Tarladan Sofraya Bir İmece Öyküsü

Sayı 4, Ekim 2012

Suriye’den Anadolu’ya Mısır

Kökeni Orta Amerika’ya dek dayanan mısır, 1600’lü yıllardan itibaren yaşadığımız topraklarda üretilmeye başlandı. Mısır bu topraklara ilk olarak Suriye yoluyla Mısır’dan gelmiş ve bu yüzden de Mısır darısı, Mısır buğdayı olarak anılmaya başlanmış, fakat zamanla kısaltılarak mısır adını almıştır.

Mısır, yaşadığımız topraklarda bir çok bölgede yetişebilmektedir ancak 1980’li yıllara kadar en çok yetiştirildiği bölge Karadeniz’dir. Tarım Bakanlığı’nın II. Ürün Projesi ile özellikle Akdeniz’de de çeşitli teşvikler verilerek (tohum, sulama vb.) üretilmeye başlandı. Aynı proje ile Karadeniz’de de ihraç ürünü olarak çay ve fındık üretiminin yükseltilmesi ile mısır üretimi coğrafi ve biçimsel olarak değişmeye başladı.

Üreticiler 80’lerin ardından mısır gibi tarım faaliyetlerinden vazgeçerek orman arazilerini çaylıklara dönüştürmüş ve ihracat geliri fazla olan çay üretimine hız vermişti. Her ne kadar mısırın günümüzde ağırlıklı bir şekilde Akdeniz ve Karadeniz’de endüstriyel olarak tarımı yapılsa da; 1980’lerden önce, ekiminden hasadına kadar kolektif bir şekilde üretilip sonrasında da yine hep birlikte tüketilen bu ürünün toplumsal hayattaki yeri tamamen değişmeye başlamıştı.

Mısır: Bir kültür, bir türkü, bir imece

Bundan 30 yıl önce... Karadeniz’in bir köyü.. Her şeyin köyün içinde, herkesin ihtiyaçları için, kolektif bir şekilde üretildiği ve insanların hep birlikte karnını doyurduğu bir köy... Mart ayında baharın gelişiyle birlikte, kışın ahırdan dışarı adım atmayan hayvanlar çayıra salınmış, ilk kez taze ot kokusunu almış... Geçen yıldan kalan mısır ve topraktaki kökler sökülmüş ve büyük bir ateş yakılmış. Gençler türküler söylerken pagaranın (kurseli ateşinin ) üstünden atlıyor, horonlar vuruluyor. Bu baharın gelişinin kutlaması. Aylardan Nisan’a gelindiğinde hep beraber tarlalara girilecek, saklanan mısır ve fasulye tohumları birlikte ekilecek, böylece aynı tarladan iki ürün alabilecekler.

Mısırlar filizlenip diz boyuna ulaştığında çapalama ve seyreltme vakti geldi demektir: Çapa işlerine “ödünç gün” karşılığında köyün erkekleri gidecek, bu karşılıklı dayanışma duygusuyla herkesin tarlası sırayla çapalanacaktır artık. Ağustos ayına gelince mısırın arasında büyüyen otlar hep beraber biçilecek, tarla temizlenecek. Eylül ayında ise koçanları ayrılmadan gövdesinden kesilerek biçilen mısır, öbek öbek toplanıp bir kaç gün bekletilecek; böylece mısırın yaprakları kuruyacak, ayıklamaya ve istiflemeye hazır bir hale gelecek. Mısır tarladan alındıktan sonra da işler bitmeyecek kadın erkek çoluk çocuk toplanacak, kadınlar gazel ayıklarken, adamlar somak bağlayacak, bir taraftan türküler söylenecek. Bu sırada bir delikanlı beğendiği kıza lokma gönderecek, iş biterken ev sahibinin yaptığı yemekler hep beraber yenecek...

İşte böyle bir dayanışma ve gönüllü işbirliğinin yaşama yansımasıdır mısır imecesi. Yalnız mısır hasadı değil; köyün yolları, çeşmesi ve her türlü ihtiyaçları da bu karşılıklı yardımlaşma ilkesine göre karşılanır imece usulünde.

80’ler: Üretimden Tüketime Mısırın Dönüşümü

Yani bundan 30 yıl önce, mısır hep birlikte ekilir, ekin hep birlikte toplanır, hep beraber türkü söylenir, eğlenilirdi. Bugün görüyoruz ki eskiden köylerde evlerin önünde yapılan düğünler, düğün salonlarında yapılıyor, halkın kendi türkülerini ürettiği imece kültürü pazara yenilmeye başladığından bu yana, türküler de kaybolmaya başlıyor.

1980’lerdeki tarım politikalarındaki büyük değişim coğrafi ve biçimsel olarak yalnızca Karadeniz halklarının türkülerinin değil hepimizin hayatındaki büyük değişimin de göstergesi oldu. Bu dönemde Karadenizliler artık karnını doyurmak için değil, pazara satış yapmak için üretmek zorunda kalırken, mısır değil çay ekimine yöneldi. Pazara yönelik üretime teşvik eden devlet, hibrit tohum ve sulamada teşvikler vererek endüstriyel mısır ekimini Akdeniz’de yaygınlaştırırken, bu yeni üretim biçimi yaygınlaştıkça Karadeniz’de dayanışma kültürünü de baltalamaya başlamıştı. Mısır üretiminde imecenin yerini silaj makineleri ve ücretli işçiler almaya başladıkça, bu dönüşüm mısırın tüketim biçiminde de zorunlu bir farklılaşmaya neden olmuştu. Artık üretici, kendi tarlasında ‘malını’ pazara sunan bir tarım işçisi haline gelmişken; üretim aşamasından tamamen yabancılaşan tüketici ise, akşamları hep birlikte kazanlarda kaynatılan mısırları yemek yerine, sokakta ya da alışveriş merkezlerinde ayaküstü yalnız başına soslu bardak mısır yemektedir. Yüzyıllardır hayatlarını iş, yemek, eğlence gibi farklı zaman parçalarına bölmeden yaşayan insan, üretimini bir türküye dönüştürerek, yaşamını paylaşma ve dayanışmanın hakim olduğu bir kültürle sürdürmekteydi. Bir politika olarak bencillik ve rekabet insanların hayatlarına sokulmaya başladığından bu yana bizler türkülerimizi, ezgilerimizi unutur olduk. İmece yaşamdır. Paylaşma ve dayanışmayla örülü, eylemin eğlenceye yaşamın türküye dönüştüğü bir kültürdür imece; aslında bu yüzden yaşamı savunmaktır.

Meydan Gazetesi Sayı 4, Ekim 2012

Paylaşın