Queer Teori Tartışmaları (1)

Sayı 48, Mart 2019

QUEER?

"Eğer beden bir varlık değil de değişken bir sınırsa, geçirgenliği siyasi düzenlemeye tabi olan bir yüzeyse, toplumsal cinsiyet hiyerarşisine ve zorunlu heteroseksüelliğe ait kültürel sahada bir imleme pratiğiyse, toplumsal cinsiyet denen ve bedenin iç imlemini bedenin yüzeyinde kuran bu bedensel icrayı kavramamız için geriye hangi dil kalıyor?" Judith Butler

İngilizce queer kelimesinin Türkçe’deki karşılığı garip, tuhaf, yamuktur; argoda ise ibne anlamına gelir. İngilizceye Almanca çapraz kesen, transversal anlamına gelen “quer”den geçmiştir. Queer teoride acayip, garip, tuhaf, yamuk, anormal olana; “normal”in dışında kalana ve bırakılana; normu ihlal edene bir gönderme vardır ve bu “anormali” yeniden anlamlandırma imkanı yaratma iddiası taşır.

1970-80 arasında akademide yükselen postyapısalcılıkta kendisine temeller bulan kavram, 1990’lardan itibaren toplumsal cinsiyet konusuna yoğunlaşan bireylerin dikkatini çekmeye başlayan bir teori haline geldi. Türkçe’de ise queer metinlerle 2000’li yıllardan itibaren çeviriler aracılığıyla karşılaştık.

Teori, öncelikle ABD’deki eşcinsel harekete ve LGBTİ’ler için korkunç yıllar olan 80’lere dayanıyor. AIDS salgınıyla (o dönemki adıyla GRID: Geylere Özgü Bağışıklık Yetersizliği) bir LGBTİ kırımı yaşanırken ABD, AIDS’in bir eşcinsel hastalığı olduğunu söylemiş, tedavi ücretlerini yüksek tutmuş, insanların ölümüne kayıtsız kalmıştı. Ölümleri görünür kılmak ve devletin yaydığı nefreti ayyuka çıkarmak amacıyla eylemler düzenleyen ACT-UP’ın içinden bir grup tarafından 1990’da Queer Nation isimli bir örgüt kurulmuştu. 90’lı yıllara kadar LGBTİ’leri aşağılamak için bir hakaret olarak kullanılan queer kelimesini sahiplenen ilk örgüt olan Queer Nation, o yıl düzenlenen New York Onur Haftası’nda “Queer’ler Bunu Okuyun!” başlıklı bildiriler dağıtmıştı.

Queer teori ise ilk defa Theresa de Lauretis tarafından -yine 1990’da- Kaliforniya Üniversitesi’nde düzenlenen bir konferansın başlığı olarak kullanılmıştı. Queer teorinin temel metinlerinden olan Judith Butler’ın Cinsiyet Belası da bu yılda yayınlanmıştı. Butler zamanla teorinin en bilinen isimlerinden biri haline geldi.

1001 Çeşit Bakış Açısı

En temelde cinsiyet ve cinsellikle ilgili normatif olanın nasıl düzenlendiği ve sapkınlık kategorilerinin nasıl oluşturulduğunu sorgulayarak yola çıkmıştır queer teori; normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgularken amacının kenarda kalanın merkezi kazanması değil, merkezin yok edilmesi olduğu söylenir. Heteroseksüel kadınlık ve erkeklik kimliklerini olduğu kadar lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel, interseks ya da aseksüellik gibi kimlikleri de sorgular yani sorunu sadece heteronormativiteyle değildir; homonormativite ya da transnormativiteyle de mesafelidir. Butler’ın anlatımıyla queer “meşrulaştırılmış normların yanlış, gerçekdışı ve idrak edilemez addedilmiş bedenleri de kapsayacak şekilde genişletilmesinde ısrar etmek”tir.

Bugünse bu teoriyi LGBTİ’lere özgü bir kimlik politikası olarak okuyan da var, kimliksizleşme önerisi olarak savunan ve cinselliği özsel, benliğin içkin bir parçası olarak bir kimlik politikası olarak eşcinsel hareketine karşı bir duruş olarak gören de. Bu özcülüğü tamamen reddeden de vardır, stratejik özcülüğü savunan da, bunu cinsiyet kategorizasyonunun kabulü ve sürdürülmesi olarak gören de. Kimileri bir kimlik olarak queeri sahiplenirken kimi queer kuramcıları bu kavramın kimliği niteleyen bir terim olarak kullanılmasını sorunlu bulmaktadır.

