Efes Kaybetti, Doğa Kazandı

Sayı 47, Kasım 2018

Arşipelin kıyıda köşede kalmış bütün limanlarına uğrayan; buranın hikayelerini, yaşanmışlıklarını, avcılarının hikayelerini anlattığı bir sünger gibi içine çekip, tıpkı Homeros gibi tekrar halkla buluşturan “Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek” gibidir Halikarnas Balıkçısı. Antik dünyanın gösterişli şehirlerinin ara sokaklarında kalmış, saklanan hikayeleri bulur; günümüzde çok konuşulan, tartışılan olaylar ve kavramlarla birleştirir ve bunları muazzam hikayelere dönüştürürdü.

İşte bu hikayelerden bir tanesinde Balıkçı, antik dünyanın “New York”u sayılan Efes’ten ve yine antik dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı’ndan bahseder. Mimari özellikleri ve heybeti bir yana, hakikaten ilginç hikayeler barındırır bu kent ve bu tapınak.

Dönemindeki birçok önemli tapınak gibi Efes’teki Artemis Tapınağı da hem sosyal hem siyasal hem de ekonomik anlamda oldukça etkili bir konuma sahipti. Yoksulundan zenginine kadar hemen hemen herkesin sunduğu hediyeler bir yandan tanrıçayı kutsarken diğer yandan tapınağın ve elbette oradaki din görevlilerinin zenginleşmesini sağlıyordu. Üstelik tapınak kutsal olduğu için ve bu sebepten dokunulmazlığa sahip olduğu için zenginler değerli eşyalarını buraya teslim ederlerdi. Pek tabi, bütün bunlar birleşince ortaya muazzam bir zenginlik ve doğal olarak muazzam bir güç açığa çıkıyordu. Tapınağın zenginliği öyle bir boyuta gelmeye başlamıştı ki artık isteyenlere borç veriyordu. Sonra verdiği borç üzerine bir takım eklemeler yaparak geri alıyordu. Dönemi anlatan kimi kaynaklara göre birçok devletin ve kralın tapınaklardan borç aldığı kayda geçmişti.

Bir liman ve ticaret şehri olan Efes’te bu gelenek oldukça tutulmuştu. Hatta birçok tüccar (belki de banker demeliyiz) Artemis tapınağının çevresine “trapeza”larını kurarak orada kredi dağıtmaya başlamıştı. Trapeza, masanın grekçesi idi, “banka” ya da “bank” kelimesi ise “kürsü” ya da “platform” anlamına geliyordu. Yani dünyanın ilk bankası Efes’te Artemis tapınağı ve onun çevresinde kurulmuştu!


Döneminin birçok şehri gibi Efes, kölelerin sırtlarında taşınıyor; efendiler, soylular ve rahipler mutlu birer hayat yaşasın diye teker teker ölmeye devam ediyorlardı. Her bir tapınağın altında zengin evlerinin temelleri arasında birçok kölenin cansız bedeni ya da berbat hayat hikayesi acılar içinde inliyordu. Elbette bu sırada efendiler gymnasiumlarda, hamamlarda, agoralarda ve tiyatrolarda felsefe ve siyaset sohbetlerinin dibine vuruyorlar, hayatın anlamı ve demokrasi üzerine atıp tutuyorlardı.

Hamam gündelik yaşamın vazgeçilmez bir parçasıydı. Sadece bir aklanıp paklanma mekanı değil bir sosyalleşme mekanıydı. Zavallı köleler; beyler, efendiler derin sohbetleri sırasında üşütüvermesinler diye habire hamamın altında akmakta olan sıcak suyu beslemek için ağaç keser ve odunları yakarlardı. Aradan geçen zaman içerisinde içlerindeki en akıllılardan biri şunu fark etti: şehrin çevresi git gide kelleşiyordu. Ormanlar günden güne şehirden uzaklaşıyordu. Antik dünyanın en önemli şehirlerden birinde dünyanın ilk ekolojik kıyımlarından biri yaşanıyordu; artık nefes dahi alamayan günümüz şehirleri Efeslilere göz kırpıyordu…

Efes Kaybetti, Nehir Kazandı!

