Ortadoğu'da Haritalar Değişiyor

Sayı 40, Eylül 2017

Suriye’de 7 Yıllık Savaşın Sonu mu?

21 Temmuz 2015’te dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, yaptığı açıklamada, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ortaya çıkan çok parçalı, karmaşık durumu şu sözlerle özetliyordu: “Biz Suriye’nin omlet haline gelmiş bir yumurta olduğuna inanıyoruz. Omletten de tekrar yumurta yapamazsınız.” Şimdi 2015 yılının ortalarına gidelim ve Yaalon’a, o dönem doğruluk payı olan “omlet” benzetmesiyle bu özgüvenli sözleri söyleten Suriye’deki durumu özetleyelim:

IŞİD’in 2014’ün Haziran ayında Musul’u ele geçirmesi öncesi aynı yılın başında ülkenin 6. büyük kenti Rakka, ileriki süreçte hilafet devleti ilan edecek cihatçı çetenin kontrolüne geçmişti. Rakka’nın güneyindeki Deyr -ez Zor, yine IŞİD tarafından kuşatılmış, bu durum Suriye’nin, Irak ile bağlantısını koparmıştı. Irak sınırındaki El Kaim kapısını ele geçiren IŞİD, olaya ilişkin olarak yayınladığı videoda Sykes-Picot anlaşmasının 100 yıl sonra yırtıldığını vurgulamıştı. Şam’dan sonraki en büyük kent Halep’in ise yarıdan fazlasında cihatçı çetelerin varlığı söz konusuydu. Şam’da da, doğudaki Guta bölgesinde cihatçı çeteler hakimdi. Ayrıca Ürdün ve İsrail sınırlarında bu devletlerin himayelerinde, ABD, İngiltere destekli cihatçı çeteler kontrol alanlarına sahipti.

TC, Körfez ülkeleri ve ABD’nin farklı düzeylerde desteklediği çetelerin bu kontrol alanları arasında, şu sıralarda da gündemde olan İdlib’i ise farklı bir parantez içine almak gerek. 2014 Eylül ayı itibariyle Suriye’deki önceliğini rejim değişikliğinden IŞİD’e yönelik operasyonlara evrilten ABD’yi “savaşa geri çağırmak” şeklinde okunabilecek Fetih Ordusu adlı cihatçı çatı örgüt projesi Türkiye- Suudi Arabistan-Katar devletlerince geliştirilmişti. “Fetih Ordusu” 2015 Mart ayı sonlarında İdlib’i ele geçirerek emirlik ilan etti. Böylece TC-Körfez ittifakının Esad’ı devirme politikası kapsamında bu devletlerce ABD’ye “önceliklerini gözden geçirmesi” mesajı veriliyordu. Bu dönemde ABD’nin Suriye politikasında ise dışarıdan çok da anlaşılamayan bir çift başlılık oldukça belirgindi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ile CIA ekseninde oluşan bu çift başlılığa göre, Pentagon üzerinden SDG benzeri “seküler” gruplara destek verilirken, diğer taraftan Körfez devletlerinin mali desteği ile CIA’nin kurduğu operasyon odaları sonucu cihatçı çeteler destekleniyordu. TC-Katar-Suud ittifakının açıktan desteklediği “Fetih Ordusu” projesi ve İdlib’te kurulan cihatçı emirlik, CIA’in kurduğu bu “operasyon odalarının” sonucuydu.

İdlib’i ele geçiren çatı örgüt “Fetih Ordusu’nun o dönemdeki iki ana bileşeni ise El Kaide kökenli Nusra ve TC destekli Ahrar -uş Şam’dı.

Efrin’e saldırı hamlesini boşa düşürecek bir başka gelişme de, Fırat Kalkanı işgal güçlerinin olası bir operasyonunun, Efrin- İdlib’e doğru genişleme bölgesi olarak düşünülen Tel Rıfat’ta yaşandı. YPG ile Rejim arasında varılan mutabakatla Tel Rıfat Suriye Ordusu’na bırakıldı ve TC’nin Fırat Kalkanı bölgesinden Efrin-İdlib hattına açmayı düşündüğü koridor projesi başlamadan bitti.

IŞİD ve Diğer Cihatçı Çeteler Sonrası Dönem Daha Büyük Savaşları mı Doğuracak?

