Savaşın Fırsatçıları

Sayı 9, Nisan 2013

Savaşların galip ve mağlubunun olamayacağının sebebi, savaşların küreselleşmiş kapitalist sistem içinde finanse ediliyor oluşudur.

2003’ün Mart ayında, dünya televizyonlarından canlı yayınlanan bir savaş izledik. Öncesi ve sonrasıyla yüksek bütçeyle oluşturulmuş bir film gibiydi. Yüksek bütçeli olduğu doğruydu, ancak 40 bine yakın insanın ölümü, yaşananın gerçekliği açısından vurucuydu.ABD ve Birleşik Krallık öncülüğünde oluşturulmuş askeri güçler Özgürleştirme Operasyonu adı altında Irak’ı işgal etmişti.

İşgalin nedeni kitle imha silahlarıydı. Birleşmiş Milletler Doğrulama ve Teftiş Komisyonu kimyasal silahların varlığı konusunda kanıtın olmadığını belirtmesine rağmen işgal gerçekleşmişti. Saddam Hüseyin’in otoriter rejimi, El Kaide ile olan ilişkileri diğer nedenler arasındaydı. İşgal sonrasında, kimyasal silah meselesine ilişkin herhangi somut kanıt olmadığı anlaşılmasına rağmen, işgal uluslararası meşruiyetinden hiçbir şey kaybetmedi. George W. Bush’un PATRIOT ACT’i, “demokrasi getirmek” olarak adlandırıldı ve meşru sayıldı.

Mary Kaldor, uluslararası sistemde var olan yeni savaşları eski savaşlardan ayırıyor. Devletlerarası egemenlik çekişmelerinden kaynaklanan savaşların yerine, devletlerin ve devlet olmayan birimlerin siyasi ve ekonomik çıkarları çerçevesinde gerçekleşen yeni savaşların belirdiğini vurguluyor. Şirketler, paralı askerler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası örgütler de yaşanmakta olan savaşlarda bir taraf. Bir taraf çünkü küresel yapıyı oluşturan siyasi, ekonomik iktidarların bir kısmı konumunda bu kurumlar. Kaldor, güncel savaşların “küresel değişime ayak uyduramayan, meşruiyeti yara almış ülkelerde” göründüğünü belirtiyor.

Uzun bir süredir Suriye’de devam etmekte olan durum bunun en güncel örneği konumunda. Suriyeli muhaliflerin Türkiye kampları, Patriotlar, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin muhaliflerin ordularını nasıl eğittiklerine ilişkin açıklamaları, politik ve ekonomik ambargolar, uluslararası toplantılarda muhaliflerin liderlerinin artık Suriye’yi temsil ediyor olma durumu… Suriye, devlet ve devlet olmayan birimlerin öznesi oldukları savaşları anlamak açısından çok önemli bir konumda bulunuyor.

Mevcut “küresel değişimi” oluşturan iktidar odaklarının karşısında meşruiyetini kaybeden sadece Suriye değil. Özellikle Soğuk Savaş sonrası oluşan, küresel kapitalizmle iç içe konumda bulunan devletler sisteminde, “güvenlik” kavramı olabildiğince önem kazandı. Uluslararası güvenlik, bu küresel değişimin vazgeçilmez değerlerinden biri. Afganistan’ın işgali de, Irak’ın işgali de aynı güvenlik değerleri neden gösterilerek gerçekleşti.

Güvenlik vurgusunun yapıldığı bir başka mesele, İsrail’in İran’a müdahale konusundaki ısrarcılığıydı. Suriye’deki hareketliliğin başlamasından hemen önce, başbakan Netanyahu’nun İran’ın elinde nükleer silahlar olduğunu ve her geçen gün bu silahların daha büyük tehlike arz ettiğini belirten konuşması, 2003’teki işgalin öncesinden ne kadar farklı? Mavi Marmara’ya ilişkin Obama telkinli özrün altında farklı siyasi-ekonomik hesapların olduğunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Golan Tepeleri stratejisi, Gazze ve Batı Şeria’da değişen politikalar, bir yandan devam eden bombardıman öte yandan dillendirilen iki devletli çözümler “güvenlik” temelli uluslar arası sistemden bağımsız okunamaz.

Kaldor, yeni savaşlarda kesin galibiyet ve kesin mağlubiyetin olamayacağını vurguluyor. Bunun bir sebebi, “güvenliksiz” durumun ortadan kaldırılmasının bir galibiyet olarak nitelendirilmediğidir. Geçtiğimiz Ocak ayında, Mali’nin kuzey bölgesini elinde tutan, Mağrip El-Kaidesi ile bağlantılı örgüt Ansar Dine’yi buradan çıkartma bahanesiyle Fransa’nın Mali işgali bu duruma örnek olabilir. Afrika ve dolayısıyla dünyanın geri kalanının “güveliğini sağlamak” adına Mali’yi işgal eden Fransa, bölgenin güvenliğini sağladıktan sonra, bu durumu bir savaş galibiyeti olarak uluslararası medyaya yansıtmadı.

Bu savaşların galip ve mağlubunun olamayacağının bir başka sebebi de, savaşların küreselleşmiş kapitalist sistem içinde finanse ediliyor oluşudur. Yaratılan savaş durumu, siyasi ve ekonomik iktidarlar açısından bir fırsat niteliği taşıyor. Fırsatı değerlendirip savaşa herhangi bir şekilde müdahil olan (bu müdahillik her nasıl olursa olsun), küresel değişimin ya da siyasi meşruiyetin sağlanmasında bir aktör oluyor.

Örneğin, Mali işgalinde Fransa’nın Afrika’da yeni-kolonici arayışlar içinde olduğu konuşulurken, Mali’nin kuzeyine ilişkin hesapları olan enerji şirketi Avera’nın fırsatçılığı hiç gündem olmadı. Ya da Irak işgaliyle bölgeden bir hayli “geri dönüş” elde eden ABD gündem olabilirken, savaşı fırsat bilen emlak zenginleri ya da enerji şirketleri gündem olmadı. Aynı Suriye hesapları yapan yerel ve küresel şirketler gibi (hatta “Arap Baharı”nın etkili olduğu coğrafyada hangi devletlerin, hangi küresel ve yerel sermaye gruplarının “fırsattan istifade ettiğinin” konuşulmaması gibi).

Görsel-işitsel medyada savaş, iki farklı siyasi gücün, devletler sistemi dahilinde karşı karşıya gelmesi gibi yansıtılıp, bir tarafın savaş sonrası galip gelerek mevzubahis sistemdeki konumunu güçlendirdiği üzerinde durulurken; savaş durumunda küresel değerlerin bekçisi konumundaki örgütlerin (BM, AİHM vb.) meşruiyetinin artması ve bu örgütler temelli sistemin kendini daimi üretiyor olma durumu sorgulanmadı. Savaş durumunda sivil toplum kuruluşlarının (Kızıl Haç, Dünya Sağlık Örgütü vb.) yardım adı altında nasıl bir ideolojiyi değerli kılıyor olduğu sorgulanmadı. Sermayenin savaşın hüküm sürdüğü coğrafyalardaki “daha kolay mobilize” oluyor konumu, devletlerin siyasi kazanım rekabetlerinin gölgesinde görünmez kılındı.

Birçok siyasi ve ekonomik odağın, meşruluğunda hemfikir olduğu “uluslararası sistem” ve bu sistemin güvenliği korunmak adına savaşlar yaşanırken, “savaşın fırsatçıları” kendi kısa ve uzun dönemli hesaplarını gerçekleştirmeye devam ediyor.

Meydan Gazetesi Sayı 9, Nisan 2013

Paylaşın