8 MART İSYANDIR

Sayı 49, Mayıs 2019

8 Mart 1857’de, kendisinden yüz yıl sonra bile 8 Mart gününü anlamlı kılacak bir katliam yaşandı. New York’un büyük tekstil fabrikalarından birinde çalışan kadınlar çalışma koşullarına, eşitsiz çalışma ücretlerine karşı isyan başlatmış ve aylarca süren çabayla yaklaşık 40.000 kadın işçi büyük greve çıkmıştı. Giderek büyüyen bu isyanı tüm dünya merakla izliyordu.

Devlet, isyanı bastırmak; patronlar ise üretimi sekteye uğratmamak için anlaşmıştı. Fabrikanın önünde bekleyen artık yalnızca kadınlar değil; aynı zamanda saldırı hazırlığındaki polislerdi. Çok geçmeden polisler grevdeki kadınlara saldırdı. Saldırının ardından fabrikanın içine kilitlenen kadınların çığlıkları duyuluyordu. Kadınlar fabrikanın içindeyken yangın çıkmış ve kapılar kilitli olduğu için birçok kişi dışarı çıkamamıştı. İşte o gün, 1857’nin 8 Mart’ında; orada, 120 kadın devlet ve patronlar tarafından katledildi.

İsyan bitti sananlar, yanıldılar. Aradan geçen 8 Mart’larda daha da büyüdü isyan. Sadece kadın olduğu için yok sayılan, şiddete uğrayan; sadece kadın olduğu için tacize, tecavüze uğrayan, katledilen; sadece kadın olduğu için aynı iş yerinde erkeklerden daha az maaş alan, daha zor koşullarda çalıştırılan… Yani tüm kadınların, hepimizin isyanı oldu. Hapsedildiğimiz mekanlardan çıkıp birbirimize koştuğumuz gün oldu. Her şeyi arkasında bırakıp “özgürlük” sloganlarıyla el ele tutuşanlar birbirine cesaret oldu. Her coğrafyaya, her dile yayıldı isyanımız.

8 Mart Bizimdir! Her Gün Bizimdir!

Devletler, defalarca 8 Mart’ı yasaklasa da kadınlar defalarca yasaklanan sokaklara çıktı. Çünkü erkeklerin kurduğu bu sistemde zaten her şey biz kadınlara yasaktı. Ve biz her gün tüm yasaklara rağmen özgürlük mücadelemizi büyüttük.

Devletin yasakladığı 1 gün değildir aslında. Devletin yasakladığı bizim sokağa çıkıp mücadele ettiğimiz her bir günde yarattığımız özörgütlülüktür. Devlet 8 Mart’ın “kutlanma”sından rahatsız olmaz. 8 Mart günü devlet erkinin kelamından çokça duyarız: “Tüm kadınlarımızın 8 Mart’ı kutlu olsun” cümlesini. Çokça duyarız devletin makamlarında gerçekleşen kutlama planlarını. Sanki aynı hafta özgürlük için sokağa çıkan kadınlara meydanları yasaklayan devlet değilmiş gibi. Sanki kadını aile kurumuna hapseden, bedenimiz üzerinden politikalar üreten, yasalarıyla tacizciyi, katili, tecavüzcüyü koruyan devlet değilmiş gibi… Perde açılır, 8 Mart kutlanır.

Kapitalistler de hiç karşı değildir aslında 8 Mart’ın “kutlanması”na. Aynı hafta tüm markaların reklamlarında “kadınlara özel” kampanyalar yer alır. “Kadınlarımızın 8 Mart’ı Kutlu Olsun” sözü tüm vitrinleri boydan boya kaplar, kadınlar gününe özel indirimler de eksik olmaz tabi. Sanki her reklamda bir pazarlama aracı olarak kullanılan kadınlar değilmiş; sanki kadınlar reklamlarda bir arzu nesnesi haline getirilmiyormuş gibi… Sanki kapitalizm “güzel kadın, bakımlı kadın, fit kadın..” imajlarıyla bizi bizden uzaklaştırmıyormuş gibi… Perde açılır, 8 Mart kutlanır.

Erkekler 8 Mart’ın “kutlanması”na karşı değildir. Birçok erkek o gün eve giderken elinde bir hediyeyle çalar kapıyı. Karşısındaki kadının 8 Mart’ını kutlamak için, yukarıda saydığımız reklamlardaki bir ürünü beğenip satın alır bu kutlama için. Sanki gece evden çıkmayı yasaklayan, namus diyen, töre diyen; kıskanan, döven, katleden… erkek değilmiş gibi. Perde açılır 8 Mart kutlanır.

