Kapitalist Salgına Karşı Halklar Arasında Dayanışma

Sayı 53, Mayıs 2020

Tüm dünyada etkili olan ve yaşamı sekteye uğratan korona virüs salgını, devletlerin ve kapitalizmin yani tümünde sistemin yanlış politikaları sonucunda giderek bir sistem krizi haline gelmekte. İşçilerin, işsizlerin, tümünde ezilenlerin -görmezden gelindikleri için- çok daha büyük oranlarda etkilendiği, daha da yoksullaştığı ve yaşamını yitirdiği bu kriz döneminde, devletlerin panik politikalarına karşı halkların özörgütlülüğüyle yükselttiği dayanışma pratikleri krizden kurtuluşun yolunu gösteriyor.

Krizin dünyanın farklı coğrafyalarındaki yansımasını, etkilerini ortaya koymak ve krizin kurtuluşunun anahtarı olan dayanışmanın uluslararası çapta etkili olmasını sağlamak için dünyanın farklı coğrafyalarından anarşist örgütlenmelerin(1) hazırladığı krize karşı ortak bildiriyi özet halinde sizlerle paylaşıyoruz.

(1): Coordenação Anarquista Brasileira (CAB), Federación Anarquista Uruguaya (FAU), Federación Anarquista Rosario – FAR (Argentina), Organización Anarquista de Córdoba – OAC (Argentina), Federación Anarquista Santiago – FAS (Chile), Grupo Libertario Vía Libre (Colombia), Union Communiste Libertaire (Francia), Embat – Organización Anarquista (Cataluña), Alternativa Libertaria / Federazione dei Comunisti Anarchici – AL/fdca (Italia), Devrimci Anarşist Faaliyet – DAF (Turquía), Organization Socialiste Libertaire – OSL (Suiza)

“2020 yılı bölgesel bazda bazı değişikliklerle başladı, özellikle Şili halkının muazzam ve inanılmaz eylemlikleri devam etti. 100 günden fazla süren bu halk isyanı, coğrafyadaki sosyal ve politik durumu değiştirdiği gibi bütün bir bölge üzerinde de ciddi etkiler bıraktı. Önceki analizlerimizde söylediğimiz gibi halk eylemlilikleri Latin Amerika topluluklarına yayıldı (Haiti, Ekvador ve yoğunluğu az olan diğer ülkeler). Gördüğümüz gibi, zaman sokaktaki halkların zamanıdır; kavga zamanıdır.”

Salgına küresel anlamda yeni kontrol yöntemleri ve artan baskıcı uygulamalar ile karşılık verildiğini; bu uygulamaların ve etkilerin hakkında tartışmanın henüz zor ve erken olduğundan da bahsediliyor. Ardından içinde bulunduğumuz zamanın aynı zamanda; neoliberalizmin 30 yıllık tahribatının, halk sağlığı ve sosyal güvenlik önlemlerinin şimdiki hali ile ayyuka çıktığı söyleniyor. Korona virüs sebebiyle uluslararası piyasaları daha da derinden etkileyen yeni bir ekonomik krizin başlangıcından ve bu durumun Latin Amerika’da yaşam maliyetlerini etkiyebileceğinden söz ediliyor.

ŞİLİ: Halk Devrimi Yeni Bir Dönemin Başlangıcı Anlamına Gelir

Şili halklarının 18 Ekim tarihinde başlayan 6 aylık toplumsal devrim ve sokakların işgali sürecine şahit olduk. Bildiride metro biletlerine yapılan zammın nasıl patlama noktası haline geldiği, toplumsallaştığı, devletin tepkisi ve baskı politikası karşısında isyanın nasıl bütün bir coğrafyaya yayıldığından bahsediliyor.