Her yükselişin bir düşüşü vardır fakat Efes’in 4 tane düşüşü oldu. Bir liman ve ticaret kenti olan şehir farklı nedenlerle 4 defa yer değiştirmek durumunda kaldı. Tarihi M.Ö. 6000 yıllarına kadar giden Efes şehri ilk olarak bugünkü Ayasuluğ tepesinin üzerine kurulmuştu. M.Ö 560 yılında Artemis Tapınağı'nın çevresine taşınan şehir, Büyük İskender’in generallerinden biri olan Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 civarında günümüzde harabelerin olduğu noktaya taşınmıştır. Nihayetinde, geldiği yere; Ayasuluğ Tepesi'ne geri dönmüştür.

Bu taşınmaların çok farklı nedenleri olsa da en belirgin etken, antik dönemde Menderes Nehrinin Efes Limanı’nı dolduruyor olmasıydı. Nehir bitmek tükenmek bilmeyen bir inatla ticaret gemilerinin cayır cayır işlediği limanı doldururken efendiler de her seferinde ya şehrin yerini değiştiriyor ya da farklı imar çalışmalarıyla doğayla savaşmaya çalışıyorlardı. Hititler, Yunanlar, Romalılar, Osmanlılar derken elden ele geçen şehrin yöneticileri Menderes ile baş edemedi. Doğa kazandı. Nihayetinde 17. yüzyıla gelindiğinde şehirde sadece 100 kişi yaşıyordu ve her taşın altından başka bir bulaşıcı hastalık çıkıyordu. Efes kaybetmiş, nehir kazanmıştı!

Küresel İklim Değişiklikleri ve Etkileri

Geçtiğimiz haftalarda Nature Communication isimli bir dergide yayınlanan bir araştırma oldukça dikkat çekti. Özellikle Akdeniz Bölgesine odaklanan çalışmaya küresel iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanacak birçok olumsuzluğun modern yaşam alanlarının dışında antik dönemin efsanevi şehirlerini de etkileyebileceğini ortaya koydu. Çalışmaya göre 49 yerleşimin 7’sinin yakın zamanda sular altında kalabileceği, 42’sinin ise erozyondan olumsuz etkileneceği öngörülüyor.

Adı anılan kentler arasında yaşadığımız coğrafyada bulunan Efes ve Xantos şehirlerinin dışında İtalya’dan Venedik Lagünü, Po Nehri deltasındaki Ferrara antik kenti ve Aquileia Bazilikası, Hırvatistan’dan Trogit antik kenti ile Sibenik Katedral, Yunanistan’dan da Pythagorion ve Heraion antik kentleri bulunuyor.

Bu Sefer Onlar Kaybedecek, Doğayla Beraber Biz Kazanacağız!

Efes’te masa açan bankerler büyüdü, semirdi. Tapınakların yerini devasa iş merkezleri, AVM’ler aldı. Sonsuz ihtiyaçlar için sonsuz krediler açan bankalar, dostları sanayiciler ve devletle beraber tüketim dinini yarattılar. Sondaj borusu sokulmamış tek bir toprak parçası, kirletilmemiş bir avuç deniz suyu, dumana boğulmamış tek bir nefes parçası kalmadı. Ormanlar neredeyse tükendi, neyse ki katledilmiş toprağın altında efendileri ısıtacak miktarda gaz vardı, o da tüketildi.

Şimdi binlerce sene sonra deniz kabarıyor, güneş kızarıyor, rüzgar yerle bir etmek için ürkütücü ıslıklarını çalmaya başlıyor. Küre ısınıyor, doğanın tansiyonu durmadan yükseliyorken efendiler binlerce yıldan bu yana yaptıkları gibi içindeki canlı cansız tüm varlıklar ile beraber dünyayı canice bir hırsla tüketmeye devam ediyorlar…

Şurası açık;, onlar binlerce senedir doymadılar ve doymayacaklar. Hal böyleyken Efes bir kez daha taşınır mı ya da taşınmasına ihtiyaç var mı bilinmez ama sorulması gereken şudur: Biz geri kalanlar nereye taşınacağız? Dağların tepeleri, daha sulak alanlar, daha korunaklı yerler... Ve ardından gelecek soru şudur: “Nereye kadar?”

Bu soruların cevabı yok! Fakat biraz sonra söyleyeceğimiz sözün tersi gerçekleşirse geleceğimiz de yok: “Bu sefer onlar kaybedecek, doğayla beraber biz kazanacağız!”

Özgür Erdoğan

Meydan Gazetesi Sayı 47, Kasım 2018

Paylaşın