Irak’taki topraklarını kaybeden, Suriye’de ise Deyr -ez Zor ve Rakka’yı kaybetmek üzere olan IŞİD’in, muhtemelen yakın bir gelecekte hakimiyet alanı kalmayacak. Böylece toprak hakimiyeti koşuluna bağlı olan “hilafet devleti” özelliği ortadan kalkacak olan cihatçı çetenin, aslına rücu ederek Irak’taki Sünni bölgelere çekilmesi bir ihtimal.

Diğer yandan, şu andaki olası çatışmalarını IŞİD nedeniyle erteleyen sahadaki öznelerin, bu varlık ortadan kalktığında Suriye’de nasıl konumlanacakları ortadaki soru işareti. Suriye’nin, özellikle doğusunda rejim ve müttefiklerinin galibiyetini “sessiz sedasız” kabul etmiş görünen ABD, son olarak Ürdün sınırında eğittiği cihatçı çetelerden silahlarını teslim etmelerini istedi.Buna karşın, ülkenin kuzeydoğusundaki üsleri üzerinden elde ettiği nüfuz alanlarını yitirmek istemeyeceği varsayılan ABD, bu varlığına koşut olarak, Suriye’nin kuzeydoğu ve doğusunda Kürtlerin ve Arapların federatif bölgelerinin oluşumunu savaş sonrası pazarlık konusu haline getirebilir. Rusya’nın da sıcak baktığı bilinen böylesi bir yapı, savaş sonrası konuşulacak önemli gündem maddelerinden olacaktır.

Savaşın kaybedenleri arasında yer alan TC ise, bölgedeki varlığını Rojava karşıtlığına indirgeyerek, tamamen izole olmamak için, kendisine zorunlu müttefikler yaratma yoluna girdi. ABD ile de ipleri “tam koparmadan”, savaş sonrası bölgede siyasal ve ekonomik anlamda oluşması muhtemel Rusya-Suriye-İran ittifakına katılma eğilimi taşıyabilecek olan TC’nin bu ve benzeri zorunlu ittifak girişimlerinin, Halep’ten 82. vilayet yaratma hayallerinden gelinen noktada apaçık bir yenilgi olduğu ortada.

Suriye’de rejimin sonunun geldiğine TC ile birlikte kendisini inandıran bir başka bölgesel aktör olan İsrail ise, savaş sonrası, daha büyük savaşların kıvılcımını çakma potansiyeli taşıyor. Suriye’de rejime karşı savaşan bazı cihatçıları desteklediği gerçeğini ters yüz ederek, “cihatçılardan boşalan bölgelere Hizbullah yerleşecek” bahanesine sığınan İsrail, her fırsatta, Irak-Suriye-Lübnan hattı boyunca oluşabilecek Hizbullah-İran eksenine saldırmaktan geri durmayacağını söylüyor.

IŞİD ve diğer çetelerle çatışma dinamiklerinin orta vadede bitmesi öngörülen Suriye’de, bundan sonraki dönemde, savaşın kazananı ve kaybedenleri arasında yaşanacak gelişmeler, yeni çatışma alanlarının ortaya çıkıp çıkmayacağını gösterecek. Bu olası yeni dinamikleri görmek için ise, tüm bu, devlet, devletsi ve devlet dışı öznelerin Suriye’de yeni oluşacak haritayı önlerine koymaları gerekecek.