Milyonlarca insanın sokakları geri kazandığı ve bu sırada binlerce barikatın, halk meclislerinin, toplumsal hareketlerin, işçi mücadelesinin de sokaklara dahil olduğunu belirtiliyor ve ekleniyor: “Şili halkı, diktatörlüğün mirası olan otuz yıllık neoliberalizme, ‘yeter artık’ demişti. Bu şekilde korku kırıldı… artık daha önceki yıllarda gördüğümüz gibi tek tek talepler için değil, bütüncül olarak geri kazanım için toplumsal olarak sokaklara inildi.”

Onyıllardır artan borç yükü, toplumsal haklarının yitimi, sömürü, toprak ve su gibi doğal varlıkların çalınması ve kadın cinayetlerinin korkutucu şekilde artmasının patlama noktasının göstergesi olduğu belirtiliyor. Şili’deki isyanı devam ettiren şeyin, suyun yağmalanması ve ekosistemin yok edilmesine ek olarak toplumsal hakların yağmalanmasında yattığı şu şekilde vurgulanmış ve çözüm önerilmiş: “…Ezilenlerin büyük bir çoğunluğu yaşamlarının geri alınması için temel gerekliliğin eylemlilikler ve örgütlenme olduğunu öğrendi, zaman başat halk gücüne ulaşmak için organik alternatifleri Şili Devleti’nin tahakkümüne nefes aldıracak anayasal kısayollarla değil tam tersine örgütlenme ve doğrudan eylemle yaratmanın zamanıdır. Sormamız gereken soru şudur: yukarıdan gelen bir kurumsal süreci mi güçlendirmeliyiz yoksa bütün gücümüzü alttan gelen halk gücünün inşasına mı harcamalıyız? Biz her zaman mantığa dayanarak ikinci seçeneği seçiyoruz. Halkı ve onun örgütlenmelerini güçlendiren tek yol bu adaletsiz sistemin sonunun geldiğini kabul eden ve bunu ifade eden Ezilen Sınıf Cephesi kurmak ve halk hareketleri için yeni yollar oluşturmaktır.”

Kapitalist Salgın Karşısında, Alttan Gelen Karşılıklı Yardımlaşma ve Destek

Metnin bu kısmında ise virüsün yayılmasına kapitalizmin yol açtığının vurgulanması gerektiği anlatılıyor: “…sağlık alanındaki teknolojik ilerlemelerin bu fenomeni önleyememesi ya da durduramaması bize gösteriyor ki, ilaç ve sağlık şirketlerinin elindeki milyarlık kaynaklar insanların hayat kalitesini yükseltmek ya da hastalıkları önlemek amaçlı değil kârlarını maksimize etmek amaçlı kullanılıyor..”

Sonrasındaysa virüsün yaşlıları etkilemesi ve bunun sistemle olan ilişkisi ise şöyle ifade ediliyor: “Görünüşe göre yaşlılarımız çökmekte olan bir sosyal sistemin “fazlalık” nüfusu. Burada ortaya çıkan şey ise şudur; yaşam ve sağlık bir haktan çok bir iş/ekonomi alanıdır.”

Latin Amerika bölgesindeki işçi sınıfının, gerekli hijyen şartlarını sağlayabilecek kanalizasyon, içme suyu gibi kaynaklara erişiminin sıkıntılı olması sebebiyle bu salgından en fazla etkilenme ihtimali olan grup olduğu vurgusu yapılıyor.

Yukarıdan Gelen Cevap: OHAL

Bu kısımda ise virüsle ilgili devletlerin bugüne kadar işlettikleri mekanizmaların neler olduğunun üzerinde durulması gerektiği vurgulanıyor. Örgütlü anarşizm için kısa ve uzun zamanlı siyasi tahlillerimizin ana kaynağının bu olduğu söyleniyor ve devletlerin yöntemleri şöyle anlatılıyor: “Panik, korku ve kafa karışıklığı sağlık krizi üzerine yapılan totaliter konuşmaları daha da pekiştirdi. Bu anlamda, virüs insanların gündelik yaşamlarına her gün daha da nüfuz ettikçe daha baskıcı ve kısıtlayıcı önlemler devlet seviyesinde gitgide alışılır hale geldi ve toplumsal sınıfları inkar eden vatanseverlik ve savaş söylemleri yaygınlaştı.”

