Popülizm Nedir, Ne Değildir?

Sayı 51, Kasım 2019

Son zamanlarda başta siyaset olmak üzere hemen hemen her konuda kendisine yer bulabilme maharetine sahip bir kavram popülizm. Üstelik popülizm, hemen hemen her konuda kendisine yer bulmakla kalmıyor, aynı konuda kalem oynatanlar tarafından farklı anlamlarda kullanılabiliyor. Her sorunu apaçık bir şekilde ortaya koyabilen bir gözlük olarak ve her soruna çözüm getirebilen bir sihirli değnek olarak kullanılan popülizm gerçekte neyi ne kadar yansıtabiliyor?

Popülizm özellikle Donald Trump’ın ABD Başkanı olmasından sonra genellikle sağ olarak tariflenen ideolojilere atfedilse de Latin Amerika örneğinde görüldüğü üzere sol olarak tariflenen ideolojiler için de kullanılmaktadır. 21. yüzyılda gelişen toplumsal hareketlenmeleri anlamlandırmak için anahtar bir kavram olarak kullanılan popülizm, Avrupa’da sağ ve sol için aynı anda da kullanılabiliyor. Bütün bunların üstüne bir iki istisna dışında kendisine popülist denilen hiç kimsenin popülist olduğunu kabul etmemesi meseleyi iyice çetrefilleştiriyor.

Asgari Müşterek: Temsili Demokrasi

Dünya gündemini oldukça meşgul eden ve etkileri hala devam eden “Arap Baharı” tartışmalarında popülizm kendisine neredeyse hiç yer bulamamış durumda. Buradan da görüleceği üzere adil olsun veya olmasın demokrasi iddiasıyla seçim yapılan devletlerde bir veya birden fazla siyasi partinin popülist figür olarak öne çıkması, pratik olarak gösteriyor ki popülizm tartışmasının yürütülebilmesi için asgari müşterek olarak ortada “demokrasinin” olduğu noktasında bir uzlaşı olmalı. Demokratik bir yönetimin var olduğu iddiasıyla meşruluk sağlanmaya çalışılmadığı yerlerde zaten popülizm tartışmalarına da gerek kalmıyor.

Başta akademik yazını takip ettiğimizde de popülizm, liberal demokrasinin krizi olarak değerlendirilmektedir. Üstelik liberal demokrasiye bir tehdit olarak yorumlanan popülizme nasıl dur denileceğine yönelik tavsiyeler bu yorumların önemli bir kısmını oluşturuyor.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, asıl sorun liberal demokrasi veyahut liberal demokrasinin içinden çıkamadığı temsil krizi değil bizatihi demokrasinin kendisinde aranmalıdır. Liberal demokrasinin, “sıfatsız” demokrasiden farkı olarak çoğunluğun iradesinin yansıması olarak değerlendirilen demokrasiye çoğulculuk ve insan hakları bağlamında getirdiği sınırlamalar öne çıkarılıyor. Asıl sorun, iktidarların kendilerine dayanak olarak, çoğu zaman devletlerinse meşruluğun temeli olarak gösterdiği demokrasi yoluyla insanların ellerinden iradelerinin alınması ve hayatlarını şekillendirebilmelerinin, kendilerini gerçekleştirebilmelerinin önüne geçilmesidir. Bu konuya geri döneceğiz, popülizm incelememize devam edelim.

Halkın Sesi, Gerçek Temsilcileri: Popülistler(!)

Popülizm, liberal demokrasinin krizi olarak değerlendirilse de popülist olarak adlandırılan liderlerin söylemine bakarak krizin aslında demokrasinin krizi olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü popülistler, seçimle işbaşına gelmiş olsalar da mevcut devlet yöneticilerini hiçbir şekilde halkın temsilcileri olarak görmemektedirler. Popülistlere göre birtakım seçkin kişiler medyayı da kullanarak iktidarı bir şekilde ele geçirmişler ve yönetimlerini de halkı hiç önemsemeden hatta halka düşman olarak sürdürmektedirler.

Popülistler hiçbir zaman demokratik kimliklerinden de ödün vermezler. Hatta bazı örneklerde popülistlerin bizzat demokrasinin gelişimini sağladığı iddia edilmektedir. Seçimler onlar için oldukça önemlidir hatta demokrasi onlar için seçimlerden ibarettir. Ancak kendilerine bir yarar sağlamayan seçimleri manipüle etmekten geri durmazlar. Halkın sesi olduğu iddiasıyla kendilerini iktidara taşımayan/iktidarda tutmayan seçimler onlara göre seçkinlerin, halka düşman elitlerin birer oyunudur.

Halk, popülistlerin söyleminde çok önemli bir konumdadır. Çünkü popülistler halka hizmet için etmek için deyim yerindeyse yanıp tutuşan insanlardır. Ama onları engelleyen/engellemeye çalışan ve düşmanla işbirliği yapan çeşitli çıkar grupları bulunmaktadır. Bu çıkar gruplarının başında da medya vardır.