A- Suriye’de Yeni Harita Doğu’da Çizilecek Suriye’nin kuzey- kuzey doğu sınırları boyunca uzanan ve 2012’den beri varlığını sürdüren Rojava ise Suriye’nin bu çok parçalılığı içinde yer alıyor görünse de, fiilen uyguladığı ve savaş sonrası için de vaad ettiği federasyon projesiyle ayrı bir konumda değerlendirilmeyi hak ediyordu. Temmuz 2012’deki devrim sürecinde henüz sıcak çatışma bölgeleri içinde yer almayan Rojava, ilerleyen süreçte önce Nusra, daha sonra da IŞİD gibi, devletlerin terörizm politikalarının sahadaki fiili uygulayıcılarına karşı sergilediği direnişle savaşın denkleminde kilit bir konumda yer aldı. Savaşta bugün gelinen noktada , “savaş bitti, Esad kazandı” yorumları paralelinde, batıda Suriye Rejimi’nin hakimiyeti belirginleşirken, Fırat’ın doğusunda ABD/SDG ile Rusya/Suriye eksenleri arasında bir denge oluştu. Bu denge uyarınca Rejim güçleri IŞİD’e karşı operasyonların sürdüğü Rakka’ya müdahil olmayacak, aynı şekilde ABD/SDG ittifakı da Deyr -ez Zor’dan uzak duracaktı. Bu fiili anlaşmanın kırılgan yapısı, IŞİD sonrası dönem için, farklı çatışmaların habercisi niteliğinde. Şimdiye dek bu eksenler birbirleriyle direkt çatışmayarak, benzer fiili anlaşmalar yolunu seçmişti. Bunun nedeni, öncelikle bertaraf edilmesi gereken IŞİD varlığı idi. Savaşın sonunun yaklaştığının konuşulduğu bu süreçte, Fırat’ın doğusundaki bu bölge, savaş sonrası Suriye’nin siyasi haritasının çizileceği coğrafya olacak.

Suriye’de rejimin sonunun geldiğine TC ile birlikte kendisini inandıran bir başka bölgesel aktör olan İsrail ise, savaş sonrası, daha büyük savaşların kıvılcımını çakma potansiyeli taşıyor. Suriye’de rejime karşı savaşan bazı cihatçıları desteklediği gerçeğini ters yüz ederek, “cihatçılardan boşalan bölgelere Hizbullah yerleşecek” bahanesine sığınan İsrail, her fırsatta, Irak-Suriye-Lübnan hattı boyunca oluşabilecek Hizbullah-İran eksenine saldırmaktan geri durmayacağını söylüyor.

IŞİD ve diğer çetelerle çatışma dinamiklerinin orta vadede bitmesi öngörülen Suriye’de, bundan sonraki dönemde, savaşın kazananı ve kaybedenleri arasında yaşanacak gelişmeler, yeni çatışma alanlarının ortaya çıkıp çıkmayacağını gösterecek. Bu olası yeni dinamikleri görmek için ise, tüm bu, devlet, devletsi ve devlet dışı öznelerin Suriye’de yeni oluşacak haritayı önlerine koymaları gerekecek.

B- İdlib – Efrin Gerilim Hattı Aralık ayı sonlarında Halep’in cihatçılardan Suriye rejiminin eline geçmesiyle, gözler İdlib’e çevrilmişti. Halep’ten ve sonrasında cihatçı çetelerin bulunduğu Hama ve Humus’tan, rejim ile anlaşmalı şekilde çekilen cihatçıların yerleştirildiği İdlib, savaşın son cephesi olarak değerlendiriliyor. Suriye ordusu İdlib’e topladığı cihatçı çetelerle yapacağı bu “son savaşta”, onları geldikleri yere, Türkiye sınırına doğru itmenin hesabını yaparken, TC ise başka bir hesap peşindeydi. Ancak bu hesap, geçtiğimiz ay İdlib’te yaşanan çeteler arası savaşta açmaza girdi. İdlib’e komşu Rojava kantonu Efrin’e, kontrolündeki çeteler üzerinden saldırmayı planlayan TC, Heyet Tahrir -eş Şam (HTŞ) ile Ahrar -uş Şam arasında yaşanan çatışmalar sonrası Efrin’e saldırı politikasında değişikliğe gitmek zorunda kaldı. Efrin’e saldırı hamlesini boşa düşürecek bir başka gelişme de, Fırat Kalkanı işgal güçlerinin olası bir operasyonunun, Efrin- İdlib’e doğru genişleme bölgesi olarak düşünülen Tel Rıfat’ta yaşandı. YPG ile Rejim arasında varılan mutabakatla Tel Rıfat Suriye Ordusu’na bırakıldı ve TC’nin Fırat Kalkanı bölgesinden Efrin-İdlib hattına açmayı düşündüğü koridor projesi başlamadan bitti. ABD ile yaşanan gerilim, düşürülen Rus uçağı ve özür sonrası bölgede Rusya’nın fiili bir oyuncusu haline dönüşen TC’nin, İdlib’in “devri” konusunda bölgedeki cihatçı çetelerin “hamisi” vasfıyla Rusya- Suriye ittifakına verdiği teminat, HTŞ-Ahrar savaşında geçerliliğini yitirdi. TC için bu “iç savaşın” kötü sonucu , önceliklerini hakimiyet alanlarını korumaya verecek çetelerin, bu süreçte Efrin’e saldırı planları içinde olamayacağıydı. Benzer şekilde TC de öncelik politikalarını İdlib’te HTŞ’nin hakimiyet kurmasıyla, Erfin’den bu bölgeye kaydırmak zorunda kaldı. Çatı bir cihatçı örgüt olan HTŞ’deki El Kaide-Nusra ağırlığı ve örgütün İdlib’te kurduğu hakimiyet, ABD’nin tepkisini çekmişti. Genellikle Suriye’nin batısında askeri ve politik bir tasarrufta bulunmayan ABD, bölgenin bu duruma gelmesindeki payını “unutarak”, HTŞ üzerinden, “askeri tedbirlere başvurmaktan çekinilmeyeceği” açıklamasında bulundu. Bu açıklamaların yanına, ABD’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün bölgedeki El Kaide varlığına dair TC’yi suçlayan demeci koyulduğunda, TC’nin gündeminin Efrin’den İdlib’e kaymasındaki zorunluluk anlaşılır bir hal alıyor. Bu zorunlulukta birlikte TC’nin Fırat Kalkanı içindeki çeteleri,yanlarına Ahrar -uş Şam’ı da katarak Efrin’e taşıma planının, rotasını İdlib’e çevirme ihtimali artıyor.