Yazının bu kısmı çok önemli şu tespiti de içeriyor: Çin gibi ekonomiyi merkezileştirme gücü olan devletler insanların özgürlüğünü gitgide kısıtlıyor ve neoliberalizmin düşüşe geçtiği Avrupa, Birleşmiş Devletler ve Latin Amerika’da neoliberal ve merkeziyetçi devlet anlayışının ölümüne bir düelloya girdiğini görülüyor. Bu düellonun amacı kapitalist sistemin yeni aşamasını kimin kontrol edeceğiyle ilgili.

Ezilen sınıflar ise kalıcı OHAL uygulamalarına karşı uyarılıyor çünkü bu durum dünyanın her yerindeki devletlere askerleri sokağa indirme ve onlarla beraber plan yapıp uygulama gücü veriyor. “…Şili’de 18 Ekim’den beri devlet ilk kez halk hareketini bastırmak ve sokakları kontrol etmek için böylesi bir güce kavuştu. Sokağa çıkma yasağı bunun en belirgin örneği. Bugüne kadar işçi mahalleri ve halk hareketinin yoğun olduğu mahalleler başta olmak üzere 300’den fazla insan sokağa çıkma yasağı sebebiyle gözaltına alındı. Sokaktaki askerler virüs kontrolüne dair hiçbir şeye yaramıyor; onlar sadece hükümetten ve onun soykırım politikasından bıkmış ezilen sınıfları kontrol altına alınmasının garantisidir.”

Toplumsal Sonuçlar ve Daha Fazla Baskı

Bu bölümde ise virüsün yayılmasının ve dünya ekonomisinin durma noktasına gelmesinin bedelini yine ezilenlerin ödeyeceği vurgulanıyor. Sonrasında ise zenginlerin teknolojiyle donatılmış özel kliniklere gittiğini öte yandan ezilen sınıfların ise eksik ve yetersiz imkan ve personele sahip devlet hastanelerini kullanmak zorunda olduğu dile getiriliyor: “Sınıfımız insanlarla dolu toplu taşıma sisteminin korkusu ile yaşarken, zengin insanlar en özel plajlardaki yazlık evlerinde karantinaya devam edecekler.” Hatta suya ulaşmak bile bir sorun haline gelmiş durumda: “Şili’de bile tüm topluluklar Petorca’da olduğu gibi hijyen koşulları için su bulamazken, aynı bölgedeki toprak sahipleri ve ulusötesi şirketler avokado üretimi ve ticarileştirme projeleri için su biriktiriyorlar.” Testlerin 30 dolar olduğu Şili, testlerin paralı olduğu tek Latin Amerika ülkesi. Sadece zenginler teste ulaşabiliyor.

Ön Saflarda Kadın İşçiler

Metnin bu parçasında kadınların hem ev içi emek hem de salgına karşı yürütülen mücadelede ön safta olmaları konu alınıyor: “Kriz, bazı faaliyet sektörlerinin temel rolünün altını çizmektedir (sağlık, eğitim, okul öncesi bakım ve eğitim, bakım, gıda endüstrisi ve dağıtımı, temizlik, sosyal hizmet, nakliye ve teslimat…) Bu sektörlerde çalışanlar, çoğunlukla düşük ücretli ve güvencesiz durumda olan kadınlardır.”

