Lütiyeden Ziyade…*

Sayı 8, Şubat 2013

"Ayşe Ustaaa! Şu ağaçları bir şeritten geçirelim mi sana zahmet."

"Ne demek Şemsi Abi, hemen."

Bu cümledeki toplumsal rollerin değişmesi sizin de dikkatinizi çekti mi? Birincisi bir kadın bir erkek tarafından "usta" olarak çağrılıyor. İkincisi bir kadından testere makinesiyle ağaçları kesmesi "rica ediliyor".

Bir kadın olarak çalgı yapımcısı olmaya karar verdiğim andan itibaren bu kararımı kime söylesem insanların verdikleri tepki “kız başıma” bu işleri nasıl yapacağım üzerine oldu. Kadın için en “ideal” olan genelde masa başı, o da olmadı, onun narin yapısını zorlamayacak, güç gerektirmeyecek işlerde, “her kadının yapması gerektiği” gibi daha kendine uygun bir mekânda veya şartlarda çalışmak. Ağacını, malzemeni bin bir pazarlıkla tedarik etmek; çalışma aletine, makinene hakim olmak; ortaya çıkardığın enstrüman üzerinden icracılarla temas kurmak… Bütün bunlar mesleğini severek yapan, her ürettiği şeyle kendisi de "üreyen", kendini sanatı ve zanaatıyla ifade eden birisi için ne kadar zor olabilirse, bir kadın için de o kadar zordur.

Kadın ya da erkek, müziğe, emeğe, sanata verdiğimiz değer aynı, ama karşılaştığımız zorluklar farklı. Kadın fiziksel zorlukların yanında, kafalarımızdaki toplumsal kalıplarla da uğraşmak zorunda. Bir kadının da işine verdiği değer ölçüsünde "usta"laşabildiğini, kapitalist seri ve hızlı üretim koşullarında ürettiği her biri birbirinden farklı ve yapımcısıyla beraber zamanla olgunlaşan çalgılar ürettiğini deneyimlemekteyim. Kadın bir çalgı yapımcısı olarak geçen zamana emek ve kıymet biçen her erkek lütiye gibi ben de kapitalist şartlara karşı "erkek"leşebildiğimi göstermek zorunda kalıyorum.

Peki, kaba işlerle özdeşleşen erkekler, zaman zaman incelikler gerektiren bu işte, ortaya çıkardığı enstürmanın ilk sesini duyduğunda çocuğundan ilk kelimeleri duyan bir baba gibi evcimen, dişil addedilen duygularla dolduğu zaman aynı önyargılarla karşılaşmıyorlar mı? Karşılaşılan bu önyargılar toplumun nezdinde pek erkekçe olan bu mesleğin ufak kadınsal gedikleridir olsa olsa. Yine böylece toplumun yaftalama oyununa geri dönmüş olduk. Oysa ki yüzü yaşama dönük olan kadının özünde hep bir yaratım ve bir üretim vardır. Kapitalist yaşamın bencilliğinden kendini çeken kadın kendi yaratım gücünü fark eder. Bu farkındalıkla kendini gerçekleştirir.

Toplumsal rollerin absürtlüğü, işin esasının yapılan işte olduğu, ürettiğinin cinsiyetsizliği bu kadar açıkken bu oyunu sürdürmenin anlamı ne?

*Lütiye: Çalgı Yapımcısı.

Melike Bozkurt

Meydan Gazetesi Sayı 8, Şubat 2013

Paylaşın