C/ Deyr -ez Zor: Verimli Suriye Astana Görüşmeleri’nde ilan edilen “çatışmasızlık bölgelerinde” cihatçıların hareketsiz kalması, Suriye Ordusu ve müttefiklerine Deyr -ez Zor ve benzeri bölgelere hareket olanağı sağladı. Böylece Suriye ordusu Deyr -ez Zor’a yöneldi. Kaliteli petrol yatakları ve geniş tarım arazileri nedeniyle Deyr-ez Zor bölgesi “Verimli Suriye” olarak da biliniyor. Peki Suriye Ordusu ve müttefiklerinin Deyr-ez Zor’a yönelmesi karşısında ABD’nin tutumu ne olacak? ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı açıklamasına göre IŞİD Karşıtı Koalisyon/SDG ile Rusya/Suriye ittifakları arasında -IŞİD faktörü gözetilerek- fiili çatışmasızlık bölgeleri ilan edilmiş durumda. Bu çatışmasızlık bölgelerinin ilanında ise Fırat’ın batı ve doğusu esas alındı. Ancak bu ayın başlarında Suriye’nin Rus Hava Kuvvetleri desteğinde, Fırat’ı geçerek Deyr -ez Zor’a ilerleyişiyle, bu esasın hükmünün kalmadığı, fiili sınırın Deyr -ez Zor’un doğusu olarak güncellendiği anlaşılıyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde SDG’nin başlattığı “Cizre’nin Fırtınası” hamlesinin Deyr -ez Zor’un doğusunu kapsadığı duyuruldu.

Savaş Irak’ın Kaderi Mi?

2003’te başlayan ve binlerce insanın yaşamını yitirdiği savaşı yaşamış ve ardından bölgede pek çok örgütün faaliyet sahası olmuş Irak’ta son dönemde IŞİD’in kaybediyor oluşu ve Güney Kürdistan’daki referandum gibi pek çok gelişme yaşanırken bu coğrafyanın siyasi haritasının değişmesi ve yeni çatışmaların yaşanması ihtimali de bulunuyor. Bu sebeple bu coğrafyanın gelişmelerine ve bu coğrafyadaki güçlere bir göz atmak gerekecektir.

Güney Kürdistan’daki Referandum “Bağımsızlık” İçin Mi?

Başur Kürdistanı, bölgedeki her bir yapıyı doğrudan ilgilendiren tartışmalı bir referandum gündemine girdi. Bölgesel ve küresel pek çok devletin ertelenmesi gerektiğini düşündüğü referandum Ortadoğu için yeni diplomatik veya askeri sorunları başlatacaktır. Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde iktidara sahip parti KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)’nin aldığı kararla 25 Eylül’de gerçekleşecek olan referandum, Başur Kürdistanı’nda bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasını öngörüyor. KDP bu kararla iç ve dış siyaset doğrultusunda bir hamle gerçekleştiriyor. KDP/Barzani hem IŞİD’le yapılan savaşın başlarında uyguladığı pratikler (peşmergelerin Şengal gibi bir çok bölgeyi IŞİD saldırısı sırasında terk etmesi) sebebiyle halk üzerinde azalan etkisini böyle “ulusal” bir mesele üzerinden tekrar arttırmak hem de başkanlık koltuğunu bırakması gerektiği düşüncelerinin arka planlara atılmasını sağlamayı planlıyor.