Krizle birlikte toplumun, bu alanların temel ihtiyaçlarımızı karşıladığını tekrar keşfettiğinden bahsediliyor. Bu alanlarda çalışan kadınların iki kat daha fazla zorluk içinde olduğundan, ev içi emeğin bölüşümü probleminin karantinayla çözülemeyeceğinden bahsediliyor. Yaygınlaşmış karantinanın şiddete maruz kalan kadınlar için riski daha da arttırdığı vurgusu yapılıyor: “Kurtulma anları olarak düşünülebilecek kurbanların ve/veya saldırganların dışarıdaki çalışma saatlerinin eksikliği ve sürekli birlikte yaşama, psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddet eylemlerinin sayısını rakamsal olarak artıracaktır... Salgının yayılmasını yavaşlatmak için sınırlama gerekliyse, ataerkil şiddet mağduru kadınlara yönelik özel önlemler alınmadan uygulanamaz.”

Brezilya: Salgının Ortasında Patlamak Üzere Olan Siyasi Kriz

“Brezilya’da Bolsonaro’nun hükümeti, koronavirüs pandemisinin ortasında ultra liberal, burjuva, irrasyonel ve anti-bilimsel konuşmalarına devam ediyor. Giderek yalnızlaşmış olan Bolsonaro, sosyal karantinaya karşı çıkıyor ve kendi hükümeti içinde direnişle karşı karşıya. Kriz başladığında Bolsonaro’nun hükümeti, aşırı liberal politikalarını korumak için yozlaşmış Brezilya kongresine karşı otoriter uygulamalarını savunma amaçlı askeri unsurları harekete geçirerek darbe tehdidine başladı.”

Ekonomi ve pandemi arasındaki ilişkiden, hükümetin karantinaya karşı çıkışının ekonomik arka planından bahsediliyor: “Pandemi öncesi Brezilya ekonomisi halihazırda düşük bir büyüme ve giderek artan bir yaşam maliyeti sorunu yaşıyordu…Neoliberal çözümün eskimesiyle benzer bir şekilde Bolsonaro’nun hükümeti de ekonomik ajandasından bir çözüm öneremedi ve hala işçi sınıfının pandeminin zararlarını ödemesini istiyor. En kötüsü, Bolsonaro ve fanatik destekçileri, burjuvazi sektörleriyle birlikte, işleri ve ekonomiyi savunmak için demagojik bir konuşma ile sosyal izolasyona karşı bir kampanya başlattılar…Medyada iktidarı görevden alma fikri dolaşıma sokulmaya başlandı, yönetici sınıf ve burjuvazi gizli gizli bu seçeneği tahakküm sistemini güncellemek için konuşmaya başladı. Bu durumda işçi sınıfı ise her zamanki gibi yine kaybeden.”

Ama bütün bunlara rağmen alttan gelen bir muhalefetin de olduğu vurgusu da yapılan bu bölüm, çözüm olarak önerilebilecek şu sözlerle bitiyor: “Favelalar/gecekondu mahalleleri ve işçilerin sağlığı için meslek riskleri daha büyüktür. Halk düşmanı bir hükümete karşı halkçı bir alternatif olarak, alttaki insanlar arasında karşılıklı destek eylemleri ve dayanışma büyümektedir. Süpermarketleri kamulaştırma gibi halkçı doğrudan eylemlere yönelik önlemler de alınmaya başladı ve Bolsonaro’nun hükümeti kriz ve pandemi ilerlemesinde kaderiyle yüzleşiyor.”

Avrupa: Pandeminin Asıl Merkezi

Bu kısımda Avrupa kıtasının mevcut korana krizine gösterdiği “yetersiz” tepki anlatılıyor:

“Sağlık sistemlerine neoliberal tedbirlerle saldırıldığı ve Covid-19 gelmeden önce gerekli önlemlerin alınmadığı Avrupa’da görebildiğimiz gibi, pandemi hasara yol açıyor. İtalya’da 10 binden, İspanya’da 5700’den fazla yaşamını yitiren insan bulunuyor. Nüfus kontrol sistemlerini daha büyük ölçekte uyguladılar: İtalya’nın kuzeyinde gözaltına alınan 15 milyon kişi var. Fransa da benzer bir durumda ve orada da sınırlı sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Tüm bunlar devletlerin salgını kriz yönetim mekanizmasını (sosyal yaşamı militarize etmek, aşırı baskı, vb.) uygulamak için kullandığını gösteriyor.”

