Rupen Sevag’tan, Sevag Şahin’e Ne Devlet Değişti Ne Adaleti

Sayı 7, Ocak 2013

Sevag, kara gözlü demek. Adı Sevag’tı, annesinin “kara gözlüsü”ydü. Adını aldığı Ermeni şair Rupen Sevag Çilingiryan ile aynı sonu paylaştı; o da 24 Nisan’da katledilenlerden oldu…

Sevag Balıkçı, bu topraklarda yaşayan Ermenilerden yalnızca biriydi. Ancak o da 1915’te katledilen 300.000 Ermeni ile aynı sonu paylaştı. Sevag’ın hikâyesi de tıpkı onlar gibi 24 Nisan’da sonlandı.

Sevag İstanbul’da yaşarken, askerliğini yapmak üzere Batman’ın Kozluk ilçesine gitti. Gümüşörgü Karakolu’nda askerliğini yaparken, beraber askerlik yaptığı Kıvanç Ağaoğlu’nun silahından çıkan kurşunla öldürüldü. Terhisine 23 gün kala, Sevag’ın ailesine, onun ölüm haberi gitti. Sevag’ın ölümüne de, diğer yüzlerce askerin şüpheli ölümüne dendiği gibi, kaza dendi, şakalaşma sonucu oldu dendi. Ama Sevag’ın 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 96. yıldönümünde öldürülmesi ne bir tesadüftü ne de bir kazaydı. Bu ölüm, Sevag’ın ailesinin deyimiyle “organize” bir işti, tıpkı Hrant Dink suikasti gibi.

Sevag’ın annesi Ani ve babası Garabet Balıkçı ile bayramları olan Noel günü, evlerinde görüştük. Bayram için gelen telefonları susmuyordu; ama onlar için Sevag gittiğinden bu yana ne bayram vardı ne de huzur… Bu cinayetin sonuçlanamayan davasının onuncu duruşması yaklaşırken; biz de Sevag’ın annesi ve babası ile hem Sevag’ı hem bu davayı hem de bu cinayetin “nedenleri”ni konuştuk.

Merve Arkun: Merhaba. Yıllardır bu topraklarda yaşadınız, yaşıyorsunuz; belki de çoğu zaman Ermeni olmanızdan ötürü birçok sorunla karşılaştınız. Peki oğlunuz Sevag’ın öldürülmesinden sonra, “keşke burada olmasaydık” dediniz mi?

Garabet Balıkçı: Ben Konya Ereğli’denim, eşim İstanbullu. Herkes gibi biz de insandık. Ama bazı kesimler bu insanlığı kabul etmedi. Demek ki bir Ermeni olmak, Hristiyan olmak Türkiye Cumhuriyeti’nde hataymış. Azınlık değil, Ermeni olmak. Hiçbir zaman başka yerde olmayı düşünmedim. Çünkü benim köküm bu topraklarda.

Ani Balıkçı: Ama bu olaydan sonra keşke gitseydik ya da onu yollasaydık dedik.

M.A: Sevag nasıl bir çocuktu? Biraz bahseder misiniz?

A.B: O hiç aklımızdan çıkmıyor ki. Bugün bayram ama bizim ne bayramımız ne de yılbaşımız var. Sevag'ın doğumu sorunlu olmuştu, o 7 aylıkken doğmuştu. Ama iyi bir tedaviyle sağlıklı, iyi bir çocuk oldu. Ama ben hep korkardım, bir araz kalacak diye. Kalmış bir araz, insan olmak. Herkesi sevmek, kimseden şüphelenmemek. Çok iyi bir çocuktu, kimseyi kırmazdı, üzmezdi. Sanatkâr ruhluydu. Kendi gibi sanatkâr olan, 24 Nisan'da gidenlerin yanına gitti.

M.A: Sevag’ın ölüm haberini nasıl aldınız?

A.B: Ben internetten öğrendim olayı. Er Sevag Şahin şakalaşma neticesi kimliği belli olmayan arkadaşı tarafından kaza ile vurularak otopsi yapılmak üzere hastaneye sevk edildi diye okudum. Önce biz gerçekten kaza sandık,o ara hep kazalar oluyordu ya. Meğersem değilmiş, adı öyleymiş. Gitti oğlan diye bağrıştık burada, kızım geldi, komşular geldi… Sonra askerler geldi, kaza dediler. “Bir gavur daha temizlendi diye düşünüyorsunuz herhalde” dedim bir tanesine, albay mıydı neydi, rütbe de bilmem. Yok hanımefendi öyle düşünmeyin dediler ama… Sevag'ı vuran çocuğun facebookunu açtık, yukarıdan aşağıya hep hilal dolu. Başka fraksiyonların neticesinde olmuş, belli. O kayıtlı değilim diyor ama değilse de sempatizanı. Bize daha önce, orada problemler yaşadığını hiç anlatmamıştı. Sadece sözlüsüne söylemiş, burada ülkücüler var diye. Bir de “Ermenilerle savaş çıkarsa, ilk seni vururuz" diye tehdit ettiklerini söylemiş. Biz de bunları sözlüsünün gazetelere verdiği demeçlerde öğrendik, bilmiyorduk.

