karşıtlığı üzerinden laiklik savunusu yapmak; kadının muhafazakarlıktan sıyrılışını referandumda “hayır” demeye koymak, seçimlerde muhalif partilere oy atmak olmamalıdır. Kadının ister laik, ister muhafazakar, ister yeni muhafazakar; anlayışı ne olursa olsun devlete karşı verdiği öz-örgütlü mücadelesi, muhafızların da muhafazakarların da üstesinden gelecektir.

Ece Uzun

Meydan Gazetesi Sayı 37, Mart 2017

Paylaşın