Bu korunma yöntemlerinin askeri operasyonlar için bir engel teşkil edip etmediği sorusu ise metinde şu şekilde soruluyor: “Bu esnada Avrupa, 20.000 Amerikan askerinin ve NATO’nun geri kalan devletlerinden toplam 10.000 askerin bulunduğu en büyük birlik harekatını, Rusya sınırındaki askeri eğitimini sorun olmadan gerçekleştiriyor. Hiçbir virüs riski görünmüyor. Bu, militerleşmenin herhangi bir protesto ve toplumsal isyanı kontrol altına alma ‘mekanizmalarının’ işlerliğini kanıtlayan hiper kontrollü bir dünya tasarımıdır.”

Aynı zamanda bu siyasi politikaların toplumsal inşasının da devrede olduğu söyleniyor ve bu karakteristik aşağıdaki gibi anlatılıyor:

“…kültürel düzeyde bireyciliği pekiştirme amacı, “öteki” tehlikesi ve “her insan kendisi için” kültürü ile kendini gösteriyor ve ayrıca her “vatandaşı” uyanık yapmak için uğraşıyorlar. Bu noktada, nüfusun ekonomik kapasiteye sahip tarafının gıda ve malzeme stoklama eğilimi ise sürpriz değildir… Toplumsal yapıların, ekonominin kamulaştırılması bariz bir gerekliliktir; sınıfın(işçilerin) ve insanlığın sorumluluğudur.”

Ortadoğu’da OHAL’ler

“Olağanüstü Hal yıllardır savaşın açık coğrafyası haline gelen Ortadoğu’daki ilk yöntemdir. Halkın ihtiyaçları yerine devletlerin ve kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre şekillenen politikalar Covid-19 sürecinde de devam ediyor.”

Kapitalist sınıf ve devletlerin, isyanları ve halk hareketlerini önlemek için başvurduğu otoriterleşme eğilimi ise şöyle özetleniyor: “Salgında ölenlerin devletler için önemi yoktur. İşten çıkarılan nüfusun geleceği için önlem almak devletler için zaman ve para kaybıdır. Bugün devletlerin ve şirketlerin temel sorunu, salgının ekonomik etkilerinin ne olacağı ve toplumsal bir isyanın nasıl önleneceği. Alınan önlemler ve uygulamalar tamamen bunun içindir; seyahat yasakları, her türlü faaliyet ve organizasyon yasakları, sokağa çıkma yasağı, denetim sıkılaştırması vb… Ortadoğu’da farklı coğrafyalarda yaşayan insanlar, devletlerin daha militarize ve daha otoriter hale geldiği bir sürece tanıklık ediyorlar.”

30 Yıllık Neoliberalizmden Sonra Sağlık Sistemleri

Çeşitli coğrafyaların koronavirüs süreci tek tek anlatıldıktan sonra artık genel gözlemler sıralanmaya başlanıyor. İlk gözlem, neoliberalizm ve özelleştirme politikalarının sağlık sistemi üzerindeki etkileri. Neoliberalizmin laboratuvarı olarak değerlendirilen Şili’de halkın sağlığının yok ediliş süreci vurgulanırken Avrupa’da 2008 krizinin sağlık alanına yansıması vurgulanıyor.

Son olarak bu durumun rastgele olmadığı aksine tahakküm sisteminin bir parçası olduğu vurgulanıyor: “…toplumsal hakların ticari olarak sömürülmesi sistematiği ve bir hastalık tedavisi konusunda bile önemsenmememiz baskın sınıfın planlarının bir parçasıdır, üstelik enfekte olup olmadığımızı bilmek her birimizin satın alma gücüne bağlıdır. Yoksul insanların kitlesel olarak katledildiği bu ölüm politikaları, tahakküm sisteminin gerçek yüzüdür.”