Popüler Olan Popülist Midir? Medya Bunun Neresinde?

Medya konusu popülistlerin üzerinde önemle durduğu konulardan bir diğeridir. Popüler olan popülisttir dememekle birlikte popülistlerin popüler olmak zorunda oldukları açıktır. Medyanın gündeminde hemen hemen her gün yer almayan bir liderin veyahut hareketin seçim kazanması bilindiği üzere oldukça zordur. Bu nedenle popülistlerin medyayla arası her daim bozuktur. İktidardaki bir popülistle muhalefetteki bir popülistin medyaya yaklaşımı doğal olarak farklı olacaktır ancak buradaki farkı, popülistin medyayı ne kadar etkileyebildiği, bazı ülkelerde de fırsat bulduklarında ne kadar ele geçirebildikleriyle alakalıdır. Halkla doğrudan iletişim kurmanın önünde en büyük engellerden biri de medya olarak gösterilmektedir. Seçkinler buna göre popülistlerin halkla bütünleşmesini engellemek için popülistlere haberlerde çoğunlukla yer vermemekte, yer verildiğinde de popülistler kötülenmektedir. Bu konuda ilk akla gelen örneklerden biri, Donald Trump’a neden sosyal medyayı çok fazla kullandığı sorulduğunda kendinin halkla temas etmesi engelleyen bir güruh olarak medyayı işaret etmesidir.

Yargı Popülizmi: Yargısız İnfaz

Popülistlerin söyleminde kendilerinin halk için yararlı işler yapmasında, halkın sesi olmalarında bir engel olarak yargı kurumlarını da gösterdiklerini eklemek gerekir. Popülistler hemen hemen çoğu konuda hukuksal sınırlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Bunda liderin veyahut hareketin halkla buluşmasında engel olduklarını iddia ettikleri kurumların varlığı kadar popülistlerin vaatlerinin çoğu zaman yerleşik kurallarla çelişmesi önemli bir rol oynamaktadır. Yeri gelmişken değinmek gerekir ki popülistlerin ustalıkla yaptıkları eylemlerinden biri, popülariterilerini arttırmak için çoğunluğun şikayetçi oldukları konuları tespit etmeleri ve bu konuları gündemleştirmede beceri sahibi olmalarıdır. Bu konudaki en basit örnek göçmen konusudur. Göçmen konusu, milyonlarca insanın hayatını hiç beklenmedik bir anda aniden değiştirebilen bir konudur. Göçmenlerin var olmasına neden olan olaylar dahi zaten büyük değişimlerin yaşandığı anlamına gelirken bir de göçmenlerin gitmek zorunda kaldıkları yerlerde gerçekleştirmiş olduğu, gerçekleştirmek durumunda kaldığı değişimler “yerleşik insanlar” için bir “sorun” anlamına gelmektedir. İktidarda popülist bir partinin olmadığını varsaydığımız bir örnekte yeni bir yere göçmek zorunda kalan insanların nasıl geçineceği, nasıl barınacağı, geleceklerinin ne olacağı gibi çözülmesi gereken durumlarla hakkıyla ilgilenmediği takdirde popülistler bu durumdan oldukça nemalanabilir. Popülistler, kendilerini gündemleştirebilmek için halihazırda var olan milliyetçi hatta ırkçı saikleri kullanmaktan geri durmazlar.

Var olan bir sorunu, olduğu halden oldukça farklı bir biçimde gündemleştirebilen popülistlerin çözümleri özellikle ezilenlerin hayatlarını iyiden iyiye zor bir duruma sokma riski içermektedir. Göçmenlerin sınır dışı edilmeleri söz konusu olduğunda var olan mahkemeler insan hakları doğrultusunda karar vereceklerse burada popülistlerin yargıyla karşı karşıya gelmesi söz konusu olacaktır. Ve bundan genellikle popülistler karlı çıkmaktadır.

