Gökyüzüne Övgü

Sayı 9, Nisan 2013

Nasıl başladı anımsamıyorum. Başımı kaldırmam hiçbir zaman bilindik anlamda “başkaldırı” değilse de başımı oraya kaldırmam neyle başladı hatırlamıyorum. Bildiğim şey: Beni kurtaran, dirilten, anlamamı sağlayan olduğu. Şimdi ve var olduğum sürece… Coşkumun biricik sebebi. Onu fark etmenin ötesinde, gözümün gördüğünü artık gönül rahatlığıyla yazabilirim.

Başımı her oraya kaldırdığımda büyüklüğü, güzelliği karşısında hep aynı şaşkınlığa kapılıyorum. Aynı benzersiz duygu ve hep şu soru geliyor naçiz aklıma: Nasıl olur da insanların geri kalanı bunu–bu kadar basit bir gerçeği- göremez? Nasıl kaybolur gündelik hayatın labirentinde? Nasıl bu kadar kayıtsız şartsız kabullenir hayatın değirmeninde öğütülmeyi? Teslim olunan sistem tarafından her an biraz ve biraz daha ezilirken, başını kaldırmayı akıl edemez? Üstümüzde (daima) istisnasız hepimizi saran, sarmalayan yegâne inanç kaynağı… Gökyüzünün altında olmak neden yetmiyor onlara?

Masmavi, gıpgri, lacivert, gün batımında kızıl, kimi geceler zifir siyahı. Engin. Bir sınırı varsa da zavallı gözlerim bunu görmekten aciz. Altında ne yaşanırsa yaşansın, o bildiğini okuyor. Milyarlarca yıldır orada. Pangea, kıtalarına ayrılmazdan önce de mesela… Hep aynı vakurla. Buzullar erimiş ya da dinozorların yerini memeliler almış umurunda mı? Ya da benim onu övüyor olmam? Ve ben yokluğa karıştıktan sonra da orada olmaya devam edecek bir biçimde. Ta ki, güneş sönüp bir kara deliğe dönüşünceye dek. Bunu bilmek içimi nasıl da rahatlatıyor. Ölümsüz bir dosta sahip olmakla aynı.

Gökyüzünü uzun uzun incelediğimde bana ne oluyor biliyor musunuz? Bakışlarım yeryüzüne indiği zaman “şeyler”e yabancılaşıyorum. Arabalar, binalar, birtakım kumaşları üzerlerinde taşıyarak hareket eden nesneler… Hiç ama hiçbir şey onunla arama giremez. Tüm hırslar saçma, tüm paralar anlamsız, tüm dualar boşuna, cilalı imajlar yerle bir… İnşa edilmiş “medeniyetler” yıkımdan başka bir şey vaadetmiyor. Uçaklar nasıl da çaresizce çırpınıyor! Nasıl da komik görünüyorlar gözüme kuşların doğallıkla yaptığını yapabilmek için canla başla çabalarken! Ama haksızlık etmemek lazım; insan evladı kuşlardan farklı olarak ölüm yağdırabiliyor düşmanının üstüne! Gökyüzüne yükselebilip de onu anlamaktan bu kadar aciz olmak ne tür bir çelişkiyse artık…

Oysa gökyüzüne kafa tutmak kimin haddine? Ona verilecek bir zarar aynen geri dönecek, değil mi? Tepemize “taş” yağdırıp yok edenlere tapınmakta bunca ısrar niye? Yok olup gitmek, gezegen üzerinden silinmek mi acaba amaç?

Bırakın! Bankalar, krediler, batıncaya kadar (sözüm ona!) “gök”delenler! Tsunami, deprem, ya da insan elinden çıkma bir savaşta yıkılana kadar, son model otomobiller ta ki fosil yakıtlar tükenip her biri birer hurdaya dönüşene kadar onların olsun.

Benim gökyüzüm var. Bulutlarım, güneşim, martılarım, yağmurum, karım, rüzgarım… Ondan gelen her şeye eyvallah. Her belaya, her şefaate, her merhamete, her felakete. Biliyorum ki, gökyüzü doğasına uyanı yerine getirir. Gerisi “teferruat”.

Ayça Seren Ural

Meydan Gazetesi Sayı 9, Nisan 2013

Paylaşın