Ekolojik Tahribat ve Soykırım Sisteminin Etkileri

Bildirinin devamında sömürgecilik faaliyetleri ve kapitalizm arasındaki ilişkiye kısaca yer verilirken hem ekolojik tahribata hem göçmenlere yaşatılanlara dikkat çekiliyor: “Daha önce bahsedilen doğal varlıkları yağmalama ve gezegenleri yıkma politikalarına ek olarak, Amerika’nın Avrupa’dan fethinden bu yana gelişen kolonyal politika ve daha sonra Avrupa ağırlıklı olarak Afrika ile ve Asya’nın paramparça edilmesi, küresel kapitalizmi ve onun garantör devletlerini geliştirmek için kaynaklar biriktirdi…

Sahile ulaşmaya çalışırken en acımasız tacizlere uğrayan ve ardından Akdeniz’i geçmeye çalışırken daha da fazla zulüm gören milyonlarca insan Avrupa’ya sürekli göç ediyor ya da Türkiye’de gerçek toplama kamplarında yaşıyorlar. Diktatörleşmiş devlet, göçmenleri Avrupa’ya karşı kendilerine milyonlarca avro vermesi için koz olarak kullanıyor. Bu yöntemle Erdoğan Türkiyesi Kürtlerle savaşmak, kendi nüfusunu sürekli kuşatma halinde tutmak, Suriye’yi ve şimdi de Libya’yı yerle bir etmek için taze kaynak buluyor. Çok uluslu kapitalizm gerek savaşlarla, gerek işgallerle ya da sadece yatırımlarla gezegeni paramparça ediyor. Onlar var oldukları sürece ekosisteme saygı göstermeyecekler. Bunu kanıtlamak için Amazon’daki yangın sezonunu Bolsonaro ve bölgedeki diğer ülkeler tarafından desteklenen Brezilya kırsal burjuvazisinin başlattığı gerçeği yeterlidir. Kapitalizm sadece insanları öldürmüyor, doğayı da öldürüyor bu sebeple de insan yaşamı gitgide daha da zorlaştırılıyor. Kapitalizm sadece ölüm ve panik ekmeyi biliyor. O yaşamın tam anlamıyla zıttıdır.”

Küresel Ölçekte Yaşanan Yeni Aşamanın İlk Taslağı ve Direniş

Metnin bu kısmında ise her şeye rağmen hâlâ değişim için bir şans olduğu ve şimdiden direnişin ayak seslerinin duyulduğu söyleniyor: “Bu salgın, bütün dünyadaki egemen sınıflar için, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan toplumsal protestoları engellemek amacıyla ‘gerekli’ olarak adlandırılan önlemleri almak için mükemmel bir zemin oluşturuyor. Salgın bahanesiyle ordu ve polis baskı mekanizması olarak kullanılıyor, aslında gerçekten ihtiyacımız olan halk sağlığı önlemleri ve kaynakları iken bu kaynaklar üzerinde baskı yaratılıyor.”

“Avrupa’da, karantina sürecinde yukarıdan dayatılan işin sürekliliğinin işçi sınıfının sağlığından daha önde tutulması politikası büyük fabrikalardaki işçiler ve güçlü sendikaların dahil olduğu protestolar ve grevlerle karşılaştı. Arjantin’de ise hizmet sektöründe çalışanlar AVM’lerin de diğer sektörler gibi sağlık önlemleri kapsamında kapanması isteklerini dile getiriyorlar. Uruguay’da inşaat sendikaları, başta Ekonomi Bakanlığı tarafından sabote edilmeye çalışılan özel bir lisans anlaşmasını kazandılar… Hayalini kurduğumuz dünya için bugünün kavgasında devrimci bir perspektifle direnmek bir aciliyettir.

