Değişen Devletin Değişmeyen Yönü

Sayı 7, Ocak 2013

Söz konusu adaletsizlikse TC’de kuvvetler birliği politikası işliyor, hem de cumhuriyetin erken dönemlerinden beri.

2012’nin son günlerinde Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi hevesini biraz daha perçinleyen çıkışı, bu sefer sadece siyasi arenada değil; devletin farklı organlarında yoğunlukla tartışıldı. Tartışmalar gündeme “kuvvetler ayrılığı” tartışması olarak yansırken, konunun öznesi yargı kurumları da düşüncelerini paylaşmaktan geri kalmadı.

Konya’da katıldığı bir törende “İşte bu kuvvetler ayrılığı denen olay var ya, o geliyor, sizin önünüze engel olarak dikiliyor.” sözü, kuvvetler ayrılığını küçümseyen, yürütmenin önünde engel olarak gören bir anlayış olarak sadece barolarca değil, aynı zamanda AKP muhalifi kesimlerce eleştirildi.

Kuvvetler Birliği ve BaşkanlıkSistemi

Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” tartışmalarını gündeme attığından bu yana, bu sistemi destekleyici beyanları ve uygulamalarıyla beraber değerlendirildiğinde, bu açıklama bir tutarsızlık barındırmıyor. Başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı ilkesinin, parlamenter sistemdekinden daha belirgin olması durumu da, Anayasa Komisyonu’na sunulan “başkanlık sistemi önerisi” içinde yeni-Türk usulü başkanın özelliklerinde kayboluyor (Son karar yetkisini başkana veren, meclisi feshetme yetkisini elinde barındıran bu sistem, yeni Mısır’da halkı sokaklara dökmeye yetmişti. Bu tepkilerden başkan Mursi de, Müslüman Kardeşler de payını almıştı).

Abdullah Gül’ün “kuvvetler ayrılığı demokrasinin temelidir” açıklamasıyla, yine Gül-Erdoğan zıtlaşması izleyeceğiz derken; önce artık Erdoğan’ın sözlerini “başbakan aslında öyle demek istemedi, onun demek istediği…” diye başbakanlarını kurtarmaya yönelik açıklamalarına alıştığımız bakanlar ve vekiller, sonra da Erdoğan’ın kendisi kuvvetler ayrılığını olumlayan açıklamalarda bulundular.

Erdoğan kuvvetler ayrılığıyla ne ifade etmek istediğini, daha sonraki beyanlarında biraz daha açık söyledi. Bu durum medyada, Erdoğan kuvvetler ayrılığının ne olduğunu bilmiyor diye yorumlandı. Kimi zaman da bunun yeni bir kuvvetler ayrılığı tanımı olduğu dile getirildi. Sonraki beyanlarında Erdoğan, bürokratik oligarşinin yürütmenin önünde büyük engel olduğunu vurguladı. Yani yürütmenin, “milletin menfaatlerine” uygun her uygulamasının önüne yasama ya da yargı temelli engellerin çıktığını ifade etti.

Devleti Kim Yönetecek?

Tüm bu süreçte, hükümetin ne yapmak istediğini AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik basit bir şekilde ifade etti aslında: “Bizde her ihtilalin ardından bir kuvveti diğer kuvvetin egemenliğine sokma durumu vardır. Anayasa ile ilgili tartıştığımız konular aslında temel hak ve hürriyetler, Anayasa’nın birtakım çağdaş ilkelerle donanması değildir. Türkiye’de her Anayasa sistem içerisindeki kuvvet dengesini demokratik standartlarına ve kuvvetler ayrılığı prensibini aykırı olarak bozmuştur. Bazen yürütme lehine bozmuştur, bazen yargı lehine bozmuştur. Aslında Anayasa tartışması bir hukuk tartışması değildir. Anayasa tartışması, bir devlet içerisindeki egemenlik yapısının nasıl yeniden dizayn edileceği tartışmasıdır.”

Devlet içindeki konumunu giderek güçlendirmeye çalışan yürütme konumundaki AKP’nin yeni siyasi-hukuki düzenlemeleriyle, TC Devleti’nin omuriliği konumundaki bürokrasi çatışmasını bu karşıt iki gücün karşı karşıya geldiği ilk günden bu yana izliyoruz. Devlet içindeki iktidar odaklarının rollerini değiştirmesi, sadece yaşadığımız coğrafyada hüküm sürmekte olan devletle alakalı değil. Bu değişim, uluslararası siyasetin, küresel kapitalizmle iç içe geçtiği (ya da küresel kapitalizmin bu iç içe geçmeyi zorladığı) her yerde kendini göstermektedir.

Tartışmalarda, “milletin menfaati nin” önünde en büyük engel olarak ifade edilen, bürokratik oligarşi diye nitelenen yasama ve yargı güçlerinin iktidar olduğu durumda da; yürütmenin temsilcisi AKP’nin iktidarını pekiştireceği siyasi yapılanmalarının iktidarında da iradesiz kılınacak halk olacaktır.

Değişen Devletin Değişmeyen Yönü Söz konusu adaletsizlikse TC’de kuvvetler birliği politikası işliyor, hem de cumhuriyetin erken dönemlerinden beri. Devlet içerisindeki bu egemenlik yarışında, hükümet ısrarlı politikalarıyla diğer kuvvetleri birer birer saf dışı bırakıyor. Tayyip Erdoğan başkanlığında oluşacak yeni sistemin “menfaati”nin halkın olmayacağı açık. Ancak AKP muhaliflerinin yaptığı gibi “bağımsız yargıyı”, bu yarışta sahiplenmek de halkın çıkarına değildir.

Tüm kuvvetleri kendine bağlayacak bir AKP’nin güçlü konumuyla, yakın zamanda uluslararası siyasette fark edilir olacağı toplumsal muhalefetin konuştukları arasında. Yasama, yürütme ve yargıyı kontrol ederek, hızlı dış politika/ savaş manevrasına sahip bir TC, Ortadoğu’da küresel kapitalizmin daha çok arzu ettiği güç odağı olur.

Bu tartışmalar yaşanırken, cezaevlerindeki onbinlerce tutsak yasama, yürütme, yargının uyumlu işbrliğiyle mahpus tutuluyor. Kuvvetler ayrılığının nasıl olması gerektiği, devletin yeni egemenlikyapısında hangi kuvvetin baskın olacağı tartışmalarının ötesinde; söz konusu adaletsizlikse TC’de kuvvetler birliği politikası işliyor, hem de cumhuriyetin erken dönemlerinden beri.

Kuvvetler Ayrılığı : Kuvvetler ayrılığı sistemi, yasama, yürütme ve yargı olarak tanımlanan kuvvetlerin değişik yollardan göreve gelen ve aralarında “fren ve denge mekanizması” bulunan farklı organlara verilmesidir. Diğer bir ifadeyle, devletin, yasama, yürütme ve yargı işlevinin birbirine karşı bağımsız organlara tarafından görülmesidir. Devlet gücünün bölünmesi gerektiği ve bu bölünmeler arasında nasıl bir denge işletileceği mevzu birçok düşünür tarafından ele alınmıştır. Ancak kuvvetler ayrılığı ilkesine temel şeklini veren Montesquieu olmuştur. Yargı gücü, yasama ve yürütme gücünden ayrı değilse özgürlüğün var olmayacağını söyleyen Montesquieu’ nun fikirleri, Fransız Devrimi’nden sonra anayasal hareketlerin esin kaynağını oluşturmuştur.

Meydan Gazetesi Sayı 7, Ocak 2013

Paylaşın