Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi: Bizim Ali

Sayı 51, Kasım 2019

10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızın, dostlarımızın anısını yaşatmak ve mücadelelerini anlatmak için verilen çabalardan biri olarak, katliamın 4. yıl dönümünde Bizim Ali kitabı yayınlandı. Ali Kitapçı’nın yaşamını ve mücadelesini anlatan Bizim Ali kitabının yazarı Cem Gök’le Meydan Gazetesi olarak anarşist bir sendikacının hikayesini, 10 Ekim’i ve sonrasını konuştuk.

Önce kitabın oluşum sürecinden başlayalım istersen. Yazmaya nasıl karar verdin, nasıl bir süreç sonunda oluştu bu kitap? Ali’yle nasıl bir ilişkin vardı, bu ilişki kitaba nasıl yansıdı?

Ben İstanbul’daydım Ali Ankara’daydı, Ali ile farklı dönemlerde anarşizmle tanışmış insanlarız. Ali 80’lerin sonunda İngiltere’de anarşizmle tanışırken ben 2000’lerin başında üniversite ile birlikte anarşizmle tanıştım. Bir noktadan sonra benim politik düşüncelerimi şekillendiren şey sınıf mücadeleci anarşizm ve onun daha önemli olduğu vurgusuydu. İstanbul’da yaşayan bir arkadaş çevresi olarak “işçi sınıfı içerisinde nasıl mücadele ederiz, onlarla birlikte nasıl hareket edebiliriz’’in derdine düşmüştük. Biz üniversitede öğrenciyken Ankara’da Ali Kitapçı diye bir kişiyi duyuyorduk, gidip geldikçe onunla görüşmeye başladık. Çok sık olmasa da onunla sohbet ediyorduk. Anarko-sendikalist bir bakış açısıyla kendi sendikasında, kendi iş yerinde mücadele etmeye çalışan bir kişiydi. 90’lardan başlayarak katledildiği 2015 yılına kadar aynı çizgide kendi mücadelesini koruyan bir kişiydi. Katledilmesi benim ve birçok arkadaşımız için çok yıkıcı oldu. Ne yapılabilir Ali’nin anısı için diye düşündük. Çünkü Ali’nin anısı sadece bireysel bir anı değil, bir mücadele hattının simgesiydi. O mücadele hattının simgesini öne çıkarmak ve onun mücadelesini anlatmak ve yaşatmak için ne yapabiliriz diye bir süre düşündük. Bir dönem bir kütüphane kurulabilir mi diye bir fikir vardı fakat şekillenemedi. Sonrasında kitap fikri ortaya çıktı. Daha sonra bunu Ankara’daki arkadaşlara aktardım. Ankara’daki arkadaşlar da olumlu bakınca kitap çalışması başladı. Fikrin ortaya çıkışı ve şekillenişi böyleydi aslında.

Kitabın içeriğinden biraz bahseder misin? Ali’nin yaşamı, mücadelesi ve anarşist hareket arasındaki ilişki kitaba nasıl yansıdı?

1980’lerin öncesinde Ali mücadelenin içine giriyor, o zaman lise öğrencisi. O dönemden itibaren kendi bulunduğu dönemde ne zaman ne yapıyorsa onun etrafında şekillenen bir dönem anlatımı şeklinde kitabı kurguladım. Ali 80 öncesinde MLSPB içerisinde örgütlü, orada bir şeyler yapmaya çalışıyor. 80 sonrasında 12 Eylül’le birlikte o ilişkileri ortadan kalkıyor. Politik anlayışını değil belki ama, politika yapma tarzını belirleyen şeylerden biri lise döneminde kurduğu örgütsel ilişki. Kitapta da biraz anlatmaya çalıştığım şey, Ali’nin politik tutumlarını şekillendiren teoriden ziyade, pratik ve mücadele olduğuydu. Bu teoriyi önemsemediği ya da bilmediği anlamına da gelmiyor ama politik tutumunu belirleyen teoriden daha çok pratik mücadelenin kendisiydi.