30 Ocak 2005’ten bu yana Irak devletine bağlı özerk bir yönetim olan Kürt yönetimi, bağımsız bir devlet olarak bölgedeki ilk meşru Kürt devleti olma isteğinde. Bölgesel Yönetimin meclisini kapatan, işleyişine engel olan ve bağımsızlığın oylanacağı referanduma karar veren KDP’nin dışındaki Kürt partilerinin ise bu referanduma dair yaklaşımları sorgulanıyor. Duran Kalkan’ın “Bu referanduma kim karar veriyor?” şeklindeki açıklaması ile PKK referanduma açıkça karşı çıksa da bölgesel yönetimde siyaset yapan bölgedeki diğer GORAN (Değişim Hareketi) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) gibi büyük Kürt partileri şimdilik referanduma ne açıktan destekte bulundular ne de karşı çıktılar. İşlemeyen bir mecliste meclis başkanlığı makamını elinde bulunduran Goran Hareketi KDP’nin meşruiyetini sağlayacak bir oylamada “evet” demek istemese de KDP’nin oylamayı ulusal bir mesele olarak göstermesi nedeniyle “hayır” demeye de çekiniyor. KYB ise oylamanın mecliste alınacak karar sonucu yapılması durumunda “evet” demekten geri durmayacaklarını açıklamıştı.

Ayrıca şimdiden referandumdan çıkacak bağımsızlık sonucunun ardından ilan edilecek bir Kürdistan devletinin bölgede çatışmalar dönemini tekrar başlatıp başlatmayacağı da tartışılmaya başlandı. Irak, egemenlik hakkına ve toprak bütünlüğüne aykırı olan bu durumu savaş sebebi sayarak, IŞİD’i bir çok noktada yenmiş olmanın ve Haşdi Şabi örgütünün merkezi ordu kuvvetlerine kattığı güçle Güney Kürdistan’da peşmerge güçleriyle bir çatışmaya/savaşa girebileceği de konuşuluyor. Ama olası böyle bir savaşta İran ve TC gibi bölgesel, Rusya ve ABD gibi küresel güçlerin tutumu/tarafı ne olur, taraf olurlarsa savaşın boyutu ne olur ve Kürdistan, Irak ve Ortadoğu yeni bir keşmekeşin ortasında nasıl kalır bunları da konuşmak düşünmek gerekecektir.

A- Kürdistan Demokrat Partisi Kürdistan Demokrat Partisi, Barzani aşiretlerinin Irak yönetimine karşı isyanın ardından 1946 yılında Mustafa Barzani tarafından kurulmuştur. Ağırlıklı olarak Hewler ve Duhok kentlerinde etkili olan ve Başur Kürdistanı’nın hükümeti olan KDP, 1979 yılından beri Mesud Barzani tarafından yönetiliyor.

B- Kürdistan Yurtseverler Birliği Kürdistan Demokrat Partisi’nden koparak Irak eski cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından 1975’te kurulmuştur. Daha çok Süleymaniye kentinde etkili olan KYB, KDP ile uzun yıllar mücadele etmiş hatta 1994’te taraflar arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. 1998’de yapılan barış anlaşmasıyla çatışmalar son bulmuş, Irak’ın işgalinin ardından da ilişkiler giderek iyileşmiş, Irak meclisi seçimlerine ortak adaylarla katılmışlardır.

