Toplu İş Sözleşmesi İşçiye Ne Kazandırır Ne Kaybettirir

Sayı 5, Kasım 2012

Geçtiğimiz Ekim ayı ortalarında devlet, sendikal faaliyet,toplu sözleşme ve greve ilişkin çok sayıda köklü değişiklik getiren “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasasını çıkardı. Bu yasa işçiye ve sendikalara yarayacak bir yasa olarak sunuluyor olsa da özünde,işçilerin sendikalara örgütlenmesinden tazminatlarına; sendikaların ise toplu iş sözleşmelerinden,iş kollarına kadar birçok alanda yasaklamalar,kısıtlamalar getiriyor.

Grev yapmak kısıtlanacak, işten atılan işçinin tazminatı verilmeyecek!

“Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasası ile beraber grev yasaklarının kaldırıldığı yalanı sıkça söyleniyor. Oysa çıkartılan yasa da grev, işçilerin sadece toplu iş sözleşmesinde yaşayacakları uyuşmazlık durumunda uygulayabilecekleri bir lütuf olarak sunuluyor. Genel Grev, siyasal amaçlı grev, dayanışma grevi gibi grevler ise yasa dışı ilan ediliyor. Ayrıca greve gidecek işçiler için bürokratik süreçler arttırılarak işçilerin greve başlama süreleri uzatıldıkça uzatılıyor. Bir diğer kısıtlama ise işten atmalardaki tazminatlar. 30 işçiden az işçi çalıştıran patronlar artık işçilerin sendikalı olmalarını bahane göstererek işten atacağı işçiye tazminat ödemeyecek. Sendikal faaliyet içerisinde bulunan veya sendikaya üye olduğu anlaşılan işçiler zaten bu sebeplerle sürekli işten atılıyor. Artık bu işten atmalar, patronlar için çok daha rahat olacak.

Sendikalara ise öncelikli kısıtlama iş kolları üzerinden geliyor. Aynı iş kolunda faaliyet gösteren, birden fazla sendikaya üyelik bir lütuf olarak sunulsa da sendikaların örgütlü faaliyet yürütebileceği 28 iş kolu sayısı 20’ye düşürülüyor. Yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, toplu iş sözleşmelerinde barajın sorun olmaması için çalıştıklarını söylüyor! Yasa iş kolu barajını %10 dan % 3 e düşürüyor. Oransal düşüş olsa da gerçekte durum tamamen farklı. Önceden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri baz alınırken artık SGK verileri baz alınacak. Bu veriler arasında da ciddi bir çelişki söz konusu. Mesela bakanlığın istatistiklerine göre, 28 işkolunda 5.4 milyon işçi mevcut ve bunların 3.2 milyonu sendika üyesi. Bu durumda sendikalaşma oranı % 59. SGK’ya göre de Türkiye’de 11 milyon sigortalı işçi var. Sendikalı işçi sayısı da 935 bin. Sendikalaşma oranı da % 59 değil, % 8 olarak ifade ediliyor. SGK verileri esas alınınca, baraj % 3’e düşürülse bile birçok sendika bu verilere göre toplu sözleşme yapma hakkını kaybedecek. Öte yandan düşürülen işkolu sayısı da bu barajı oran olarak olmasa da sayısal olarak ciddi anlamda yükseltiyor. Bu yasa işçilere ve sendikalara karşı çıkartılan ilk yasa değil elbette.

İşçiye, işçi hakları ile alakalı baskı bir devlet refleksidir

1845 yılında çıkarılan Polis Nizamnamesi bu baskıların ilkiydi. Polis Nizamnamesi, işçi derneklerinin yok edilmesini, topluca iş bırakanların cezalandırılmasını içeriyordu. II. Meşrutiyet döneminde 1908 grevlerine karşı, sermaye göz önünde bulundurularak çıkartılan Ta’til-i Eşgal (Grev Kanunu) kanunu, işçilerin örgütlenmesini yasaklıyordu. 1925 yılında çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan da işçiler nasibini alıyor; işçi sendikaları ve dernekleri tamamen kapatılıyordu. Türk Ceza Kanunu’na aynen eklenen, Mussolini dönemi faşist İtalya’nın Zanardelli Kanunu’nu ise 1933’te yapılan değişikliklerle, grevleri teşvik edenler için ağır cezalar getiriyordu.1936’da yapılan değişiklikte Sendikalar dahil, ezilenlerin her türlü örgütlenme ve propagandası yasaklanıyordu. 1947 yılında 5018 sayılı İşçi Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkındaki Kanun sendikaları tanısa da, sendikalara toplu sözleşme ve grev hakkı tanımıyordu. Sonraki süreçlerde bu coğrafyada gerçekleştirilen iki darbeden de işçilere yoğun baskı ve yasaklamalar pay edilmişti. Bir şirket işleyişine sahip olan devlet ve devletsi kurumlar günümüzde ise hala işçileri nereden nasıl kısıtlayabileceklerinin hesabını yapıyor. Önceki süreçlerde yasalar direkt olarak birer yasak halinde. Günümüzde ise yasalar çeşitli değişikliklerle, ali cengiz oyunlarıyla bezenerek çıkıyor. Peki devlet, neden işçiler ve işçi örgütlenmeleri üzerinde kontrolü bu kadar sıkı tutmak istiyor? Cevabı işçilerde, işçilerin patrona karşı devlete karşı direnişinde saklı.

1886’da günde 8 saat için direnen ve devlet tarafından idam edilen 4 anarşistin mücadelesi, 1936’da İspanya bir devrime dönüştü. Aynı dönemlerde bu topraklarda ise çok sayıda grev ve işyeri işgali yaşanıyordu. 1963’lerde işçilerin Maden-İş’in Kavel Kablo Fabrikası’ndaki direnişi devletin ve patronları grevi kabullenmeye zorlayarak, TBMM’nin Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nı çıkartmak zorunda bırakmıştı.1969’da Alpagut Maden işçileri ise bu coğrafyanın tarihindeki ilk öz-yönetim deneyimini gerçekleştirmişti. 1970 yıllarında ise sendikal faaliyetlere hatta doğrudan sendikaya yönelik yasaklama isteği 15-16 Haziran Direnişiyle karşılaşmıştı. Böylece 60’lı yılların miting, işgal, grev ve direnişleri 15-16 Haziran genel direnişini yaratmıştı. 70’li yıllarda ise genel eylemler, grevler, DGM direnişleri, 1 Mayıs eylemleri, Tariş direnişi gibi faaliyetler gerçekleşmişti. İşçilerin ve işçi örgütlenmelerinin böylesi direnişi bugün de “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” gibi bir yasaklama ve kısıtlamayla karşı karşıya. Bugüne kadar işçilerin ve devrimci sendikaların yasaklamalara karşı direnişi ne olduysa “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” yasakları ve kısıtlamalarına da aynı direnişi gösterecektir.

Halil Çelik

Meydan Gazetesi Sayı 5, Kasım 2012

Paylaşın