Queer teori temelde cinsellik hiyerarşisini yeniden üreten asimilasyoncu hareketlere meydan okuma iddiasındadır. Ancak onun ezilen cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlere sahip bireylerin kimliklerinin asimile edilmesinden ibaret olduğunu söyleyen eleştiriler de vardır.

Queer teori sabit değildir, akış halinde olduğu söylenir. Nasıl ortaya çıktığına dair bile pek çok farklı hikâye vardır. Kimileri kavramı sabit bir hale getirmeye çalışırken diğerleri bu sabitleme çabasına direnir. Bu akışkanlığı tutarsızlık olarak gören ve eleştirenler de vardır. Hal böyleyken, bunca tartışma varken toplumun büyük kısmı için queer daha da zor anlaşılır hale gelir, anlayanların da çoğu -maalesef- yanlış anlamıştır.

Gazetemizin bu sayısında başlattığımız Queer Teori Tartışmaları yazı dizisiyle var olan tartışmaları aktarmayı ve açıklık getirmeyi; kendi yorum ve eleştirilerimizi katmayı; queeri ya da queerleri tartışmayı ve tartıştırmayı planlıyoruz.

Queer Teori Tartışmaları yazı dizimizin ilk bölümünde bu teoriyi kimliksizleşme olarak yorumlayan, buna karşı kimlikleri yapıbozuma uğratma olarak tanımlayan ve queerin özcülük/kimlik karşıtı politik duruşunu eleştirel bir bakış açısıyla ele alan düşüncelerin birkaçına yer vereceğiz.

Kimliklerin Reddi mi Stratejik Özcülük mü?

Queer teori terimini ortaya koyan Teresa de Lauretis, araştırmalarının merkezine cinsiyet kadar ırk kavramını da koymuştu. Ancak queer teori, günümüzde var olan queer teorilerinin çok azının ırktan bahsediyor olması gerekçesiyle eleştirilir. Eleştirinin temellerinden biri de belli başlı teorisyenlerin çoğunun beyaz olmasıdır ve teorinin beyazlaştırıcı olduğunu söyleyenler vardır.

“Sabit cinsel kimlik kategorilerini reddetmeye çağrı yapan queer düşünceler, kişinin hayatta kalması için elzem olan geleneksel toplumsal kimlikleri ve toplumsal bağları göz ardı ediyormuş gibi görünüyor.” diyen queer teorisyen Cathy Cohen, queer alanındaki teorik araştırmalarda ırkın da en az toplumsal cinsiyet ve cinsellik kadar dikkatle ele alınması konusunda Lauretis’e katılıyordu. Cohen’in düşüncesinde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık ile ırk ve sınıf ayrımcılığı aynı şekilde ele alınmalıdır.

Queer teorisyen Gloria Anzaldua, ırk kategorilerinin, insanların tanımlanıp denetlenmesinin en önemli biçimlerinden biri olduğunu söyler ve ona göre ırk, bireylerin yaşamları için en az cinsiyet kadar belirleyici bir kimliktir.

Kimliksizleşme ya da Kimlikleri Yapıbozuma Uğratma?

Queer teorinin bilinen isimlerinden Michael Warner’a ve daha birçoklarına göre queer, “özü olmayan bir kimlik” olsa da başka birçok queer teorisyene göre kimliğin ya da özcülüğün dışlayıcı bir etkisi vardır. Butler başta olmak üzere birçoklarının karşı çıktığı da bu dışlayıcı etkidir. Bahsi geçen kimliğin kimleri temsil ettiği, kimleri dışarıda bıraktığıdır asıl sorun.

Butler siyah, beyaz, kahverengi, gey, lezbiyen, kadın, erkek vb. tanımların kullanılmasına karşı değildir ama bu tanımların kullanımında daima risklerin açığa çıktığının farkında olunması gerektiğini söylemiştir. “Siyah kadın” olmak ile “beyaz kadın” olmanın aynı şey olduğunu kabul eder. Ona göre, bu tanımların tarif ettiği kalıplar kabul edilmemelidir, sınırları silikleşmelidir yoksa mutlaka birileri dışlanır. Önerdiği tam olarak kimliksizleşme değil -kendi tabiriyle- kimlikleri yapıbozuma uğratmaktır.