...Bu salgın 70’lerden beri uygulanan neoliberal uygulamalara karşı çıkışa, özelleştirme ve güvencesizleştirmeye karşı direnişi güçlendirmeye, yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik mücadeleleri yükseltmeye; özel mülkiyet eleştirisi, devlet eleştirisi, güvenlik politikaları eleştirisi, kar odaklılık eleştirisi getirmeye imkan sağlıyor. Düşlediğimiz yeni yaşamın toplumsal ilişki biçimlerini yükseltmemize ve neredeyse anahatlarını belirlememize imkan sağlıyor. Anarşist ve özgürlükçü toplum tahayyülümüzün güçlü bir şekilde altının çizilmesine de imkan sağlıyor.”

Sosyal Yıkıma Limit Koymak

Yeni yıkımların bedelini ezilenlerin değil sermayenin ödemesi gerektiği vurgulanırken bunun çeşitli parametreleri sıralanıyor:

-İş sigortası reformu iptal edilmelidir, askıya almak yetmez.

-Emeklilik maaşlarının kesilmesi iptal edilmelidir, askıya almak yetmez.

-Toplu taşıma, bulaşıcılığı azaltmak ve yığılmayı önlemek amaçlı ücretsiz olmalıdır.

-Karantina dönemi boyunca işten çıkarmalar yasaklanmalıdır. Taşeronların, geçici işçilerin, geçici sözleşmeli işçilerin ücretli izne çıkmaları sağlanmalıdır.

-Airbnb veya benzer kiralama sistemleriyle işletilen mekanlarda, otel odalarında, boş mekanlarda; evsiz ailelerin, vahşi koşullarda yada göz altı merkezlerinde tutulan göçmenlerin, sağlıksız koşullardaki evlerde yada işgal evlerinde yığılan “kaçak” işçilerin düzgün ve sağlıklı koşullarda barınabilmeleri sağlanmalıdır.

-Gelir düzeyi düşük insanlar için kira, elektrik,su ve internet fatura borçlarının ötelenmesi gereklidir. Yoksulluk durumunda olanlar için tahliye yasağı getirilmelidir. Yoksulluk sınırında olan insanlar için temel kira yardımı yapılmalı ve evden çıkarmalar yasaklanmalıdır.

Bütün sağlık sisteminin toplumsal kontrolünü geliştirmek de önemlidir, bu durumda bakım evlerinin finansmanı gözetilmelidir ve sağlık, hizmet, temizlik endüstrisi, lojistik ve taşıma işçileri, kamu hizmetlileri ve kırsal nüfusun haklarının korunması garanti altına alınmalıdır.

Yaşam ve dayanışma temelli bir kültür kurmak önceliğimiz olmalıdır. Özsavunma ve kolektif bakım, panik ve “herkes kendisi için çabalasın” anlayışıyla mücadele etmenin ve durumun üstesinden gelmenin ana aracıdır.

Salgını durdurmak için acil önemlerin alınması gereklidir, belki de önceden bahsettiklerimizden çok daha noktasal olmalıdır:

1.Bugün yapılanın aksine sınıfsal olmayan bütün önlemleri durdurmalıyız. İzolasyon toplumsal hiyerarşiye dayanamaz. Bu sebeple, bütün şirketler ve gerekli olmayan bütün hizmetler durdurulmalıdır. Bu süreç teknik işsizlikte olan işçilerin ki bunlara güvencesiz çalışan işçiler de dahil olmak üzere (mevsimlik işçiler, taşeronlar, kendi işinde çalışanlar vb..) temel gelirleri güvence altına alınarak yürütülmelidir. İşte bu, krizin faturasının zenginler tarafından ödenmesidir..

2.Sadece sağlık, nüfusun geneli için tedarik ve bilgi akışı gibi hayati olan sektörler işleyişine devam etmelidir.