80 sonrasında İngiltere’ye gidiyor ve anarşistlerle tanışıyor. Tabii o döneme dair birebir tanıklığa ulaşamadık ama o dönemde kendi anlattıkları üzerinden bunu çıkartıyoruz. Orada sosyalistlerle bir greve gidiyor, greve polis saldırınca sosyalistler kaçıyor, anarşistler mücadele eden işçilerin yanında duruyor. Bundan çok etkileniyor. Orada da anarşizmle kurduğu ilişki pratik mücadele üzerinden. Kitap okuyarak anarşizmle ilişki kurmuyor. Birincisi pratik, ikincisi de sınıf mücadelesi üzerinden ilişki kuruyor. Türkiye’ye geldiğinde de aslında bu anlayışla hareket etmeye çalışıyor. 90’lardan itibaren kamu emekçisi, BTS’nin öncülü olan dernek süreçlerinin ve DEM-SEN’in kurucu üyesi olarak süreçlerde aktif biçimde yer alıyor.

İşyerinde tanıştığı ve ilişkide bulunduğu insanları sürekli sınıf mücadelesine çekmeye çalışıyor. Gidelim mahallelerde, işyerlerinde örgütlenelim diyor. Bunu aslında son dönemine kadar yapıyor. Tanıştığı ve ilişki kurduğu bütün insanlara bunu söylüyor ama aynı zamanda şunu da yapıyor, sınıf mücadelesini de anarşizme çekmeye çalışıyor. Herkes Ali’yi anarşist kimliğiyle biliyor işyerinde, kimliğini saklamıyor. Anarşizmin Türkiye’de bilinmiyor olmasına rağmen insanlar, Ali’yi tanıyarak aslında anarşizmi doğru biçimiyle algılamaya başlıyor. Saygı uyandıran bir yanı da var; insanların anarşizmle olan mesafeleri de azalıyor ve Ali ile ilişkilenen kendine anarşist diyen demiryolu emekçileri de ortaya çıkıyor. Kitapta da Ali’yi anlatırken aslında Türkiye’deki anarşist hareketin de özet bir kısa bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda kamu emekçilerinin de özet bir tarihi anlatılıyor. Aynı zamanda aslında farklı toplumsal dönemlerin içinde örneğin 2003’teki savaş karşıtı hareketin ya da Gezi sürecinin de içinde Ali var, bu süreçleri Ali ile deneyimlemiş ya da yanında bulunmuş insanlarla görüşmeler yaptık. 90’lardan başlayarak 2015’e kadar farklı dönemlerine şahitlik etmiş BTS’den, Tarım Orkam-Sen’den arkadaşlarla ve anarşist arkadaşlarla röportajlar yaptık.

Bu içeriği oluştururken ne gibi zorluklar yaşadın? Kitabın çetrefilli süreci ne oldu?

Yazmadığımız bir şey, görüşmediğimiz bir insan var mı; acaba eksik bir şey var mı hissi oluşuyor, en belirgini o. Çünkü görüşüyorsun, aslında şununla da görüşmek gerekir diye düşünüyorsun. Ya da görüşemeyebiliyorsun. Çünkü çok fazla insanla yan yana gelmiş bir kişiden bahsediyoruz. Aslında farklı yönleri ve ilişki biçimleri olan bir kişi. Dolayısıyla kitap yayınlandığı halde her an “acaba eksik bir şey var mı” diye düşünüyorum. Birileri çıkıp “ya şunu benle de konuşsaydın” der muhtemelen diye düşünüyorum. Benim kafamda en fazla dolanan ya da sorun olabileceğini düşündüğüm şey bu. Onun dışında röportaj süreçleri zorluydu. Görüşmek istediğimiz birçok arkadaş sağ olsunlar çok iyi yaklaştı. Çünkü Ali pek çok insan için çok saygı duyulan ve sevilen bir kişi. Dolayısıyla başta Emel ve Özlem olmak üzere herkes canla başla uğraştı bu meselede. Aslında onların kolaylaştırıcılığı olmasaydı zaten mümkün olmazdı. Sonrasında da Kaos yayınlarından Gazi ve Zelha’nın oldukça ciddi katkısı oldu. Kolektif bir biçimde yapıldığı için yaşayacağımız pek çok zorluğu beraber atlatmış olduk.