“Stratejik Özcülük”

Eleştirel queer teorisyen Gayatri Chakravort Spivak ise -sadece ırksal olarak değil- her türlü gerekçeyle marjinalleştirilmiş grupların zaman zaman kendilerini özselleştirmelerinin geçici bir avantaj sağlayabileceği düşüncesine dayanarak “stratejik özcülük” kavramını geliştirmiştir. Ortaya çıkışının ardından “post” teorilerde sıkça kullanılmaya başlayan stratejik özcülük, grupların içindeki bireyler arasında farklılıklar ve anlaşmazlıklar olsa da amaçlarına ulaşmak ya da asimilasyonu engellemek için bazen grup kimliklerinin öne çıkarılabileceğini, özselleşmenin bir yöntem olabileceğini anlatır. Spivak bu kavramın ortaya çıkışından bu yana özcülüğü destekler gibi kullanılmaması gerektiğini vurgulamıştır.

Spivak, günümüzde her kimliğin yapısının radikal bir şekilde yeniden çözümlenebileceğini; bu kimliklerin özcülüğünün apaçık hayal ürünü olduğu gerçeğinin farkındalığındadır. Hayal ürünü de olsa dünya hala bu özcü kimliklerle dönüyorken gerçek değişimler ortaya koymak amacıyla politik bir çıkar için stratejik olarak kullanmayı önermiştir.

Stratejik özcülük sabit kimlikleri yeniden tartıştırmıştır. Alan Sinfield, kimlik politikaları temelinde yapılan LGBTİ hakları kampanyalarının “kazanım”larından bahsederek belki de kullanılabileceklerini; Elizabeth Grosz ve bazı başka teorisyenler ise politik olarak “kazanım” isteniyorsa hem kimlik hem de queer politikasının kullanılması gerektiğini iddia eder.

Gayatri Spivak’ın 1988’te yazdığı “Madun Konuşabilir mi?” kitabındaki “kahverengi kadınları kahverengi adamlardan koruyan beyaz erkekler” tespitini bir adım öteye taşıyan ve kendisini kahverengi queer bir feminist olarak tanımlayan Sara Ahmed “kahverengi kadınları kahverengi adamlardan koruyan beyaz kadınlar”dan bahsederek hakim feminist algıyı eleştirir. Spivak’ın kavramı bu noktada girer devreye; kahverengi kadınları kahverengi ya da beyaz adamlardan korumanın kahverengi kadınlar tarafından gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu savunur. Meydan Gazetesi’nin 7. sayısında “Hindistan’ın Pembe Giymiş Kadınları: Gulabi Çetesi” başlıklı yazıda anlatılan Gulabi Çetesi, Spivak’ın önerdiğine; madunlar için stratejik özcülüğe örnek verdiği bir örgütlenme modelidir. (Spivak madun kavramıyla “yurttaşlık yapılarına erişimi olmayan kişi”yi kasteder.)

Hindistan’ın en yoksul bölgesi olan Banda ve civarında yaşayan, kastın en altında olmaları sebebiyle ezilen, kadın olmaları sebebiyle de iki kez ezilen kadınlar tarafından 2006 yılında kurulan Gulabi Çetesi, kadınlara şiddet uygulayan erkekleri bambu dallarından yonttukları sopalarla döverek tüm dünya tarafından bilinen bir örneğe dönüştü. Spivak için örgütlenip seslerini duyurmaya başladıkları anda madunluktan çıkmış sayılan çete, madun grupların, maduniyetlerinin farkındalığıyla mücadele ettiklerinde politik öznelere dönüşebilmelerinin mümkün olabileceğini gösteriyor. Ayrımcılık konusunda Gulabi çetesinin aştığı eşik onlara toplumsal hiyerarşide daha üst bir konum sağlamıyor. Aksine bu hiyerarşinin kendisine karşı çıkan madunlar kendilerini gerçekleştirebilme, var olabilme imkanı kazanıyorlar.

Mercan Doğan

Meydan Gazetesi Sayı 48, Mart 2019

Paylaşın