Popüler Şiddet: Erkeklik, Milliyetçilik ve Faşizm

Yukarıda da vurgulandığı üzere popülistlerin dayanak noktalarından biri de milliyetçilik ve ırkçılıktır. 20. yüzyıl düşünüldüğünde milliyetçilik ve ırkçılık en hafif deyimiyle milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, katliamlara ve soykırımlara yol açmıştır. Geçen yüzyılda yaşananlara göre daha çekingen milliyetçilik örnekleri görsek de insanları manipüle etmenin yolunun hala milliyetçilikten geçtiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Mudde ve Kaltwasser, popülizmi inceledikleri kitaplarında popülizmi ince merkezli bir ideoloji olarak tanımladığı üzere popülizm özü itibariyle diğer ideolojilere eklenmiş hatta zaman zaman onlar tarafından asimile edilmiş gibi görünmektedirler. Bu durum en çok milliyetçilik ve faşizm konusunda tartışma yaratmaktadır. Popülizm diye bir şeyin olmadığını, henüz maskesini düşürmemiş faşizmin olduğunu savunanlar bulunmaktadır. Finchelstein örneğin günümüzü şekillendiren olgunun, tarihsel süreç içinde faşizmden popülizme geçiş olduğunu söylemektedir. Finchelstein diğer yazarlardan farklı olarak popülizmi, faşizmden ayrı olarak değerlendirmiş olsa da modern popülizmin faşizmden doğduğunu iddia etmektedir. Bununla beraber şiddet, şiddet algısı ve daha önemlisi şiddet pratiklerinin, faşizm ve popülizmi birbirinden kesin bir şekilde ayırdığını belirtmektedir. Ancak yine aynı yazar popülizmin, özellikle sağ popülizmin, her daim köklerine dönme potansiyeline sahip olduğunu da eklemektedir.

Popülistlerin şiddetle ilişkileri de her zaman ikircikli olmuştur. Popülistler sürekli bir tehdit algısı pompaladığı için her an teyakkuzda olunması gerektiğini söylemektedirler. Ancak kendilerini tehdit altında hissettikleri kadar aslında kendileri de sürekli olarak düşmanlarını tehdit etmektedir. Sürekli bir savaş açma tehdidiyle pazarlık paylarını arttırmaya çalışmaktadırlar. Bu söylemlerde erkeklik söylemleri de milliyetçiliğe eşlik etmektedir.

Popülizmin Sağı Solu Belli Olur mu?

Popülizm söz konusu olduğunda özellikle Avrupa ve ABD örnekleri gündemde yer tutunca sürekli sağ partilerden konuşulsa da sol popülizm tartışmaları da bu konunun önemli bir tartışma alanını oluşturuyor. Popülizm teriminin kökeninde ve tartışmalarda halka ve halkçılığa yapılan vurgu da ister istemez bu tartışmaları gündeme getiriyor. Sol popülizmden söz açıldığında akla ilk gelen isimler Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe oluyor. Post-marksist olarak değerlendirilen bu yazarlar popülizmin sol versiyonun da olabileceğini hatta olması gerektiğini söylüyor. Radikal demokrasi kavramsallaştırması etrafında dönen tartışmalar da liberal demokrasinin krizde olduğu ön kabulüyle yönünü belirlerken özellikle 20. yüzyıldaki SSCB deneyimi bu tartışmaların önemli bir veçhesini oluşturuyor. Doğu Avrupa’daki çeşitli sağ popülist hareketlerin de SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıktığı göz önüne alındığında tartışmalar daha ilgi çekici bir hale bürünüyor. Başta Latin Amerika örnekleri olmak üzere son dönemde Yunanistan’da iktidara ulaşmayı başarabilen SYRIZA, İspanya’da Indignados (Öfkeliler) sonrası Podemos ve İngiltere’de Corbyn önderliğinde İşçi Partisi örnekleri sol popülizm tartışmalarını çeşitlendiriyor.

Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, sağ popülizmin aksine düşman değil hasım belirleyerek bir sınır çizerek solun kendi politikalarını oluşturması gerektiğini belirtiyorlar. Özellikle Mouffe, 1968 Hareketi’nin sonrasında solun bazı gerçekleri görmezden geldiğini, buna sınıf özcülüğünün neden olduğunu vurgulasa da solu demokrasi içine sıkıştırmaları ve seçimleri, oy vermeyi dolayısıyla anarşist hareketi görmezden gelmeleri sorunun bir başka yönünü oluşturuyor.

Popüler Olan Ne Olmalı?!

Sağ hareketler yıllar içinde özellikle genel oy konusunda seçkinci tavır göstermiş olsa da en sonunda demokrasinin kendi çıkarları doğrultusunda kullanılabileceğini görünce halk söylemini sahiplenmiş durumda. Bu söylemle de ABD, İngiltere, Macaristan gibi birçok yerde iktidarı ele geçirdi. Ancak asıl sorun bu değil. Asıl sorun hala demokrasi adı altında ezilenlerin iradelerinin elinden alınmaya çalışılması. Popülizm tartışmalarını yürütenlerin amacının iktidarı ele geçirme konusunda nasıl bir yöntem geliştireceklerini belirlemek olduğu açık. Bunun için temsili demokrasinin ne kadar iyi bir şey olduğunu söylemelerine şaşırmamalı. Biz ezilenlerin yararına olacaksa popüler olması gereken soru iktidarın nasıl ele geçirileceği değil nasıl yok edileceği olmalı.

Gökhan Soysal

Meydan Gazetesi Sayı 51, Kasım 2019

Paylaşın