Ali Kitapcı, Tayfun Benol… Bunun gibi 10 Ekim’de yitirdiğimiz 100’ün üzerinde yoldaşımız, arkadaşımız, insanımız var. Buna benzer çalışmaların, bu topraklarda yaşanan buna benzer katliamların toplumsal hafızada yer alması ve unutulmaması için ne derecede önemli olduğunu düşünüyorsun? Buna benzer devlet katliamlarının yaşanmaması için ne yapılması gerekir?

Önce Amed sonrasında Suruç Katliamları ile başlayan azgın bir savaş süreci. Anarşistler olarak bizler böyle bir şeyi tahayyül dahi edemiyorduk. Suruç’ta genç arkadaşlarımız katledildi daha sonra 10 Ekim’i yaşadık. Böylesi bir katliamda aslında gerçekten mücadele ettiğimiz şeyin ne kadar vahşi ve gerçek bir şey olduğunu ve aynı zamanda sistemin bizi ne kadar tehdit olarak gördüğünü görmüş olduk. Çünkü bir savaş süreci başlatılıyordu ve bu savaş sürecine karşı aslında 10 Ekim büyük bir karşı çıkıştı. O karşı çıkış ancak bir katliamla engellenebildi. 10 Ekim yokmuş gibi mücadele etmeye devam edersek mücadeleyi tekrar yükseltmemiz bana çok mümkün görünmüyor. Ortak bir değerlendirme ve buna uygun ortak bir mücadele hattı oluşturmada eksikliğimiz var diye düşünüyorum. Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından biri, toplumun birçok kesiminde neredeyse yok sayılıyor. 10 Ekim’i bütün bir toplum olarak unutmamak ve bu katliamda kaybedilenlerin sahiplenileceği bir hat yaratmak gerektiğini düşünüyorum.

Devletin bir unutturma politikası işliyor diyebilir miyiz?

Eskiden şöyle bir anlayış vardı, “mitingler yasal olunca güvenlidir”. Ama bunun da nasıl bir ilüzyon olduğu 10 Ekim’le birlikte görüldü. Devletin her zaman her yerde katliamlar yapabileceği ve yaptığı kanıtlandı. Biz de 10 Ekim’le ve Suruç’la birlikte bunu gördük. Bu yokmuş gibi varsaydığımız sürece bu şeyleri anlatmadığımız sürece bunları sürekli vurgulamadığımız sürece yine unutacağız. Hiçbir şey yokmuş gibi, böyle bir katliam yaşanmamış gibi hayatımıza devam edeceğiz. Bu tekrar benzer şeyler yaşamamızı kaçınılmaz kılıyor bana göre. Ya da en azından buna uygun bir hat oluşturmamızı mümkün kılmıyor.

Önümüzdeki zamanda hem Ali Kitapcı’yı hem de 10 Ekim Katliam’ını unutturmamak için başkaca çalışma planların var mıdır?

Şu anda buna dair kişisel bir planım yok ama bunu tartışmak, sürekli gündemde tutmak ve ne yapacağımıza dair tekrar tekrar konuşmak gerekiyor. Aslında bu bir ortak görev. Bu kitap da bana göre kolektif bir çalışmanın ürünü. Az önce konuştuklarımızı da kolektif bir çalışmayla yapmak gerekiyor. İki boyutu var aslında bu kitabın. İlki Ali’nin mücadelesinin kendisi, ikincisi ise Ali’nin her zaman karşısında olduğu o devletin katliamcı yüzünü hatırlamak. Bunu da ancak hep birlikte mücadele içerisinde ki sadece anarşistlerden de bahsetmiyorum, Ali’yi yoldaş olarak gören ve Ali ile omuz omuza mücadele etmiş ya da yan yana düşmese bile başka bir yerde Ali’nin mücadelesini önemseyerek onunla birlikte yoldaşlık ilişkisi kuran herkes için bir görev bu. Bunları anlatmak ve anlatmaya devam etmek, yapılacak şey bu bana göre.

İlyas Seyrek

Meydan Gazetesi Sayı 51, Kasım 2019

Paylaşın