Ancak 8 Mart’ta eylem yasaklanır, devlet eylemi yasaklar çünkü. Kapitalistler 8 Mart günü fabrikada, mağazada kadınları da sömürmeyi sürdürür, kadınlara imaj biçmeyi de… Bu sistemin devam etmesi için, karına kar katmak için patronlar dur durak vermez sömürüye… Ve erkekler, kadınlar gününü kutladığı kadına bir nebze olsun değiştirmez davranışını. Yeri gelince kıskanır, yeri gelince kurtarır, yeri gelince döver bile… Çünkü erkek, kadın üzerinde hak sahibidir bu sistemde. Onlar yalnızca “kutlar” 8 Mart’ımızı.

Oysa bizim 8 Mart’ımız başkadır. Hediyelerle, kutlamalarla kazanılamaz. Bizim 8 Mart’ımız tam da 8 Mart’ımızı “kutlayan”ların üzerimizde kurduğu egemenliğe karşıdır, isyandır. Ve bizim 8 Mart’ımız “kutlayan”lar için tehlikelidir. Çünkü bir günün değil, her günün kadınların olması içindir. Bir gün sürecek bir isyan değil; her gün dalga dalga yayılacak özgürlüktür.

Bu yıl ise, çokça gördük 8 Mart’ımızın kimi nasıl korkuttuğunu. Kadınlar sokağa çıkınca suratı asılanları, sokakları yasaklamaya çalışanları. 8 Mart 2019’a yaklaşırken kadınların örgütlenmemesi için elinden geleni yapanlar da bizi gördü haliyle: Susmadığımızı.

Kadınlar Artık Susmayacaklar! Susmayacaklar!

Kayda geçen rakamlara göre 2018 yılında 440 kadın en yakınındaki erkekler tarafından katledildi. 2017’de 404, 2016’da ise 328 idi katledilen kadınların sayısı. Kayıt altına alınamayan, bir şekilde duyamadığımız kadın katliamları ise gerçek rakamı tüm çıplaklığıyla karşımıza koyuyor. Kadın katliamının sayısı giderek artıyor. Katil erkekler iyi hal indirimiyle, tahrik indirimiyle “kıl payı” kurtuluyorlar ceza almaktan, hatta bazen yargılanmaktan. Aynı devletin adaleti kendisine şiddetin ve tecavüzün tüm biçimlerini uygulayan erkeği öldürdüğü için Name’yi müebbet hapse mahkum ediyor.

Kürtaj yasası, cinsel istismar af yasası, müftülük yasası derken kadınların bedenini ve yaşamını doğrudan etkileyecek birçok yasa meclisten geçirilmeye, bizim hakkımızda kararlar verilmeye çalışılıyor.

Tüm bunlar karşısında elbette kadınlar artık susmuyor! Her katliamda, her tecavüzde, devletin bizim üzerimizde yürüttüğü her politikaya karşı kendi bedenimizi, kimliğimizi, emeğimizi savunmak için sokaklara çıkıyoruz.

Özellikle devletin ideolojisinde büyük değişimlerin olduğu, toplumsal yaşamın bütününe yönelik devlet saldırısının yükseldiği böylesi bir dönemde kadınlar ilk sokağa çıkanlardan oldu. Yeni kadın platformları kuruldu, yeni kampanyalar düzenlendi ve kadınlar devlet ideolojisinin bir parçası olmayı, bu stratejide yer almayı, yaşamlarına yapılan tüm müdahalelere reddetti.

Eylemlere, etkinliklere toplumun farklı birçok kesiminden kadınlar katılım gösterdi. Devletin de kadınlara yönelik stratejisinin büyük bir bölümünü eylemlere katılan kadınların her ne olursa olsun bir arada durabilmesi belirledi.

Devlet biraz korkmuş olacak ki bu örgütlülükten, meclisten geçirmek istediği birçok yasayı mücadelemiz sonucunda geçiremedi. Üstelik kendi ideolojisine, anlayışına yakın kadınlar bile az önce söylediğimiz gibi kadınların karşı koyuşunun bir parçasıydı.

Hemen, iktidarın eliyle yeni bir kadın örgütü inşaa edildi. İktidarın “kendi kadınlarına” “Sizin onların yanında ne işiniz var, gelin buraya” dercesine ve bütün bir topluma “öyle değil böyle kadın olunur” mesajını ilettiği yeni kadın örgütü stratejisi bile devleti kurtaramadı. Kadınlar ne olursa olsun susmadı! Ayrılmadı!

8 Mart 2019

2018’de hızla artan kadına yönelik şiddet ve devletin yukarıda da anlatmaya çalıştığımız üzere kendi ideolojisini ve yaşam tarzını kadınlara doğrudan kabul ettirme çabası kadın mücadelesine duyduğumuz ihtiyacı bizlere bir kez daha hatırlattı. 2018’ de mücadelenin önemli bir kısmını kadın dayanışması adına örgütlenen kampanyalar, eylemler ve etkinlikler oluşturdu. 2019’a ise yine kadın dayanışmasının önemli pratiklerinden biri olan Kadınlar Birlikte Güçlü’nün Türkiye Kadın Buluşması çağrısıyla girmiş olduk. Ocak ayında farklı illerden kadınların İstanbul’da bir araya gelmesiyle gerçekleşen buluşmada hem 8 Mart’ta nasıl bir süreç örgütleneceği hem de 2019’da, artan ataerki ve erkek egemenliğine karşı kadınların nasıl örgütleneceğine dair tartışmalar yürütüldü.