3.Aynı zamanda hem işlevsel sebeplerle hem de krizden fayda çıkaranların kirli kazançlarına engel olmak amacıyla, bahsedilen hayati sektörlerde faaliyet gösteren özel şirketlere müdahale etmeli ve onların işleyişini halka hizmet amaçlı işçi sınıfının kontrolüne vermeliyiz.

4.Dahası, komple üretim süreci ve hizmetlerinin acilen tekrar organize edilmesi gereklidir. Sanayi; sağlık ürünü, koruma ekipmanı ve temel yaşamsal ürünleri üretmelidir. Eğer devlet ve işverenler bu durumu istemiyorsa o zaman bunu dayatmak işçilere düşüyor.

5.Bu kriz sağlığın özel sektöre bırakılmaması gerektiğini gösterdi. Özel hastane ve huzur evlerinin herhangi bir kaynak harcanmadan toplumsallaştırılması gerekmektedir.

6.Avrupa’da göçmenlerin tutulduğu merkezler kriz esnasında kapalı tutuldu, bu da onların faşist ikiyüzlülüklerini kanıtlıyor. Bu merkezler bir daha açılmamalıdır. Hükümetler bu duruma karşı hazırlıksız yakalandılar. Taleplerimizi sadece tereddütsüz bu sorunlarla yüzleşebilecek güçlü toplumsal hareketler ve sendikalar aracılığyla dayatabiliriz…”

Toplum Kökünden Değişmeli

Metnin sonuç kısmında ise kapitalizmin bu süreçte nasıl çuvalladığı ve özgürlükçü, federalist ve doğrudan demokrasiye dayanan bir alternatif yaratmamız gerektiği ve bu alternatifi nasıl kurmamız gerektiği söyleniyor.

“Bu benzeri görülmemiş durum kapitalizmin başarısızlığını gösterdi, ancak devlet mevcut ekonomik sistemi sürdürmek için gerekli bütün araçlara bakacak, hatta bütün ekonomik faaliyetleri kendi kontrolü altına alabilir ve üretimin organizasyonunu, talepleriyle veya başka mekanizmaları işleterek otoriterleştirebilir. Hükümet için bu kaosa/krize karşı verilebilecek tek tepki “herkes kendi başının çaresine baksın” anlayışı. Amerika ve Avrupa’dan anarşistler ve özgürlükçü komünistler olarak bizim savunabileceğimiz bir tahayyülümüz var: karşılıklı yardımlaşma ve eşitliğe dayanan, hayati ürünlerin üretim ve dağıtım süreçlerinin keskin ve planlı bir şekilde işçilerin kontrolüne verildiği bir örgütlenme tahayyülü.

Toplumun, herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik işleyişini bütünüyle düşünmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz. Yaşamı garanti altına alan, doğayı koruyan yollar ve mekanizmalar bulabiliriz. Bu sistemi yok edebiliriz. Bunun yolları; bütün üretim ve dağıtım araçlarını işçi sınıfının ellerine vermek, piyasa ekonomisini toplumsal ve kendine yeten bir ekonomiyle değiştirmek ve devletin yerine kendi kendini sürdürebilen federalist bir sistem getirmektir.

Bu krizin ortasında, alttan gelen dayanışma ağları örerek ilerlemek zorunludur, halk örgütlenmelerini güçlendirmek ve gerçek manasıyla özgürlükçü toplum, federalist ve doğrudan demokrasi arayışında bugünün ve yarının mücadelelerini birleştiren gerçek manasıyla bir Ezilen Sınıflar Cephesi kurulmalıdır.

BÜTÜN DÜNYADA İŞÇİ SINIFI İÇERİSİNDE DAYANIŞMA,

BUGÜN HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK!

ANARŞİZM VE ÖZGÜRLÜK İÇİN MÜCADELE EDENLERE!”

Meydan Gazetesi Sayı 53, Mayıs 2020

Paylaşın