G.B: 24 Nisan 2011 Paskalya Bayramı’nda bir Ermeni öldürülecekti, o da Sevag’a denk geldi. Çünkü beş sene evvel biri ölmüştü, Hrant Dink, beş sene sonra da Sevag öldü. Biz tesadüf olduğuna inanmıyoruz. Böyle bir ölüm olmaz, böyle bir kaza da olmaz.

M.A: İki yıldır süren ama halen sonuçlanamamış bir dava var ve dava süreci boyunca ortaya çıkan birçok yeni ifade, delil var. Dava sürecinden kısaca bahsedebilir misiniz?

A.B: Yapılan her tatbikatta, alınan her ifadede, yalan beyan ifadeler ortaya çıkıyor zaten. İlk ifade değişiyor, ikinci ifade tamamen bambaşka oluyor… Tatbikatta her şey belli, silahı tutuşu belli… Biz önce hakikaten kaza sandık, iyi niyetimizle gittik oraya. Ama değil. Bize bir tatbikat yaptılar, hepsi ayan beyan belli. Ama bu kadar delilin üstüne nasıl karar verilir bilemem. Adalet çok iyi işliyor ya Türkiye’de… Bilmiyorum. Sadece şunu söyledim hâkime; “Vereceğiniz karar bizim öteki olmadığımızı belli edecek” dedim.

M.A: Bu olaydan sonra, devletin size yaklaşımı nasıl oldu?

A.B: Şehit sayılacak mı, sayılmayacak mı çok tartışıldı Sevag öldükten sonra. Sevag’ın adı, “kaza sonucu yaşamını yitiren diğer şehitler” kategorisinde şimdi.

G.B: Hristiyanları şehit olarak kabul etmiyorlar, yani bir köpek ölüsü gibi… Köpek bile daha değerli hatta. Bahçeli öyle dedi mesela, kabul etmiyormuş Sevag’ın şehit sayılmasını. Şimdi ne gelen var, ne giden. Devlet kendi işleriyle meşgul, o yüzden başka işlere bakamaz gibi görünüyor.

M.A: Sevag’ın ölümüne de diğer yüzlerce şüpheli asker ölümü gibi kaza dediler, şakalaşırken oldu dediler. Aslında devlet böyle gizlemeye, görünmez kılmaya çalıştı bu cinayeti.

G.B: Yani şimdi şakalaşma olabilir ama her şaka da kaza mı oluyor? Bugüne kadar, bakın gazetenizde de yazmışsınız, 934 kişi askerde öldürülmüş. Bu kadar kişi, kendi kendini mi öldürdü? Bu çocuklar bu kadar mı cahil, bu kadar mı hayattan bezmiş?

A.B: Ya da orada nasıl bezdiriliyorlar da böyle yapıyorlar? Hepsi sağlıklı gidiyor askere, biz cenazelerini alıyoruz. Sevag’ın da giysileri muamma, giysileri bir geliyor bir gelmiyor. Beyaz bir atlet getirdiler, atlet giymez. Atletin üstünde kan lekeleri, üç tane delik. Böyle şey mi olur? Şimdi duruşmada kıyafetler tekrar istendi. Düşünebiliyor musunuz, her duruşmada o tetiği çeken eller yanımızda, nefesini duyuyorum. Hrant’ın katili bayrakla çıktı, bizimki de tutuksuz. Adı Kıvanç. Biz de neredeyse kıvanç duyacağız Türk devleti adına. Öyle diyorum, öyle görünüyor. Kıvançla kıvanç duyacağız.

G.B: Şimdi tutuksuz yargılanıyor, adalet öyleymiş…

M.A: Onuncu duruşma olacak 25 Ocak’ta. Bu defa, bu dava sonuçlanır diye düşünüyor musunuz? Böyle bir beklentiniz var mı?

A.B: Bir beklentimiz yok. Daha sonuçlanmasın da zaten. Bak, bir alt birlikten yeni bir askerin daha ifadesi okunacak önümüzdeki duruşmada. O an orada değilmiş ama, sonraki duyumlarını anlattı. Astsubayın onları toplayıp “biri gitti, onu kurtaralım” demesini anlattı.

G.B: Görünen köy kılavuz istemez. Ortalarında tel örgü var, biri bir tarafta biri diğer tarafta. Bize Sevag’ı vuranın fotoğraflarından bir albüm yolladılar, elinde hep silah var. Bir senaryo işte, bir tiyatro sahnesi gibi… Yönetmen kim acaba?