Goran Hareketi KYB’nin içindeki reformcu kanatta yer alan Noşirvan Mustafa, partisinden istifa edip 2006 yılında Goran Hareketi’ni kurdu. Süleymaniye kentinde etkili olan hareket, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki son seçimde oylarını arttırmış ve KYB’nin oylarını geçerek mecliste en çok oyu alan ikinci parti olmuştur. Goran Hareketi’nin bu yükselişi Güney Kürdistan’daki KDP-KYB eksenine dayalı siyasi yapıyı değiştirmeye başlamıştır. Ayrıca Goran Hareketi, İran ile sıkı bir ilişkiye sahiptir. Tahran KYB ile Goran Hareketi arasındaki sorunların çözümünde aracı olduğu gibi, bu iki partinin birleşmesini de amaçlamaktadır. Aynı zamanda İran’ın Güney Kürdistan’la 6 milyar civarında olan ticaret hacminin 4 milyar dolarını Süleymaniye bölgesiyle gerçekleştirmektedir.

Bölgedeki Kürtlerin yanı sıra referanduma dair tavrı en çok konuşulacak unsur Irak merkezi hükümeti. Irak, kendisine bağlı toprakların elinden çıkmasına ve bağımsızlık sonrasında Kürt devletine geçecek herhangi bir merkezden alacağı ekonomik geliri kaybetmesine neden olacak referanduma karşı duruşunu mecliste aldığı kararla reddetmesiyle kesinleştirdi. Zaten daha önce Irak merkezi hükümeti ve bölgesel Kürt yönetimi arasındaki tartışmalı bölgeler üzerinden var olan gerginlik referandumun tartışmalı bölgeleri de içereceğinin açıklanmasıyla başka bir boyut daha kazanmış oldu.

C- Tartışmalı Bölgeler ABD’nin Irak işgalinin ardından Irak’ta 2005 yılında yapılan anayasadaki 140. maddede ortaya konan ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak merkezi hükümetinin de hak talep ettiği bölgelere tartışmalı bölgeler denilmektedir. Kerkük vilayetinin tamamı, Diyala’nın Hanekin ilçesi ve bazı kasabaları, Selahaddin’in Tuzhurmatu ilçesi ve Musul’un bazı ilçeleri ve kasabaları tartışmalı bölgelere giriyor. Ayrıca 140. maddeye göre 2007 yılında yapılması öngörülen referandum ile bölgeler Kürdistan Bölgesel Yönetimi veya Irak Merkezi Yönetimi’nin olacaktı fakat bu referandum hiçbir zaman yapılamadı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak Merkezi Yönetimi arasında tartışmalara yol açan bölgelerden Kerkük ise en dikkat çekeni. Sünni, Şii, Kürt, Arap, Türkmen ve Hıristiyan kesimlerin yaşadığı ve petrol yataklarının bulunduğu Kerkük her iki taraf açısında da büyük öneme sahip. Bu yılın ilk aylarında Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağının İl Meclisi’nin kararıyla Kerkük’teki tüm resmi binalara asılmasıyla başlayan tartışmalar Kerkük’ün bağımsızlık referandumuna katılacağının kesinleşmesiyle had safhaya ulaştı.

IŞİD’in I’sı da Kalmayacak

Musul’un 40 kilometre batısında, nüfusun çoğunluğu Türkmenlerden oluşsa da Ezidi, Arap ve Kürt nüfusun bir arada yaşadığı ve 2014 yılından beri IŞİD’in elinde olan Telafer kasabası Musul ile Suriye’yi bağlayan yol üzerinde bir kavşak konumundadır. IŞİD’in Irak’ın kuzeyinde kontrolünde tuttuğu tek toprak parçası iken 20 Ağustos’ta Irak ordusu ve Haşdi Şabi örgütünün kontrolünde başlayan operasyonlar sonucunda kasaba aşama aşama IŞİD’ten geri alınmıştı.

Telafer’in IŞİD’ten geri alınmasının ardından, IŞİD’in Irak’ın merkezine en yakın olarak varlığını sürdürebileceği tek toprak parçası haline gelen Havice kasabasına da bir operasyon gerçekleştirilmesi Irak’ın gündeminde. Kerkük’ün batısında bulunan bu kasabaya yapılacak operasyonla Havice’nin IŞİD’den geri alınması durumunda Kerkük üzerindeki tehlike kalkmış olacak ve kasabaya bağlı köylerin de geri alınmasının ardından IŞİD’in bölgede sahip olduğu hiç bir toprak parçası kalmayacak.