Buluşmada, 8 Mart’ta bir kadın grevi örgütlemek çokça tartışılmıştı. 8 Mart sürecinde ise gerçekleşmesi büyük bir çabayı ve uzun bir süreci gerektiren grev için ilk adımlar atıldı, Kadınlar Birlikte Güçlü farklı çalışmalarla grevin önemini de anlatan çağrılarda bulundu. Aynı zamanda dünyanın pek çok yerinde gerçekleşen 8 Mart Kadın Grevleri selamlanmış, dayanışma coğrafyalar arası düzeyde tekrar güçlenmiş oldu.

Diğer yandan bu sene 17.si düzenlenen 8 Mart Gece Yürüyüşü yine on binlerce kadının İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde bir araya gelmesiyle gerçekleşti. Polisin yolları kapatması ve ardından orada bulunan on binlerce kadına saldırmasıyla Beyoğlu’nun tüm sokakları eyleme dönüştü. Devlet uzun zamandır İstiklal Caddesi’ni eylem yapanlara yasaklasa da onur yürüyüşünde ve 25 Kasım’da yasaklama planları tutmadı. 8 Mart’ta ise alandaki polislere, kurulmuş bariyerlere ve İstiklal Caddesi’nin yürüyüşe yasak olduğunun bilinmesine rağmen kadınlar aynı inanç ve ısrarla caddeyi kaplamıştı. Ancak devlet de bu sefer, hem de seçim öncesi kendisini riske atarak, kadınlara saldırdı.

Minareyi çalan kılıfını hazırlar demişler, devlet de kadınlara saldırdı görüntüsünü vermemek için minareyi çalarken kılıfını hazırlamıştı. Eylem günü kadınlara saldırıldığını duyan pek çok kişi sosyal medya üzerinden bu haberi paylaşıp yaygınlaştırdı. Ertesi gün ise devlet kanallarından ve hatta bizzat iktidar tarafından alanda bulunan kadınların ezan okunurken ıslık çaldığı, ezanı protesto ettikleri söylendi. Bu iddia öylesine keskin bir şekilde ifade edildi ki herkes kulaktan kulağa bu iddianın gerçek olup olmadığı tartışmasının içinde buldu kendini. Eylemde ezana ıslık çalmak/çalmamak üzerine yoğunlaşan tartışmalar çalınabilir mi/çalışmaz mı tartışmalarına evrildi. Ancak bu tartışmaların da farkında olmaksızın manipüle ettiği bir nokta var. Devlet kendi eliyle kurduğu kadın yapısıyla kıramadığı kadın dayanışmasını bu kez “o yürüyüşteki kadınların amacı başka” diyerek, yürüyüşe katılan binlerce kadını marjinalleştirerek kırmaya çalıştı. Bu marjinalleştirmeyle uzun zamandır yaratmaya çalıştığı makbul kadın prototipini kuvvetlendirmek istedi. Bu istek, şüphesiz tüm kesimlerden kadınların bir araya gelip aynı sözü söylemesiyle doğru orantılı olarak artıyor. Öyle ki, makbul kadın prototipini 8 Mart için kendi organizasyonlarını yaparak, 8 Mart’a yeni ve dini içerikler üreterek yaratmaya çalıştı. Böylelikle gece yürüyüşüne katılan sayısız kadını gece yürüyüşünden de orada tüm kadınların beraber ürettiği anlam ve anlayıştan da koparmayı amaçladı. Üstelik amaçlanan yalnızca 8 Mart’ı anlamından koparmak değil, toplumsal yaşamın her yerinde makbul kadın ve marjinal kadın ayrımını yaratmak.

Dolayısıyla gece yürüyüşünde -ki onbinlerce kadından bahsediyoruz- ezana ıslık çalınıp çalınmadığı tartışılamaz. Devletin saldırısının üstünü örtmek, kendi ideolojisine yakın gördüğü kadınlara saldırıyı gerekçelendirmek için ortaya attığı bu iddia üzerine öyle bir şeyin olmadığını kanıtlamak bile kadın mücadelesi açısından sıkıntılı bir durum yaratabilmektedir.

Biz kadınları bir araya getiren, devletin herhangi bir politika ve stratejisi olamaz. Biz sadece ve sadece kadın olduğumuz için ezilen, yok sayılan, ötekileştirilenleriz. O yüzdendir ki bizi birleştiren şeylerin ortadan kalkması ancak bizi birbirimizden ayırabilir. Hiçbir iktidarın stratejisi 8 Martı, kadınların isyanını yok etmeye yetmez.

Şeyma Çopur

Meydan Gazetesi Sayı 49, Mayıs 2019

Paylaşın