Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir!

Sayı 51, Kasım 2019

Gerek yaşadığımız coğrafyada giderek artan faşizan pratikler gerekse tüm dünyada yükselen milliyetçi söylem ve hareketler, karşısında farklı bir dünyayı düşleyenlerin ortak bir mücadeleyi örgütlemesi gerektiğine dair anlayışı da yaratıyor. Bu bağlamda tarihsel arka plana sahip köklü tek bir ideolojinin ön plana çıkarılıp yükseltilmesinden ziyade güncel veya tarihsel, devrimci tarihin ortak pratikleri veya direnişleri öne çıkarılmaya başladı. Kolektivistlerden karşılıkçılara, blankistlerden, komünistlere farklı arka planlara sahip devrimcilerin bir araya geldiği, ayakta kaldığı 3 ay boyunca ve ondan önceki hazırlık süreçleriyle ortak bir hareketi yaratmış Paris Komünü de böylesi bir dönemde hatırlanan, üzerinde en çok konuşulan pratiklerden biri oluyor.

Bir kültür tarihçisi olan Kristin Ross’un Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi adlı kitabı tam da bu anlayışın bir yansıması olarak kaleme alındığı için ortak düşmana karşı ortak mücadele vermek isteyenlerin dikkatlerini çeken bir kitap. Paris Komünü’nü “komünal bir örgütlenme yani bütün enerji ve zekalar arasındaki dolaysız işbirliği” olarak tanımlayan Ross, Komün’ün pek dillendirilmeyen yanlarını ortaya koyduğu gibi Komün’ün yarattığı ortaklığın düşünceler ve eylemler üzerinden izini sürüyor.

Bir İlkenin Tezahürü Olarak Komün

Komünarların kendilerine “yurtsever” demediğini, Komün’ün “evrensel bir cumhuriyet” fikriyle hareket ettiğini söyleyen Ross, Komün’ü milliyetçi ulusal bir anlatı veya resmi (SSCB) komünist tarih yazımı içerisinde sıkıştırarak boğmak yerine evrensel bir ufku olan, ulus devlet ve sermaye ile örtüşmeyen noktalara dikkat çekiyor: “Paris Komünü’nün bize bıraktığı muhayyile ne ulusal bir cumhuriyetçi orta sınıfa ne de devlet güdümlü bir kolektivizme aittir. Ortak lüks, ne onun etrafını kuşatan (Fransız) burjuva lüksüdür ne de ondan sonra ortaya çıkıp yirminci yüzyılın ilk yarısına hakim olan faydacı devletçi kollektivist deneylerdir”.

Komünarların yıktığı devlet kurumlarının ve gündelik yaşamın organizasyonu için oluşturduğu örgütlerin bir devleti betimlememesi ve yaratmaması önemli bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Komün için savaşanların toplumsal işleyişin tamamını örgütleyenler olması yani bireysel ve toplumsal boyutlarda gerçek anlamıyla özgürlüğü deneyimleye yönelik istek ve pratikler böylesi bir olguyu yaratıyor. İşte Ross da kitap boyunca çoğu kez bu olguya dikkat çekiyor: “Komün sırasında Paris Fransa’nın başkenti değil, evrensel bir halklar federasyonu içindeki özerk bir kolektif olmak istiyordu. Bir devlet olmak değil, son kertede uluslararası ölçekli bir komünler federasyonu içerisindeki bir unsur, bir birim olmak istiyordu”.

“Siyasi ve toplumsal bir mecra olarak Komün’ün sunup da fabrikanın sunamadığı şey kadınları, çocukları, köylüleri, yaşlıları ve işsizleri de içeren daha geniş bir toplumsal kapsamdı.” sözleriyle kitapta Komün’ün bir işçi hükümeti niteliğine sahip olmadığı aksine ezilenlerin özyönetimi olduğunu anlatılmaya çalışılıyor. Ayrıca Ross’a göre yanlış bir biçimde yorumlanarak olup bitmiş, başarısız olmuş bir tarihsel olay olarak görülen Komün’den dersler çıkarmak yerine Komün’ün öncesinde, sırasında ve sonrasında oluşan birlikteliğin ve ortak kültürün bugünü örgütlemede ne kadar önemli olduğunu anlamak gerekiyor. Ona göre günümüzün eğitim, sanat, emeğin özgürlüğü ve ekoloji gibi sorunlarının çözümü de komünarların kendi yarattıkları düşünce ve pratiklerinin ışığında yaratılabilir.

