Taşatanlar

Sayı 42, Aralık 2017

Konuya bir anekdotla başlayalım…

Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini ve ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs’e taşınacağını Beyaz Saray’da adeta “şov”a dönüştürdüğü basın toplantısıyla duyursa da toplantıda imzaladığı belge, Kudüs’ü başkent olarak kabul eden ya da büyükelçiliğin Kudüs’e taşınması talimatını veren bir belge değildi. Aksine, imzalanan belge, 1995’te ABD Kongre’sinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul eden kararın ertelenmesine (1995’ten bu yana her başkanın 6 ayda bir yaptığı gibi) yönelik bir belgeydi. Yani Trump, karara yönelik şovunu kararın ertelenmesini içeren bir belgeyi imzalayarak yapacak kadar “ucuz” bir politikacı olduğunu tekrar gösterdi.

ABD’nin açıklaması ve İsrail devletinin saldırıları Filistin’de 3. intifada çağrılarına neden oldu ve tüm dünyada büyük bir etki uyandırdı. Küresel devletler tüm bu olanlara karşı yine sadece “bu kararı kabul edilemez bulan” açıklamalar yapacaklarını gösterirken Müslüman devletler ise İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nı olağanüstü toplayıp “sert” bir açıklama yaptı. Müslüman devletler, Kudüs’ü “Filistin’in başkenti” olarak ilan ederek birlikte en iyi yaptıkları yöntemi, göstermelik söylemlerde bulunmayı, seçti.

ABD’nin bu kararının sonucu kadar nedeni de konuşulmaya, tartışılmaya devam ediyor. Trump’ın kararının arka planında, başkanlık seçimi kampanyasına Rusya'nın destek olduğu iddiasıyla başlatılan soruşturma gündemini değiştirme ve -başkanlık seçimi öncesi verdiği “Kudüs İsrail’in başkenti olacak” vaadini gerçekleştirecek şekilde- oy kaygısı güderek Yahudi Lobisi’nin desteğini sağlamlaştırma hamleleri bulunuyor. Ayrıca damadı ve danışmanı Jared Kushner’in Suudi Prensi Muhammed bin Selman ile Ortadoğu ve özellikle Filistin’in geleceği için gerçekleştirdiği (ekonomik getirisinin oldukça fazla olabileceği) görüşmelerin ve yeni gerilimlere yol açacak “barış planı”nın etkili olduğu yönündeki yorumların da gerçeklik payı var.

Aynı zamanda, 1993’teki Oslo Anlaşması'nın arabuluculuğunu yapan, hali hazırda 1995 yılında alınan (Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması) kararı her 6 ayda bir erteleyen ABD’nin politikasında bir değişiklik anlamına gelen bu kararın siyasi anlamlar içerip içermediği de tartışıldı. ABD bu kararla Filistin meselesindeki “ara buluculuk” rolünü terk edip tarafını açıktan belli etti.

Fakat verilen bu kararın Trump’ın Ortadoğu’da ve genelde uluslararası siyasette büyük bir değişikliğe giderek ideolojik yeni bir anlayış oluşturmak isteyecek kadar derin anlamları bulunmamaktadır. Yani bu karar ABD’nin Ortadoğu politikasında bir eksen değişikliği için değil, Trump’ın kişiselliğinde alınmış bir karardı.

Trump oy kaygısı ve kendi geleceğini düşünmesi gibi kişisel çıkarlarla bu kararı aldığı kadar -kararın binlerce insanın yaşamını yitirmesine ve göç etmesine yol açma ihtimalini düşünmeyerek/umursamayarak- Beyaz Saray’daki o şov basın toplantısını yapabilmek, bir kuyuya taş atıp kırk akıllının çıkaramayacağını göstererek tüm dünyada konuşulan olmak için bu kararı alabilecek kadar şımarık, bencil ve ciddiyetsiz bir siyasi karakter olarak karşımızdadır. Trump ısrarla o kuyuya taş attıkça, attığı o taşın Filistinlilerin ellerinden çıkan taşlara dönüşerek kendisini ve temsil ettiği iktidarları al aşağı edeceğini öngörmek zor değildir.

İlyas Seyrek

Meydan Gazetesi Sayı 42, Aralık 2017

Paylaşın