A.B: Hakim soruyor neden tüfek doluydu diye. O diyor ki “Telsizden Kürtçe konuşmalar duydum o yüzden”. Ama madem sen tüfeğini doldurmuşsun, tehlikeye karşı tetikte bekliyorsun, o zaman neden o anda başka bir askerle şakalaşıyorsun? Şakalaşma sonucu öldü diyorlar ya bir de. Bütün askerler diyor ki hepimizin tetiği kapalıydı, bir onunki açık.

M.A: Peki siz bu davadan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Mahkemeden çıkacak karar sizce ne kadar adaletli olabilir?

A.B: Karşı tarafın avukatı her duruşmada bize başsağlığı diliyor. Bir duruşmada yine böyle oldu, ben de dedim ki benim başım sağ ama o çocuk toprağın altında. Sinirlendim, çantamı fırlattım. Öyle olunca hakim bana kızdı, “Üniforma giyen her iki çocuk da bizim çocuğumuzdur” dedi. Hiç beklemiyordum, şaşırdım…

G.B: Bilerek cinayet işleyen birini ben nasıl kabul ederim? Nasıl çocuğum sayarım? Bir kere burada karşıdaki taraf öfkelendirilmeye çalışılıyor. Diyor ki, beni evladınız sayın. Sen kimsin ki ben seni evladım sayacağım? Sen o kirli ellerinle, Sevag’ı öldürüyorsun, bir can alıyorsun… Böyle evlat olamaz. Ben kimseye güvenmiyorum ki zaten. Dava bitsin ondan sonra konuşacağız. 3 yıldan 9 yıla kadar ceza istiyorlar.999 sene de olsa yetmez bize. Ortada böyle bir cinayet var çünkü. Bunu yaşayan bilir.

A.B: Ben her zaman şunu düşünürüm, tersi olsaydı ne olurdu acaba? Ama tersi olsaydı zaten Sevag şu anda içerdeydi, imkânı yoktu böyle olmasının. Hatta belki içerde de haklamışlardı bile. Bilseydim böyle olacağını, derdim ki ona kendini koru. Ama ne diyecektim, Türk’ün yanında durma mı diyecektim? Ne yapayım ben şimdi, artık hepinizi kötü mü göreyim? Yok öyle bir şey. Buna kaza diyemezler, çünkü Sevag ve 24 Nisan. Daha ötesi yok. Hadi Hrant’a çok konuştu deniliyor ama Sevag kim? Ya da Samatya’da öldürülen kadının suçu neydi?

G.B: Ben oğlumu kaybettim, o yok artık. Hiç olmazsa bundan sonrakilere olmasın böyle. Bırak Ermeni’si, Kürt’ü, Müslüman’ı ne olursa olsun insan olarak böyle bir şey olmasın istiyoruz. Onlar da birer ana evladı. Böyle bir şey kaza olamaz. Bu cinayet. Bir Ermeni ölecekti, öldürüldü. Çünkü ırkçı bir insanın yapacağı tek şey budur. Bazı insanlar, ellerindeki ayrım listesini yırtsınlar artık. İnsanlar insan olarak yaşayabilsinler, başka hiçbir şey değil.

Ermeni şair Rupen Sevag Çilingiryan, 24 Nisan 1915 tutuklamalarının bir parçası olarak, 22 Haziran 1915'te tutuklandı. Çilingiryan 26 Ağustos'ta Ayaş'a götürülmek için çıkarıldığı yolda, dört arkadaşıyla birlikte işkence edilerek öldürüldü. Önemli Ermeni sanatçılardan olan Rupen Sevag Çilingiryan’ın ölümünden "sonradan haberdar olan" Talat Paşa, 31 Ağustos'ta Çankırı'ya bir telgraf çekerek katillerin derhal bulunmasını emretti. Bu telgraftan sonra, 31 Ocak 1916'da 19 kişi hakkında soruşturma açıldı; cinayetle suçlanan dokuz kişiden sekizi tutuklandı. Ancak cinayeti işleyen Kürt Alo çetesinden ise kimse yakalanmadı. Dosya devam edip, yargılama süreleri uzatılırken 13 Mayıs 1916'da Talat Paşa bu kez cinayet suçundan hapiste bulunanların serbest bırakılmasını emretti. Bunun ardından soruşturma dosyaları Dahiliye Nezareti koridorlarında, vilayetler arası yazışmalarda kaybedildi... 1915'te Rupen Sevag'ın katillerini saklayan devlet şimdi de Hrant Dink suikastinin faillerini, Sevag Şahin Balıkçı'nın katillerini saklıyor. 1915'ten bu yana ne devlet değişti ne de onun adaleti, "O gün bugündür devlet aynı devlet".

Eskisi Gibi

Neredesin, yoksun.

Hani vardın.

Ah bir kere,

Bir gün gelseydin

Ve tebessüm etseydin

Eskisi gibi,

Eskisi gibi.

Hatırlasaydın.

Meydan Gazetesi Sayı 7, Ocak 2013

Paylaşın