Komünün “Ortak” Değerleri

Ross Komün’ün okumasını yaparken Komün’ü oluşturan ve komünarların yaşadığı olaylardan sık sık yararlanıyor. Papa Muhafızları’ndan Afrikalı bir siyah ile elbisesinin altına eski asker botlarını giymiş eski bir öğretmen olan Louise Michel’in gecenin geç vaktinde beraber tuttukları nöbeti anlatıyor. Tam da bu kesişim üzerinden Komün’ün özgün yanını ortaya koyuyor ve “birbirinden farklı deneyimlerle, kişinin kendi siyasi özneleşmesiyle ilişkisinin ne kadar farklı yollardan yaşanabileceğini gösteriyor.” Paris Komünü’nün, yıllar sonra gerçekleşen İberya Devrimi ve Rus Devrimleri gibi süreçlerde de tekrarlanan uluslararası devrimci dayanışma örneklerine kaynaklık ettiğini görmemizi sağlıyor.

Ross farklı arka planlara birden yer vererek Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? romanında öngörülen “uzak hayallerden gündelik gerçeklikle doğrudan yüzleşmeye yönelten bir sosyalizm yolu”na dikkatleri çekmeye çalışıyor.

Komün’ü yaratan sürecin Fransa-Prusya savaşından sonra birden patlak veren bir isyanla başlamadığı, imparatorluğun son dönemlerindeki, 1860’lardaki halk toplantılarıyla, bunlardan üreyen çeşitli birlik ve komitelerle ve kuşatma döneminin devrimci kulüpleriyle başladığı çeşitli referanslarla ve hikayelerle anlatılıyor.

Paris halkının, devrimcilerinin toplumsal dönüşümü sağlayacak şekilde toplumsal yaşamı yeniden organize etmeye yönelik sohbet ve tartışmalarının gerçekleştirildiği bu kulüplerin Paris Komünü için önemi çok büyük. Bu kulüpler ve toplantı mekanları ayn zamanda “halk okulları” görevini de görüyordu. Toplantılar mülkiyeti, kadın emeğini ve akla gelebilecek politik pek çok meseleyi gündemine alıyor, tartışıyordu. Buralar Habermas’ın kamusal alan kavramını anlatırken tarif ettiği, burjuvaların sanatsal ve politik meseleleri konuşmak için gerçekleştirdiği toplantılar gibi değildi. Özellikle Paris’in kuzeyindeki toplantılar “vive la Commune” sloganı ile başlatılıyor ve kapatılıyordu.

Komünü destekleyen ve selamlayan çok sayıda düşünürün de bu deneyimden etkilendiğini anlatan Ross, komünist William Morris, anarşist Elisee Reclus ve Kropotkin’in komünü destekleyen düşüncelerine örnek veriyor. Bizzat komünde yerini almış Elisee Reclus’un “şiarımız artık yaşasın evrensel cumhuriyet” sözünü de komünün ilkesi olarak aktarıyor.

Ross’un dönemin güncel sorunlarıyla mücadeleye yani pratiğe verdiği değeri hatırlattıktan sonra Komün’e destek açıklaması yapan ve Komün’ün ortak değerlerine işaret eden düşünürlerin sözlerine değinmek gerekiyor. Ross, Marx’ın Paris Komünü hakkında olumlu olarak söylediği cümleleri cımbızladıktan sonra Pyotr Kropotkin’in “Modern sosyalizmin fikirlerinin gerçekleştirilebileceği mecranın bundan böyle özgür Komün olduğunu anlamışlardı” ve “Bize devrim için gereken ortamı ve onu gerçekleştirmenin aracını bir tek komünler verebilir.” sözlerinin yanı sıra, William Morris’in “Siyasi birimler olarak milletler artık var olmayacak; medeniyet büyüklü küçüklü çeşitli toplulukların federalleşmesi anamına gelecek” sözlerini Komün’ün pratikten çıkan Ortak Lüksü’nün işaretleri olarak selamlıyor. Kitabın son “Dayanışma” bölümünde ise bugünün ortak lüksü yaratılırken ortaya koymamız gereken pratiğin arka planını Komün’ün ortak değerlerine, ilkelerine sadık kalabilmiş olan Morris, Kropotkin ve Reclus gibi komünist/anarşist kişilerin ilkelerini ve düşündüklerini anlatarak ortaya koyabiliyor.

Öncelikle Ross’un üzerinde durduğu gündelik yaşamın, pratiğin ortaklaştırıcı yönüne ve ezilenlerin ortak bir dünyayı nasıl yaratabileceğine dair özellikle son bölümde gösterdiği adreslerin yerinde olduğunu belirtmek geliyor. Ardından da Komün’den sonra Komün’ün işaret ettiği ilkeleri (sermaye, devlet ve ulusun aynı anda çözülmesi) pratikleyebilmiş deneyimlere de yani Kronştad, Ukrayna ve İberya’yı da selamlamak gerektiğini unutmamak!

İlyas Seyrek

Meydan Gazetesi Sayı 51, Kasım 2019

Paylaşın