Kaşıkçı Vakasında Kaçıncı Senaryo

Sayı 47, Kasım 2018

Yeterince karmaşık olan ve dahli olan özneler nedeniyle daha da karmaşıklaşan birçok gelişme, ardındaki sırlar nedeniyle gerçeklik algımızın oldukça uzağına düşüyor. Olaylar karmaşıklaştırıldıkça gerçeği öğrenmemiz daha da güçleşiyor. Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na 2 Ekim günü girdikten sonra uzun süre kendisinden haber alınamayan, daha sonra da Suudi Arabistan tarafından “kademeli olarak” öldü(rül)ğü kabul edilen Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı olayı da, tekil bir cinayet vakasından çok; önü, arkası, etki eden özneleriyle birlikte ele alınmayı hak ediyor. Bu nedenle, gündemde haftalardır kah korku, kah casusluk filmi kıvamında konuşulan cinayeti incelerken tarihi geriye sarmak, Kaşıkçı olayına dahli olan özne ve olguları, yalanla gerçeğin iç içe geçtiği tüm bu süreçte daha iyi görmemizi sağlayabilir.

Silah tüccarı amcası Adnan Kaşıkçı’nın “müşterileri” CIA ve El Kaide eski lideri Usame bin Ladin üzerinden gerek istihbarat servisleri, gerekse cihatçı terör çeteleriyle ilişkiler geliştiren Cemal Kaşıkçı, bu ilişkilerini ilerleyen yıllarda somuta büründürmüştü. Bu somutluk, Suudi Arabistan istihbaratının eski şefi Türki bin Faysal’ın danışmanlığını yapmak şeklinde belirginleşmişti. Kaşıkçı’nın ideolojik belirginliğinin, zamanla Suudi Vahhabizmi'nden İhvan (Müslüman Kardeşler) çizgisine kaymasının, öldürülmesiyle bağlantısına bakmak için ise 2017 yılına gidilebilir. Bu bağlamda, İhvan ile ilişkileri nedeniyle Katar’a uygulanan ambargo ve Suudi Arabistan- Katar/Türkiye geriliminde Kaşıkçı’nın Suudi karşıtı bloktaki konumu, öldürülmesine uzanan yolun kilometre taşlarını döşedi.

Cemal Kaşıkçı şahsında, bölgesel nüfuz mücadelesinde, İhvancılara ev sahipliği yapan Katar ve Türkiye’ye gözdağı vermek isteyen Suudi Arabistan’ın konsolosluk cinayeti üzerinden amacına ulaştığı söylenebilir. Ancak Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayetiyle, Orta Doğu’da stratejik ortaklık ilişkisine girdiği Trump yönetimine rağmen, ABD’deki bazı güç odaklarını da aleyhine harekete geçirdiği de bir gerçek. ABD’deki söz konusu güç merkezlerinin tepkilerini görmek için bazı etkili medya organlarının yayınlarına bakmak yeterli. New York Times ve Kaşıkçı’nın yazarlığını yaptığı Washington Post gibi gazeteler, düne kadar “reformcu” kimliğiyle övgüye boğdukları, cinayetin zanlısı olduğu şüphe götürmeyen Muhammed bin Salman üzerinden, Trump yönetimine Suudi Arabistan’a yönelik baskısını artırmayı telkin eden yazılar yayınladı.

Ancak Trump’ın, Kaşıkçı olayının üzerine gitmekte ne kadar gerçekçi davranacağını, Suudi Arabistan ile yaptığı ve Boeing, Lockheed Martin, General Electric, ExxonMobile gibi şirketleri de ilgilendiren “110 milyar dolarlık anlaşmayı riske edip parayı Ruslara ya da Çinlilere mi kaptırayım?” sözlerinde görmek mümkün. Kaldı ki, ABD’deki mevcut yönetim, bölgede İran’ı sınırlandırma ve “yüzyılın barışı” adı altında pazarlanan, İsrail’in politikalarının korunması konularında Muhammed bin Salman ile karşılıklı çıkarlar doğrultusunda işbirliği halinde.

Bu en sadık silah müşterisinin Kaşıkçı olayı nedeniyle karşılaşabileceği olası yaptırımlara karşı ise ABD'nin elinde petrol fiyatlarını yükseltme kozu bulunuyor. Önümüzdeki ay İran’a yönelik ambargonun ikinci ayağının başlamasıyla, bu ülkeden alınacak petrolün sıfırlanması, fıyatların artışına neden olabilecek. Bu da, Kaşıkçı olayı bağlamında Suudi Arabistan’ın petrol kozunu işlevsel hale getirirken bir diğer petrol ihracatçısı Rusya’nın da elini güçlendirecek.

Kaşıkçı olayının bütününde, cinayete ev sahipliği yapma dışında, elde ettiği bulguları, -gerçeğe ulaşma amacıyla değil- pazarlık kapısını açık tutmak için resmi olmayan yollardan “azar azar” sızdıran Türkiye ise bu karanlık olaydan da bir dizi çıkar devşirme peşinde. Bu çıkarların siyasi ayağını, Kaşıkçı cinayeti üzerinden yıpratacağı Suudi yönetimi dolayısıyla, sünni dünyanın liderliği oluştururken daha acil olanının ekonomik beklentiler olacağı ortada. Keza dinlemeler yoluyla elde edilen bulguların sızdırılma yöntemi ve Suudi yönetimini değil kişileri hedef alan düşük tonlu açıklamalar “ekonomik krize deva” Suudi sermaye akışı beklentisine dönük.

Gerek Türkiye’nin, gerek ABD’nin mevcut Suudi yönetiminin bölgesel çıkarlarını çok da sarsmayacak bu beklentilerinin, yaklaşık bir aydır gündemde olan Kaşıkçı olayını zamanla soğumaya bırakması muhtemel. Devletlerin “insan hakları, basın özgürlüğü” konularındaki sicili düşünüldüğünde, Kaşıkçı duyarlılığının da “bir yere kadar” olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Tüm bu karanlık ve girift ilişkilerin yol açtığı Kaşıkçı cinayetinin tozu dumanı dağıldığında ise, üç yıldır aynı Suudi yönetiminin sürdürdüğü Yemen’deki savaşa dair tek kelime etmek şöyle dursun, ateşe odun taşıyan devletlerin ve şirketlerin ikiyüzlülüğü baki kalıyor.

Emrah Tekin

Meydan Gazetesi Sayı 47, Kasım 2018

Paylaşın