D- Haşdi Şabi Halk Seferberlik Güçleri anlamına gelen Haşdi Şabi örgütü, IŞİD’in 2014’te Musul’u ele geçirmesi ve başta Samarra olmak üzere Şiilerin kutsal mekanlarının bulunduğu coğrafyalara yönelmesinin ardından Irak’ın Şii dini lideri Ayetullah Ali El-Sistani’nin “cihad” çağrısı yaparak, bütün Şiileri ve Iraklıları IŞİD’e karşı mücadeleye çağırması ve böylece Iraklı farklı milis güçlerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. Bir Şii örgüt olarak tarif edilse de örgütte -yaklaşık 120 bin Şii’nin yanı sıra- 16 bin Sünni Iraklı’nın da bulunduğu belirtilmektedir. Bu örgüt, Irak kolluk güçlerine takviye olarak kurulsa da, IŞİD’le savaşta ön plandaki aktör oldu ve bu bölgedeki kontrolü ele aldı. Irak hükümeti tarafından doğrudan desteklenen ve finanse edilen örgütteki pek çok grubun ayrıca İran’la yakın ilişkisi de bulunuyor.

Kandil’e Operasyon Mümkün Mü?

PKK’nin askeri kamplarının bulunduğu, Irak ve İran arasındaki Kandil Dağları; TC’deki Kürt politikalarına göre tekrar tekrar gündeme geliyor. Kürt düşmanlığını arttırarak milliyetçi oylara talip her iktidar, PKK’nin kamplarına, Kandil Dağları’na operasyon yapacağı vaadini veriyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından uyguladığı şiddeti daha sistematik ve sürekli hale getiren TC, bu dönemde Kürt politikasını da değiştirerek yine PKK’nin merkez üssü Kandil’i tehdit etme refleksini yani TC devleti hükümetlerinin popüler milliyetçi söylemlerini tekrarlıyor. Hatta son süreçte İran’la kurulan yakın ilişkileri referans gösterip İran’la birlikte Kandil’e bir operasyon düzenlenebileceği dahi konuşuluyor. Rojava’ya olan tehditlerini de tam olarak uygulayamasa da Rojava’yı havan topu atışlarıyla taciz eden TC’nin Şubat 2008’de Irak’a yaptığı sınır ötesi operasyonu benzeri bir operasyondan daha kapsamlı ve Kandil’i hedefleyen bir operasyonu gerçekleştirmesi hele de böylesi bir dönemde ne kadar gerçekçi bunu sorgulamak gerekiyor. Pek çok farklı silahlı örgütün, bağımsızlık referandumunu gündemine alan bir yönetimin, topraklarındaki hakimiyeti yeniden sağlamaya çalışan bir hükümetin ve bu kesimlerin birbiriyle savaşını yakından takip eden bölgesel ve küresel devletlerin dolaylı ya da doğrudan içerisinde bulunduğu coğrafyaya, yani Irak’a, TC’nin geniş bir operasyon planlamasının gerçekliği bulunmuyor.

Irak’ın referandum ve bağımsızlık sebebiyle Güney Kürdistan’a; TC’nin PKK’ye yönelik düzenleyeceğini iddia ettiği kara ve hava harekatlarıyla Kandil’e doğru yönelmesi coğrafyanın Ortadoğu olması sebebiyle sadece Irak devletini ve tarafları ilgilendiren meseleler değildir. Bu sebeple bölgede IŞİD’in yenilişinden, Goran Hareketi’nin, KYB’nin ve küresel devletlerin referanduma ve bağımsız kürt devletine bakışı, Haşdi Şabi örgütünün etkisinden TC’nin operasyon düzenlemeyi düşündüğü Kandil’in konumuna kadar her gelişme teker teker üzerinde durulması gereken konular olmaktadır.

E- Kandil Dağları Kandil, en büyük parçası Irak tarafında olan Hewler il sınırı içindedir. Kandil Dağı üzerindeki en önemli yerleşim birimleri ise dağın doğu tarafındaki -İran’a bağlı olan Piranşehir ve batı tarafında bulunan -geçtiğimiz günlerde PKK’ye yönelik operasyon hazırlığında olan bazı MİT elemanlarının PKK tarafından alıkonulduğu yer olan- Süleymaniye’dir. TC’nin Kandil Dağları’na kuş uçuşu uzaklığı 89,5 km iken kara yolu ile bu uzaklık 100-110 km’yi bulmaktadır.

Meydan Gazetesi Sayı 40, Eylül 2017

Paylaşın